Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

201

18.09.2006, 21:50

Rabbim bazen aklı gözüne inmişlere dahi mucizelerini göstermek için böyle şeyleri yaratabiliyor... tabi sizin kardeşinizin aklı gözüne inmiş demiyorum ama Allah bazen gözümüze sokuyor, kendi varlığını haykırıyor... ne mutu görebilene...

selametle...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

202

19.09.2006, 09:10

Benim aklıma geldi bu sabah, ama size biraz iğrenç gelebilir, tıbbî boyutuyla anlatayım.

ınsanın bağırsağına yerleşmiş parazitler, gece dışarıya çıkarak yumurtlar, bu da kaşıntı yapar. Kişi de farkında olmadan uykusunda kaşıyabilir ve bu yeni yumurtalar eline geçer. Sonra da elini yıkamadan birşey yerse, tekrar vücuduna almış olur, tekrar kuluçka, tekrar bağırsakta yerleşimci parazitler olarak geriye döner.

Ortaya çıkan iki durum var.

Birisi, bu parazitler, bu üreme yöntemini kendi kendilerine nasıl bulmuş olabilirler, imkânı yok bunu tasarlayamazlar.


2-Hz.Peygamber a.s.m. -ev kemâ kál- bir hadis-i şeriflerinde buyurmuşlar ki, "Uykudan uyanınca, elinizi yıkamadan yemek yemeyiniz, zira kişi gece elinin nerede konakladığını bilemez."

203

21.09.2006, 12:26



Yağmur yağmaya başladı bizim burada çektim hemen resim :lol:



şimdi, bulutlara bak. Yağmurun şıpıltıları mânâsız bir ses olmadığına ve şimşek ile gök gürlemesi boş bir gürültü olmadığına katî delil ise; hâlî bir boşlukta o acâibi icâd etmek ve onlardan âb-ı hayat hükmündeki damlaları sağmak ve zemin yüzündeki muhtaç ve müştak zîhayatlara emzirmek gösteriyor ki, o şırıltı, o gürültü gayet mânidar ve hikmettardır ki; bir Rabb-i Kerîmin emriyle müştaklara o yağmur bağırıyor ki, "Sizlere müjde, geliyoruz!" mânâsını ifade ederler.

şimdi göğe bak, gök içinde hadsiz ecrâmdan yalnız kamere dikkat et. Onun hareketi bir Kadîr-i Hakîmin emriyle olduğu, ona müteallik ve yeryüzüne âit mühim hikmetlerdir ki, başka yerde beyân ettiğimizden, kısa kesiyoruz.

ışte, ziyâdan tut, tâ kamere kadar saydığımız küllî unsurlar, gayet geniş bir tarzda ve büyük bir mikyasta bir pencere açar, bir Vâcibü'l-Vücudun vahdetini ve kemâl-i kudretini ve azamet-i saltanatını gösterir, ilân ederler.



ışte ey gâfil! Eğer bu gök gürlemesi gibi bu sadâyı susturabilirsen ve güneşin ışığı gibi parlak o ziyâyı söndürebilirsen, Allah'ı unut! Yoksa, aklını başına al!

(Tenzih ederim o Zati ki, 'Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar Onu tesbih ederler.' (ısra Sûresi: 44.) de..

30.söz 20.pencereden

204

21.09.2006, 16:07



Güneş de onlar içinde bir delildir ki, kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider. Bu, kudreti her şeye galip ve ilmi herşeyi kuşatan Allah'ın taktiridir. (Yasin Sûresi: 38.)

şu kâinatın lâmbası olan güneş, kâinat Sâniinin vücuduna ve vahdâniyetine güneş gibi parlak ve nurânî bir penceredir.



Evet, Manzume-i şemsiye denilen küremizle beraber on iki seyyâre, cirmleri küçüklük büyüklük itibâriyle pekçok muhtelif ve mevkîleri uzaklık-yakınlık noktasında pekçok mütefâvit ve sürat-i hareketleri çok mütenevvi' olduğu halde, kemâl-i intizam ve hikmet ile ve kemâl-i mîzan ile ve bir sâniye kadar şaşırmayarak, hareketleri ve deveranları ve güneşle câzibe kanunu tâbir edilen bir kanun-u ılâhî ile bağlanmaları, yani onlar imamlarına iktidâları, büyük bir mikyasta, bir azamet-i kudret-i ılâhiyeyi ve vahdâniyet-i Rabbâniyeyi gösterir.

Çünkü, o câmid cirmleri, o şuursuz büyük kütleleri nihayet derecede intizam ve mîzan-ı hikmet içinde muhtelif şekillerde ve muhtelif mesafelerde, muhtelif hareketlerde döndürmek, istihdam etmek, ne derece bir kudreti ve bir hikmeti ispat ettiğini kıyas et.

Bu büyük ve ağır işe zerre miktar tesadüf karışsa, öyle bir patlayış verecek ki, kâinatı dağıtacak. Çünkü, bir dakika tesadüf, birisini tevkif etse, mihverinden çıkmasına sebebiyet verir, başkaları ile müsâdeme etmesine yol açar. Küre-i arzdan bin defa büyük cirmlerle müsâdemenin ne derece dehşetli olduğunu kıyas edebilirsin.



Manzume-i şemsiyenin, yani şemsin, me'mûmları ve meyveleri olan on iki seyyârenin acâibini ilm-i muhît-i ılâhîye havale edip, yalnız gözümüzün önünde seyyâremiz bulunan arza bakıyoruz, görüyoruz ki; bu seyyâremiz bir azamet-i şevket-i Rubûbiyeti ve haşmet-i saltanat-ı Ulûhiyeti ve kemâl-i rahmeti ve hikmeti gösterir bir sûrette, güneşin etrafında emr-i Rabbânî ile, Üçüncü Mektubda beyân edildiği gibi, pek büyük bir hizmet için, bir uzun seyr ü seyahat ona ettiriliyor.

Bir sefine-i Rabbâniye olarak, acâib-i masnuât-ı ılâhiye ile doldurulmuş ve zîşuur ibâdullaha seyrangâh gibi bir mesken-i seyyar vaziyeti verilmiş. Ve evkât ve hesâbı bildirecek saat akrebi gibi, kamer dahi dakîk hesablarla azîm hikmetlerle ona takılmış; ve o kamere, başka menzillerde, ayrı seyr ü seyahat verilmiş.

ışte bu mübârek seyyâremizin şu halleri, küre-i arz kuvvetinde bir şehâdetle, bir Kadîr-i Mutlakın vücûb-u vücudunu ve vahdetini ispat eder. Mâdem şu seyyâremiz böyledir; Manzume-i şemsiyeyi ona kıyas edebilirsin.

Hem şemse, kendi mihveri üstünde, câzibe denilen mânevî ipleri yumak yaptırmak için, dolap ve çıkrık hükmünde olan güneşi bir Kadîr-i Zülcelâlin emriyle döndürüp, o seyyârâtı o mânevî iplerle bağlayıp tanzim etmek ve güneşi bütün seyyârâtı ile, saniyede beş saatlik bir mesafeyi kestirecek kadar bir süratle, bir tahmine göre Herkül Burcu tarafına veya şemsü'ş-şümûs cânibine sevk etmek, elbette Ezel ve Ebed Sultanı olan Zât-ı Zülcelâlin kudretiyle ve emriyledir. Güyâ, haşmet-i rubûbiyetini göstermek için, bu emirber neferleri hükmünde olan Manzume-i şemsiye ordusu ile bir manevra yaptırır.






Ey kozmoğrafyacı efendi! Hangi tesadüf bu işlere karışabilir? Hangi esbâbın eli buna ulaşabilir? Hangi kuvvet buna yanaşabilir? Haydi sen söyle! Hiç böyle bir Sultan-ı Zülcelâl, aczini gösterip mülküne başkasını karıştırır mı? Bâhusus kâinatın meyvesi, neticesi, gâyesi, hulâsası olan zîhayatları başka ellere verir mi? Başkasını müdâhale ettirir mi'? Bâhusus o meyvelerin en câmii ve o neticelerin en mükemmeli ve zeminin halîfesi ve o sultanın âyinedar bir misafiri olan insanları başıboş bırakır mı? Ve onları tabiata ve tesadüfe havale edip, haşmet-i saltanatını hiçe indirir mi, kemâl-i hikmetini sukut ettirir mi?

33.söz 20.pencere'den

206

22.09.2006, 17:26

33.söz 22.pencere'den



Yeryüzünü bir döşek, • dağları birer kazık yapmadık mı? • Sizi de çift çift yarattık. (Nebe' Sûresi: 6-8.)




şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. (Rum Sûresi: 50.)

Küre-i arz bir kafadır ki, yüz bin ağzı vardır. Her bir ağzında yüz bin lisânı vardır. Her lisânında yüz bin bürhanı var ki, her biri çok cihetle Vâcibü'l-Vücud Vâhid-i Ehad, herşeye kadîr, herşeye alîm bir Zât-ı Zülcelâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine ve evsâf-ı kudsiyesine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehâdet ederler. ,


Evet, arzın evvel-i hilkatine bakıyoruz ki, mâyi haline gelen bir madde-i seyyâleden taş ve taştan toprak halk edilmiş. Mâyi kalsaydı, kâbil-i süknâ olmazdı. O mâyi taş olduktan sonra demir gibi sert olsa idi, kâbil-i istifade olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini gören bir Sâni-i Hakîmin hikmetidir.




Sonra, tabaka-i türâbiye, dağlar direği üzerine atılmış; tâ içindeki dahilî inkılâblardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip, zemini hareketinden ve vazifesinden şaşırtmasın, hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın, hem zîhayatların levâzımât-ı hayatiyesine birer hazîne olsun, hem havayı tarasın, gazât-ı muzırradan tasfiye etsin-tâ teneffüse kâbil olsun-hem suları biriktirip iddihar etsin, hem zîhayata lâzım olan sâir mâdenlere menşe' ve medâr olsun.
ışte, bu vaziyet bir Kadîr-i Mutlak ve bir Hakîm-i Rahîmin vücûb-u vücuduna ve vahdetine gayet katî ve kuvvetli şehâdet eder


Ey coğrafyacı efendi! Bunu ne ile izah edersin? Hangi tesadüf şu acâib-i masnuât ile dolu sefine-i Rabbâniyeyi bir meşher-i acâib yaparak, yirmi dört bin sene bir mesafede bir senede süratle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin?



Hem, zemin yüzündeki acîb san'atlara bak; anâsırlar ne derece hikmetle tavzif edilmişler, bir Kadîr-i Hakîmin emriyle zemin yüzündeki Rahmân misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar, hizmetlerine koşuyorlar.

Hem, acîb ve garip san'atlar içinde rengârenk acîb hikmetli zemin yüzünün sîmâsındaki bu nakışlı çizgilere bak; nasıl sekenelerine enhâr ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına lâyık birer mesken ve vesâit-i nakliye yapmış.

Sonra, yüz binler ecnâs-ı nebâtât ve enva-ı hayvanâtı ile kemâl-i hikmet ve intizam ile doldurup, hayat vererek şenlendirmek, vakit bevakit muntazaman mevt ile terhis ederek boşaltıp yine muntazaman ba'sü ba'de'l-mevt sûretinde doldurmak, bir Kadîr-i Zülcelâlin ve bir Hakîm-i Zülkemâlin vücûb-u vücuduna ve vahdetine yüz binler lisânlarla şehâdet ederler.



Elhâsıl, yüzü acâib-i san'ata bir meşher ve garâib-i mahlûkata bir mahşer ve kafile-i mevcudâta bir memerr ve sufûf-u ibâdına bir mescid ve makarr olan zemin bütün kâinatın kalbi hükmünde olduğundan, kâinat kadar nur-u vahdâniyeti gösterir.

ışte ey coğrafyacı efendi! Bu zemin kafası, yüz bin ağız, herbirinde yüz bin lisân ile Allah'ı tanıttırsa ve sen Onu tanımazsan, başını tabiat bataklığına soksan, derece-i kabahatini düşün. Ne derece dehşetli bir cezaya seni müstehak eder; bil, ayıl ve başını bataklıktan çıkar,



(Her şeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan (Yâsin Sûresi: 83.) Allah'a ımân ettim) de

207

23.09.2006, 17:37

33.söz 23.pencere'den




Ölümü de, hayatı da yaratan Odur. (Mülk Sûresi: 2.)


Hayat, kudret-i Rabbâniye mu'cizâtının en nurânîsidir, en güzelidir ve vahdâniyet bürhanlarının en kuvvetlisi ve en parlağıdır ve tecelliyât-ı Samedâniye aynalarının en câmii ve en berrağıdır.

Evet, hayat, tek başıyla bir Hayy-ı Kayyûmu bütün esmâ ve şuûnâtı ile bildirir. Çünkü hayat, pekçok sıfatın memzûc bir mâcunu hükmünde, bir ziyâ, bir tiryaktır. Elvân-ı seb'a ziyâda ve muhtelif edviyeler tiryakta nasıl ki mümtezicen bulunur; öyle de, hayat dahi pekçok sıfattan yapılmış bir hakikattir.

O hakikatteki sıfatlardan bir kısmı, duygular vâsıtasıyla inbisat ederek, inkişaf edip ayrılırlar. Kısm-ı ekseri ise, hissiyât sûretinde kendilerini ihsâs ederler ve hayattan kaynama sûretinde kendilerini bildirirler.




Hem hayat, kâinatın tedbîr ve idaresinde hükümfermâ olan rızık ve rahmet ve inâyet ve hikmeti tazammun ediyor. Güyâ, hayat onları arkasına takıp, girdiği yere çekiyor.

Meselâ, hayat bir cisme, bir bedene girdiği vakit, Hakîm ismi dahi tecellî eder, hikmetle yuvasını güzelce yapıp tanzim eder. Aynı halde Kerîm ismi de tecellî edip, meskenini hâcâtına göre tertib ve tezyin eder. Yine aynı halde Rahîm isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın devam ve kemâli için türlü türlü ihsanlarla taltif eder. Yine aynı halde Rezzâk isminin cilvesi görünüyor ki, o hayatın bekâsına ve inkişafına lâzım maddî, mânevî gıdâları yetiştiriyor ve kısmen bedeninde iddihar ediyor. Demek, hayat bir nokta-i mihrâkiye hükmünde, muhtelif sıfât birbiri içine girer, belki birbirinin aynı olur. Güyâ, hayat tamamıyla hem ilimdir, aynı halde kudrettir, aynı halde de hikmet ve rahmettir ve hâkezâ.

ışte, hayat bu câmi' mahiyet itibâriyle şuûn-u zâtiye-i Rabbâniyeye âyinedarlık eden bir âyine-i Samediyettir. ışte bu sırdandır ki, Hayy-ı Kayyûm olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücud hayatı pekçok kesretle ve mebzûliyetle halk edip, neşir ve teşhir eder. Ve herşeyi hayatın etrafına toplattırıp, ona hizmetkâr eder. Çünkü, hayatın vazifesi büyüktür. Evet, Samediyetin aynası olmak kolay birşey değil, âdi bir vazife değil.

ışte, göz önünde her vakit gördüğümüz bu had ve hesâba gelmeyen yeni yeni hayatlar ve hayatların asılları ve zâtları olan ruhlar, birden ve hiçten vücuda gelmeleri ve gönderilmeleri, bir Zât-ı Vâcibü'l-Vücud ve Hayy-ı Kayyûmun vücûb-u vücudunu ve sıfât-ı kudsiyesini ve Esmâ-i Hüsnâsını, lemeâtın güneşi gösterdiği gibi gösteriyorlar.

Güneşi tanımayan ve kabul etmeyen adam, nasıl gündüzü dolduran ziyâyı inkâr etmeye mecbur oluyor; öyle de, Hayy-ı Kayyûm, Muhyî ve Mümît olan şems-i ehadiyeti tanımayan adam, zeminin yüzünü belki mâzi ve müstakbeli dolduran zîhayatların vücudunu inkâr etmeli ve yüz derece hayvandan aşağı düşmeli, hayat mertebesinden düşüp câmid bir cahil-i echel olmalı.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

208

23.09.2006, 22:29

Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! On beş gündür Haşiye 1 biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak, cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zîrâ on beş gün, güyâ bize mühlet verilmiş gibi, bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz. Bu derece nâzik, sanatlı, mîzanlı, letâfetli, ibretli masnular içinde hayvan gibi gezip bozamayız; bize bozdurmazlar. şu memleketin haşmetli Mâlikinin, elbette cezası da dehşetlidir.

O zât ne kadar kudretli, haşmetli bir zât olduğunu şununla anlayınız ki, şu koca âlemi bir saray gibi tanzim ediyor, bir dolap gibi çeviriyor; şu büyük memleketi, bir hane gibi, hiçbir şey noksan bırakmayarak idare ediyor. ışte bak: Vakit bevakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi, şu sarayı, şu memleketi, şu şehri kemâl-i intizamla doldurup, kemâl-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa çeşit çeşit sofralar, Haşiye 2 bir dest-i gaybî tarafından kaldırır, indirir tarzında, mütenevvi' yemekleri sıra ile getirir yedirir; onu kaldırıp başkasını getirir. Sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde, hadsiz sehâvetli bir kerem var.

Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine, bütün bu şeyler, şehâdet ettiği gibi; öyle de, kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakiki perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâblar, bu tahavvülâtlar, o zâtın devamına, bekâsına şehâdet eder. Çünkü, zevâl bulan eşya ile beraber, esbabları dahi kayboluyor. Halbuki, onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler tekrar oluyor. Demek o eserler onların değilmiş, belki zevâlsiz birinin eserleriymiş. Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, dâimî ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de, bu işlerin süratle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki, zevâlsiz, dâimî birtek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, aynalarıdır, sanatlarıdır.



--------------------------------------------------------------------------- -----



Haşiye 1: On beş gün, sinn-i teklif olan on beş seneye işarettir.

Haşiye 2: Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki; yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmânî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan; herbir ağaç bir tablacıdır.

22.sözden
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

209

24.09.2006, 11:25

Kardeşler bu noktaya da dikkat lazım okuyalım inşallah


Halbuki Allahı bilmek bütün kainata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüzi külli herşey onun kabzai tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna iman etmek ve mülkünde hiç bir şeriki olmadığına ve lailahe illallah kelimei kudsiyesine hakikatlerine iman etmek kalben tasdik etmekle olur.

Yoksa bir Allah var deyip bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnad etmek haşa hadsiz şerikler hükmünde esbabı merci tanımak herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini ve peygamberlerini bilmemek elbette hiçbir cihette Allaha iman hakikati onda yokdur evet inkar etmemek başkadır iman etmek bütün bütün başkadır.


Ona iman etmek kuranın haber verdiği gibi o halıkı sıfatları ile isimleri ile umum kainatın şehadeti istinaden kalben tasdik etmek ve elçileri ile gönderdiği emirleri tanımak ve günah ve emre muhalefet vakit kalben tevbe ve nedamet etmek ile olur yoksa büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak o imandan hissesi olmadığına delildir.

Emirdağa Lahikasından

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

210

24.09.2006, 11:31

evet çok güzel bir bölüm aktarmışsın inkar etmemek başkadır iman etmek bütün bütün başkadır...Allah razı olsun...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

211

25.09.2006, 06:59

arkadaşlar paylaşımlarınızı ilgi ile takip ederken yeni yazılarınızı merakla bekliyoruz

bende merakımı gideren bir soruyla karşılaştım paylaşmak istedim


Alıntı

Sorunuz: s.a hocam...benim bir ateist arkadaşım var...ama ben onun gerçekten samimi olduğuna inanıyorum...bu nedenle onunla tartışmaktan çekinmiyorum...inanıyorum ki allahın inayetiyle islama dönecek...fakat bana şu soruyu sordu birgün:
şimdi ewine biraz toprak parçası al bu toprağın içinde hiç bir ekxra koyma.yani saf toprak olsun.bunu birkaç gün sula birkaç gün daha bekle biraz daha bekle. bekle biraz daha....
bak sayılı günler sonra o toprağın içinde solucanlar we değişik canlılar türeyecek oysa sen toprağı koyduğun zaman saftı ama belli bir süre sonra toprakta hareketlnmeler başladı değilmi. ewet işte yaratıcı burda topraktır. bunu zaten sizin okuduğunuz kitapta yazar insanlar topraktan geldi diye. haaa bana yaw toprağı kim yarattı diyeceksin eğer böyle ise bana belgelerle bunu isbatla bak ben sana topraktan canlının nasıl meydana geldiğini bariz bir şekilde açıkladım sende bana aynı şekilde toprağı tanrının yarattığını açıkla. bendemaalesef bilgim yetmediğinden cevap veremedim... siz ne uygun görürsünüz cevap olrak... teşekkürler...



