A. Cennet
Cennet örtülü, gizli, gerçek mutluluk manasında bir kavram, bir varlık boyutudur. Deliye de mecnun denilmesinin sebebi, bu etimolojik boyuttur. Çünkü deli akılsız demek değildir. Aklı var; fakat örtülmüştür; yani aklı engellidir. Bahçeye de cennet denmesinin sebebi, onun ağaç ve yeşilliklerinin içini örttüğü ve göstermediğindendir. Cenine de, ana karnında örtüler içinde mutlu bir yaşam sürdüğü için bu isim verilmiştir.
Bu ve benzeri kelimelerin gösterdiği ontolojik yasa şudur: “Bilinçli ve yüksek değerli şeyler, kendilerine uygun rantıbıl bir ambalaj ile örtülürler.” Meyve içinde çekirdekler gibi; kafatası içinde beyin gibi… İşte sırf bu kuraldan dolayıdır ki; “canlı ve bilinçli şeylerin içi, dışlarından daha değerli ve daha güzeldir,” denilmiştir. (Mesnevi)
Yani nerede hayat ve bilinç varsa, ona uygun ve onu koruyacak bir organizma ve ben bulunur. Türkçede “Ben” canlı organizma demektir; “gi” mübalağa eki ile “bengi” hayat demek oluyor ki, ab-ı hayat manasındaki realiteye “bengisu” denilir.
Yani bilinç ve bilincin başka bir ifadesi olan hayat, insanlar ve diğer varlıklar bazında benlikler şeklinde somutlaşır ve bunlardan her somut noktaya yani ben’e bir isim takılır… İlahî bazda ise bu bilinç zuhuruna “ehadiyet” denilir. Ki, Kur’ân’da “Ehad” ve “Ben benim” (Taha, 17) ifadesi ile tescil edilmiştir.
Evet gerçek bilinç ve canlılık ancak, öz ile kabuk; madde ile mana dengesinde olduğundan rivayette şöyle denilmiştir:
“Her hafta Allah cennettekilere Rahman Suresini (yani diyalektik süreci ve onun sonucu olan nimetleri anlatan sureyi) okur.”
Yine rivayette, “Cennetin kapısında; Lailahe illallah, Muhammed Resulullah yazılıdır,” diye nakledilmiş. Ve “Âdem cennetten atılınca çok çok sıkıntı çekti. Ta gökte Lailahe illallah, Muhammed Resulullahı okuyunca sıkıntısı bitti.” Bu gibi ifadeler evrenseldir. Yoksa din milliyetçiliği manasında değildir.
Yani cennet gibi büyük bilinç taşıyan nimetler, ancak sonsuz bir birlik inancı (Lailahe illallah) ile ve gerçek bir denge demek olan “Muhammed Resulullah” ile elde edilirler.
Ki, insan (âdem) doğal yeryüzü cennetinden sorumluluk dünyasına atılınca, yamyamlık, kıtlık, hastalık gibi birçok sıkıntı çekti. Nihayet semavi dinler ve dengeler ile yine yeryüzünü kendine bir cennet yaptı.
“Sırat köprüsünden sağlam bir şekilde geçenler ancak, cennete girebilirler,” rivayeti de bu gerçeği gösterir. Çünkü sırat köprüsü dengeli ve istikametli bir hayat demektir. Yani dengeyi, adaleti ve istikameti yaşayanlar ancak mutlu olabilirler.
B. Cennetin tabakaları ve aşamaları vardır
Evvela insan Rahmaniyet fırınının sıcaklığından ve sorumluluk dünyasının stresinden kurtarılır. Bu kurtuluş büyük bir lezzet verir. Risale-i Nur’un deyimi ile “zeval-ı elem çok büyük bir lezzettir.”
İkinci olarak somut ve yoğun bir bilinç ve benliğin ifadesi olan hayatın bütün nimetlerinden istifade edilir.
Üçüncü olarak Allah ile mucizevî bir şekilde görüşmek, o sayede sonsuzluğu ve saadet-i ebediyeyi yaşamaktır.
Bu üç mertebeye Yasin Suresinin 55, 56, 57 ve 58. ayetleri işaret ediyor. Ki, 57 Rahmaniyetin ve 58 Rahimiyetin sayısal işaretleridirler.
C. Âdemin Cenneti
“Biz ey Âdem (insanoğlu) şeytan sana da eşine de (maddene de manana da) düşmandır. Sakın sizi, cennetten çıkarmasın, çıkarırsa mutsuz olursunuz!” (Taha, 117)
“Bu cennette sen ne acıkırsın, ne çıplaklık sıkıntısını çekersin!” (11
“Ve orada ne susarsın, ne de güneş görürsün!” (119)
[Evet insanoğlu tür olarak tabiatın engin bahçelerinde mutlu olarak yaşarken; sonra bilgi ağacından yediği, sorumluluk dünyasına atıldığı, açlık çektiği, çıplaklığın sıkıntısını yaşadığı ve çöllerde kavrulmaya başladığı gibi; birey olarak da cennetin somut bir misali olan ana karnında mutlu olarak yaşar, ne acıkır, ne susar, ne de güneş görür.]
Âdem (tür olarak) ebediyet ve hayat ağacından yedi; yüz binler senedir, yaşıyor. Fakat birey olarak o ebediyet ağacına ulaşamıyor. Çünkü o ağacın önünde onu insandan saklayan “kerrubiyun” (sıkıntı melekleri) ve her tarafa dönen kılıcın alevi (diyalektik sürecin getirdiği binbir bela) var. (Tevrat: Tekvin, 3/24)
Demek sıkıntıları aşıp; tevekkül, teslimiyet ve rıza (Allah’ın sistemini beğenip razı olma) makamlarında olanlar, bedenlerini o belalar kılıcından kurtaramazsa da, ruhlarını kurtarabilirler.
D. Maddi Cennet
Bütün soyut ve manevi yapısıyla beraber, cennet Allah’ın somut esmasının yansıması olduğundan, bu nimetlerin maddi ve somut boyutları da olacaktır. Ki, bunlar dünya literatürü ile “nehir, ağaç, koltuk, gümüş, altın, meyve” gibi kelimelerle ifade edilmiştir. Ontolojik olarak bu yapının beş delili vardır:
Saf madde ve saf somut olmadığı gibi, saf mana ve saf soyut da yoktur.
Bilincin ve nimetin bütün çeşitleri, birer maddi kap ile servis ediliyorlar.
Allah’ın esması demek, Allah’ın sonsuz soyut varlığının sınırlı somut nokta tecellileri demektir. Ki, cennetin varlığı bu noktalardan örülüyor.
Bazı feylesoflar maddeye değer vermedikleri veya maddi dirilişi akıllarına sığdıramadıkları için “cennet ruhanî” olacaktır, demişler. İbn Arabî de asıl varlık nurdur, mükevvenatın nuru olmadığından, yok hükmündedirler, demişse de; vahyin gözüyle görenler, anlarlar ki; asıl yoğun nur ve bilinç kara maddelerde ve topraktadır. Ki, ilim ve kuantum fiziği bugün bu gerçeği görebiliyor; karanlık denilen maddenin aslında çok daha büyük bir nur ve enerji taşıdığı biliniyor.
Zaten dinin aslı, zahir ile batını, madde ile manayı, ruh ile bedeni bir görüyor. Dinin mistik ve felsefi sistemlerden önemli bir farkı da bu bütünlük ve evrenselliktir. Mistik hareketlerde bu bütünlük olmadığından, dinler kadar topluma faydalı olamıyorlar.
E. Cennetin başka bir ismi olan: Hayat
Hayat öyle güzel bir cennettir ki, milyonlarca ilmî çalışma, binlerce belgesel, henüz bu güzel hurinin ekolojik eteklerindeki bilinç cevherlerini tam görüp göstermiş değildir.
Biz burada bu işin teknik ve bilimsel boyutlarını ehline bırakıp, ihtisas sahamız olan, yüzlerce ayetten ve hadisten beş ayet ve beş hadisin semantik ve linguistik yorumunu vermekle yetineceğiz. Daha sonra cennet ile ilgili önemli bir Risale olan 28. Söz’ün beş-on anahtar kavramını açıklamaya çalışacağız.