ıslâm dininde devlet yönetimi ve hayat nizamı ilahî vahiy ve örfe bağlıdır. Genelde temel hak ve hürriyetler; devletin unsurları ve devletin temel organları hangi prensipler içerisinde kalacak. Bunlar beşerî sistemlerde anayasalara bağlı iken, ıslâm Devlet sisteminde de bu hükümler: Kuran, Sünnet, ıcma, Kıyas ve Hanefi fıkhında örfe bağlıdır. Yani, ıslâmda anayasa bu nasslara göre düzenlenmiştir.
Siyasî, hukukî ve sosyal bir düzen ve otoriteyi temsil eden devlet müessesesinin ıslâm hukukunda önemli özellikleri mevcuttur. Bunları ana hatlarıyla görelim:
1- Devlet nizamında hakimiyet Allaha aittir. Yani hukukun kaynağı Allahın iradesidir. Bu sebeple müslüman devletlerde tam anlamıyla yasama meclisi ve anayasa yoktur. Sadece Allah ve peygamberlerinin tanıdığı sınırlı yasama yetkisi kullanılabilir.(1) Allahın hakimiyetini ifade eden ayetler Kitabımızda mevcuttur:
"ışte bu kitap, kendisinde şüphe (edilecek hiç bir şey) yok tur; Allahtan sakınanlar için bir rehberdir." (2)
"(Rabbımız) Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım isteriz." (3)
"Hiç kimse (ve hiç bir şey) Ona denk değildir." (4)
2-Kur'an, Peygamber (S.A.v)e ve Onu takip edenlere, eşitlik ve adaletten ayrılmamalarını değişik yerlerde tavsiye etmektedir. "Allah katında en hayırlınız, Ondan en çok korkanınızdır." demekte ve ruhban sınıfını şiddetle reddetmektedir. Kanun kuvvette değil, kuvvet kanunda olmalıdır, esasını kabul etmektedir. Bu esasa dair Kur'an-ı Kerimde ayetler mevcuttur:
"ınsanlar tek bir ümmetti. Allah (onlara) müjdeleyen ve korkutan peygamberler göndermiş, onlarla birlikte, insanlar arasında ihtilaf ettikleri hususlarda kendisiyle hükmetmek için hak olan kitabı da indirmiştir." (5)
"Allah size, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. şüphe yoktur ki Allah, herşeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir." (6)
3- Devlet nizamının önemli bir özelliği de; itaat ve teslimiyettir. Merkezi bir otoriteye itaat edilmeden, devletin teşekkül etmesi mümkün olmadığından, bu konuya büyük önem verilmiştir. "şeriatın kestiği parmak acımaz" ifadesi bu teslimiyeti ifade eder. Çok az istisnaların dışında ıslâm Hukukunda, devlete itaat dinî bir görev olarak kabul edilmiştir. Yine Yüce kitabımızda buna dair Ayet-i Kerimeler vardır:
"Ey iman edenler! Allaha itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allaha ve ahiret gününe inandığınız takdirde, onu Allaha ve Peygambere arzedin. Bu netice itibari ile daha hayırlı ve daha güzeldir." (7)
"(Ve yine) De ki; Allaha ve Resulüne itaat edin, eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah kâfirleri sevmez." (
4- ıslâm Hukukunun kabul ettiği önemli bir Anayasa Hukuk prensibi: "şûra" esasıdır. Devlet idaresinin en önemli temeli, kabul edilen şûra prensibi; devlet adına ve devlet işleri için alınacak kararların seçilmiş ve yetkili meclisler tarafından alınması mânâsını ifade eder.
Yetkili meclisi temsil eden fertlere: "ehl-i hall vel akd" denir. ıslâm Anayasasında çok önemli yer tutan şûra meselesi ile ilgili ayetler de mevcuttur:
".... Bu itbarla onları bağışla ve onlar için Allahtan mağfıret dile; işlerinde de onlara danış. Bir şeye azmettiğin zaman da Allaha güven, Allah şüphesiz (kendisine) güvenenleri sever." (9)
"Bunun üzerinedir ki; sihirbazlar, belirli bir günün bilinen bir vakitinde toplanmışlardır... Halka da "Sizde toplanır mısınız?" denilmiştir." (10)
Bunun prensiplere baktığımız zaman ıslâmın tavsiye ettiği belli bir devlet şekli yoktur. Ancak devletin işlerini muhkem bir şekilde yürümesi için, "Ehl-i hall vel akd" denilen ihlaslı insanların oluşturduğu bir "şûra" gereklidir. Devlete ait işlerin bir danışma meclisinde karara bağlandıktan sonra yürütülmesini emreden Kur'an Ayetleri ve Hadisler ışığında hareket edilir.
Hz peygamberimiz (S.A.V.) devrinde ve raşid halifeler devrinde bu esas uygulanmıştır. Fakat ıslâm hukukçuları "şura meclisinin" kurulmasının devlet başkanı için kesin bir görev mi, yoksa tavsiye edilen bir esas mı olduğunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Tarih içinde bazı sultan ve halifelerin bu esasa uymadığı göz önüne alınarak, kesin dinî bir görev olmadığı düşüncesi yerleşmiştir. (11)
Buna rağmen biz diyoruz ki; ıslâm Devlet nizamında "şûra" önemlidir. Zira; ıslâm Anayasası olarak kabul ettiğimiz Kur'anı Kerimde buna dair ayetler vardır. Tebanın yönetiminde ve çıkarılacak kanunlar bu salih kararlarda her hangi bir şekilde nefsi hareket edilmeyecektir. "şûra Meclisi"nin üyeleri nasıl teşkil edecektir? Bu konu zamana ve zemine terk edilmiştir. ılk dönemlerde: "Ahlâk, fazilet, ilim ve tecrübe" gibi vasıflarla temayüz etmiş bulunan şahıslar, şûra meclisinin tabii üyesi kabul edilmiştir. Sahabe ve tabiiler bu esasa uyulmuştur. Abbasilerde, Selçuklularda devletin üst yöneticilerinden teşekkül eden divanlar bu görevi ifa etmiş ve Osmanlı Devletinin Tanzimata kadarki döneminde ise, "Divan-ı Hümayun" bir şûra meclisi olarak devletin önemli işlerini yürütmüştür. şûra Meclisi üyelerinin en azından şu vasıfları taşıması gerekir: Tam ehliyetli olmak, hür olmak, ilim sahibi bulunmak, dindar, güvenilir ve dürüst olmak (adil olmak), devletin vatandaşı bulunmak. (12)
ıslâm tebası yıllarca bu prensipler içersinde hayatlarına yön vermişlerdir. şûranın vermiş olduğu içtihat kararları verilirken nefsi hareket etmemiş, yalnızca Edille-i şeriyeye göre hazırlanmıştır. Günümüzdeki çıkarılan kanunların hangisi müslüman tebaya hitap ediyor? Ülkenin çoğunluğunu müslümanlar oluşturmasına rağmen çıkarılan kanunlar, oluşturulan anayasa bizim insanımıza hitap etmemektedir. Beşerî ideolojilerin, batının aramış olduğu özelliklere göre kanunlar düzenlenmiş, anayasalar tertip edilmiştir. Bunun için de zaman zaman tartışmalar zuhur etmektedir. ılahi Nizama dayanmayan kanunlar, müslüman tebaya hitap edemez. Bugün mevcut olan bütün siyasî kuruluşlar, şûraya ehemmiyet vermemektedir. Oysa şûra Allahın bir emridir.
ıslâm Devlet nizamında çıkarılacak kanunlar ıslâm anayasasına göre Kur'anda yeri olup olmadığına göre araştırılmaktadır. şayet çıkarılacak kanuna dair bir hüküm bulunmamışsa, Resul-ü Ekrem (S.A.V.)in sünnetine başvurulmuştur. Onda da bir kaynak bulunmadı ise, kıyas ve icmaya müracat edilmiştir. Nihayetinde örfe kadar gidilmiştir.
Neden örfe başvurulmuştur? Çünkü cemiyetlerin yaşantı tarzları genelde örfe dayanmıştır. Bugün dahi Anadolunun bazı köy ve mezralarında Anayasa ve Türk Ceza Kanunu işlemez. Zira; kırsal kesimde yaşayan insanlarımız; Ne beşerî Anayasayı bilir, ne de Türk Ceza Kanununun hükümlerini. Öyle ise; Mahkeme kapılarında sürünmeden kendi örf ve geleneklerine göre çözmenin yollarını ararlar. şayet bir fiil işlenmişse, köy ileri gelenleri, büyüklerin ecdadlarından görerek geldikleri örf ile, o fiilin halline gidilir.
Devlet nizamı da böyledir. Çıkarılan kanunlar, anayasa hükümleri o ülkenin içinde yaşayan tebanın örfüne, kültürüne, dinî normlarına uymadı mı her zaman o cemiyette hoşnutsuzluk hakim olacaktır. ıslâm devlet nizamı bunu gerektirir. Yönetenler ve yönetilenler biribrine güvenir. Yönetenler her zaman tebasının emrinde bulunmaktan şeref duyar. Hülasa; ıslâm devlet nizamının reisi; bir Hz. Ömer, bir Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir gibi düşünür. Sözümüzü Hz. Ebu Bekirin düşünceleriyle bağlayalım:
"Ey insanlar! En hayırlınız olmadığım halde size devlet başkanı seçildim. Eğer dürüst hareket edersem bana yardım edin. şayet hatalarım olursa bunları düzeltin. Doğruluk; emanete riayet etmektir. Yalancılık ise emanete; riayetsizliktir. Allah ve Resulüne asi olduğum zamanda bana itaat etmemelisiniz."
Türk ve müslüman tebaya böyle bir hayat nizamı ve devlet sistemi gerekir.
1-Doç. Dr. A. Akgündüz, ıslâm Anayasası sh.8
2-Bakara: 2
3-Fatiha: 3
4-ıhlas: 4
5-Bakara: 213
6-Nisa: 58
7-Nisa:59
8-Al-i ımran: 32
9-Al-i ımran: 59
10-şûra: 38-39
11-A. Akgündüz: a.g.e. s.10
12-Hayrettin Karaman: Ana Hatlarıyla ıslâm
Hukuku: 1/202