Cevap: Aleyküm Selam,
O örnek bir yaratıcının olmadığını değil olması gerektiğini ispat ediyor. Çünkü o toprağı birisinin alıp sulamasını istiyor Örnekte bu toprağı getirip sulayan ve bilinçli bir şekilde bu sonucu almak için bekleyen kişi var. Arkadaşınız bunu ihmal ediyor. Dolayısıyla bu işi birisinin kasıt ve iradeyle yapması gerekiyor. Demekki böyle bir sonuç için birisinin bu işi bilinçli olarak yapması şart.

şunu da söylemek gerekir ki bu ve benzeri misaller ateistler tarafından çok kullanılmış fakat geçersiz olduğu için zamanla bırakılmıştır. Tartışmalar çok daha ileri boyutlara taşınmış fakat yine ateistlerin yenilgisi ile sonuçlanmıştır.

Tabiat kanunları denilen ve tabiatta cari olan kanunlar vardır. Bu kanunlar kapsamında tabiatta insan aklını hayretlere düşüren canlılar teşekkül etmektedir. Tartışılan nokta bu canlıların kendiliğinden mi yoksa bir yaratıcı tarafından mı teşekkül ettiğidir.Aslında sizin örneğinize de bu şekilde bakmak gerekir. Yani o solucan teşekkülü kendi kendine mi oluyor yoksa yaratılıyor mu? Yaratma demek illa ki bir anda ortaya çıkmak demek değildir. Çünkü Dünyada hikmet gereği derece derece (safha safha )yaratılış vardır. Ahirette ise birden yaratılış vardır. Hem yaratılış demek biryerlerden el benzeri bir şeyin uzanıp o şeyi şekillendirmesi gibi bir şey değildir. Yaratılış arkasında sonsuz bir irade, görme, duyma, bilme, güç yetirme gibi sıfatlar gerektiren bir ol emridir.

o solucanın yaratılıp yaratılmadığı anlayabilmek için çeşitli önyargılara düşmemek için öncelikle o solucanı ya da başka canlıları objektif bir şekilde masaya yatırmalıyız. Bunu yapmadan birtakım örneklerle yola çıkarak yanılgılara düşebiliriz.

O solucan milyonlarca hücreden oluşuyor. Hücrelerin her birinin kendine ait bir sindirim sistemi var. Savunma sistemi var. Bu hücrelerin yapı ve işleyişlerini inceleyen mikrobiyoloji denilen derin bir bilim dalı var.hücrenin yapısı ve işleyişiyle ilgili yazılmış binlerce bilimsel makale var. Hücreler maddenin yapı taşı milyarlarca atomdan oluşuyor. Atomlar milyarlarca parçacıktan oluşuyor. Bu parçacıkları inceleyen ve her geçen gün yenilenen parçacık fiziği denilen derin bir fizik var.

Acaba o solucanın bir hücresi için binlerce akıl sahibi insan binlerce bilimsel makale yazıyorsa o hücre nasıl bilinçsiz tesadüf ve tabiatın eseri olabilir. Tesadüf ve kendikendine olma bilinçsizliğin ifadesidir. Acaba bilinçiszlik bilinci dize getirip milyarlarca makale mi yazdırmıştır. Bunu sağlıklı bir aklın kabul etmesi mümkün müdür?
Misalde hata olmaz
Bir bilgisayar animasyonu seğrediyorsunuz. Bu animasyonu yapan zahiri bir el görmediğinizden bunun kendikendine oluştuğunu ddia ediyorsunuz. Halbuki o animasyonun arkasında muazzam bir program ve programcı vardır. Zahiri bir elin görünmemesi ise mükemmelliğin ve gelişmişliğin alametidir. Yoksa kendi kendine olmanın alameti değildir.

şu şundan oluyor, bu bundan oluyor, en son her şey topraktan oluyor öyleyse toprağı Allah'ın yarattığını ispatla yaklaşımı sağlıklı değildir. Çünkü biz varlıkları sebeplerin yarattığını iddia etmiyoruz ki sadece ilk sebebi Allah'ın yarattığını ispatlayalım. Biz her şeyi sebebiyle birlikte Allah'ın yarattığını ifade ediyoruz. Mesela bir ağaç elma veriyor, öyleyse ağacı ne veriyor demiyoruz. Ne diyoruz. Elmayı Allah ağaçtan veriyor diyoruz ve o ağacın o elmayı netice verecek sıfatları taşımadığını ortaya koyarak ilk elden Allah'ın yaratmasını ispatlıyoruz. ışte o toprak da o solucanı netice verecek sıfatları taşımadığı için yaratılış açıkça anlaşılmaktadır.


kaynak www.islamicevaplar.org

sizde bu adrese soru sorabilirsiniz

genellikle imani sorular sordugum cevabını

kısa zamanda aldıgım bir site

212

25.09.2006, 13:46

"Kitap halkı, senin kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Musa'dan bunun daha büyüğünü istemiş ve, "Bize ALLAH'ı fiziksel olarak göster," demişlerdi. Böyle sınırı aşmalarından ötürü onları yıldırım çarptı. Kendilerine apaçık deliller gelmesine rağmen buzağıya taptılar. Onları yine affettik. Musa'ya da apaçık bir yetki verdik."

Nisa 153


"O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır." 75/22-23 "şüphe yok ki siz şu dolunayı gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz."

Hadis-i şerif

213

25.09.2006, 13:54

Allah'a inanan insanlara tekrar Allah'ı ispatlamanın faydası nedir?

Dinin temeli olan ımanın (inancın) değişik mertebeleri vardır. Bu sebepledir ki sıradan bir müslümanın imanı ile yüksek bir evliyanın imanı nicelik olarak aynı olduğu halde nitelik olarak çok mertebe farklılığı içermektedir. ımanın kuvvetlenmesi, yakinin artması insanın ilim ve hidayetinin artması için en önemli noktadır. ılim ve feyizin beraber elde edilmesi gerekir.

Bir hadis-i şerifte

“ınsanın ilmi artıp ta hidayeti artmıyorsa ancak Allah''tan uzaklığı artmaktadır." buyurulmaktadır.

Risale-i nur daki tekrarlanan isbatlar hem Allah inancını akılda ve kalpte muhkemleştirmekte hem de insanı Kuran''ın yüksek hidayet feyizlerine mazhar etmektedir. Aynı isbatlar değişik ifadelerle başka müellifler tarafından ifade edildiği takdirde aynı manevi feyzi oluşturmamaktadır. Kısacası o isbatların içerisinde akıl ve kalpte Allah inancını muhkemleştirici bir etki mevcuttur

kaynak

devam inşş deliller yazmaya... :)

214

25.09.2006, 14:42

maşaallah..
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

215

26.09.2006, 15:59

Hem nasılki bir harika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mucizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir

Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı kozmoğrafyanın dediğine bakılsa küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür'atli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor.

Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin.

Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir

Asa-yı musa

216

26.09.2006, 16:03

Hem meselâ, nasıl ki bir kitap bulunsa ki, bir satırında bir kitap ince yazılmış ve herbir kelimesinde ince kalemle bir sûre-i Kur'âniye yazılmış. Gayet mânidar ve bütün meseleleri birbirini teyid eder ve kâtibini ve müellifini fevkalâde maharetli ve iktidarlı gösteren bir acîp mecmua, şeksiz, gündüz gibi kâtip ve musannifini kemâlâtıyla, hünerleriyle bildirir, tanıttırır. Mâşâallah, bârekâllah cümleleriyle takdir ettirir.

Aynen öylede, bu kâinat kitab-ı kebîri ki, birtek sayfası olan zemin yüzünde ve birtek forması olan baharda, üçyüz bin ayrı ayrı kitaplar hükmündeki üç yüz bin nebatî ve hayvanî taifeleri beraber, birbiri içinde, yanlışsız, hatasız, karıştırmayarak, şaşırmayarak, mükemmel, muntazam ve bazan ağaç gibi bir kelimede bir kasideyi ve çekirdek gibi bir noktada bir kitabın tamam bir fihristesini yazan bir kalem işlediğini gözümüzle gördüğümüz bu nihayetsiz mânidar ve her kelimesinde çok hikmetler bulunan şu mecmua-i kâinat ve bu mücessem Kur'ân-ı ekber-i âlem, mezkûr misaldeki kitaptan ne derece büyük ve mükemmel ve mânidar ise, o derecede sizin okuduğunuz fenn-i hikmetü'l-eşya ve mektepte bilfiil mübaşeret ettiğiniz fenn-i kıraat ve fenn-i kitabet geniş mikyaslarıyla ve dürbün gözleriyle bu kitab-ı kâinatın Nakkaşını, Kâtibini hadsiz kemâlâtıyla tanıttırır, Allahu Ekber cümlesiyle bildirir, Sübhânallah takdisiyle tarif eder, Elhamdülillâh senâlarıyla sevdirir.

Asa-yı Musa'dan

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

217

26.09.2006, 21:46

maşaallah..cezakallahu hayr...devam inş...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

218

27.09.2006, 16:50

Sonra, o dünya seyyahı kendi aklına dedi ki:
"Madem bu kâinatın mevcudatıyla Malikimi ve Hâlıkımı arıyorum; elbette herşeyden evvel bu mevcudatın en meşhuru ve a'dâsının tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandanı ve en namdar hâkimi ve sözce en yükseği ve akılca en parlağı ve on dört asrı faziletiyle ve Kur'ân'ıyla ışıklandıran Muhammed-i Arabî Aleyhisselâtü Vesselâmı ziyaret etmek ve aradığımı ondan sormak için Asr-ı Saadete beraber gitmeliyiz'" diyerek, aklıyla beraber o asra girdi, gördü ki:
O asır, hakikaten, o zât (a.s.m.) ile bir saadet-i beşeriye asrı olmuş. Çünkü, en bedevî ve en ümmî bir kavmi, getirdiği nur vasıtasıyla, kısa bir zamanda dünyaya üstad ve hakim eylemiş.

Hem kendi aklına dedi: "Biz en evvel, bu fevkalâde zâtın (a.s.m.) bir derece kıymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbaratının doğruluğunu bilmeliyiz. Sonra Hâlıkımızı ondan sormalıyız" diyerek taharriye başladı. Bulduğu hadsiz kat'î delillerden, burada, yalnız dokuz külliyetine birer kısa işaret edilecek.
Birincisi: Bu zâtta (a.s.m.) hattâ düşmanlarının tasdikiyle dahi, bütün güzel huyların ve hasletlerin bulunması; ve âyetlerinin sarahatiyle, bir parmağının işaretiyle kamer iki parça olması; ve bir avucuyla a'dasının ordusuna attığı az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmaları; ve susuz kalmış kendi ordusuna, beş parmağından kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi, nakl-i kat'î ile ve bir kısmı tevatürle yüzer mu'cizâtın onun elinde zâhir olmasıdır. Bu mu'cizâttan, üç yüzden ziyade bir kısmı, On Dokuzuncu Mektup olan Mucizat-ı Ahmediye (a.s.m.) namındaki harika ve kerametli bir risalede kat'î delilleriyle beraber beyan edildiğinden, onları ona havale ederek dedi ki: "Bu kadar ahlâk-ı hasene ve kemâlâtla beraber bu kadar mu'cizât-ı bâhiresi bulunan bir zât (a.s.m.) elbette en doğru sözlüdür. Ahlâksızların işi olan hileye, yalana, yanlışa tenezzül etmesi kabil değil."


Ayet'ül Kübradan
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

219

28.09.2006, 09:05

Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşâ ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.

Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ', hem inşa suretinde icadı var.

Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten icad eden bir kudrete karşı "Yoğu var edemez" diyen adam, yok olmalı!


Lemalar | Yirmi Üçüncü Lem´a

220

28.09.2006, 15:39



Nasıl oldu da bunu koymayı unutmuşum :D

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir