Nasıl mutlu olabiliriz?
Çoğumuz için mutluluk büyük hayalleri gerçekleştirmek ve büyük hazlar almak şeklinde algılanır.
Yani kendisine güzel bir ev almakla, büyük bir villa yaptırmakla, en lüks arabayı almış olmakla, ya da devletin en yüksek makamlarına gelmiş olmakla… Bunları yapmak da çoğu zaman bir kuruntudan ibarettir. Bunları gerçekleştirmek için hedefli bir çalışma da yoktur; ama yine de içten içe “ah bu hayal ettiğim olsa mutlu olurdum şimdi!” denilir Ya da bu hayaller için çabalansa da bu gayeye gidilen yollarda hep gergin ve mutsuz olunur. Amaçlanılan gayeye ulaşıldığında ise o hedef olmaktan çıkar ve büyüsünü kaybeder. Hani hayatımızı ona ulaşmak üzerine programlamıştık, hani mutluluğumuzun anahtarı o hayalimizdi?
Ulaşılan hayal, gaye olmaktan çıkar, kazanılmış bir haktır sadece. Ya büyük hazlar? Bunlarla gerçek mutluluğu yakalamış olur mu insan? Büyük haz ve lezzetler, yaşandığı esnada bir mutluluk verir insana; ama sonra derin bir boşluk. Yani “Zeval-i lezzette elem vardır.” Yani lezzet ve tatların bitmesinde insana üzüntü vardır. Çok arzuladığınız bir tatlının tadı bile boğazınızdan geçinceye kadardır. Sonra bir buhar olur, kaybolur gider lezzetten yana kalan ne varsa. Artık hazım ve sıkıntı başlamıştır.
Mutluluk, bazen elem ve kederlerin bitmesidir. Zira Yaradan da bazen kulunu sevindirmek için “devesini kaybettir, sonra buldurtur.” Kaybedilen bir sağlığın, malın.. bulunması dahi başlı başına bir mutluluktur. Haddizatında, mutlulukların o kadar büyük sebeplere dayanması gerekmiyor; bazen bir güneşin doğuşu, bir bebeğin gülüşü, bir bülbülün ötüşü.
Mutluluk belki de hangi pencereden baktığımıza bağlıdır. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayattan lezzet alır. Güzeli herkes güzel görür; iş, kötü gibi görünen şeylerdeki güzel noktaları yakalayabilmektir.
Hayata hep karamsar bakan kimseyi hiçbir şey memnun edemez, saraylarda da olsa mutsuzdur. Hayata karşı iyimser olan, olumlu bakan kimse ise zindanlarda da olsa mutludur.
Hayatı yaşanılır kılan ve insanı mutlu eden belki de yaşatma duygusudur, yaşantımızda ulvi bazı maksatların olmasıdır. Bir Batılı mütefekkirin bu hususta çok anlamlı bir tespiti vardır: “Sadece elli, altmış yıl yaşamak için bu dünyaya geliyor ve yeri doldurulmaz saatleri, bir yıl içinde kendimizin ve herkesin unutacağı şeyleri kara kara düşünerek geçiriyoruz. Hayır! Yaşamımızı dişe dokunur işlere ve duygulara, büyük düşüncelere, gerçek aşklara ve kalıcı şeylere adayalım. Çünkü hayat küçük olmayacak kadar kısa.”
Bu da kendimizi tanımakla; yeryüzüne ılahi bir Güç tarafından ulvi maksatlarla gönderilmiş olduğumuzu bilmek; ve bütün kainatla birlikte, kalplerimizi de var eden “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur” reçetesinin sahibine iltica etmekle mümkündür.
Kendini, mayasını tanıyan Yaratıcısını da tanır, O’nu bulur, “O’nu bulan ne kaybetmiştir ki, O’nu kaybeden ne bulmuştur ki!”
BOş VAKıT: Kederli olmanın sırrı da budur, arayana; “Kederli olup olmadığımızı düşünecek kadar boş vakte sahip olmamızdır.” Bernard Shaw
Ramazan KERPETEN