İç Güzellik Nasıl Oluşur?
BİR MEKTUP Hayırlı günler Halit Ertuğrul Hocam,
(…)
Önce Allah sizden razı olsun. Bana okumayı sevdirdiniz. Duygularımı kâğıda dökmeyi ve mektup yazmayı sevdirdiniz. Okuma alışkanlığı, benim çok şeyimi değiştirdi. Pasiftim, bir konu hakkında konuşamıyordum. Bir arkadaş grubum yoktu. Bütün bunları kazandım. Yeniden bir kimliğe kavuştum.
Hocam, bu mektubumda “iç güzellik” üzerinde durmak istiyorum. Hep insanlar der ya “Dış güzellikten önce huy, karakter ve iç güzellik gelir” diye… İyi de bu iç güzelliği nasıl oluşturacağız? Bu bizim elimizde mi? Benim iç güzelliğim yoksa, her şeye kötü gözle bakıyorsam, kıskançsam, çekemiyorsam, yardımsever değilsem, menfaatperest bir insansam bütün bunlardan arınıp, bir “sevgi adamı” olmam mümkün mü?
(…)
Bu konularda beni aydınlatmanızı bekliyorum. Sizlere çok ama çok duâlar ediyorum. Allah kaleminize kuvvet versin. Saygılarımla…
Hasan ERYILMAZ
Hasan Bey kardeşimiz, mektubunda, çok önemli bir konuyu ele almış. İç güzelliği oluşturmak, sevgi adamı olmak, bir insan için ne kadar önemli… Hatta bundan daha önemli konu var mı? Eğer insanlar iç güzelliği dikkate alsalar, sevgi, saygı eksenli bir anlayış oluştursalar, hangi problemler çözülmez ki? Sevgi Adamı’nın olduğu yerde bütün kötülükler ve çirkinlikler yok olmaya mahkûmdur. Tıpkı ışığın olduğu yerde karanlığın, dostluğun olduğu yerde de düşmanlığın yok olduğu gibi…
Gerek bir insan için, gerekse de bir toplum için iç güzelliğin ve sevgiyi yaşamanın hayatî bir önem taşıdığını ne anlatmaya, ne de tartışmaya gerek var. Asıl gerek olan konu: İç güzellik nasıl sağlanır? Sevgi pırıltıları nasıl oluşur? Başka bir ifadeyle dışını rahatlıkla süsleyen bir insan, içini de o kolaylıkta süsleyebilir mi? Evet… İnsan içini güzelleştirebilir. Pırıl pırıl süsleyebilir? Sevgi Adamı olup, hem kendine, hem de topluma huzur ve mutluluk sunabilir.
Bunu nasıl mı yapacak?
Buyurun öyleyse…
1- Ne kadar güzel ve ne kadar mükemmel yaratıldığınızın farkına varın.
İç güzelliğiniz, ne kadar kusursuz, dengeli ve harika bir san’at eseri olduğunun farkına varmakla başlar.
Nazarlarınızı, kendi yaradılışınıza çevirin. Canlılar içinde ne kadar ayrıcalıklı olduğunuzu, her şeyin size hizmet ettiğini görün. Aklınızı, küçük bir kâinat olan kendi dünyanıza çevirin. Bu dünyaya Yaratıcı’nın ne kadar masraf ettiğini yakalamaya çalışın. Meselâ, gözünüzün, dilinizin, aklınızın ve diğer organlarınızın paha biçilmez değeri karşısında sizden ne istendiğini yakalamaya çalışın.
Niçin bütün kâinat size hizmet ettiriliyor? Neden binlerce nimetler önünüze seriliyor? Vücut sarayındaki akılları durduran intizamın, düzenin ve iç âhengin Yaratıcısı sizlere ne anlatmak istiyor ve hangi mesajı vermeye çalışıyor?
İşte insan kendini tanımakla, anlamakla, niçin yaşadığını, neden var olduğunu keşfetmekle çok önemli bir noktaya gelir. O da bir kul olduğunun farkına varmasıdır. Kâinatı yaratan Kudret Sahibinin bir kulu olduğunun farkına varan insan, ne için yaşadığını ve nereye, kimin huzuruna gideceğini de anlayacaktır. İşte bu anlayış, insanın iç dünyasında müthiş inkılâplar yapar. İnsan kendisine çeki-düzen verir. Kendini Yüce Yaratıcının emirlerine göre hazırlar. Kirlerden temizler. Zaten ibadetlerin de esas mânâsı budur. Bu ise, ebedî, pırıl pırıl bir iç güzellik ve sevgi adamlığı oluşturur.
2- Tefekkür adamı olun
Fezanın akıl almaz derinliklerinde gezinen bir geminin misafiriyiz. Âlemde bir zerre hükmünde olan ve dünya adı verilen bu gemi, ahiret memleketine yolcu taşıyor.
Dünyayı, bu âlemde büyük bir düzen içinde gezdiren kudret, onda san’atının en ince güzelliklerini sergilerken, bizleri de bu güzellikleri görmeye ve onların san’atkârını bulmaya dâvet ediyor.
Kâinat içinde insan, etrafa bomboş gözlerle bakmamalı, baktığı yerdeki inceliğin, hikmetin ve san’atın da farkına varmalı, detaya inip, İlâhî mesajı yakalamalıdır.
İnsan, baharın muhteşem güzelliğine dalınca, tertemiz buz gibi suyu yudumlayınca, aç midesine sımsıcak yiyecekleri yollayınca, mis gibi havayı ciğerlere doldurunca ve binlerce nimetin emrine koştuğunu görünce, kendisine bu hesapsız masrafları yapan Zât’ın önünde secdeye kapanıp, kulluğun haz ve lezzetini yaşayarak, kalbini ve aklını nurla ve huzurla doldurmalıdır.
Her an insan düşünmeli… Çevresinde olup bitenlerin adî ve basit şeyler olmadığını anlamalı…
Kuru ve şuursuz toprak… Topraktan çıkan şuursuz gövde ve dallar ve onun ucundan, ancak sonsuz bir ilim ve kudretle yaratılması mümkün olabilen, binbir çeşit renk ve lezzetteki meyveler…
Bizim için süslenip, renklendirilen ap ayrı tat ve kokuyla donatılan göz kamaştırıcı hediyeler… Bizi gören, midemizin ihtiyacını bilen ve sonsuz merhametiyle o ihtiyaca cevap veren Zât’ın ebediyete namzet misafirlerine yapmış olduğu bir ikram…
Etrafa tefekkürle bakan, hâdiselerin inceliğine ve hikmetine inen, ondaki gayeyi anlayan insan, ne kadar yüce bir ünvanla, şerefli ve büyük gaye için yaratıldığını anlayıp, kendisini her saniye Rabbi’nin huzurunda bilerek, dupduru, pırıl pırıl bir güzelliğe kavuşacaktır.
Rahmetli Cemil Meriç’in dediği gibi:
Tefekkür adamı olan, hem güzelliği görür, hem güzelliği yaşar, hem güzelliğe dâvet eder.