Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

MeRCaNDeDe

Stajyer

  • Konuyu başlatan "MeRCaNDeDe"

Mesajlar: 119

Konum: ıstanbul

Meslek: Hamal

  • Özel mesaj gönder

1

20.06.2004, 01:50

Lüks ve İsraf zaafımız

Allahu Teala, insanı yaratmadan önce, dünyayı insan için hazırlamış, insanın ihtiyaç duyacağı herşeyi dünya üzerine yerli yerine yerleştirmiş ve ondan sonra insanı dünya üzerine göndermiş ki, insanoğlu aradığı herşeyi bulabilsin diye. Hiçbir şeyin boşa yaratılmadığı şu kainata baktığımız zaman herşeyin, insanlığın hizmetine sunulduğunu görürüz. Çünkü, Cenab-ı Hak insanı eşref-i mahlukat (yaratılmışların en şereflisi) olarak yaratmış ve onu bazı özellikleri ile diğerlerinden ayırmıştır. ışte, bu şerefli mahlukatın bir özelliği de Allahu Teala’nın emirlerine ve yasaklarına muhatap olmasıdır. Bu emir ve yasaklara uymak kulluğun bir gereğidir. Lüks ve israf da Allah’ın yasaklarından birisidir.

Nedir lüks ve israf? Lüks ve israf; ölçüsüzlüğün tezahürüdür, savurganlıktır. Tüketim esasına dayalı batı ülkelerinden sirayet eden ve gün be gün artarak devam eden bir hastalıktır.

Mülkiyet, toplumsal bir görev olduğuna göre, savurganlık ve israfa dayalı lüks bir hayat ıslam’ın kınadığı ve hoş görmediği bir hayattır. Peygamber Efendimiz: “Cömertliğin afeti israftır” buyuruyor. Çünkü bu, zenginlerle fakirler arasında hoşnutsuzluk ve kin uyandıracak biçimde farklılık doğurur, toplumda lüks içinde yaşayanların bozulmasına, kötülüğün ve bozgunculuğun yayılmasına yol açar. Her millette lüks ve israf içinde yaşayan tabaka, hep ahlakî bozulmanın kaynağı olmuş, toplumu sefillik, düşkünlük ve gerilikten kurtarmaya çalışanların hep önüne engel olarak çıkmıştır. Günümüz toplumuna baktığımız zaman bunu daha açık bir şekilde görmek mümkündür. Bir tarafta çöplerden bir parça ekmek bulabilmek için uğraşan insanlar, yokluk yüzünden intihara kalkışan veya cinnet geçiren kişiler varken, diğer tarafta tam bir debdebe, şaşaa, israf ve sefahat içerisinde yaşayan insanları görüyoruz. Eğer bu varlıklı insanlar müslümanlıklarının bilincinde olsalardı güzel dinimizin zekat ve sadaka müesseseleri daha iyi çalışacak ve bügün toplumda belki de fakir insan kalmayacaktı. ınsanlar arasında bir sevgi, saygı ve hoşgörü tesis edilmiş olacaktı. Kardeşlik ve güven ortamı doğacaktı. Ama maalesef biz insanoğlu Yaratıcı’sına karşı çok nankörlük yapıyoruz. O’nun bizlere bahşettiği bunca nimetlere şükredip, gereğini yerine getirmek varken, O’nu hiç aklımıza bile getirmiyoruz. Bir kanaatsizlik, bir açgözlülük almış başını gidiyor. şunu hiç unutmamalıyız ki, her bir doyum insanda yeni bir doyumsuzluk doğurur. Herşeyin kendisinin olmasını, daha iyisine, sahip olmayı ister insan. ıhtiyaç sahibini, fakiri, aç olanı hiç düşünmez.

Oysa ıslâm, israf ve sefahat içerisinde yaşayanları zalim ve mücrim (günahkâr) olarak niteler. Allah, Hûd suresi 116. ayette şöyle buyurur: “Zalim olanlar ise yalnız kendilerine verilen dünyevî refahın ardına düştüler, günahkar insanlardı onlar.” Evet gerçekten de bugün televizyonlarda veya diğer basın organlarında onların ne kadar sefahat (lüks) içinde yaşadıklarını görüyoruz. Tabii ki bunlardan nefret eden ve kin besleyen yoksul insanları da...

Bir dansözün başından aşağı dolarları savuran da müslüman, çöplerden ekmek toplayan da, parasızlıktan doktora gidemeyip çaresizlik içerisinde ölümü bekleyen de müslüman, hafif bir rahatsızlığın tedavisi için Amerika’lara giden de. ışte böyle bir toplumda yaşıyoruz.

Elbette ki Cenab-ı Hak, nimetlerini kulları üzerinde görmek ister. ınsanlar, Allah’ın kendisine bahşettiği her nimetten gücü ve ihtiyacı oranında istifade edecektir. Ancak bir şartla: ısraf etmeyeceksin, helal çizgisinin dışına çıkmayacaksın. Kazanırken de, harcarken de bir gün bunun hesabını vereceğini bileceksin. Eğer bu şuura sahipsen, korkacak bir şeyin yok demektir.

Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde: “Kim savurganlık yaparsa, Allah onu yoksul bırakır.” buyuruyor. Sanki bu günün Türkiye’sini Peygamber Efendimiz asırlar önce görmüş gibi. Çünkü birçok yer altı ve yer üstü zenginliklerine rağmen ülkemiz lüks yaşam, savurganca harcamalar ve beceriksiz yönetimler yüzünden yoksul hale gelmiş, ekonomi dibe vurmuş ve 70 sente muhtaç hale getirilmişiz.

ısraf ve lüks; harcamada ölçüsüz ve gereksiz harcamadır. Cimrilik ise, çok az harcamak, pintilik yapmaktır. ıkisi de dinimizce hoşgörülmemekte ve yasaklanmaktadır. Dinimiz “Veren el alan elden üstündür.” “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” gibi hadislerle cimriliği reddedip “Vermeyi” emrederken, “Elini bağlı olarak boynun arasına...” gibi ayetlerle de cimriliği yasaklamıştır. Müslüman daima itidali tercih etmeli, bir taraftan vermesi gereken yerlere verirken, bir taraftan da tutumlu olmalı, tasarrufa önem vermelidir. ısraftan sakınıp infak etmeli, cimrilikten sakınıp tasarrufa yönelmelidir. ısraf, ıslâm’ın ileri derecede hoş görmediği lüks hayattan kaynaklanmaktadır. Servetin büyüyüp lüks uğruna harcanmaması için, malın zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olması, ıslâm tarafından reddedilmiştir. Bu nedenle lüks, bir toplum için “şer” kabul edilmiştir.

Lüksten kastedilen ileri teknoloji ürünü aletleri evimize sokmak anlaşılmamalıdır. Bunlar tabii ki ihtiyaçtır ve alınacaktır. Fakat evimizde işimizi gören bir tanesi varken, hiç ihtiyaç olmadığı halde sırf yeni bir modeli çıkmış diye gidip onu almak ve eskisini atmak elbetteki lükstür, israftır.

Kendimizden daha kötü durumda olanlara bakıp halimize şükretmek varken, bizden daha varlıklı ve daha lüks yaşayan insanlara bakıp tamahkârlık yapmak, kanaatsizlik yapmak ve onlara ulaşabilmek için haram-helâl demeden açgözlü bir şekilde çalışmak bir müslümanın vasfı değildir, olmamalıdır da. Tarihe baktığımız zaman lüks ve israfa dalan topluluklar hep kendi sonlarını kendileri hazırlamışlar ve akıbetleri hep helâk ile sonuçlanmıştır. Bir toplumda lüks içerisinde olanlar varsa, mutlaka orada zayıf durumda olan mağdur insanlar da vardır. Refah ve lüks içerisinde olanlar rahat hayatlarına tutkundurlar. şehvet ve lezzetlerine bağlıdırlar. Bunlar yoksulları, açları, zayıfları hiç görmezler ya da görmek istemezler.

Kapitalist sistemlerde birilerinin şaşaalı bir hayat sürmesi için yine birilerinin açlıkla, yoklukla mücadele etmesi gerekmektedir. ısraf ekonomisine dayalı sistemin kuralı budur. Yıllar önce bir hocamız derste demişti ki: “Sultanahmet Camisinin şadırvanındaki muslukları ne kadar çok açarsanız açın belirli bir miktar (bir abdest alacak kadar)ın dışında fazla su (tazyikli) akmaz. Çünkü o, dünyaya 600 sene hükmeden Osmanlı yapımıdır. ısraf ekonomisine göre değil, tasarruf ekonomisine göre üretilmiştir. şimdikiler ise tamamen tüketime dayalı ve israf ekonomisinin ürünüdür.”

Hep sorarım kendi kendime, acaba bayat diye yemeyip çöpe attığımız sadece ekmek parçaları bir yılda ülkemiz ekonomisinden ne kadarını götürmektedir? Oysa bizler açlıktan karnına taş bağlayan bir Peygamber’in ümmetiyiz. Ama yine bizler yolda bir ekmek parçası bulduğumuz zaman hemen onu alıp yukarı bir yere koyarken, evlerimizde bulgur pilavını veya kırpık ekmekleri beğenmeyen müslümanlarız!

Bu yaşantımıza baktığımız zaman işimiz çok zor ama yine de Allah, müslümanlara şuur nasip eylesin.


Veysel Koçyiğit
Bir Savaşçıdır Kalbim...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir