Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

15.11.2004, 11:27

İslamda Devlet Nizamı

ıslâm dininde devlet yönetimi ve hayat nizamı ilahî vahiy ve örfe bağlıdır. Genelde temel hak ve hürriyetler; devletin unsurları ve devletin temel organları hangi prensipler içerisinde kalacak. Bunlar beşerî sistemlerde anayasalara bağlı iken, ıslâm Devlet sisteminde de bu hükümler: Kuran, Sünnet, ıcma, Kıyas ve Hanefi fıkhında örfe bağlıdır. Yani, ıslâmda anayasa bu nasslara göre düzenlenmiştir.

Siyasî, hukukî ve sosyal bir düzen ve otoriteyi temsil eden devlet müessesesinin ıslâm hukukunda önemli özellikleri mevcuttur. Bunları ana hatlarıyla görelim:

1- Devlet nizamında hakimiyet Allaha aittir. Yani hukukun kaynağı Allahın iradesidir. Bu sebeple müslüman devletlerde tam anlamıyla yasama meclisi ve anayasa yoktur. Sadece Allah ve peygamberlerinin tanıdığı sınırlı yasama yetkisi kullanılabilir.(1) Allahın hakimiyetini ifade eden ayetler Kitabımızda mevcuttur:

"ışte bu kitap, kendisinde şüphe (edilecek hiç bir şey) yok tur; Allahtan sakınanlar için bir rehberdir." (2)

"(Rabbımız) Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz." (3)

"Hiç kimse (ve hiç bir şey) Ona denk değildir." (4)

2-Kur'an, Peygamber (S.A.v)e ve Onu takip edenlere, eşitlik ve adaletten ayrılmamalarını değişik yerlerde tavsiye etmektedir. "Allah katında en hayırlınız, Ondan en çok korkanınızdır." demekte ve ruhban sınıfını şiddetle reddetmektedir. Kanun kuvvette değil, kuvvet kanunda olmalıdır, esasını kabul etmektedir. Bu esasa dair Kur'an-ı Kerimde ayetler mevcuttur:

"ınsanlar tek bir ümmetti. Allah (onlara) müjdeleyen ve korkutan peygamberler göndermiş, onlarla birlikte, insanlar arasında ihtilaf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan kitabı da indirmiştir." (5)

"Allah size, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. şüphe yoktur ki Allah, herşeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir." (6)

3- Devlet nizamının önemli bir özelliği de; itaat ve teslimiyettir. Merkezi bir otoriteye itaat edilmeden, devletin teşekkül etmesi mümkün olmadığından, bu konuya büyük önem verilmiştir. "şeriatın kestiği parmak acımaz" ifadesi bu teslimiyeti ifade eder. Çok az istisnaların dışında ıslâm Hukukunda, devlete itaat dinî bir görev olarak kabul edilmiştir. Yine Yüce kitabımızda buna dair Ayet-i Kerimeler vardır:

"Ey iman edenler! Allaha itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allaha ve ahiret gününe inandığınız takdirde, onu Allaha ve Peygambere arzedin. Bu netice itibari ile daha hayırlı ve daha güzeldir." (7)

"(Ve yine) De ki; Allaha ve Resulüne itaat edin, eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kâfirleri sevmez." (8)

4- ıslâm Hukukunun kabul ettiği önemli bir Anayasa Hukuk prensibi: "şûra" esasıdır. Devlet idaresinin en önemli temeli, kabul edilen şûra prensibi; devlet adına ve devlet işleri için alınacak kararların seçilmiş ve yetkili meclisler tarafından alınması mânâsını ifade eder.

Yetkili meclisi temsil eden fertlere: "ehl-i hall vel akd" denir. ıslâm Anayasasında çok önemli yer tutan şûra meselesi ile ilgili ayetler de mevcuttur:

".... Bu itbarla onları bağışla ve onlar için Allahtan mağfıret dile; işlerinde de onlara danış. Bir şeye azmettiğin zaman da Allaha güven, Allah şüphesiz (kendisine) güvenenleri sever." (9)

"Bunun üzerinedir ki; sihirbazlar, belirli bir günün bilinen bir vakitinde toplanmışlardır... Halka da "Sizde toplanır mısınız?" denilmiştir." (10)

Bunun prensiplere baktığımız zaman ıslâmın tavsiye ettiği belli bir devlet şekli yoktur. Ancak devletin işlerini muhkem bir şekilde yürümesi için, "Ehl-i hall vel akd" denilen ihlaslı insanların oluşturduğu bir "şûra" gereklidir. Devlete ait işlerin bir danışma meclisinde karara bağlandıktan sonra yürütülmesini emreden Kur'an Ayetleri ve Hadisler ışığında hareket edilir.

Hz peygamberimiz (S.A.V.) devrinde ve raşid halifeler devrinde bu esas uygulanmıştır. Fakat ıslâm hukukçuları "şura meclisinin" kurulmasının devlet başkanı için kesin bir görev mi, yoksa tavsiye edilen bir esas mı olduğunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Tarih içinde bazı sultan ve halifelerin bu esasa uymadığı göz önüne alınarak, kesin dinî bir görev olmadığı düşüncesi yerleşmiştir. (11)

Buna rağmen biz diyoruz ki; ıslâm Devlet nizamında "şûra" önemlidir. Zira; ıslâm Anayasası olarak kabul ettiğimiz Kur'anı Kerimde buna dair ayetler vardır. Tebanın yönetiminde ve çıkarılacak kanunlar bu salih kararlarda her hangi bir şekilde nefsi hareket edilmeyecektir. "şûra Meclisi"nin üyeleri nasıl teşkil edecektir? Bu konu zamana ve zemine terk edilmiştir. ılk dönemlerde: "Ahlâk, fazilet, ilim ve tecrübe" gibi vasıflarla temayüz etmiş bulunan şahıslar, şûra meclisinin tabii üyesi kabul edilmiştir. Sahabe ve tabiiler bu esasa uyulmuştur. Abbasilerde, Selçuklularda devletin üst yöneticilerinden teşekkül eden divanlar bu görevi ifa etmiş ve Osmanlı Devletinin Tanzimata kadarki döneminde ise, "Divan-ı Hümayun" bir şûra meclisi olarak devletin önemli işlerini yürütmüştür. şûra Meclisi üyelerinin en azından şu vasıfları taşıması gerekir: Tam ehliyetli olmak, hür olmak, ilim sahibi bulunmak, dindar, güvenilir ve dürüst olmak (adil olmak), devletin vatandaşı bulunmak. (12)

ıslâm tebası yıllarca bu prensipler içersinde hayatlarına yön vermişlerdir. şûranın vermiş olduğu içtihat kararları verilirken nefsi hareket etmemiş, yalnızca Edille-i şeriyeye göre hazırlanmıştır. Günümüzdeki çıkarılan kanunların hangisi müslüman tebaya hitap ediyor? Ülkenin çoğunluğunu müslümanlar oluşturmasına rağmen çıkarılan kanunlar, oluşturulan anayasa bizim insanımıza hitap etmemektedir. Beşerî ideolojilerin, batının aramış olduğu özelliklere göre kanunlar düzenlenmiş, anayasalar tertip edilmiştir. Bunun için de zaman zaman tartışmalar zuhur etmektedir. ılahi Nizama dayanmayan kanunlar, müslüman tebaya hitap edemez. Bugün mevcut olan bütün siyasî kuruluşlar, şûraya ehemmiyet vermemektedir. Oysa şûra Allahın bir emridir.

ıslâm Devlet nizamında çıkarılacak kanunlar ıslâm anayasasına göre Kur'anda yeri olup olmadığına göre araştırılmaktadır. şayet çıkarılacak kanuna dair bir hüküm bulunmamışsa, Resul-ü Ekrem (S.A.V.)in sünnetine başvurulmuştur. Onda da bir kaynak bulunmadı ise, kıyas ve icmaya müracat edilmiştir. Nihayetinde örfe kadar gidilmiştir.

Neden örfe başvurulmuştur? Çünkü cemiyetlerin yaşantı tarzları genelde örfe dayanmıştır. Bugün dahi Anadolunun bazı köy ve mezralarında Anayasa ve Türk Ceza Kanunu işlemez. Zira; kırsal kesimde yaşayan insanlarımız; Ne beşerî Anayasayı bilir, ne de Türk Ceza Kanununun hükümlerini. Öyle ise; Mahkeme kapılarında sürünmeden kendi örf ve geleneklerine göre çözmenin yollarını ararlar. şayet bir fiil işlenmişse, köy ileri gelenleri, büyüklerin ecdadlarından görerek geldikleri örf ile, o fiilin halline gidilir.

Devlet nizamı da böyledir. Çıkarılan kanunlar, anayasa hükümleri o ülkenin içinde yaşayan tebanın örfüne, kültürüne, dinî normlarına uymadı mı her zaman o cemiyette hoşnutsuzluk hakim olacaktır. ıslâm devlet nizamı bunu gerektirir. Yönetenler ve yönetilenler biribrine güvenir. Yönetenler her zaman tebasının emrinde bulunmaktan şeref duyar. Hülasa; ıslâm devlet nizamının reisi; bir Hz. Ömer, bir Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir gibi düşünür. Sözümüzü Hz. Ebu Bekirin düşünceleriyle bağlayalım:

"Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım halde size devlet başkanı seçildim. Eğer dürüst hareket edersem bana yardım edin. şayet hatalarım olursa bunları düzeltin. Doğruluk; emanete riayet etmektir. Yalancılık ise emanete; riayetsizliktir. Allah ve Resulüne asi olduğum zamanda bana itaat etmemelisiniz."

Türk ve müslüman tebaya böyle bir hayat nizamı ve devlet sistemi gerekir.
1-Doç. Dr. A. Akgündüz, ıslâm Anayasası sh.8
2-Bakara: 2
3-Fatiha: 3
4-ıhlas: 4
5-Bakara: 213
6-Nisa: 58
7-Nisa:59
8-Al-i ımran: 32
9-Al-i ımran: 59
10-şûra: 38-39
11-A. Akgündüz: a.g.e. s.10
12-Hayrettin Karaman: Ana Hatlarıyla ıslâm
Hukuku: 1/202

Sedat

Orta Düzey

  • "Sedat" bir erkek

Mesajlar: 167

Konum: Frankfurt

Meslek: Sürücü kursu ögretmeni

  • Özel mesaj gönder

2

17.11.2004, 13:53

Bilgileriniz icin tesekkürler,

yalniz bu bilgiler isiginda bugün bunlarin uygulamasi ve yasanmasi ne ve nasil olacak, yani sura sadece üst yönetimdeki kisiler arasindami olacak
yoksa bugünkü anladigimiz sekiolde coguilcu sistemlerdeki gibi Halkin secime katilmasi da bir nevi surami sayiliyor???Bu yetkili bilgili kisileri kim atayacak veya sececek??

Selam ve dua ile Sedat

3

17.11.2004, 14:41

değerli tunabey kardeşimizin yazdığı ve naklettiği bu ifadeler içinde düzeltilmesi gereken çok yer var.
esas itibari ile bu gün devlet meselesine Risale-i Nura müracaat edilmeden doğru dürüst bir çözüm getirmek pek mümkün değil.

Bediüzzaman Hz.leri Münazarat, Divan-ı Harbi Örfi, Sünühat, Hutbe-i şamiye gibi eserlerde şeriatın nasıl bir devlet modelini kabul ettiğine dair izahlar yapmıştır.

tunabey kardeşe önce bu eserleri okumasını sonra bazı hükümelere varmasını tavsiye ediyoruz.
saygılar

4

17.12.2004, 13:22

ıSLAMDA YÖNETıM şEKLı HıLAFETTıR...

HıLÂFET (Hilâfetin tanımı, Hilâfet nedir?)

Hilâfet; ıslâm şeriatının hükümlerinin hakim kılınıp ıslâm davetinin tüm insanlığa taşınması için yeryüzündeki tüm müslümanların önderliğidir. Bu anlamda ımametle Hilâfet özdeş kavramlardır. Sahih hadislerde de her iki kelime aynı anlamda kullanılmışlardır. Kur'an ve sünnete ait hiç bir metinde ımamet ve Hilâfet birbirine zıt anlamlarda geçmemiştir. Bu nedenle ımamet ve Hilâfet kelimelerini birbirine tercih noktasında bir zorlamaya da gerek yoktur. Önemli olan kelimeler değil içerikleridir.

Hilâfet’in yeniden kurulması dünyanın dört bir yanındaki tüm müslümanlar üzerine farzdır. Tıpkı Allah'ın farzlarından bir farz gibi, bu farz da; seçme hakkının, ruhsatın olmadığı bir farzdır. Bu nedenle Hilâfet’in kurulması yolunda en ufak bir ihmal dahi büyük bir günah ve isyandır. Allah bu günahı işleyenleri şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır.

Hilâfet’in kurulmasını tüm müslümanlara farz kılan deliller sünnet ve sahabenin icmâ'ıdır.

Sünnetteki delil Nafi'den rivayet edilen şu hadistir: "Hz Ömer bana dedi ki: Rasulullah (s.a.v)’in şöyle dediğini işittim:

"Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. ımara H. No: 1851)

Bu hadis ile Nebi (s.a.v) bütün müslümanlara bir Halife’ye biatı farz kılarak, boynunda biat olmadan ölen kişinin ölümünü "cahiliye ölümü" olarak tanımlamıştır. Burada geçen biat ancak bir Halife'ye yapılandır. Rasulullah her müslümanın boynunda Halife’ye biatın olmasını farz kıldı. Ancak burada asıl farz kılınan her müslümanın Halife’ye biat etmesi değil, kendisine biatın gerçekleşmesini sağlayacak bir Halife’nin bulunmasıdır. ıster bilfiil biat edilsin isterse edilmesin, bir Halife’nin varlığı tüm müslümanların boynunda biatın bulunması anlamına gelir. Bu haliyle hadis, biatın farziyetine değil Halife’yi belirleme farziyetine delildir. Çünkü Rasulullah'ın yasakladığı şey ölene kadar bir müslümanın boynunda biatın olmamasıdır ki; Rasül (s.a.v) müslümanların biat etmemesini kınamadı, boynunda biatın olmamasını (Halife’nin olmamasını) yasakladı. Hişam b. Urve, Ebu Salih ve Ebu Hüreyre kanalıyla Rasul (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Benden sonra sizi bir takım idareciler idare edecektir. Takvalı idareci sizi takva ile, facir (günahkâr) idareci sizi facirce idare edecektir. Hakka uygun olan hususlarda onlara itaat edin. Bu yöneticiler iyilik yaparsa sizin lehinize, kötülük yaparlarsa hem sizin hem de kendi aleyhlerinedir." (Müslim)

"El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (s.a.v) dedi ki: "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur." (Müslim K. Imara Bab 9 H. No: 1841)

Müslim, Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber oldum. Rasulullah (s.a.v)'den şunu işittiğini söyledi:

"ısrail oğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat bir çok Halife olacaktır." Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: "ılk biat edilene vefakar olunuz onlara karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah size karşı olan vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır." (Müslim K. ımara Bab 10 H. No: 1842)

ıbni Abbas'tan rivayetle Rasul (s.a.v) buyurdu ki:

"Kim emirinden (idarecisinden) hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Çünkü insanlardan kim olursa olsun sultadan (Halife’nin otoritesinden) bir karış uzaklaşırsa o kişi ancak cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim K. ımara H. No 1849/47)

Bu hadislerde Rasulullah (s.a.v) müslümanları bir takım valilerin (idarecilerin) yöneteceğine işaret ettiği gibi Halife’nin müslümanların "kalkanı" (korunağı) olduğunu da ifade etmiştir. Rasulün (s.a.v)'in, imamı "kalkan" olarak tanımlaması imamın varlığının faydaları hakkında bir haberdir. Haber ise bir taleptir. Bu nedenle hadislerde imamın seçilmesine yönelik bir talep söz konusudur. Eğer bir hususun Allah ve Rasulü tarafından bildirilmesi, yani haber verilmesi bir yerme (kınama) ifadesi içeriyorsa, ortada o şeyi terketmeyi gerektiren bir talep (nehiy) var demektir. Eğer söz konusu ifadede bir övgü varsa, bu da fiilin yapılmasını gerektiren bir talep anlamına gelir. Talep edilen fiilin yapılması şer'i bir hükmü yerine getirmeyi gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin yapılmaması hükmün terkini beraberinde getiriyorsa; talep kesin olur.

5

17.12.2004, 13:28

Rasulullah (s.a.v)'in adı geçen hadislerinde; müslümanları yönetecek kişilerin Halifeler olacakları bildirilmiştir. Bu demektir ki, bu haber bir Halife’nin tayin edilmesini gerektiren taleptir. Ayrıca bu hadisler müslümanların otoritenin emrinden dışarı çıkmalarını haram kıldığı gibi; kendileri için bir yönetim sistemi (Hilâfet'i) kurmalarını, Halifelere itaatı ve Hilâfetleri hakkında onlarla çekişenlerle savaşmayı da farz kılmıştır.

Müslim'den rivayetle Nebi (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Kim bir imama biat edip elini sıkar ve kalbinin meyvesini verirse (rıza gösterirse) gücünün yettiği kadar itaat etsin. Eğer (iktidarı ele geçirmek için) onunla çekişecek bir kişi ortaya çıkarsa bu kişinin boynunu vurun." (Müslim K. ımara Bab 10 H. N: 1844)

Halife’ye itaatle ilgili emir Hilâfet’in kurulması için bir emir demektir. Ayrıca Halife ile çekişen kimse ile savaşmaya dair emir; tek bir Halife’nin bulunmasındaki devamlılığa kesin bir işarettir.

Sahabelerin bu konudaki icmâ'ına gelince: Sahabeler (rahm) Rasulullah (s.a.v)'in vefatından hemen sonra bir Halife’nin seçilmesinin gereği üzerine icmâ etmişlerdir. Aynı sahabe icmâ'ı Ebu Bekir (ra)'a, Ömer (ra)'a, Osman (ra)'a ve Ali (ra)'a yapılan biatlarla tekerrür etmiştir. Nitekim sahabenin bu icmâ'ındaki kesinlik şu olayla da te'yid edilmiştir: Rasulullah (s.a.v)'in vefatından sonra sahabeler onu defnetmek yerine yeni bir Halife’nin seçimi ile meşgul olmuşlardır. Halbuki mevtanın (ölülerin) en kısa zamanda defni farz kılınmış ve kendilerine defnin farz olduğu kişilerin, defni erteleyip başka bir işle meşgul olmaları da haram kılınmıştır.

Rasulullah (s.a.v)'ın cenazesinin techizi ve defni üzerlerine farz olan sahabelerin (rahm), Rasulullah (s.a.v)'in defni ile meşgul olmayı bırakarak Halife’nin seçimi ile meşgul olan bir kısmına, diğer bir kısım sahabelerin, -cenazeyi defne engel olan bu seçime engel olmaya imkanları olduğu halde- defnin iki gece ertelenmesi karşısında sessiz kaldıklarını ve defnin geciktirilmesine iştirak ettiklerini görüyoruz. Peygamberin (s.a.v) cenazesinin defni beklerken Halife’nin seçimi ile meşgul olmaları şeklinde gerçekleşen bu icmâ göstermektedir ki; Halife’nin seçilmesi, insanların en hayırlısının cenazesinin defnedilmesinden daha önemli bir farzdır.

Üstelik sahabelerin, Halife’nin seçilmesi hususundaki icmâ'ları yaşadıkları sürece devam etmiştir. Sahabeler arasında, "Halife'nin kim olacağı" hususunda ihtilaflar görülse de, Rasulullah (s.a.v)'in ve Raşit Halifelerden her birinin vefatından sonra bir Halife’nin seçilmesi konusunda kesinlikle ihtilaf olmamıştır. ışte sahabelerin (rahm) bu icmâ'ı, Halife’nin tayini farziyetinin açık ve kuvvetli bir delilidir.

Aslında, dinin hakim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili şeriat hükümlerinin uygulanması subûtî ve delaleti kesin delillerle tüm müslümanlar üzerine farzdır. Bu farzın gerçekleşmesinin şartı ise sulta (otorite) sahibi bir idareci yani Halife’nin varlığıdır. "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli olan şeyler de farzdır" şer'i kaidesi gereği bir Halife’nin belirlenmesi farzdır.

Bunlara ilaveten, Allahu Teâla, müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesi için Rasul (s.a.v)'e kesin bir şekilde emir vererek şöyle buyurdu:

"Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, Haktan sana gelenin dışında onların hevalarına (arzularına) uyma"(Maide 4

"Onların arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma ve seni, Allah'ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar diye onlardan sakın." (Maide 49)

Allah'ın hitabının sadece Rasülü'ne has olduğuna dair bir delil olmadıkça; Rasul'e hitab onun ümmetine bir hitaptır. Söz konusu ayetlerin Rasul'e has olduğuna dair bir delil olmadığından, bu ayetler yönetim otoritesini kurmalarına yönelik müslümanlara bir hitaptır. Halife’nin seçilmesi de kesinlikle aynı anlama gelmektedir. Nitekim Allah'u Teâla, kendilerinden olan ulü'l-emr'e itaati bütün müslümanlara farz kıldı. Bu emir de veliyy'ul-emr'in yani Halife’nin bulunmasına delalet eder. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasul'e ve sizden olan ulü'l-emre itaat edin." (Nisa 59)

Allahu Teâla olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre bu ayet veliyy'ul-emr'in var olmasının farziyetine delalet eder. Veliyy'ul-emrin varlığı da şer'i hükümlerin tatbikini gerekli kılar, yokluğu ise şer'i hükümlerin yürürlükten kalkması anlamına gelir.

Sonuç olarak veliyy'ul-emrin bulunması farzdır. Veliyy'ul-emrin bulunmaması ya da bulunması için çalışılmaması, şer'i hükümlerin hayattan uzaklaştırılması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur.

ışte tüm bunlar müslümanların kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek bir Halife’yi seçmenin müslümanlara farz olduğunu çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kasdedilen sulta, soyut bir sulta ve idare olmayıp, şeriatı uygulamaya yönelik bir otoritedir.

Müslim'in Avf b.Malik El Eşcai'den rivayet ettiği Rasulullah (s.a.v)'in şu sözü de bu konuda bize fikir vermektedir:

"Sizin hayırlı imamlarınız şunlardır: Siz onları seversiniz onlar da sizi severler. Siz onlar için dua edersiniz, onlar da sizin için dua ederler . şerli imamlarınız ise sizden nefret ederler siz de onlardan nefret edersiniz, siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet ederler." Denildi ki; "Ya Rasulullah onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı? Dedi ki: "ıçinizde namazı ikame ettikleri sürece hayır." (Müslim K. ımara Bab 17 H. No: 1855)

Bu hadis açık bir şekilde imamların hayırlılarını ve şerlilerini bildirdiği gibi, dini uyguladıkları sürece onlara kılıçla karşı koymanın haramlılığına da delalet etmektedir. Hadisteki namazı ikame etmek dolaylı bir anlatımdır ve dini hükümleri tümü ile tatbik etmek anlamına gelmektedir. Buraya kadar verilen delillerle ıslâmın hükümlerini uygulamak ve ıslâm davetini yüklenmek için bir Halife’nin bulunmasının bütün müslümanlara farz oluşu sahih şer'i nasslarla sabit olmuştur.
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

6

17.12.2004, 13:29

ıSLAMDA YÖNETıM şEKLı HıLAFETTıR...

Bir Halife’nin seçilmesinin müslümanlar üzerine farziyeti başka açılardan da bir gerekliliktir. Allahu Teâla, ıslâmın hükümlerinin uygulanması için bir idari yapı kurulmasını ve müslümanların her türlü varlıklarının korunmasını müslümanlara farz kılmıştır. Bu farzı uygulamanın şartı ise bir Halife’nin bulunmasıdır. Ancak bu farz bir farz-ı kifayedir. Bir takım müslümanlar bu farzın gereğini yaparlarsa diğerlerinden bu farz kalkar. Fakat bu farzı bir kısım müslümanar ikame edemiyorsa, ikamesi için hali hazırda çaba sarfediyor olsalar bile bu farziyet diğer müslümanlar için de bağlayıcı bir farz olarak kalır. Müslümanlar Halifesiz oldukları müddetçe, bu farz hiçbir müslümanın üzerinden kalkmaz.

Müslümanların, tüm müslümanları bağlayıcı tek bir Halife’nin varlığı için çalışmamaları en büyük günahlardan birisidir. Çünkü bu hayatî bir farzı terk etmek anlamına gelir. Halbuki dinin hükümlerinin tatbiki ancak bu farzın yerine getirilmesi ile mümkündür. Hatta ıslâmın hayat sahasındaki varlığı ancak bu farzla mümkündür. Bu nedenle müslümanların bir Halife’nin bulunması için çalışmamaları ya da bu çalışmalardan geri kalmaları halinde dünyanın neresinde yaşıyorlarsa yaşasınlar hepsi günahkâr olurlar. Eğer müslümanlardan bir kısmı Halife’nin varlığı için çalışırsa günah çalışanlar üzerinden kalkar ancak çalışmayanlardan kalkmaz ve farziyet Halife seçilinceye kadar devam eder. Bu farzın ikamesi için çalışmak; farzı geciktirmek ve yerine getirememekten doğacak günahı düşürür. Zira farzın gerçekleşmesini engelleyen faktörler kendi dışında gerçekleşmektedir. Farzı yerine getirmek için çalışmaya teşebbüs etmeyenler ise Halife’nin yok olduğu üçüncü günden Halife’nin varlığına kadar geçen süredeki günahın sahibidirler. Allah'u Teâla kendileri üzerine farz kıldığı halde onlar bu farzı yerine getirmedikleri için Allah'ın azabına müstehak oldukları gibi dünya ve ahirette rezil ve zelil olmayı hak ederler. Allah'ın yapılmasını emrettiği bir farzı terk etmek açıkça müslümanı azaba müstehak kılar. Özellikle bu farz, bir Halife’nin varlığı için çalışmak gibi, ıslâmın en önemli farzlarından biri olursa! Zira bu farz diğer farzların tatbiki için de gerekli bir farzdır. Bu farz yerine gelince dinin hükümleri tatbik imkanı bulur, ıslâmın şanı yükselir, Allah'ın kelimesi (dini) ıslâm memleketlerinde ve tüm dünyada yücelir.

ınziva veya insanlardan uzaklaşarak sadece şahsî, özel meseleleri ile ilgili dini hükümlere bağlanmak hakkındaki hadisler; Halife’nin varlığı için çalışmamak veya geri kalmaktan doğacak günahı müslümanlardan düşürmek için delil olarak gösterilemez. Çünkü söz konusu hadisler bir Halife’nin var olması için çalışmamaya cevaz vermez. Bu konulardaki hadisleri dikkatlice inceleyen kimse; bunların, Halife’nin tayini için çalışmamak ya da çalışmaktan geri kalmak için ruhsat olmadıklarını aksine dine sımsıkı bağlanmakla ilgili emirler olduklarını görürler.

Bişr ıbni Ubeydullah El Hadrami, Ebu ıdris El Hulani'nin Huzeyfe ıbn El Yeman'dan şu hadisi işittiğini rivayet etmişti: "ınsanlar Rasulullah (s.a.v)'e hayır hakkında soruyorlardı. Fakat ben, bana dokunmasından korkarak şer hakkında soruyordum. Dedim ki; "Ya Rasulullah biz cahiliye ve şer içindeydik, Allah'u Teâla bize bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet, fakat içinde karışıklık ve şer var". Dedim ki; "O karışıklık nedir?" Dedi ki; "Bir takım insanlar benim gösterdiğim yolun (hidayetin) dışında benim sünnetimin tersine ümmeti idare edecekler. Onları bileceksiniz ve onları kabul etmeyeceksiniz." Dedim ki; Bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet. Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Kim onlara uyarsa onu cehenneme atacaktır" Dedim ki; "Ya Rasulullah, bize onları tarif et? Dedi ki; Onlar bizim milletimizden (dinimizden) insanlardır. Bizim aziz duygularımızla seslenerek) bizim dilimizle konuşurlar" Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların cemaatından ve Halifesinden ayrılmazsın" Dedim ki; "Eğer müslümanların cemaatı ve Halifesi yoksa" Dedi ki; "O zaman bütün cehenneme davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir ağacın köklerini ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye kadar o durum üzere kal." (Buhari Fiten-12, Tecrid C. 9 S. 297 H. No: 1471)

Bu hadis, Rasulullah (s.a.v)'in, müslümanların cemaatına ve Halifesine bağlanmayı müslümanlara emrettiğini ve cehennem davetçilerinden de uzak durmayı emrettiğini açık şekilde göstermektedir. Soru soran, Rasul (s.a.v)'e müslümanlar için bir Halife ya da cemaat olmazsa cehennem davetçilerine karşı ne yapılması gerektiğini sorduğunda; Rasul (s.a.v) ona bu gruplardan uzak durmayı emretti, uzlete çekilip müslümanlardan uzak durmayı ya da Halife’nin ikamesinden geri kalıp vazgeçmeyi değil.

Rasul (s.a.v) soru sorana: "O grupların hepsinden uzak kal" diye açık ve net olarak emretti. Hatta ona bir ağacın köklerini dişleri ile ısırıp kalsa dahi, cehenneme çağıran o grupları terk edecek ve ölüm kendisine ulaşıncaya kadar bu durumunu muhafaza edecektir. Hadis, böylesi bir ortamda yaşayan kimsenin dinine sımsıkı sarılmasını ve cehenneme davet edenlerden uzak durması gerektiği anlamını vurgulamaktadır.

Bu hadiste, Hilâfet’in kurulması için çalışmayı terk etmeye dair hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur. Hadis, kişinin dininin selameti için ağacın köklerini yese dahi Cehenneme davet edenlerden uzak kalmasını emretmektedir. Kim ki bu hadisi delil gösterip Hilâfet’in kurulması için çalışmazsa bu farzın günahı üzerinde kalır. Müslümana, müslümanların cemaatından uzak kalması ya da dinin hükümlerini uygulamaktan ve Hilâfeti kurmaktan uzak durması emr olunmamıştır.

