Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

1

30.11.2008, 03:41

Adam aldırma da geç git diyemem...

Yeni milâdî bir yılda. Ömür sayfalarından bir yaprak daha eksildi. Ebediyet âlemine doğru yürüyüşümüz hızlı adımlarla devam etmektedir. Birey olarak amelimiz, ibadetimiz, faaliyetimiz programımız âhiret sermayesini hazırlamaya yeterli midir? Peki ümmet olarak işin neresindeyiz? Bize yüklenen misyonun, sorumluluğun, farkında mıyız?

2009 yılına girerken derin bir muhasebeye, engin bir tefekküre, teferruatlı bir eleştiriye, geniş bir sorgulamaya şiddetle ihtiyacımız vardır. Vasat(mutedil) ümmet olarak, âdâlet adına, hak-hukuk adına, zulüm, şiddet, baskı ve katliamları önleme uğruna ne yaptık, ne ürettik, neyi başardık; neyi yapamadık ve başaramadık?

Dünya coğrafyasında en fazla zulmün, şiddetin, baskının, terörün ve bütün bunların türevi olan her türlü katliamın yaşandığı yerler, bölgeler, hiç şüphesiz, Müslümanların bulunduğu mekanlar ve topraklardır. Vatanları işgal, ocakları tarumar, namusları paymal edilen, can ve cananlarına kıyılan Müslümanlardır.

Dünyaya barış, demokrasi getirmeyi vaat edenler ve insan haklarını hakim kılma iddiasında bulunanlar ya da kendilerini barışın ve insan haklarının temsilcisi görenler maalesef katliamı bizzat kendileri yapmakta veya seyirci kalarak yalancı timsah gözyaşları dökmektedirler.

ıslâm topraklarında yaşanan katliamın binde biri Hıristiyan topraklarında yaşansaydı, hemen haçlı ruhunun dirildiğini ve ittifak hareketinin oluştuğunu görürdük. Ne de olsa ölen, vatanı işgal edilen, namusu heder edilen ve yerin altındaki petrolden kanı daha değersiz görülen Müslüman’dı. Neydi bu Müslüman’ım diyen insanların suçu? Bu kadar haksızlığa, insanın ar damarını çatlatacak gayri insani muamelelere maruz kalmalarının sebebi neydi? ısterseniz Kur’ân’ın ezelden ebede uzanan ve aynı zamanda bir karakteri analiz eden mesajını hep birlikte okuyalım:

“De ki: Ey kitah ehli! Sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş olan (ilahî) kitaplara inandığımızdan ve çoğunuzun da fasıklar olmasından ötürü bizden hoşlanmıyorsunuz.” (5/59)

Hz. Musa’nın mucizesini görüp “Musa ve Harun’un Rabbi olan âlemlerin Rabbine inandık”(7/121-122) diyerek imanlarını açıklayan ve secdeye kapanan sihirbazlara Firavun, kendisinin izni olmadan böyle bir harekete cüret ettikleri için başlarına çok kötü şeylerin geleceğini söyler. “Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlamasına keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!” (7/124) diye tehditte bulunur. Bunun üzerine sihirbazlar “Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, müslüman olarak canımızı al, dediler.” (7/124-125)

Bürûc sûresinde ateş hendeklerine atılarak yakılan ve işkenceye tabi tutulan müminlerden bahsedilir. ınançları uğrunda ateş hendeğinde yakılan müminlerin günahı neydi? Kime zulmetmişlerdi? Kimin vatanını işgal etmişlerdi? Hangi katliamı yapmışlardı? Kimin namusuna dokunmuşlardı? Kimin çocuklarını, kadınlarını, yaşlılarını, eli silah tutmayanlarını öldürmüşlerdi? Bu konuda Kur’ân’ın ifadesine bakalım: “Onlardan sırf, göklerin ve yerin mülkü kendisine ait olan, azîz (mutlak güç sahibi) ve hamîd (övülmeye layık) olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar. Oysa ki Allah her şeyi görür.” (85/8-9)

Kur’an, mü’minlere yapılan baskı, zulüm ve işkencenin sebebini açıklıyor. Mü’minlere karşı olanların onlara kızmasının, nefret etmesinin, intikam almasının nedeni, sadece Allah’a, O’nun gönderdiği son peygamber Hz. Muhammed(s.)’e ve ona indirilen Kitaba(Kur’ân’a) iman etmeleridir. Bugün dünya üzerinde Müslümanlar aleyhinde işlenen bütün cürümlerin, soykırımların ve katliamların temelinde bu gerçek yatmaktadır.

ıman çerçevesinde Kur’ân’ın açıkladığı bu hakikati, başka türlü yorumlamanın imkanı yoktur. Çünkü bu anlatımı ve karakter bozulmasını, âlemlerin Rabbi olan ve insanı kendi namına yeryüzüne halife gönderen Allah yapmaktadır. ınsanı en iyi tanıyan sadece O’dur. ınsan hakkında O’nun beyanlarından daha açık, mufassal ve belirleyici bir izah olamaz. Zira insan, O’nun kâinat içerisinde varlığına ve kudretine en büyük delildir. Biz insanın karakterini ve özelliğini, en doğru şekilde yalnız O’nun açıklaması ile kavrar ve anlarız.

Kur’ân, mü’minlere bu konuda şu önemli ikazı ve bilgilendirmeyi yapmaktadır:

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, âyetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz. ışte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “inandık” derler. Kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar...” (3/118-119)

Görüldüğü gibi âyetlerde çok önemli bir karakter tahlili yapılmıştır. “Sizin dışınızdakiler” cümlesi, mü’minlerin dışında olan ehl-i kitabı, münafıkları, putperestleri, ateistleri ve kısaca Kur’ân’a ve onu tebliğ eden Hz. Muhammed(s).’in peygamberliğine inanmayan her çeşit grubu içine almaktadır. Allah Teâlâ bu âyette, kendisine, gönderdiği bütün peygamberlere ve kitaplara inanan kimseleri uyarmakta ve önemli malumatlar vermektedir.

Kur’ân,“...Onlar, size fenalık etmekten asla geri durmazlar...” açıklaması ile, ötekilerin, Müslümanlara olan tavrını, niyetini ve tarihî süreç içerisinde uygulamalarını ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın yaptığı bu değerlendirmeyi ve tespiti, yaşanan acı gerçeklerle doğrulanmıştır. Yarın da ve kıyamete kadar da bu böyle olacaktır. Bu, Kur’ân’ın âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından gönderildiğine bir işarettir. Yine aynı şekilde Yukarıdaki âyette, “Sizin dışınızdakiler, sizin sıkıntıya düşmenizi isterler” ifadesiyle önemli bir konuya da dikkat çekilmiştir. Onlar, müminlerin zulme, baskıya, tehdide, katliama uğramasına, vatanlarının işgal edilmesine, evlerinin, ocaklarının yıkılmasına, namuslarının çiğnenmesine, anarşi ve fesat içerisinde huzursuz olmalarına, toplum düzenlerinin bozulmasına aldırış etmezler, bilakis bu felaketlerle kıvranmalarını ve hayat sürmelerini isterler. Bunun canlı şahidini, bugün dünyada Müslüman coğrafyada yaşanan tedhiş, sindirme ve işgal hareketlerine göz yuman hatta destek olan sözde demokrasi, barış ve insan haklarının hakim kılınması için öncülük ettiklerini iddia eden ülkelerden ve o ülke insanlarının vurdum duymaz tavırlarından görmekteyiz. Haşa!... Kur’ân yalan mı söylüyor? Yoksa biz mi yanlış tahlil yapıyoruz? Ya da düşüncemizde bir aşınma mı var ki, meseleleri doğru algılayamıyoruz? şayet böyle bir problem varsa, Müslümanların iman noktasında, kendilerini yeniden sorgulamaları gerekir kanaatindeyiz.

Irak, Filistin, Keşmir, Afganistan, Çeçenistan vs. de işlenen insanlık suçunu komün halinde icra edenler, Batı dünyası ve onun din, kültür ve medeniyet ortakları değil midir?

Kur’ân yukarıdaki âyetleri ile yine uyarıyor ve bilgilendiriyor. Onlar, yüze gülerler; insan haklarından, barıştan, demokrasiden bahsederler. Zaman zaman Müslümanlara olan kinleri, çeşitli vesile ve vasıtalarla ortaya çıkar. Bunu aleni olarak yapmaktan çekinmezler. Ancak menfaatlerinin olduğu yerde barışın havarileri kesilirler. Çok ılımlı ve centilmen tavır sergilerler. Öte taraftan açıkça Müslümanları etnik, mezhebî azınlıklara bölmeyi hedeflerler ve bunu bazen doğrudan bazan de dolaylı olarak gündeme taşırlar. Fakat bir araya geldiklerinde, kapalı kapılar ardında yaptıkları özel görüşmelerde ve hazırladıkları gizli projelerde Müslümanlara karşı olan kinleri daha büyük ve kapsamlıdır.

Müslümanların, Kur’ân’ın onlar hakkında ortaya koyduğu “Size karşı kalplerindeki olan düşmanlıkları ise daha büyüktür.” tespitine yürekten inanmaları ve bunun dışındaki yorum, görüş ve uygulamanın asla doğruyu yansıtmayacağına kanaat getirmeleri, imanın bir gereğidir. Çünkü bu Allah tarafından Müslümanlara verilen bir beyannamedir. Öte yandan Allah’ın kelamına itimat, imanın vazgeçilmez bir şartıdır.

“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz...” (3/186)

Âyette belirtilen eziyeti, bugün Müslümanlar fiilen işitmekte, yaşamakta ve müşahede etmektedir. Evet, Batılı Paganist Ehl-i Kitap bugün, kim ne derse desin Müslümanlara eziyet ediyor. Ne Ehl-i Kitab’ın din adamlarından, ne ilim erbabından, ne düşünce dünyasından ve ne de siyaset camiasından gür bir ses, çıkmadı. Kimse Felluce’deki katliamı, Filistin’deki soykırımı, Çeçenistan’daki etnik temizlemeyi, Afganistan’daki insanlık dramını görmedi, görmezlikten geldi.

Kur’ân doğru söylüyor, yanıltmıyor, gerçek bilgiyi sunuyor ve bütün mü’minleri irşat ediyor. O halde Kur’ân’ın tasvir ettiği karakterleri iyi tanımak, dostu düşmanı iyi tespit etmek, canımızı, malımızı, namusumuzu güveneceğimiz kimseleri, toplulukları, Kur’ân’ın verdiği malumatlar çerçevesinde tayin etmek zorundayız. Bütün bu konularda Müslümanların çok yönlü muhasebe yapması zorunludur. Unutmayalım dost başka, insani ilişkiler başkadır.

Dünyada görülen olumsuzluklara özellikle Müslümanlara uygulanan insanlık dışı hareketlere karşı Müslüman nasıl tepki göstermelidir? Ne yapabilir? Etkin bir şekilde tavrını nasıl ortaya koyabilir? Ümidini kaybetmeden ve çaresizliğe düşmeden duyarlı ve kararlı bir şekilde mazlumların yanında ne şekilde yerini alabilir?

ısterseniz bütün bu sorulara cihadın tarifini yaparak cevap arayalım: Cihad, bütün gücünü, imkanını kullanarak doğrudan, ya da sözle ve gücün yettiği şeylerle (dolaylı olarak) harbe iştirak etmek, anlamındadır.1 Çeşitli âyet ve hadislerden hareketle cihadın daha kapsamlı tarifi şu şekilde de yapılabilir: “Allah yolunda bizzat savaşa katılmak veya mal ile yardım ederek veya cihadı destekleyici ve teşvik edici şekilde görüş açıklamak, kalabalık oluşturmak ve benzeri hususlarla savaşa destek olmak suretiyle bütün gücünü sarf etmek.” Demek ki, Allah Teâlâ’nın insanlığın kurtuluşu için vazettiği değerler manzumesini (ıslam’ı) yüceltmek, mazlumları korumak, katliamı önlemek, insan hakları ihlallerine mani olmak için oluşturulan cephelerde ya doğrudan savaşa iştirak ederek, ya da her türlü imkanları seferber ederek dolaylı olarak yardımcı olmak, cihadın ana gayesini oluşturmaktadır.

Bugünkü şartlarda Müslümanların ve mazlumların katliama uğradığı yerlere bizzat gitmek mümkün olmadığına göre, dolaylı yoldan ve cihadın ana iskeletini oluşturan yardımcı vasıtalarla mazlumlara destek olmak, büyük önem taşımaktadır. Cihadın bu kısmı da hayati önem taşımaktadır. Cesur ve yılgınlık taşımayan gür bir seda, tepki, kınama ve görüş açıklama, dün de bugün de önemini muhafaza etmektedir.

Müslüman, dünyada gelişen hadiselere sessiz kalamaz, haksızlıklara göz yumamaz, zulümlere rıza gösteremez, tepkisiz olamaz; Müslümanların ve mazlumların katledilmesine ilgisiz davranamaz, ıslam coğrafyasının haçlı ordusu tarafından işgal edilmesine kayıtsızlık gösteremez.

Bugün Müslümanların, şiddetli bir tepki ile seslerini yükseltmeleri, çağdaş barbarlara karşı nefret yumağını bir kartopu gibi günden güne büyütmeleri gerekmektedir. Müslüman barışın adamıdır. Ancak o, “...Dikkat edin! Zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.” (2/193) âyetinin bildirdiği gerçeği asla göz ardı etmemelidir. “...Allah zalimleri sevmez...” (3/57). Bu ilahi hakikate inanan Müslüman zalimleri sever mi?

“...Dikkat edin! Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun”(7/44). Evet bu ve benzerî âyetlere gönül veren mümin, zalimlere rahmet mi okur dersiniz? Ya okursa ne olur? ıman ve Allah sevgisi ile böyle bir eylem çelişir mi? O halde derinden bir düşünmeye, öz eleştiriye, kendi kendimizi iman atmosferi içerisinde ve Kur’ân ikliminde sorgulamaya ne kadar ihtiyacımız vardır? Hiç olmazsa şu hassasiyette olmamız gerekmiyor mu?

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim.

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.


Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım:

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.2




Dipnotlar

1 ıbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut, 1999, II, 397

2 Mehmet Akif Ersoy, Safahat (Altıncı Kitap, Asım) ıstanbul, 1977, s. 400

KERıM BULADI

www.habervakti.com
Bir Savaşçıdır Kalbim...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir