şükür yazıyı buldum ama uzunluğundan dolayı kısaltarak eklemek zorunda kaldım...(anca bu kadar kısaldı)
Gençlerimize Güvenmek Niçin Cesaret ıstiyor?
ınsan neslinin, en aktif, en dinç ve en dirençli grubu olan gençlerimize asırlardır emanetçi gözüyle bakılmaktaydı ve hâlâ bu böyle görülmektedir. Onlara, geçmişimizi ve geçmiş yaşamda olup biten bir tarihi, dönemi, çağları, kültürü, kazanılan ya da kaybedilen değerleri, örf ve âdetleri, insanı ve insan yaşamını emanet ettik. Atalarından aldıkları mânevî ruh gücüyle kendi dünyalarını kurmalarını ve yaşam tarzlarını oluşturmalarını, bir neslin nasıl çağdan çağa atladığını görmeleri için biz onları emanetçi saydık.
Lâkin kendilerine yaşayabilecekleri ve yaşarken mutlu olabilecekleri kendi kültürel değerlerine sarılarak aslını inkâr etmeyen, benliklerini yok etmeyen bir ortam sunmadan bekledik bunu...
Değişen dünya, değişen toplumları oluştururken, zamanın çağdan çağa atlayışı ve ilerleyen teknolojinin sınır tanımayışı, insan beyninin güzellikleri keşfedebildiği gibi en uç noktalardaki sapıklıklara ve çirkinliklere ulaşması, gençliğimizi kendine doğru çekti zamanla. Kendi kimliğinden uzak, özbenliğinden, özgüveninden yoksun, sorumluluk almaktan korkan, kalıplaşmış, taklitçi ve güvensiz nesiller oluştu böylece. Kendi kişiliğini, kimliğini, karakterini oluşturamamak bir yana; kendi ana–babasından, atalarından aldığı güzellikleri, onur ve şerefi taşıyamayan gençler yetişti. Her geçen gün artan sapık inanışlar, küfür ve isyan içinde bâtıla uzanan yollar, gençlerimizi günden güne uçurumun eşiğine doğru sürükledi.
şöyle bir düşünüyorum da, bu güne kadar psikolojik danışma süreçlerimize ve terapilerimize gelenlerin çok büyük bir kısmının gençler olduğunu görüyorum. Ergenlik dönemi sorunları, sosyal hayata uyum problemleri, ana–babayla olan anlaşmazlıklar, iletişim engelleri, kendini ifade edememe ya da yanlış ifade etme, bununla beraber yanlış anlaşılmaların getirmiş olduğu sıkıntılar ve daha birçok gerginliklerle gelen gençlerimizin anlattıklarına (sadece anlattıklarına) baktığımızda görmekteyiz ki durumumuz hiç de iç açıcı değil.
Fakat bugün burada, bu satırlardan gençlikle birlikte gelen bir dizi soru ve sorunları klâsik magazinvarî gazete manşetleri gibi "Gençliğimiz acınacak hâlde", "Gençlik çıldırmış olmalı!", "Gençler kötü durumda" gibi hükümlerle değil; gençliğimizi bu hâle getirenleri, yani toplumumuzu, yani tüm insanlığı değerlendireceğiz. Bir dizi nasihatler sunmaktansa; kendimizi onların yerine koyarak hareket edeceğiz ve 21. yüzyılda genç olmanın beraberinde neleri getirdiğini kendi gözlerimizle göreceğiz.
şimdi bir nebzecik de olsa, koyalım kendimizi, son asrın gençliğinin yerine:
şu anda siz, bir 21. yüz yıl genci olsaydınız, bu yazıyı ya da başka bir yazıyı yahut bir kitabı ya da üzerinde çalıştığınız çok önemli bir konuyu mu araştırıyor olurdunuz; yoksa bilmem ne kafede kız (ya da erkek) arkadaşınızla eğleniyor mu olurdunuz?
Gününüzü gün etmek varken ne diye kendinizi hapsedecektiniz ki bir kütüphaneye!..
Dışarıdan ya da yukarıdan gençlerimizi eleştirmek kolay; fakat kendimizi onların yerine koymak ne kadar zor değil mi?
Israr ederek diyorum ki, gelin az da olsa bir nebzecik kendimizi onların yerine koyalım ve bize gönderilen bir mektubu birlikte okuyarak gençlerimizi anlamaya çalışalım. Bize e–mail yolu ile yazan ve yazdığı konunun ehemmiyetine dikkat çekerek, bu konuyu tüm okuyucularımıza iletmemizi isteyen bir okuyucumuzun mektubu:
"Ben Malesef Modern Dünyanın, Çağdaş Hayatın, Cinsel Özgürlüklerin Kurbanıyım.""
Hocam, benim derdim aslında çok yaygın olan ve birçok insanda bulunan, ancak ayıp bir konu olduğu için gizli tutulan, açığa çıkarılmayan ve özellikle bu yüzyılda kadınların açık saçık giyinmeleri ile, TV'deki, gazetelerdeki, dergilerdeki ve özellikle internet ve "…" filmlerdeki cinselliği tahrik eden yayınların çoğalması ile ve bunları almanın kolaylaşması ile ortaya çıkan bir hastalıkla ilgili...
Genç yaşlarda bu pisliklere bakmaya başladık. Defalarca tevbe etmeme rağmen bu sapıklık hastalığından kurtulamıyorum. Bazen 4 haftaya kadar bakmadan dayanabiliyorum. Ondan sonra bu pis düşünceler, beynime işlemiş resimler, şehvetimi o kadar arttırıyor ki, âdeta beni esir alıyor, başka bir şey düşünemez oluyorum. Mücadele etsem de, sabır etmeye çalışsam da başaramıyorum. Bu öyle bir hastalık ki, cinsel istek olmasa bile beni harama bakmaya zorluyor. Bu hastalık beni âdeta kemiriyor: Harama bakma hastalığı... Ben bu hastalık ile evlenemem. Önce bu hastalığı yenmeliyim.
En az on yıldır bu hastalık ile mücadele ediyorum. Kurtulmak için her yolu denedim. Tevbelerimi tüm samimiyetim ile usûlüne göre yaptım, hatta hacca da gittim. Allah günahlarımı affetsin diye sadaka vere vere param kalmadı, oruç tutuyorum sık sık, ama bu düşünce beynime girdiği an onu çıkartamıyorum. Sanki beynimde bir virüs var. Belli bir zaman sonra beni esiri hâline getiriyor. Beni harama bakmaya zorluyor. Sadece bakmak da değil, anlayın işte.... Bunun bir sapıklık hastalığı olduğunu anladım artık.
Ben maalesef modern dünyanın, çağdaş hayatın, cinsel özgürlüklerin kurbanıyım, hocam. Bu esaretten kurtulmak istiyorum. Allah'a kaç kez yalvardım. Her tevbe edişimden sonra içim huzurla doluyor, sonra yine aynı hataya devam ediyorum, istemeyerek… Her yolu denedim, bu öyle bir şehvet ki, galiba sadece bende var. Âhirette yerim cehennem de olsa, hiç olmazsa bu dünyada Allaha tevbemi tutabileceğimi, günahta ısrar etmeyeceğimi ispat etmek istiyorum. Normal bir insan olmak istiyorum. Kendimi dinime vermek istiyorum. Ama beynim o kadar kirlenmiş ki, her defasında bu sapık düşünceler beni yakalıyor ve esir alıyor. Böyle yaşamak da istemiyorum. Hatalarım ve günahlarım o kadar çok ki, Allah'ın beni affetmesi mümkün değil diye ümitsizliğe kapılıyorum. Dinimizde ümitsizlik yok biliyorum, günahlarda ısrar etmesem, "…filmlere" ve internetteki ahlâk dışı sitelere, müstehcen yayınlara bakmasam ümitvar olabilirdim. Ama artık bu günahı, bu bağımlılığımı bu hâlim ile bırakamayacağımı anladım. Artık bakmayacağım demekle olmuyor işte. Bu hastalıktan kurtulmalıyım.
Kendimi dinime, inançlarıma veremiyorum bir türlü. Allah'ın çizdiği sınırları aşmamaya gayret ediyorum; ama irademin özellikle bu konudaki zayıflığına yenik düşüyorum. Allah yolunda bir adım ileri, ardından bir adım geri atıyorum. Böyle devam edersem, sonum çok kötü olacak. Bunu bilmeme rağmen nefsimin şehvet hislerine, bir müddet mücadeleden sonra yenik düşüyorum.