Yine Buhari Ebu Said El Hudri (ra)'dan Rasulullah (s.a.v)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Öyle bir zaman gelecek ki, müslümanın en hayırlı malı; kendi dinini fitnelerden korumak için dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur suyu başlarında güttüğü davarlar(dan ibaret) olacaktır." (Buhari K. Fiten Bab 15 S. 94)

Bu hadisten de çıkan anlam; yeryüzü bir Halifeden yoksun olduğu zaman müslümanların cemaatından uzak kalmak ya da dinin hükümlerinin hakim kılınması ve Hilâfet’in kurulmasından geri kalmak değildir. Hadis, fitne günlerinde müslümanın malından hayırlı olanını ve fitneden kaçmak için ne yapacağını beyan etmektedir. Hadis, inziva ve insanlardan uzak durmayı teşvik amacını gütmeyen bir hadistir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; yeryüzü Hilâfet’ten yoksun iken, müslümanların, dini hakim kılmak ve Hilâfeti kurmaktan geri kalmasına hiçbir şekilde mazeret ve ruhsat yoktur. Yeryüzünde Allah'ın tayin ettiği sınırları korumak için hadleri uygulayan ya da dinin hükümlerini yerine getirip "La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" sancağı altında müslümanların cemaatını birleştiren bir devlet olmayınca, Hilâfeti kurup Halife’yi tayin için bir çalışma yapmaktan geri kalmak için hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur.
Ey iman edenler, eğer siz Allah''a (dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz. (MUHAMMED_7)

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

7

30.12.2004, 09:38

Ustadi farkli kilan ne idi?

Degerli arkadaslar,

Sizlere Ustadin VOLKAN gazetesinde cikan yazilarini okumanizi tavsiye ederim. Hakikaten Osmanlinin son donemine cok iyi isik tutuyor. Ayrica hakikaten Ahmed Said abinin tavsiye ettigi eserler belki bundan da onemliler. Sadece Ustadin Volkan gazetesindeki yazilarindan bir tanesinden aklimda kalan muthis bir cumleyi naklediyorum(sadelestirerek):

"Islam alemi yuzyillardir hatali bir yonetim tarzi ile yonetildigi halde hakim olmus. Bir de gucunu seriattan alan Mesrutiyet ile yonetilirse ne kadar muvaffak olur bunu dusununuz."

Burada ki bahsi gecen hatali yonetim bicimi saltanattir. Saltanat islamin ruhuna aykiridir.

Lakin sartlarin olusmasi gerekir daha uygun yapili bir yonetimin yerlesebilmesi icin. Mesela Islamda cok seslilik esastir ama eger haberlesme teknikleri gelismez ise bu cok tekduze ve yavan bir hal alabilir....

vs vs

hurmetler ve baki selamlar
BArish

not: Gerek AHmed Said abinin bahsettigi eserlerde ve gerekse Volkanda cikan yazilarin bir kisminda UStad: "ARkadas dusunup anlayarak sonuna kadar okumayacaksan bu yaziyi okuma! Yoksa hakkimi helal etmem" dedigi coktur. Burda yazilarin ehemmiyeti ve bunun yaninda butun halinde ele alinmasinin gerekliligi cok acik ortaya cikar....
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

8

19.08.2005, 21:53

şu üyeliği iptal edilen Hamza isimli şahısın alıntı yaptığı site acaba Hizbuttahrir'cilerin sitesi olabilir mi?

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

9

24.08.2005, 20:12

bu basligi okuyan arkadaslara yine nurlardan beslenen bir zat olan(tanismak da nasip oldu bir risale muzakeresinde kendisi ile) Ali Mermer hakkinda google search yapmalari ve onun bu konuya yakin yazilarini okumalarini tavsiye ederim.

karakalem ve benzer dergilerde cikiyor bu yazilari...

kendisi ingilterede Risalelerin Sosyolojik yonu ile ilgili bir doktora sahibi. Nurlara da hakikaten cok hakim bir abimiz...

hurmetler
barish
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

10

25.08.2005, 17:12

Dr.Ali Mermer Ağabeyin bir web sitesi var...
Bu siteden O'nun yapmış olduğu derslerin kayıtlarına ulaşabilirsiniz...
Ben de Ali ağabeyin dersinde bulundum,gerçekten de Risale-i Nur'a hakkıyla vakıf bir ağabey...
Allah ihlasını,şevkini nurlara olan hizmet aşkını daim eylesin inşallah...
Gerçekten kıymetli bir ağabeyimiz...


BURADAN ULAşABıLıRSıNıZ :

www.risalesohbetleri.org
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir