Hayat kalitemizi yüksetmek için belli bir efor sarf ederiz. Tutunmak için gereklidir bu. Çabalamak, çabalarken ise hırs göstermemek... Çünkü hırs gösterirken mahrum olma ihtimâli çok yüksektir, hayat kalitesini yüksetmeye çalışırken düşürmek ihtimali oldukça yüksektir. Düşmese bile mânâ itibariyle düştüğü kesindir.
Şüphesiz hatadan hâlî değiliz, hatanın görünüp düzeltilmesi gerektiğini bilen insan Rabbine ilticâ etmeli. Bilmeden yapılan hatalar affedilir. Fakat inatla ve bilerek yapılıyorsa, bunun yanında da devam ediliyorsa sonuçlara katlanmamız gerekir.
İnsan gerçekten de çok aciz ve naziktir. Üstad Hazretleri bu acziyetin, Allah’a tevekkül edilmezse korkunç bir azaba dönüşeceğini belirtiyor: “İnsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâde; âcizdir, hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdânı dâim azab içinde kalır.” (6. Söz)
Duâ öyle bir lütuftur ki, Yaratıcı’ya yakınlığın yanı sıra, O’na olan korku ve sevgiyi de gösterir. Çağırmak, yardım dilemek, istediğimizi söylemek.. “Ya Rab, vermek istemeseydin istemeyi de vermezdin. ‘İstiyoruz hayırlısıyla’” diyebilmek..
Duâ bir nevi ibadetlerin cevheri gibidir. Hatta Üstad “..denilebilir ki, sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de duâdır” şeklinde âlemin yaratılış sebeplerinden birisinin de duâ olduğunu ifade ederek, duânın asıl mânâsını açığa vuruyor.
Bediüzzaman Hazretleri ‘’..her şeyde bir hazîne-i rahmet kapısını bulur. Duâ ile çalar. Hem herşeyi kendi Rabbinin emrine musahhar görür. Rabbine ilticâ eder; tevekkül ile istinad edip, her musîbete karşı tahassun eder. İmânı ona bir emniyet-i tâmme verir.’’ (3. Söz) sözleriyle musîbetin Rahmânî bir hediye olduğuna da dikkat çekmekte. Fani dünyanın geçen dakikaları bizlere O’nu hatırlatacak bir vesile olmalı. Musîbetler de hakezâ bu yönde kullanılmalı.
O zaman hayat kalitesinin yüksek olacağı da aşikârdır. Çünkü her şey O’nun takdiriyledir. ‘O dilemeseydi olmazdı’ demek, ‘bir hikmeti var’ demek insanın ruhunu ferahlatan düşüncelerdir.
Duâ da bu anlarda ortaya çıkar, istemediğimiz veya böyle olsaydı dediğimiz durumlarda müracaatı kaderi takdir edene yaparız.
Ramazan ayı da duâ bakımından önemli bir konuma sahiptir. Kâinatın Efendisi Aleyhissalâtu Vesselâm buyurur:
* “Ramazan’ın ilk gecesinde Cennet kapıları açılır. Her gece sabaha kadar bir münadi seslenir: Günahlarının affedilmesi için istiğfar eden yok mu? Tevbe eden yok mu? Allah tevbesini kabul buyursun. Duâ eden yok mu? Cevap verilsin. Kendisi için bir şey isteyen yok mu? İsteği hemen karşılansın.”
* “Oruçlunun iftar vaktindeki duası reddedilmez.”
Halis olmayan amelden, fayda vermeyen ilimden O’na sığınabilmek... Doymak bilmeyen nefisten, şeytanın şerrinden, ahirzaman fitnesinden, ölümün hararetinden, kıyametin şiddetinden Rabbe sığınmak…
“Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Amin!” demeli ve O'na yalvarmalı…
Şükürler olsun ki Ramazan’a kavuştuk. Kavuşmayı nasip ettiğin gibi halis duâ etmeyi de nasip eyle Ya Mucib!..
MUHAMMED ZORLU
muhammedzorlu@saidnursi.de
18.08.2010 - YeniAsya