Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

nurunözü1

Profesyonel

  • Konuyu başlatan "nurunözü1"

Mesajlar: 997

Konum: bursa

Hobiler: hat sanatı,ebru sanatı,kitap,internet

  • Özel mesaj gönder

1

21.03.2009, 19:09

Ümit Anahtarları

Bundan yıllarca önce, hüzünlü bir ikindi vakti, şimdi hasret duyduğumuz her şeyi göçmen kuşların kanatlarına yükleyip çok uzaklara gönderdik, Her şey ondan sonra başladı..
Bizler, ümitlerimizi yüreğimizin köşesine hapsettik, her şey karışık bir hal aldı. Gündüzlerde bile, egzoz dumanlarından, beton yığınlarından, araba gürültülerinden berrak düşünemez hale geldik. Ne istediğimizi bilmeden, sokaklarda ellerimiz cebimizde başıboş dolaştık durduk. Seviyoruz dedik, sevgiyi baş ağrısı ilacı gibi gündelik kullandık. Hislerimiz alacakaranlıklar içinde belirsiz kaldı. Çok şey istiyorduk. “Dünyalar bizim olmalıydı” ama nasıl? Yapmak bize öğretilmemişti. Yorgunluğu alışkanlık haline getirdik. “Çivi çiviyi söker” dedik, batıldan geleni batılla tedavi etmeye çalıştık. Maalesef çivi çiviyi değil, çivi ruhumuzu söktü. Ümitlerimizin anahtarlarını çalanlar bizden çaldıkları anahtarlarla nice kapılar açtılar, nice dünyalar inşa ettiler. Yıllar önce bize: “Artık size ümit lazım olmayacak, onu yüreğinizin köşesine hapsedin” demişlerdi. Biz de:
“Bize ümit lazım olmadıktan sonra hiçbir şeyin ehemmiyeti yok” dedik. Herşeyi yükledik göçmen kuşların kanadına. Aradan nice mevsimler geçti. O gün bugün, buğulu camlar önünde oturduk ve şuursuzca bir şeyleri bekledik durduk. Neyi beklediğimizi bile bilmiyorduk.
Biz bekleye duralım. Ümitlerimizi hapsettirenler gözümüzün içine baka baka murdar ayaklarıyla, tertemiz dünyamıza kirlettiler. Kulaklarımıza eğilip kafataslarından besledikleri zafer şarkılarını okudular. Sonra buğulu camımızın önüne gelerek, doymayan dişlerini gösterdiler ve camımıza pis nefesleriyle “hoh”layıp daha da bulandırdılar. Gonca güllerimizi koklayacağız diye kopardılar. Üzerine tükürüp pis çukurlara attılar.Bizler uyuşuk, yorgun, aciz buğulu camların ardından olanları seyrettik. Buğudan olsa gerek, olanların hepsi bize hoş göründü. En güzel sesimizle aferinler çektik. Ellerimizin bağını çözemiyorduk, çünkü rüyalarla açılan ilham kapıları yıllar önce kapanmıştı. Birşey düşünemez olduk. Ümidimiz yoktu. Ümitsiz düşünce ise yalnızca yenilgi getirdi. Uykudan uyuşukluktan geceleri neler olup bittiğini, sabahları güneşin nasıl doğduğunu çoktan unutmuştuk. Gündüzleri güya çalışıyorduk. Hiçbirimiz çalıştığımıza esir olduğumuzu farkedemedik. Evimize geldiğimizde, dinlenmek için seçtiğimiz köşenin aslında zihnimizi ve ruhumuza tahrip etmek için hazırlanmış bir tuzak olduğunu düşünecek durumda hiç değildik.

Yıllar sonra -kâinat halimizden utanmış olacak- bir seher vakti “Allahuekber” nidasıyla uyandık. Baktık ki gönlümüzün köşesinde “Ümitlerin hapsedildiği yerde” bir tohum çatlamış. Buğulu cama koştuk, bir de ne görelim, pırıl pırıl parlıyordu. Dışarıda kuşların: “Ya Kuddüs, ya Kuddüs” dediklerini işittik. Hemen orada gözyaşlarımızla abdest alıp günahlarımızı yıkamaya ellerimizden başladık. Ağzımızdan haramı tükürdük, yüzümüzden utancı sıyırıp attık. Saçlarımız kem bakışlardan üşümesin diye omuzumuzdaki şah başımıza örttük.
Yüreğimizde çatlayan tohumu abdest sularımızla yeşerttik. Geç de olsa anladık:
Kur’an-ı Kerim, kâinat semasının gurubu olmayan bir güneşidir.”

Uzun süren bir kıştan sonra ruhumuzun yamaçlarına ilkbahar geldi. Hasretlerimizi kanatlarıyla uzaklara götüren göçmen kuşlar geri döndüler. Yitirdiğimiz anahtarları geri getirdiler. Kur’an-ı Mu’cizü’l Beyan anahtarı ile yıllar önce hapsettiğimiz ümitlerimizi azat ettik. Omuzlarımızdaki günah semerini atıp “beyanat-ı Ahmediye” ile kendimize geldik ve ‘Hakikat Güneşi” yle ısındık. Artık biliyoruz “Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler pek çoktur. Ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir.” Artık anlıyoruz. “ıslamiyet güneş gibidir. Üflemekle sönmez, gündüz gibidir göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar”. Artık bahtiyarız. Çünkü “O’nu tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’nu unutan, saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır.” Artık kuvvetliyiz. Çünkü “Hakiki imana sahip olan kişi kâinata meydan okuyabilir.”



Nilgün Özcan (umut huzmeleri)
Ya tozu dumana katacaksın!Yada tozu dumanı yutacaksın!Yutanlardan olmamak dileği ile...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir