Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

81

20.08.2006, 21:16


“Bir ağaç ki eğile eğile ibadet olmuş,
Bir ağaç ki ağaç deyip geçmek âdet olmuş.”tıklayın >>> <<<
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

82

20.08.2006, 21:21

24.söz'den

Yeryüzünün tarlasında nebâtatın herbir taifesi, lisan-ı hal ve istidad diliyle Fâtır-ı Hakîm'den sual ediyorlar, dua ediyorlar ki: «Ya Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle Saltanat-ı Rubûbiyetini lisanımızla ilân edelim ve rûy-i arz mescidinin herbir köşesinde sana ibâdet etmek için bize tevfik ver ve meşhergâh-ı arzın herbir tarafında senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını, senin bedi' ve antika san'atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahatâ iktidar ver.» derler.

Fâtır-ı Hakîm onların mânevî dualarını kabûl edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar. Tâifeleri namına Esmâ-i ılâhiyyeyi okutturuyorlar (Ekser dikenli nebâtat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi).

Ve bir kısmına da, insana lâzım veya hoşuna gidecek güzel et veriyor. ınsanı ona hizmetkâr edip her tarafa ekiyor. Bâzı taifelerine de, hazmolmayacak sert bir kemik üstünde hayvanlar yutacak bir et veriyor ki, hayvanlar onu çok taraflara dağıtıyorlar. Bazılara da, çengelcikleri verip her temas edene yapışıyor. Başka yerlere giderek taifesinin bayrağını dikerler, Sâni'-i Zülcelâl'in antika san'atını teşhir ediyorlar.

Ve bir kısmına da, acı düğelek denilen nebâtat gibi saçmalı tüfek gibi bir kuvvet verir ki, vakti geldiği zaman onun meyvesi olan hıyarcık düşer, saçmalar gibi birkaç metre yerlere tohumcuklarını atar, zer'eder. Fâtır-ı Zülcelâl'in zikir ve tesbihini kesretli lisanlarla söylettirmeye çalışırlar ve hâkezâ kıyas et...


Fâtır-ı Hakîm ve Kadir-i Alîm, kemâl-i intizâmla herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibâdet ettiriyor. Ey insan! ınsan isen, şu güzel işlere, tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.

83

21.08.2006, 11:39

Allah razı olsun nuraşığı.

o kadar delilleri yazmışsınki yazacak birşey bulamıyorum.
selamlar.inşaallah bu konuyu okuyanlar imanlarını kurtarırlar ve kuvvetlendirirler.

selam.

84

21.08.2006, 11:45

Amin ecmain abicim.

inşaallah bu konuyu okuyanlar imanlarını kurtarırlar ve kuvvetlendirirler. AMıNNN...

85

21.08.2006, 13:41

Yaa çok güzeL rABBıM Razı olsun

gerçekten tebrik ederim çok güzel dewam inş. istifade ediyoruz

selametle
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

86

21.08.2006, 13:52

Sonra, arkadaşı ona cevaben, "Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz, bir harf kâtipsiz olamaz; biliyorsun. Nasıl oluyor ki, nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur? Ve bu kadar çok servet ki, her saatte bir şimendifer Haşiye gaibden gelir gibi, kıymettar, musannâ mallarla dolu gelir. Burada dökülüyor, gidiyor. Nasıl sahipsiz olur? Ve her yerde görünen ilânnâmeler ve beyânnâmeler ve her mal üstünde görünen turra ve sikkeler, damgalar ve her köşesinde sallanan bayraklar nasıl mâliksiz olabilir? Sen, anlaşılıyor ki, bir parça firengî okumuşsun. Bu ıslâm yazılarını okuyamıyorsun, hem de bilenden sormuyorsun. ışte, gel; en büyük fermanı sana okuyacağım."

O sersem döndü dedi:

"Haydi, padişah var; fakat benim cüzî istifadem ona ne zarar verebilir? Hazînesinden ne noksan eder? Hem, burada hapis mapis yoktur, ceza görünmüyor."

Arkadaşı ona cevaben dedi:

"Yahu, şu görünen memleket bir manevra meydanıdır. Hem, sanâyi-i garîbe-i sultaniyenin meşheridir. Hem muvakkat, temelsiz misafirhâneleridir. Görmüyor musun ki, her gün bir kafile gelir, biri gider, kaybolur; dâimâ dolar, boşanır. Bir zaman sonra şu memleket tebdil edilecek; bu ahali başka ve dâimî bir memlekete nakledilecek. Orada, herkes hizmetine mukabil ya ceza, ya mükâfat görecek" dedi.

Yine o hâin, sersem, temerrüd edip,

"ınanmam. Hiç mümkün müdür ki, bu memleket harab edilsin, başka bir memlekete göç etsin?" dedi.

Bunun üzerine emîn arkadaşı dedi:

"Mâdem bu derece inad ve temerrüd edersin; gel, had ve hesâbı olmayan delâil içinde, On ıki Sûret ile sana göstereceğim ki, bir mahkeme-i kübrâ var, bir dâr-ı mükâfat ve ihsan ve bir dâr-ı mücâzât ve zindan var. Ve bu memleket her gün bir derece boşandığı gibi, bir gün gelir ki bütün bütün boşanıp harab edilecek."




Haşiye: Seneye işarettir. Evet, bahar, mahzen-i erzak bir vagondur, gaibden gelir

87

21.08.2006, 13:53

Bir zaman iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acîb bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.

Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki, bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor; bir cihette bakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.

şu acâib âlemde gezerek seyrân ettiler. Gördüler ki, bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar. Fakat, bunlar, onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız, işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.

O iki adamdan birisi arkadaşına dedi ki: "şu acib âlemin elbette bir Müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir Mâliki, şu mükemmel şehrin bir Sahibi, şu musannâ sarayın bir Ustası vardır. Biz çalışmalıyız, Onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren Odur. Onu tanımazsak, kim bize meded verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz?

88

21.08.2006, 13:56

Hem, koca bir âlemi bir memleket sûretinde, bir şehir tarzında, bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenâtın envâıyla tezyin eden ve ibretnümâ mu’cizelerle donatan bir Zât, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem, ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır."

Öteki adam dedi: "ınanmam, böyle bahsettiğin gibi bir Zât bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin."

Arkadaşı cevaben dedi ki: "Bunu tanımazsak, lâkayd kalsak, menfaati hiç yok; zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir; menfaati olursa pek azîmdir. Onun için, Ona karşı lâkayd kalmak hiç kâr-ı akıl değildir."

O serseri adam dedi: "Ben bütün rahatımı, keyfimi onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karma karışık işlerdir; kendi kendine dönüyor. Benim neme lâzım?"

Akıllı arkadaşı ona dedi: "Senin bu temerrüdün beni de, belki çoklarını da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden, bâzan olur ki, bir memleket harab olur."

Yine o serseri dönüp, dedi ki: "Ya katiyen bana ispat et ki, bu koca memleketin tek bir Mâliki, tek bir Sânii vardır; yahut bana ilişme."

Cevaben arkadaşı dedi: "Mâdem inadın divânelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahra giriftar edeceksin. Ben de sana on iki bürhan ile göstereceğim ki, bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, her şeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihette noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve her şeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır."

89

21.08.2006, 17:48

Bak, şu kâinat-ı seyyalede, şu mevcûdât-ı seyyarede cevelan eden zîhayatlara! Göreceksin ki: Bütün zîhayatlardan herbir zîhayat üstünde Hayy-ı Kayyum'un koyduğu çok hâtemleri vardır.

O hâtemlerden bir hâtemi şudur ki: O zîhayat, meselâ şu insan, âdeta kâinatın bir misâl-i Mûsaggarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki, envâ'-ı âlemin ekser nümunelerini câmi'dir. Güya o zîhayat bütün kâinattan gâyet hassas mîzanlarla süzülmüş bir katredir.

Demek, şu zîhayatı halketmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzımgelir.

ışte, eğer aklın evhamda boğulmamış ise anlarsın ki: Bir kelime-i kudreti, meselâ «bal arısını» ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak ve bir sahifede meselâ «insanda» şu kitab-ı kâinatın ekser mes'elelerini yazmak, hem bir noktada meselâ küçücük «incir çekirdeğinde» koca incir ağacının proğramını dercetmek ve bir harfde meselâ «Kalb-i beşerde» şu âlem-i kebirin safahatında tecelli ve ihâta eden bütün Esmânın âsârını göstermek ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan «Kuvve-i hâfıza-i insâniyede» bir kütübhane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisat-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte dercetmek, elbette ve elbette Hâlık-ı Küll-i şey'e has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelâl'ine mahsus bir hâtemdir.


ışte zîhayat üstünde olan pek çok hâtem-i Rabbanîden birtek hâtem, böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa, acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen: سُبْحَانَم&#161 4;نِاخْتَفَى&#1 576;ِشِدَّةِال& #1592;ُّهُورِ demeyecek misin?

90

21.08.2006, 18:04

şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasılki vücud ve vahdete dair âyât-ı tekviniyyeyi bize ders veriyor.

Öyle de: O Zât-ı Zülcelâl'in bütün evsaf-ı Kemâliyye ve cemâliyye ve celaliyyesine de şehadet eder. Ve kusursuz ve noksansız Kemâl-i zâtîsini isbat ederler.

Çünki bedihîdir ki, bir eserde Kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder. Fiilin kemâli ise, ismin kemâline ve ismin kemâli, sıfatın kemâline ve sıfatın kemâli, şe'n-i zâtînin kemâline ve şe'nin Kemâli, o zât-ı zîşuûnun Kemâline, hadsen ve zarureten ve bedâheten delâlet eder.

Meselâ: Nasılki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef'âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef'âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o Esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san'atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir ve o san'at ve sıfatlarının mükemmeliyeti, o san'at sahibinin şuun-u zâtiyye denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir ve o şuun ve kabiliyet-i zâtiyyenin mükemmeliyyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü...

Aynen öyle de: şu kusursuz, futursuz هَلْتَرَىم&#161 6;نْفُطُورٍ sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcûdât-ı muntâzama-i kâinatta olan san'at ise; bilmüşahede bir müessir-i zil-iktidarın Kemâl-i ef'aline delâlet eder. O Kemâl-i ef'al ise, bilbedâhe o Fâil-i Zülcelâl'in Kemâl-i Esmâsına delâlet eder. O kemâl-i Esmâ ise, bizzarure o Esmânın müsemma-i Zülcemâlinin Kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O Kemâl-i sıfat ise, bilyakîn o mevsuf-u Zülkemâlin kemâl-i şuununa delâlet ve şehâdet eder.

O Kemâl-i şuun ise, bihakkalyakîn o zîşuunun kemâl-i zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün enva'-ı Kemâlât, Onun Kemâline nisbeten sönük bir zıll-ı zaîf Sûretinde bir Zât-ı ZülKemâl'in âyât-ı Kemâli ve rumuz-u celâli ve işarat-ı cemâli olduğunu gösterir.

91

21.08.2006, 19:35

Kardeşler Allahın varlığını gösteren yazılar buldum ama nette değil..

inşallah hergün ellerimle yazacağım teker teker :) okuyalım inş..

selametle..

92

21.08.2006, 19:58

ıNKARA MECAL YOK

Bir ilim adamı anlatıyor.

-‘Ben Allaha inanmıyordum.Fakat inançsızlığımın en katı zamanında bile memleketime gittiğim zaman ,babamın mezarını ziyaret etmekten ve orda bir fatiha okumaktan kendimi alamıyordum.Niçin okuyordum? ınançsız olduğuma göre bu fatiha da ne oluyor? Derdim.Ama her defasında da okumaktan kendimi alamazdım…’

Evet, o kadar var ki ,küllenmiş bir gönülde bile,varlığı kendini kıpır kıpır belli ediyor, imanı ışıldıyor..Bunu hissetmiş olan bir başkası da inancı nasıl bulduğunu anlatıyordu.O ‘ na dedim ki :

-‘Sizi Allahın varlığına götüren sebepleri kısaca anlatırmısınız?’

-‘Beni Allahın varlığına inandıran , Allahın varlığıdır..Yani O kadar ver ki inkara mecal bulamadım.Varlığı okadar açık ,inancı okadar kalbime lazım ki ,yok diyemedim.O na inanmamın asıl ve ilk sebebi yine kendisidir.’

Evet okadar varki.. Eski bir deyimle ‘şiddeti zuhurunda gizlenmiş…’ Yani okadar şiddetle görünmektedir ki, bu sebeple gizlenmiştir ve görülmemektedir.Hani çok parlak olduğu için bazen güneşede bakamadığımız , baksak da göremediğimiz gibi..


Kaldı ki , imanla inançsızlığı karşılaştırdığımız zaman insan imanı seçmelidir değil midir? ınançsız bir insan kendini ne kadar başı boş hisseder,güveneceği, dayanacağı, sığınacağı bir büyük kudreti kaybederse. ınanan insan ise büyük bir güven ve huzur bulur.ılmi ve kudreti sonsuz, rahmet ve şefkati eşsiz bir yaratıcıya güvenip dayanmanın huzur ve rahatı az değidir.Bunun için inanan insan rahat,sakin ,huzurlu, ve mutludur.ınancının gereği olan ibadetlerini yaparak iç huzurunu ,ağız tadını,manevi zevklerini temin eder.

Peki inançsız insanın güven kaynağı,dayanağı nedir? Belirsizlikler, bilinmezlikler Ve başıboşluklar içinde çalkalanan ruh ve kalbi,Allahın sonsuz sevgisiyle dolup taşmadığı için çoraklaşır,bencil,hoyrat,hırçın bir karakter kazanır.


Vehbi Vakkasoğlu

(Belirteyim; el yazımı :D )

93

22.08.2006, 10:58

Allah razı olsun.devamı gelir inşaallah

94

22.08.2006, 15:15

Bugün evde işçiler çalışıyor tadilat var inş yarın devam edicem yazmaya..

devam edelim inş..

95

22.08.2006, 15:57

Allah razı olsun takip inş.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

96

22.08.2006, 16:10

Cenab-ı Hakk’ın bazı isimleri ahirette tecelli etmeyecek mi? Mesela hastalık olmadığı için Cenab-ı Hakkın şafi ismi ahirete ve cennette nasıl tecelli edecek?
Bu dünyanın mikyas ve mizanıyla ahiret ölçülmemelidir. Çünkü oranın şartları kendine göre olacaktır. Yumurtanın içindeki civcivin dış dünyayı idraki nasıl zorsa bizlerin ahireti kemaliyle idrakimiz öyle zordur.

Cennete gidenler Gaffar ve şafi isimlerine mazhariyetle günah kirlerinden temizlenecekler, haset-düşmanlık gibi manevi rahatsızlıklardan şifa bulacaklar. Böylece bu isimler tecelli etmiş olacaklar. Cennette yeniden tecellileri gerekmez.
şu ayet bu konuda bize ışık tutar:

"Biz o cennetliklerin kalblerindeki kinleri çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak sevinç içinde karşılıklı koltuklara otururlar." (Hıcr, 47)

Allah, zamandan münezzeh olduğundan bazı isimlerinin bir kez dahi tecelli etmesi kafidir.. Mesela, Malikiyevmiddin ismi sadece mahşerde tecelli edecektir. Mizan safhasından sonra cennet ve cehennem safhaları gelecek ve bu isim artık bir daha tecelli etmeyecektir.

97

22.08.2006, 17:42

Allah'ın azap eden, intikam alan, kahrıyla galip gelen manasında da esması var. Bunlar cennetliklere tecelli ederse, cennetliklerin hali ne olur?

Allah'ın Alîm ve Hakîm isimlerini bilen, zaten böyle şeylere takılıp kalmaz. Zira Allah yaptığını isabetli ve ilim ve hikmet üzerine yapar.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

98

22.08.2006, 21:09

Hayvanlar aleminin en zekisi olan maymunun daktilonun tuşlarına rastgele vurmasıyla güzel bir roman yazması nasıl imkansız ise, bir şiir ahengi içindeki şu kainatın şuursuz tabiat ,kör kuvvetler,akılsız sebepler tarafından yapılmasıda o derece imkansızdır.

Zira yaratılan her eserin ilim pergeliyle ölçülüp ,kudret çekiciyle yapıldığını gösteren sonsuz deliller var. Atomlardan yıldızlara kadar yaratılan her eser en ufak bir cehaleti kabul etmeyecek mükemmelliyettedir.

99

22.08.2006, 21:17

Vücudumuzda bütün organlarımız birbirine münasip olarak yaratılmıştır.ınsan anotomisini inceleyen tıp otoriteleri her organın ideal büyüklükte ve tam münasip yerinde olduğunu söylüyorlar.Vücudumuzun büyüklüğüne göre belli oranda yaratılan başımızın bir kaç kilo daha ağır olması bizi ezici bir baskının altına sokacak ve düşmemesi için ellerimizle tutmak zorunda kalacaktık.Keza ayaklarımız bir kaç metre uzunlukta olsaydı , değil koşmak yürümeyi dahi zor başarabilirdik.

Sineğin kanadındaki akıl almaz denge, kainatta sinek kanadı kadar dengesizliğin olmadığını gösterir.Tül gibi incecik kanatların biraz daha büyük olması halinde sinek,kanadını taşıyamayacak;küçük olması durumunda ise kanatlar,sineği taşıyamayacaktı.Kanatlardan biri büyük diğeri küçük olsaydı yalpayarak uçacaktı.Bu son derece mahiyet isteyen hassas ölçü ,Sonsuz ilim ve kudret sahibi Zatın Kainattaki en ufak canlılara kadar herşeyi son derece dengeli yarattığını gösterir.

100

22.08.2006, 21:37

Kudret Kalemi

Eğer insan vücudu sonsuz kudret ve ilim sahibi bir Zatın kalemiyle yazılmış bir mektup olmazsa,sebeplerin oluşturduğu bir canlı ise ,o vakit insan vücudundaki hücrelerden binlerce ayrı ayrı cihazlara kadar herbiri için farklı bir kalıp gerekir.Mesela cümleleri birbiriyle uyumlu güzel bir romanın eğer,bir yazarın kalemnden çıktığını kabul etmeyip tesadüfen harflerin ardarda gelmesiyle oluştuğunu düşünürsek vaziyet içinden çıkılmaz bir hal alır.Dünyada hiç bir kitap böyle akılsız biri tarafından yazılmamıştır.

Eğer gayet intizamlı,ölçülü ,sanatlı,hikmetli şu mevcudat ; nihayetsiz kudret ve hikmet sahibi bir Zata havale edilmeyip tabiata havale edilse; lazım gelirki tabiat her bir parça toprakta,Avrupanın bütün matbaalarıve fabrikaları adedince makineleri ve matbaaları bulundursun..ta o parça toprak ,menşe ve tezgah olduğu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin.Çünkü çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kase toprak içine,tohumları sırayla atılan bütün çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ,renk ,kokularını teşkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti açıkça görülüyor.

Eğer sonsuz ilim ve kudret sahibi bir Zata verilmezse o vakit o kasedeki toprakta ,herbir çiçek için manevi,ayrı,tabi bir makinesi bulunmazsa bu hal vucuda gelemez.Çünkü tohumlar ise nutfeler ve yumurtalar gibi,maddeleri birdir.Yani oksijen,hidrojen,karbon ve azotun intizamsız,şekilsiz hamur gibi yoğurulmasından ibaret olmakla beraber,hava,su,ısı ve ışık dahi,her biri basit ve şuursuz ve her şeye karşı sel gibi aynı tarzda gittiğinden ,o hadsiz çiçeklerin teşkilleri ayrı ayrı ve gayet muntazam ve sanatlı olarak o topraktan çıkması apaçık gerektiriyor ki ; o kasede bulunan toprakta manen Avrupa kadar ,manevi ve küçük küçük ölçülerde matbaaları ve fabrikaları bulunsun.Ta ki, bukadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları dokuyabilsin.

Bu konuyu değerlendir