Çaresizim…
Bir yol arıyorum…
Beynimin temizlenmesini istiyorum…
Utanıyorum, pisliklerimden ve ayıplarımdan dolayı…
Ne yapmam lâzım?
Nasıl yaşamam lâzım?
Beynimin içindeki virüsten nasıl kurtulabilirim?
Okumamı tavsiye ettiğiniz bir kitap var mı?
Bana bir reçete sunabilecek misiniz?
Allah her derde bir deva vermiştir. Dinimiz her konuyu belirlemiştir. Her Problemle çözüm yolu gösteren bizim yüce dinimiz bu hastalığa da mutlaka bir çözüm yolu gösterecektir. Bana bu konuda yardımcı olursanız bir din kardeşinize büyük bir iyilikte bulunmuş olursunuz. Allah sizden razı olsun.
YARDIMINIZI BEKLıYORUM, ÇIKIş YOLLARI GÖSTERMENıZı BEKLıYORUM, EN AZINDAN BıR CEVABINIZI BEKLıYORUM VE BU KONUDA TÜM ıNSANLARI, ÖZELLıKLE DE GENÇLERıMıZı BıLıNÇLENDıRMENıZı ıSTıYORUM." diyor ve mektubunun sonuna bir de küçük not ekliyor:
"Not: Bu cinsel sapıklık hastalığı küçümsenmemeli, gençlerimiz her ne kadar benim gibi bağımlı değilseler de, bağımlılık içinde kıvranan ve çözüm yolu arayan birçok gencimiz var. Bu hastalık çok ciddî bir hastalık ve internet üzerinden insanlığı tehdit eden, yuvaları yıkan, beyinleri kemiren çok ciddî ve üzerinde durulması gereken bir hastalık, bir belâ… Çözüm yolları bulunmalı. Ehil insanlar bu konu hakkında durmalı. Bu konuyu yazmalı, gündeme taşımalısınız. ınternetin yüzde 70'i fuhuş sayfaları ile dolu. Neredeyse her köşede müstehcen filmleri ve yayınları almak ve izlemek mümkün… ınsanlığı tehdit eden bu belâ, eğer önlem alınmaz ise ve çıkış yolları bulunmaz ise, önümüzdeki yıllarda çok daha büyük bir belâ hâline geleceği kesindir."
Değerli dostlar,
Cinsel özgürlük meselesi ve cinselliği teşvik eden yayınların çokluğu bence de çok küçümseniyor. Sürekli okuyucularımızın hatırlayacağı üzere, Mayıs 2005 sayımızda bu konunun yetişkinlerimizden gençlerimize hatta henüz ilkokula giden küçücük çocuklarımıza kadar sıçradığını dile getirmiş ve karşılaştığım 10–12 yaşlarındaki iki çocuk örneğim ile cinsel özgürlük ve sapık yaşantılar konusunu somutlaştırmıştım. Lâkin görünen o ki, bu problem, üzerinde önemle durulması gereken en önemli meselelerimizden, en önemlisi hâline gelmiş ve bir nevi salgın hastalığa dönüşmüştür.
DERT, BÜYÜK;
ACI, HEPıMıZıN ACISI...
Adına ister bağımlılık diyelim ister sapıklık, isterseniz cinsel özgürlük (!)…
Sonuçta her gün defalarca bu gibi hâdiselerin sonuçları ile karşılaşmaktayız. Sadece dinimizi, inançlarımızı değil; toplumsal yapımızı özellikle de aile hayatımızı tehdit eden modern bir tehlike ile karşı karşıyayız. "Ben maalesef modern dünyanın, çağdaş hayatın, cinsel özgürlüklerin kurbanıyım." diye haykıran binlerce gencimiz maalesef seslerini duyuramamakta modern dünyaya… Hele bir de bu alan ekonomik sektör hâline dönüşmüşse ve kadınlarımız bir meta olarak, çok kötü amaçlar uğruna harcanan bir ticarî eşya olarak kullanılıyorsa, işin içinden çıkmak o kadar da kolay görünmemektedir.
Bu nedenle öncelikli olarak cinsel bağımlılığın nasıl ortaya çıktığını, kişiyi nasıl esir aldığını, başlangıç noktalarını, aile ile olan bağlantılarını ele alacağız. Daha sonra ise, bu problemi nasıl çözebiliriz, en azından neler yapabiliriz, diyerek bu konuda başta gençlerimiz olmak üzere tüm insanlığı dilimiz döndüğünce bilinçlendirmeye gayret edeceğiz ve tüm insanlığı bu konuda duyarlı olmaya davet edeceğiz. Çünkü bu sıkıntılar hepimizin sıkıntısı. Dert, gerçekten büyük, bu acı, hepimizin acısı. Bu öyle bir sorun ki, sadece şahısları değil; aynı zamanda aileleri, toplumları, ahlâkî değerleri ve inançlarımızı tehdit eden ve köklü bir sistem etrafında, amaçlı ve geniş bir organizasyon ile yürütülen kapsamlı bir faaliyet…
Meseleyi yüzeysel olarak değil de enine boyuna incelediğimizde, bu sektörün bizzat kadınlardan değil; kadınları kullanmak isteyen dış çevrelerden kaynaklandığını rahatlıkla görürüz. Kadının toplumsal alandaki statüsünün değişmeye başladığı 19. yüz yıl ve sonrasındaki sanayi devrimi ile kadınları sokaklara ve fabrikalara döken kapitalist zihniyet, "kadın hakları", "ekonomik özgürlük" gibi söylemlerle kadınların iş hayatına atılmalarını sağlamıştır. Kadınlara değer verildiğinden ya da kadınları, kadın olarak önemsediklerinden değil elbet. Daha çok para ve ucuz işgücü elde etmek için. Zira sanayi devrimiyle işçilerin çok üstün yetenekli, güçlü ve başarılı olmalarına gerek yoktu. ışçilerin fonksiyonu sadece makinelere yardımcı olmaktı. O hâlde işçinin vasıflı olması değil; ucuz olması önem arz ediyordu. ışte kadınlar iş hayatına bu şekilde başlamışlardı. Kapitalist sermayenin bir yemi olarak…
Günümüze doğru geldiğimizde ise, her alanda başlı başına bir sektör hâline dönüşen kadın faktörü, en basit ve en ucuz reklâm ve tanıtım filmlerinde kullanılarak, değerini, saygınlığını, yüceliğini kaybetmiştir. Olan kadınlarımıza olmuştur ve beraberinde toplumsal yapımız tahrip edilmiştir. Bunun faturasını ise, hayatı yeni yeni tanımaya başlayan gençlerimiz ve çocuklarımız ödemiştir.
ıçinde bulunduğumuz şu çağ, dünya yaratıldığından beri bu kadar küfre ve pisliğe şahit olmamıştır. Özellikle de aynı anda bir değil; birçok küfrün işlendiği bir çağda yaşamaktayız. Okuyucumuzun da dediği gibi, insan günaha o kadar yakın ve o kadar rahat bir şekilde ulaşabiliyor ki: TV, ınternet, Bilgisayar, CD, Dergi ve bir metâ olarak kullanılan kadın faktörü… ınsan günah işlememek için özel ama çok özel bir çaba sarf etse de günahın kendisi bulaşıyor insana… Ve cinsel bağımlılık denilen hastalık kendini bu şekilde göstermeye başlıyor.
Yani anlayacağınız, bu hastalığın sebeplerini tek bir yerde ve belli bir zamanda arayamıyorsunuz. Plânlı bir süreç olarak etkinliğini gösteren gizli bir silâh olarak da ifade edebileceğimiz bu hastalık daha çok bireyin kendisinden değil; dış çevresinden kaynaklanıyor. Cinsel bağımlılığın nedenlerini geniş bir perspektiften bu şekilde değerlendirdikten sonra şimdi de bireyde nasıl başladığını görelim:
Genç yaşlarda bulaşan bir hastalıktır, cinsel bağımlılık… Önceki yazılarımızda bağımlılığın nasıl başladığını, nasıl ortaya çıktığını geniş bir şekilde ifade etmiştik. Bununla birlikte şunu da eklemekte fayda görüyorum:
Hangi bağımlılık olursa olsun; hepsinin kökeninde aile faktörünün çok önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Alkol bağımlılığında gördüğümüz benzer tablolar, madde bağımlılıklarında da aynı şekilde kendini göstermekte ve kişinin aile profilinde mutlaka tutarsızlıklar, yanlışlar, telâfisi mümkün olmayan hatalar görmekteyiz. ışte bu durum cinsel bağımlılık hastalığında da kendisini göstermektedir. Küçücük bir çocuk iken televizyonun karşısına geçirilen o masum yavrularımıza izletilen filmler, klipler ve amacının dışına çıkan bir yığın programlar çocuğun "yaşam biçimi"ne dönüşmektedir.
Çocuk, ergenlik çağına geldiği hâlde ailesinden öğrenmesi gerekenleri almadığında, bu tür ihtiyaçlarını uygun olmayan yerlerde ve yanlış ortamlarda öğrenmektedir. Bu yanlış bilgiler çeşitli yollarla pekiştirilip desteklendiğinde ve günden güne güçlendirildiğinde ise, çocuk, bataklığa düşen bir insan gibi çırpındıkça içine batacaktır. Çocuk bir de kapalı bir aile ortamında büyüyorsa eğer ve ailesinde hiç kimseye bir şey soramıyor, öğrenemiyorsa, bu ihtiyacını farklı yollardan karşılayacaktır.
BU ESARETTEN
KURTULMAK ıSTıYORUM DıYEN
HERKESE SESLENıYORUM
Kişi kendisini değiştirmek istemedikçe, ters giden yaşantısını düzeltmek için yeni ve uygulanabilir kararlar almadıkça ve bu kararlarında istikrarlı bir şekilde yürümedikçe değişen bir şey olmayacaktır. Yani bataklılığa saplanan insan misâli çırpındıkça batmaya devam edecektir. Onun için öncelikle diyoruz ki, kişi kararını verecek ve "BEN, BU ESARETTEN KURTULMAK ıSTıYORUM" diyerek ilk adımı kendisi atacak.
ıkinci adım olarak da kişinin bu cinsel bağımlılığını yenmesi için uygulamaya geçmesidir. Uygulama safhasındaki en etkili ve bu tür hastalar için en kolay yol ise, evliliktir. Okuyucumuzun mektubunda ifade ettiği gibi, önce hastalığı yenip sonra evlenmeyi düşünmek sağlıklı bir çözüm yolu değildir. Çünkü bu hastalık, insanı bağımlı ve yanlış bir cinsel yaşantıya sürüklemektedir. şunu unutmamak gerekiyor: Allahu Teâlâ bizlere bu istek ve duyguyu vermişse, elbette ki bunun bir çözüm yolunu da vermiştir ki o da bu isteklerimizi helâl yollardan gidermektir. Yani evlenilerek bu bağımlılık, kendi hanımına ya da kocasına yöneltilmelidir.
Son olarak da bu tür hastalıkların en etkili ilâcı olan Kur'an ve Peygamber Efendimizin örnek hayatı ve bizlere bıraktığı Sünnet'i kendisine rehber edindiğinde, bu kişiler, tıpkı sahâbîlerin Müslüman olmadan önceki hâlleri ile Müslüman olduktan sonraki hâlleri arasındaki fark gibi, değişikliği hissedeceklerdir.
Yaşamak sadece yemek içmek, gezmek, eğlenmekten ibaret değildir. Bunlar bedenin hazlarıdır. Beden bunları tatmayınca hazza ulaşamaz, doyamaz. Ruhumuzun ihtiyaçları da aynen bunun gibidir. Onları da bilmek ve ruhumuzu da beslemek zorundayız. Öyleyse gençlerimize emanet ettiğimiz dünyaya, yaşantıya ve değerlere dikkat etmeliyiz. Onlara sadece maddede olan bir dünya ve dünya nimeti değil; mânevî değerlerimizi de bırakmalı, emanet etmeliyiz. ışte bu noktada en büyük emanet elbette ki Kur'an ve Sünnet'tir.
Bırakmayı düşündüğümüz mânevî değerleri onlara emanet ederken dikkat etmemiz gereken en önemli husus ise, onlara bu mânevî değerleri emanet ederken, bizler öncelikle bunları kendi şahsımızda yaşamalıyız…
Daha yaşanılır bir dünya için gençlerimize ve çocuklarımıza biraz daha özen gösterelim.
ıdris Bilen 08/2005