Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "vuslat_571"

Mesajlar: 16

Meslek: Öğrenci

Hobiler: Araştımak, kitap, matematik, bilgisayar, psikoloji

  • Özel mesaj gönder

1

07.06.2008, 00:28

İHLAS KÖPRÜSÜ

ıhlâs Köprüsü

ışlediğimiz amelleri, yaptığımız ibâdetleri yok olup gitmesinden korumamız lâzımdır. Eğer ibâdetlerimize riya, ucb gibi bir âfet karışırsa amellerimiz heba olur. Hadis-i kudsîde Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Ben ancak, ihlâs ile, benim için yapılan amelleri kabul ederim.)
(ıhlâs, yalnız Allah rızası için yapmak demektir. Çok âmel yapıp da kabul olmazsa hiç kıymeti yoktur. Az da olsa ihlâslı ve devamlı ameller makbuldür. O halde, her işte niyetimizi düzeltmemiz lâzımdır. Meselâ hafızlar; (ınsanlar, ne kadar cömert, ne kadar hayırsever, desinler) diye çeşitli hayır ve hasenatta bulunmuşsa, harbe giden kimse; (ınsanlar, ne kahraman insan, vatanını ne kadar da seviyor, desinler) diye düşmanla çarpışıp ölmüşse, hadis-i şerifle bildirildiği gibi, hepsi de bu işlerin hakîkî mükâfatına kavuşamazlar.

Bir kimse, insanların takdirini kazanmak için, yaptırdığı çeşmenin taşına (Falanca şu kadar milyon yardım etmiştir.) diye yazdırmışsa, yaptığı hayırlar boşa gitmekle kalmaz, riyanın şiddetli azabına duçar kalır. Eğer başkalarını hayra teşvik için ismini yazdırırsa riya olmaz.
Bir kimse, bir hükümdarın iltifatına mazhar olmak için, hükümdarın en çok sevdiği bir hizmette muvaffak olması lâzımdır. Bu kimse, hükümdarı bırakıp da onun bir hizmetçisi veya kölesinin bir hizmetini yapsa, hükümdarı memnun etmiş sayılmaz. Eğer hükümdar, hizmetçilerine yardım edenleri seviyorsa, sırf hükümdarın hoşnutluğunu kazanmak için hükümdarın kölelerine hizmet etmesi lâzımdır. Bu misâlde olduğu gibi, Allahın kulları beni sevsin diye onları memnun etmek boşa gayrettir. Fakat sırf Allahın rızasını kazanmak için, Allanın kullarına yardımda bulunmak ise çok kıymetli bir iştir.

Bir kimsenin altın bir vazoyu yüz liraya satması, onun ahmaklığını, cahilliğini gösterir. ışte yapılan bir hayra karşılık Allahü teâlânın vereceği sevaplar karşısında, kulların o kimseyi övmesi, milyonların, milyarların yanında bir kuruş kadar değeri yoktur. Böyle bir kula Allahü teâlâ, şöyle derse:
(Ey insanoğlu, mutlak kudret sahibi ben olduğumu bildiğin halde, yaptığın iyiliklere karşılık, benim bilmem ve seni mükâfatlandırmam yetmiyormuş gibi bir de insanların bilmesini ve seni övmelerini istiyorsun. Bu vefasızlık değil mi? Kimin rızasını kazanmak için o hayırları yapmışsan git, karşılıklarını onlardan al!)
Evet Allahü teâlâ böyle hitap ederse ne yapacağız?
Bütün insanlar bizi beğense, el üstünde tutsa, fakat Allahü teâlâ, beğenmese ne kıymeti vardır? Tersine, bütün insanlar bizden nefret etse, Allahü teâlâ razı olsa ne zararı olur? Bununla beraber, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği kimseleri diğer insanlar da sever. Hedefi yalnız Allah rızası olan kişiler, dünya ve âhırette rahat ederler.
Yapılan ibâdetleri riya gibi, ucb de yok eder. Ucb, kişinin kendini beğenmesi, yaptığı ibâdetleri beğenmesi, yapılan hayırlı işleri kendinden bilmesidir. Ucba düşen kimse, Allahın lütuf ve ihsanını düşünemez. (Bunu ben yaptım, ben olmasaydım bu olmazdı. Ben müdür olsam, bakan olsam, şöyle yapardım) demek ucb olur. Riya ile ucb farkına varılmadan amellere girer, onları ifsat eder.

Salih bir zat, müşterisine yeni bir elbise satar. Müşteri birkaç gün sonra elbisede kusur görüp sâlih zata getirince, sâlih zat ağlamağa başlar. Müşteri bunun ağladığını görünce, (Ben kusurunu kabul ediyorum, hakkımı helâl ettim, yeter ki sen ağlama) der. Sâlih zat der ki, (Ben elbisenin kusurlu çıkmasına ağlamıyorum. Elbiseye dikkatle baktığım halde kusursuz olarak verdiğimi zannediyordum. Halbuki kusurlu imiş. Ya Rabbimize gönderdiğimiz ameller kusurlu çıkar da yüzümüze çarpılırsa ne yapacağız diye ağlıyorum.)

Süfyan-ı Sevrî hazretleri, bir zatın evine misafir olur. Yemekte tabak lâzım olur. Ev sahibi oğluna seslenir: (Oğlum ikinci hacdan gelirken aldığım tabağı getir!) Bunun üzerine Süfyan-ı Sevrî hazretleri (Bu sözünle yaptığın her iki haccı da ifsat ettin) diye buyurur. Hadis-i şerifte, (Kulun işlediği ameller kabul olursa, Allahın sayısız ni'metlerine karşılık kabul edilir. Fakat kulun günahları açıkta kalır. Allahü teâlâ, dilerse günahları da afveder.) buyurdu. Ne kadar çok ibâdet yapılsa ve bunlar da kabul olsa, yine kul, ibadetiyle Cennete giremez.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hiç kimse kendi ameline karşılık Cennete girmeğe hak kazanamaz) Yine Hadis-i şerifte bildirildiğine göre, kulun parlak bir amelini götüren melekler birinci göğe gelince, oradaki vazifeli melek, (Götürün bu ameli sahibinin yüzüne çarpın, o gıybet ederdi. Gıybet edenlerin ameli buradan geçmez.) ıkinci gökteki melek, Allah rızası için yapılmayan amelleri geçirmez. Üçüncü kattaki melek, kibirlilerin amellerini geçirmez. Dördüncü kattaki ucb edenlerinkini geçirmez. Beşinci kattaki hasetçilerinkini geçirmez. Altıncı kattaki merhametsizlerinkini geçirmez. Yedinci kattaki melek, mürailerin amelini geçirmez. Yedi kat göğü geçen amel bile, huzur-i ilâhî'ye varınca rıza-ı ilâhi kastedilmediği için geri çevrilir. O halde her işte ihlâsa çok önem vermeliyiz!
........................................................................... ...............................
(alıntı)

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir