Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

20.02.2009, 08:29

Zemheriye esir ruhlarımız

Zemheriye esir ruhlarımız


“ıki dağcı, şehrin gürültüsünden, karmaşasından uzaklaşmak için her tarafı karla kaplı dağlara yönelirler. Tam zirveye çıkacakken biraz yukarıda olan dağcının ayağı kayar, nasıl olduysa arkasından gelen dağcıya çarpar ve dağdan aşağıya kaymaya başlarlar. Dağcılardan biri, bir yere tutunup kendini kurtarabilmişken diğeri tâbiri caizse karların arasına çakılmıştı ve yuvarlanırken çarpmalar sonucu ayağını kırmıştı. Ayağını kıran dağcı arkadaşına titrek bir sesle kendisini bırakıp gitmesini söyler. Diğeri gerçek dostluğa selâm gönderircesine, orada bırakamayacağını söyler ve o muhteşem lâfı sanki beynimizi açarak oraya yerleştirir ekranlardan. ‘Bak dostum’ der. ‘Ben hep yalancılarla, hilebazlarla, sahtekârlarla çalışıyorum. Herkes birbirini ve beni kandırma peşindeyken tek ve gerçek dostumu burada bırakamam. Bunların ötesinde ve en önemlisi bütün bu pisliğin arasında sırf temizlenmek için buralara, bu kar dolu yerlere beraber geldiğim dostumu burada bırakamam.”

Filmin devamında dostunu bir şekilde taşıdığını ve kurtarmaya çalıştığını hatırlıyorum. Dostluk bir tarafa o dağcı, karı kendisi için temizlik olarak görüyordu. Kar; sanki dağlara, tepelere yağmıyordu, içine, kalbine, ruhuna yağıyordu. Orada biriken bütün kirleri temizliyor, karalanmış her şeyi aklıyordu sanki.

şehirleri bilirsiniz. Kömür kokusu, duman, şehrin üstüne çöreklenmiş kapkara hava, zift gibi geceden karanlık gündüzler yaşanır yaşadığımız yerlerde. Gözlerin gözleri görmediği insanlar dolaşır sokaklarda. Hastalıklar artar, virüslerin, bakterilerin havada uçuştuğunu zannedersiniz. Nereye el tutsanız, dokunsanız bir şey bulaşacak hissi kaplar içinizi. Artık kirlilik yumak olup, gelir oturur yanınıza. Bütün bunlara inat temizliktir kar, kirlerden arınmaktır. Gökyüzünden düşen kristallerin hem ruhunuzu, hem bedeninizi temizlemesidir. Soğukluğuna rağmen içimizi ısıtan, gülümseten tanelerdir. Bunu nadir olarak başarabilen küçücük topçuklardır.

şehre kar düşüyor şimdi salına salına. Yüzümüze, ellerimize soğuk kar taneleri çarpıyor. Adımlarımızı hışır hışır sesleri arasında atıyoruz. Kar yağıyor şehre, beyaz yağıyor. Ne kadar sıkılmışız siyahlardan, kırmızılardan ve bütün renklerden. Ne kadar özlemişiz beyazlığı ve saflığı. Ne kadar hasret kalmışız üşümeye, üşüdüğümüzü hissetmeye ve üşüdüğümüzde ısınmaya.

Kardan yumaklar yapıyoruz, kızaklar ellerimizde. Kaymanın, yuvarlanmanın cazibesine kapılıyoruz. Gülümseyişlerimizi duymak için kulağını dünyaya dayamak yeterli. Kardan adamlar yapıyoruz kaygan adamlara inat. Burnu havuç, gözleri zeytin karası adamlar. Ne uzun zaman oldu kızarmayan bir yüz görmeyeli. “Keşke bu kadar beyaz olsa insanlar ve bu kadar ak olsa yürekler” diye iç geçiriyoruz tir tir titrerken. Bu cümle kadar üşütmemişti daha önce bizi hiçbir kar ve biz ne kadar soğuklarda kalmışız. Yüreğimizi ısıtamamışız hiçbir sobada.

Ellerimizde kar topları tekrar. Bir meş’aleyi tutar gibi tutuyoruz. Koşuşturuyoruz ordan oraya, düşüyoruz, kalkıyoruz, sürünüyoruz, başımız karların altında, yatıyoruz, uzanıyoruz, ıslanıyoruz, üşüyoruz, beyaz oluyoruz, ne mutlu oluyoruz. Sevinç çığlıkları yükseliyor mahallemizden. Beyazlık bizi güldürüyormuş, ne geç fark etmişiz.

şehrimizden kar çekiliyor, düşmüyor artık inci taneleri. Dargın belki bize, küs, kırgın hatta. Sadece dağlara, uzaklara yağıyor, oraları mesken tutuyor. Bu yüzden kaçıyoruz şehirlerden, gürültüden, yalandan, dolandan, hileden, kirlilikten. Bu yüzden kaçıyoruz dağlara, karlara ve beyazlığa.

Ne çok özlüyoruz seni, ne çok özlettiriyorsun kendini. Yağmasan da şehrimize, binalarımıza, üstümüze, sen yeter ki yağ dağlara, kırlara biz geliriz. Yeter ki, beyazlığını, saflığını bizden, yaşadığımız arzdan uzak eyleme.

Rabbim, başımıza karlar yağdır, beyazlık yağdır, karanlıklarımıza inat.

Rabbim, bizi üşüt, üşüt ki, ısınalım. Yoksa nasıl biliriz yüreğimizin üşümesinin, ellerimizin üşümesinden daha soğuk olduğunu?

Rabbim, zemheride kalan yüreklerimizi, karlarla üşüt ki, yakalım sobaları gönüllerimize bir bir.

Yoksa hiç ısınamayacağız.

Ellerimiz değil üşüyen, camı açık kalmış odada üşüyen ruhumuz.

SÜVEYDA GÜNER

20.02.2009

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir