Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

28.12.2009, 11:07

Dost istersen Allah yeter

Hasan GÜNEŞ

Dost istersen Allah yeter





Günümüzde her biri neredeyse eski asırlardaki dünya nüfusu
kadar kalabalık çok sayıda şehir var. Bu kalabalıklığa rağmen bir çok
insan var ki, koca şehirlerde yapayalnızdır. En yakınlarıyla ve dost
olarak bildikleriyle bile arasında büyük mesafeler vardır.

Şehirler ne kadar büyük olursa olsun, insanların sayısı, dost ve
arkadaşları kadardır. Keşmekeş içindeki bir dünyada, zayıflığıyla
birlikte sayısız sıkıntılara maruz insanoğlu, dert ve sıkıntılarını
paylaşacağı gerçek dost ve ahbaplarının devamlılığı kadar güçlüdür.

İnsan, neden dost ve ahbab ister? Neden kendisini yalnız hisseder?
Gerçekte en önemli faktör; insanın acz ve zaafı ve bunlara paralel
olarak verilen ve hassasiyeti ve sınırları fertlere göre değişen
muazzam bir kalb taşıyor olmasıdır. Bu kadar eksik ve kusuruna rağmen
insan, kalbi ve duyguları sayesinde hayalleri kadar büyük ihtiyaçlar ve
ebede kadar uzanan istek ve arzularla dopdoludur. Bunun içindir ki,
dost ve ahbaba olan ihtiyacı ebede kadar uzanır ve Ezel ve Ebed
Sultanından başkası çare olamaz. Onun için “Dost istersen Allah yeter!”
denilmiştir.

İnsanların ekseriyeti hayatı boyunca nice dostlara sarılır, fakat
onların da kendisi gibi âciz ve çaresiz olduğunu kabre yaklaştığında
fark etmeye başlar. Nitekim âşık demiş: “Dost dost diye nicesine
sarıldım, benim sâdık yârim kara topraktır.” Evet öyle bir zaman
geliyor ki, zavallı Âdemoğlunu topraktan başka hiçbir şey kabul
etmiyor. Toprağın, insanı kabul etmesi dostluktan mıdır, yoksa
kendisinden yaratılması sebebiyle verilen vazifeden midir? Çünkü
hakikatte Allah dost ise bütün kâinat dost, değilse yer de düşman, gök
de düşman…

İnkârcıların ve gafillerin ekserisi dinin hüküm ve emirlerini aklen
anlamakta zorluk çektiklerini söyleseler de, gerçekte hak yoldan
sapmalarının en önemli sebebi, hissîdir ve duygusaldır. Yoksa akıl ve
mantık, her zaman bizi ve şu koca âlemi yoktan var edip idare eden bir
Yaratıcıya iman etmeyi ve İslâmî bir hayat yaşamayı emreder. Onlar, ne
dünyada ne de âhirette hiçbir faydası olmayan bazı akılsız dostlar
edinirler ve onların peşine düşerek, onların dostluğu sebebiyle körü
körüne bağlılık ve taklid ile hak yoldan çıkıp giderler. Halbuki
onların dostluğu hem yalancıdır, hem faydasızdır. Onlar, ne bir kimseyi
ecel cellâdının elinden alabilirler, ne kabir kapısını kapatabilirler
ve ne de âciz ve zayıf insanın derdine gerçekten çare olabilirler.
Kur’ân-ı Kerim onların bu hatalarını şöyle ifade eder: “Yoksa onlar
Allah’tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah’tır. O
ölüleri diriltir, O her şeye kâdirdir.”

Yine Âlemlerin Rabbi ferman ediyor: “O gün Allah’tan korkanlar hariç
dost olanlar birbirlerine düşmandırlar.” Evet Allah için olmayan ve
birbirlerini küfür ve dalâlete sürükleyen dostlar; orada düşmandır,
birbirlerinin yakasına sarılacaklardır.

Kesret ve çokluk insanların hakikatı bulmalarına genellikle engel olur.
Dost ararken hemen en yakınında bir sürü benzerlerini ve sahtelerini
bulması susuzluğunu zahiri olarak giderir, geçici olarak unutturur. Hz.
İbrahim’in (as) mağaradaki yalnızlığı ve kalabalıklardan uzak bir
sükûneti, dost ve ahbab arayışında kesret engelini kaldırmıştır.
Kendisi gibi âciz olan insanlara takılmadan doğrudan kâinat ile baş
başa kalıp, Ay ve Güneş’i tefekkür edip “Ufûl edenler, batıp gidenler
dost ve sevgili olamazlar” demiştir.

Hz. İbrahim (as) masivayı terk ederek Ezel ve Ebed Sultanını dost
edinmiş, Âlemlerin Rabbinin “Halilim” hitabına mazhar olmuştur. Halil
en güzel dosttur. Risâle-i Nur’da, halil ve haliliye şöyle açıklanır:
“Mesleğimiz haliliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en
yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en
civanmerd kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üss-ül esası, samimî
ihlâstır.”

Tarif edilen dostluk, iç içe dairelerden müteşekkil muazzam bir
hakikata sahiptir. Hepsini birleştiren ve bütün dostları sanki tek ruh
haline getiren ise Allah için dostluk ve samimî ihlâstır. Hz. İbrahim
(as) milletinden, Hz. Muhammed (asm) ümmetinden ve meslek ve meşreb
ciheti de dikkate alınırsa, ruhlar âleminden ebede kadar uzanan kadîm
ve ebedî, misli bulunmaz bir dostluk ve bu kadar uzun bir yolda
yoldaşlık… Hakikatını tam ihata ve idrak edebilen, uğruna neler fedâ
etmez!

Malûm Bediüzzaman Hazretleri dost, kardeş ve talebe şeklinde bir tasnif
yaparken dost için şöyle der: “Dostun hâssası ve şartı budur ki:
Kat’iyyen, Sözler’e ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî
tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben tarafdar
olmasın, kendine de istifadeye çalışsın…”

Tarife baktığımızda, fıtrat ve insaniyet için en kolay olan, en dış
dairedeki dostluğun bile âhir zaman insanı için ne kadar zor hale
geldiğini fark ederiz. Zamane insanı ne kadar kararsız, ne kadar
sebatsız ve ne kadar sadakatsiz!

Evet, dostlukta tarafdarlık ve sadakat çok önemli! Bizden nasıl bir
tarafdarlık ve dostluk istendiğini anlamak için de Dokuzuncu
Mektub’daki şu ifadeye bakmak gerekiyor: “‘Bu iman üzere yaşar, bu
imanla ölür, bu imanla diriliriz..’ dediğim zaman nihayetsiz bir
tarafgirlik hissediyorum. Eğer bütün dünya bana verilse, bir hakikat-i
imaniyeyi feda edemiyorum. Bir hakikatin bir dakika aksini farz etmek
bana gayet elîm geliyor. Bütün dünya benim olsa, birtek hakaik-i
imaniyenin vücut bulmasına bilâ tereddüt vermesine nefsim itaat
ediyor.” Evet Allah dostu, dostuna ve dâvâsına bütün dünyayı da
değişmemeli!

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

2

28.12.2009, 22:39

Dost istersen ALLAH yeter!

Arkadaş istersen KUR'AN yeter!

Düşman istersen NEFİS yeter!

Zenginlik istersen KANAAT yeter!

Nasihat istersen ÖLÜM yeter!
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

3

29.12.2009, 14:55

Ahmet ÖZDEMİR

Şeytanlar ne yerler, ne içerler?





Acaba şeytanlar ne yerler, ne içerler?

Şeytanların bizim gibi yemeye ve içmeye ihtiyaçları var mıdır?

Bunu kendi aklımızla bilmemiz ve anlamamız herhalde mümkün değildir.
Peygamber Efendimizden (asm) nakledilen bazı rivayetler bize bu konuda
yol göstermektedir. Şöyle ki:

Şeytan, besmelesiz başlanan yemeğe ortak olur. Kişi evine döndüğünde,
içeri girerken ve yemek yerken Besmele çekip Allah’ın adını zikretse,
şeytan yardımcılarına “Size burada gecelemek de yok, akşam yemeği de
yoktur” der. Ama o kişi, evine girerken Allah’ı zikreder fakat yemeğini
yerken zikretmezse, şeytan yardımcılarına “Akşam yemeğine kavuştunuz
ama burada gecelemeniz mümkün değil” der. Adam eve girerken ve yemeğe
başlarken besmele çekmezse, şeytan yardımcılarına “Yemeğe de
yetiştiniz, yatmaya da!” der.1

Hadis-i şeriflerde eve girerken ve yemeğe başlarken besmele çekilmesi
hâlinde şeytanın o evden ve o sofradan uzaklaşacağı anlatılmakta,
şeytanın besmelesiz yenilen yemeği ev sahipleriyle beraber yiyeceği, bu
sebeple de yemeğin bereketinin gideceği bildirilmektedir. Burada aynı
zamanda Müslümanlara eve girme ve yemek yeme adabı da öğretilmektedir.
Başka bir rivayette ise Resûl-i Ekrem (asm) Efendimiz şöyle
buyurmaktadır: “Sol el ile yiyip içmeyin. Zira şeytan sol eliyle yer ve
içer.”

İmam Gazalî, İhyâ’da şöyle bir rivayete yer verir:

“Bir gün bir mü’minin şeytanı ile bir kâfirin şeytanı karşılaşırlar.
Kâfirin şeytanı kilolu, semiz, temiz ve şık giyimlidir. Mü’minin
şeytanı ise, zayıf, pis, kirli ve çıplaktır. Kâfirin şeytanı, mü’minin
şeytanına:

‘Bu ne hâl?’ diye sorar. Müminin şeytanı:

‘Ne yapayım, bir adama düştüm ki, adam yiyeceği zaman besmeleyi okur,
ben aç kalırım. İçeceği zaman besmeleyi okur, ben susuz kalırım.
Giydiği zaman elbiseyi besmele ile giyer, ben çıplak kalırım.
Temizlendiği zaman besmele ile temizlenir, ben de pis kalırım’ der.

Bunun üzerine kâfirin şeytanı da:

‘Ben öyle bir adam ile arkadaşım ki bunlardan hiçbirisine besmele
getirmez. Yemesinde, içmesinde ve giymesinde ben kendisine ortak
olurum’ der.”

Buradan öyle anlaşılıyor ki, insan yemesinde içmesinde besmele çekmemek
veya şeytana uymakla kendi şeytanını beslemiş olmaktadır. Burada
asrımıza ışık tutan ve bize müjdeler veren bir başka hadis-i şerifi de
hatırlıyoruz: “Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük
etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir.”2

Sünnet-i Seniyye en güzel yoldur. Sünnet-i Seniyyeye uyduğumuzda
âdetlerimiz de ibadet hükmünü alacaktır. Bediüzzaman’ın dediği gibi,
“Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan
bid’aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha
ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında Sünnet-i
Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve
kuvvetli bir imanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek,
Resûl-i Ekrem’i (asm) hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir
huzur-u İlâhî hâtırasına inkılâp eder. Hattâ en küçük bir muamelede,
hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği
dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer’î
bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resûl-i Ekrem’e (asm)
ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve
şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan
Cenâb-ı Hakk’a kalbi müteveccih olur. Bir nevî huzur ve ibadet kazanır.
İşte, bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden,
âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar
yapabilir.”3

Şeytana uymamanın ve hem dünyada, hem de ahirette kazançlı çıkmanın yolu sünnet-i seniyyeye tâbi olmaktan geçiyor. Ne dersiniz?

Hüzünlü

Orta Düzey

  • "Hüzünlü" bir erkek

Mesajlar: 255

Konum: Ankara

Meslek: Yazılım ve destek uzmanı

Hobiler: Okumak, yürümek. kitap

  • Özel mesaj gönder

4

14.02.2010, 15:09

Allah razı olsun..Çok güzel birpaylaşımdı.. Dost olarak Allah yeter ama Allah'ı ne kadar dost edindik kendimize? İşte burda duruyordum ben! Çünkü En yakın dostum Allah iken, ben dostluğu fanide aradım ama, Allah'tan başka dostun olmadığını gördüm ve en sonunda hakiki dostla dost olabilmek için dünyadan vazgeçtim...

dua buyurun inşaAllah..
Nefsiyle mücadele içinde!

5

15.02.2010, 09:19

Dualarımız müşterek İnşallah Hüzünlü kardeş...
Ama bak dünyadan vazgeçmeye gerek yok Hakiki Dostla Olmak için..Bak Üstadımız Hz.leri Sözler'de ne diyor :


BEŞİNCİ REMİZ:
Beş Noktadır.
• Birinci Nokta: Ehl-i dalâletin vekili der ki: "Ehâdisinizde, dünya tel’in edilmiş; cîfe ismiyle yâd edilmiş. Hem, bütün ehl-i velâyet ve ehl-i hakikat, dünyayı tahkir ediyorlar; "Fenadır, pistir" diyorlar. Halbuki, sen bütün kemâlât-ı İlâhiyeye medâr ve hüccet, onu gösteriyorsun ve âşıkàne ondan bahsediyorsun."
Elcevap: Dünyanın üç yüzü var.
Birinci yüzü, Cenâb-ı Hakkın esmâsına bakar; onların nukuşunu gösterir, mânâ-i harfiyle, onlara âyinedarlık eder. Dünyanın şu yüzü, hadsiz mektubât-ı Samedâniyedir. Bu yüzü gayet güzeldir; nefrete değil, aşka lâyıktır.
İkinci yüzü, âhirete bakar; âhiretin tarlasıdır, Cennetin mezraasıdır, rahmetin mezheresidir. Şu yüzü dahi, evvelki yüzü gibi güzeldir; tahkire değil, muhabbete lâyıktır.
Üçüncü yüzü, insanın hevesâtına bakan ve gaflet perdesi olan ve ehl-i dünyanın mel’abe-i hevesâtı olan yüzdür. Şu yüz çirkindir. Çünkü fânîdir, zâildir, elemlidir, aldatır. İşte, hadîste vârid olan tahkir ve ehl-i hakikatin ettiği nefret, bu yüzdedir.
Kur’ân-ı Hakîmin kâinattan ve mevcudâttan ehemmiyetkârâne, istihsankârâne bahsi ise, evvelki iki yüze bakar. Sahabelerin ve sâir ehlullâhın mergub dünyaları, evvelki iki yüzdedir.


Sanırım vazgeçtiğin veya vazgeçmemiz gereken yüz , dünyanın üçüncü yüzüdür.İnşallah dünyanın ''o yüzünden'' vazgeçenlerden oluruz..

Bu konuyu değerlendir