Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

07.01.2008, 20:21

Bakış açısı

Bir gün Peygamberimize (asm) bir fakir geldi. Boş çevirmek istemeyen Allah Resûlü (asm) ona bir hurma verdi. Azımsamıştı adam bir hurmayı. Ve kendini tutamayıp, "Fesübhenallah! Koca bir Peygamber bir hurma veriyor" demişti. Oysa o bir hurmaydı, ama nice âlemleri taşıyordu içerisinde. Bunu nerden bilebilirdi adam. Kâinatın Efendisi (asm), "Onda çok sayıda zerreler bulunduğunu biliyor musun?" diye cevap verdi. Resûlullahın (asm) bu cevabının sırrı ilim ilerledikçe daha iyi anlaşılacaktı. Çünkü herbir nesne sayısız atomlardan meydana gelmekteydi.

Bir başka gün de Resûlullaha (asm) başka bir fakir gelmişti. Ona da bir hurma vermişti. Ama bu ikinci fakir azımsamamıştı hurmayı. Bir peygamberin verdiği şey zerre kadar da olsa kıymetliydi. Onun için sevinmiş, mutlu olmuş ve, " Bir Peygamberden verilen hurma bu! Onu yanımdan ayırmayacağım. Ömrüm boyunca onun bereketinden istifade edeceğim" demişti. Bir antika gibi onu yanında saklayacak, yemeye kıyamayacaktı.

Onun bu güzel sözleri üzerine Allah Resûlü (asm) fakire yardım edilmesini emretmiş, çok geçmeden de adam zenginler arasına girmişti.1

Evet Hz. Ali'nin dediği gibi, " Nasıl bakarsan öyle görürsün." Birinci fakir, verenin Kâinatın Efendisi (asm) olduğunu, küçük bir şey de olsa onun iltifatına mazhar olmanın büyüklüğüne paha biçilemeyeceğini düşünememişti. Hem hurma bir taneydi, ama sayısız atomları içinde bulunduran bir âlemdi. Bunu onun anlaması mümkün müydü?

ıkinci fakir kimin iltifatına mazhar olduğunun farkındaydı. Ondan gelen şey nasıl önemsiz ve küçük olabilirdi. Kâinat onun hürmetine yaratılmamış mıydı? Bunu çok iyi kavramıştı. Sevinçten uçması da bundandı. "Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen hayatından lezzet alır" vecizesini hatırlamamak mümkün mü? Ve yine, sekizinci Söz'de geçen ikinci kardeş için söylenen şu hakikatleri: "Güzel ahlâkı olduğundan güzel şeyleri düşünür, güzel hülyalar eder. Kendi kendine ünsiyet eder... güzel ahlâkı ona güzel fikir vermiş . Ve güzel fikir ise, ona herşeyin güzel cihetini gösteriyor... Hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş... Âkıl odur ki, 'güzel ve huzur vereni al, çirkin ve keder vereni bırak' kâidesiyle hareket eder, selâmet-i kalb ile gider."2

Kısacası şûalarda denildiği gibi "Herşeyi güzel, ünsiyetli gösteren şeffaf, berrak, nuranî bir gözlük"3 olan iman gözlüğü gibi bakış açısı kadar harika bir şey yok.

Evet, insan nasıl bakarsa öyle görür.


Dipnotlar:

1. Kenzü'l-Ummal 4:42

2. Sözler, s. 39-41

3. şuâlar, s. 649

şaban DÖğEN

Yeni Asya
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir