Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

04.09.2007, 18:33

Komşu!.. Komşu!.. Komşu!..

Komşu!.. Komşu!.. Komşu!..

Aile bireylerimizden sonra belki de en fazla karşılaştığımız insanlar elbette ki komşularımızdır.

Elbette, bize komşuluk yapan varlıklar sadece insanlar değil; onların dışında yine bizler için komşu hükmünde olan diğer yaratıklar da vardır.

ınsanın yanı sıra bitki, hayvan ve etrafımızda gördüğümüz ve karşılaştığımız canlı-cansız her şey aslında bir bakıma komşumuz sayılır. Bu açıdan bütün bunlara karşı bir takım görev ve sorumluluklarımızın olduğu bilinmesi gereken bir gerçektir.

Çevremizdeki ağacı koruyup kollamakla görevli olduğumuz gibi aynı gökkubbeyi paylaştığımız hayvanlara karşı da bir takım ödevlerimizin olduğu muhakkaktır. Onların hukukunu muhafaza etmek ve onlara adilce davranıp zulüm ve işkenceden uzak durmak sorumluluklarımızın arasındadır.

Ancak özellikle “insan” olan komşularımıza karşı yapmamız gereken çok önemli vazifelerin olduğunu bilmemiz gerekir. Hatta Allah Resûlü (asm) buyuruyor ki:

“Cebrail Aleyhisselâm bana komşu hakkında o kadar tavsiyelerde bulundu ki, ben, komşuyu komşuya varis kılacak sandım.” (Buhârî, Edep, 28; Müslim, Birr, 41)

şu halde, dinimiz komşu hakkını o denli vurgulamış ki, neredeyse bir birlerine mal bakımından varis olan yakın akrabalar sınıfına yerleştirmiştir.

Her şeyden önce komşuların birbirlerine karşı karşılıklı güven ve itimad beslemeleri ve birbirleriyle ilgili olarak “iyi düşünce” içerisinde bulunmaları gerekir.

Ebû Hureyre’nin (r.a.) naklettiği hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

“Vallahi inanmamıştır, vallahi inanmamıştır, vallahi inanmamıştır.”

“Kim inanmamıştır ey Allah’ın Resulü?” diye sordular.

Peygamberimiz (asm); “Komşusu kötülüğünden emin olmayan kimse inanmamıştır” buyurdu. (Buhârî, Edep, 29)

Komşumuzun malı, canı ve namusu bizlere emanet olduğu gibi; bizim can, mal ve namusumuz da komşumuzun emanetine tevdi edilmiştir. Bu emanetlerin karşılıklı korunması insaniyet ve ıslâmiyet’in bir gereğidir.

Kuşkusuz, ilişkilerin güzel olması, ölçülü irtibat ve ikramın bulunması bu sevgi ve güveni daha da pekiştirir.

Ebû Zer (r.a.), Hz. Peygamberin (asm) kendisine yaptığı bir tavsiyeyi şöyle naklediyor:

“Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy, sonra da komşu ailelerine bak, onlardan muhtaç olanlara uygun bir pay ayır.” (Müslim, Birr, 42) Hediyeleşmenin küçüğüne büyüğüne bakılmaz; ufak bir şey ile de gönül kazanılabileceği ve sevginin çoğaltılabileceği unutulmamalıdır. Allah Resûlü (asm), ne güzel buyuruyor:

“Ey Müslüman kadınlar! Komşuya verilen veya komşudan alınan bir hediyeyi paça dahi olsa az görmeyin.” (Buhârî, Edep, 30; Müslim, Zekât, 29)

Ayrıca, Ebû şureyh el-Huzâî (r.a.), Peygamberimizin (asm) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna iyi davransın, Allah’a ve ahiret gününe iman eden misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden hayır söylesin veya sussun.” (Müslim, ıman, 19)

Ölçülü olmayan irtibatların doğurduğu olumsuzlukları saymaya gerek yoktur, ancak günümüz apartman hayatında, bu tür olumlu ilişkileri, selâmlaşma ve merhabalaşmayı ihmal ettiğimiz inkâr edilmez bir gerçektir. Oysa kendimiz için düşündüğümüz iyilik ve güzellikleri onlar için de istememiz imanımızın bir gereğidir.

Bu bakımdan komşularımızın haklarına saygılı olmak, onları söz ve davranışlarımızla incitmemek, sevinç ve üzüntülerini paylaşmak, dert ve sıkıntılarını gidermeye çalışmak, gerektiğinde yardım etmek, ödünç vermek, hediyeleşmek, hastalandıklarında ziyaret etmek, ölenin cenazesine katılmak ve başsağlığı dilemek… görevlerimizin sadece birkaç tanesidir. Etrafımızı, oturduğumuz cadde, sokak ve apartmanı temiz tutmak; komşularımızı rahatsız edici gürültü ve patırtılardan uzak durmak komşuluğumuzun bir gereği olduğu gibi insaniyet ve medeniyetin de göstergesidir.

Kısacası, kendimiz için arzuladığımızı onlar için de istemek; karşılaşmak istemediğimiz durumların onlardan da uzak olmasını dilemek başlıca ödevimiz olmalıdır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle: “Allah katında dostların en iyisi, arkadaşlarına iyi davranan, komşuların en hayırlısı da komşularına iyiliği dokunandır.” (Tirmîzî, Birr, 28)

Komşulukta din, ırk, milliyet ve cinsiyet farkı gözetilmez. Herkese karşı durumuna uygun hareket edilmesi gerektiği kaydıyla birlikte, komşular arasında ayırım yapılamayacağının özellikle vurgulanması gerekir.

Güzel komşuluklar yapabilmemiz dileğiyle…

Mehmet C. GÖKÇE
gulistan_yeniasya@yahoo.com.tr
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

11.09.2007, 17:18

Rabbim bizleri komşu hakkına riayet eden kullarından eylesin :!:

paylaşım için ALLAH razı olsun...
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

3

11.09.2007, 17:20

amin ecmain ablacım..
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

4

23.10.2007, 14:59

Ebu Müslim Havlanî (r.aleyh). Bu zat, şam'da 62 yaşında vefat etmiştir. Sahabeleri görmüş, fakat Efendimizi görememiştir, yani tabiindendir.

Ebu Müslim Havlanî şam'dan yoldan çıkmış, Peygamberimizi (a.s.m.) ziyaret için Medine'ye doğru giderken yolun yarısına varınca Peygamberimizin (a.s.m.) vefat etmiş ve defnedilmiş olduğunu duyar ve geri döner. Böylece Peygamberimizi (a.s.m.) görme saadetine erişemez. şimdi bu zatın Sahabeden öğrendiği ıslâmiyeti biz de onun şahsında inceleyelim.



Herkes Ebu Müslim'e geliyor, "Efendi Hazretleri, bize dua edin" diye istekte bulunuyor. O da diyor ki: "Ben dua edeceksem evvela devleti yönetenlere dua ederim. Ondan sonra çevremdeki komşulara."

"Niye önce devleti yönetenlere dua ediyorsun?" şöyle cevap verir:

"Sokaktaki sıradan bir vatandaşın iyi veya kötü olması şahsını ilgilendirir ama devleti yönetenler iyi olursa idare ettikleri halka da iyilik sirayet eder. Kötü olurlarsa bu sefer o kötülük halka da sirayet eder. Halk kötü bir anlayışa gider. Ben sadece bir devlet büyüğünün iyi olmasına dua etmekle bütün milletin iyi olmasına dua etmiş oluyorum."

Demek Müslümanlar, kendilerini yönetenlerle çok yakından ilgilidirler. Ve onların iyi olmalarını, ıslah olmalarını isterler. Çünkü onların iyi olmaları, düzgün olmaları halinde aynı iyilik halka da sirayet etmektedir.

Duada ikinci sırayı alanlar da komşulardır. Neden komşulara dua ettiğini de şöyle açıklıyor: "Çünkü ben komşularımın arasında yaşıyorum. Eğer komşularım iyi olurlarsa bana onlardan iyilik sirayet eder, ben de buralarda huzur bulurum. Eğer komşularım kötü olurlarsa bana o kötülük sirayet eder, ben de huzursuz olurum."

Bu anlayış şahsını, nefsini, düşünme anlayışı değildir. Yüksek bir vatandaşlık duygusudur. Kültür seviyesi yükselmiş bir insanın duygusudur. Demek tabiin devrinde halk kültürü bugünkü üniversite kültürünün üzerine çıkmıştır. Ki sokaktaki insanlar kendilerini değil de evvela yöneticileri, komşuları düşünüyor, onların ıslah olmasını istiyor, "ben" değil de "biz" duygusunu benimsemiş oluyorlar.


.........................

Ebû Müslim Havlanî'nin çok güzel bir atı varmış. Atını tımar etmiş, üzerine eyerini vurmuş, bir yere gidecek. O sırada etrafına toplanmışlar. Herkes at hakkında bir şeyler söylüyor. Ebû Müslim Havlanî sorar: "Bu beğendiğiniz at neye yarar?"

Birisi der ki: "Üzerine atlayıp cephelere cihada gitmeye yarar."

Diğer birisi der ki: "Kaçan düşmanı kovalamaya yarar."

Bir başkası der ki: "Yarışa çıkmaya yarar."

Bu sefer onlar Ebû Müslim'e sorarlar: "Peki" derler, "Sence bu at neye yarar?"

Ebû Müslim'in cevabı şu olur: "Bu at üzerine binilip de kötü komşudan kaçmaya yarar."

Demek Ebû Müslim kötü komşudan bu kadar korkuyor, bu kadar uzak durma ihtiyacı duyuyor. Gerçekten atalarımız, "Evvela komşu bul, sonra ev al" demişler.

Bu arada acaba Ebû Müslim komşular üzerinde neden bu kadar çok durmuş? Herhalde komşuları arasında dert gibi olanlar varmış ki onlardan ata binip kaçacak kadar bir ihtiyaç hissetmiş.

........................

Ebû Müslim Havlanî'nin bir hanımı varmış. Çok mütevazi, çok dindar, tasavvufun derinliklerinde bir hanımmış. Hatta namaz vakti gelince ikisi de abdest alır, Ebû Müslim kapıya doğru yönelirken, hanım "Allahu ekber, Allahu ekber" diye tekbirlerle Ebû Müslim'i camiye gönderirmiş. O camiye gidince de kendisi içeride namazını kılar ve Ebû Müslim camiden gelirken, o da kapıyı açar, yine tekbirlerle Ebû Müslim'i karşılarmış.




Bir gün yine Ebû Müslim abdest alıp camiye doğru yönelince, hanım yine tekbirle kapıya doğru koşar, onu tekbirle camiye yollar. Fakat Ebû Müslim camiden çıkıp da eve gelince her zamanki karşılamayı bulamaz. Kapı kapalı. Birisi kapıyı açıp da kendisini tekbirle içeri buyur etmiyor. Merak ediyor, kapıya vuruyor, neden sonra kapı açılıyor, ne tekbir var, ne de güler yüz.

şaşırıyor, "Hanım, hayrola, bir rahatsızlık mı var?" diyor. Hanım diyor ki: "Ben artık bu hayata razı değilim. Bıktım bu hayattan." "Niye bıktın? Senin bıkacak bir halin yoktu."

"Senin halife Muaviye yanında çok itibarın varmış, sen halifeye, 'Ben çok fakir bir adamım, bana biraz yardım et' desen, halife sana para verirmiş. Hatta evine bir de hizmetçi gönderirmiş, evin döşemesini de değiştirirmiş. Ama sen halifeye gitmiyor, halini arzetmiyor, hiç ondan yardım istemiyormuşsun. Dolayısıyla beni böyle mütevazi bir hayata mahkum ettin. Onun için artık ben bu hayatı çekemiyorum" diyor, beklenmedik bir tavır gösteriyor.

Ebû Müslim şaşırıyor, bu hanımda böyle bir duygu, düşünce yoktu. Nasıl oldu da bu duyguya girdi birdenbire. "Hanım," diyor, "sen nereden bildin benim halife Muaviye'nin yanında itibarım olduğunu, halifeden ne istesem vereceğini? Halbuki sen dışarı çıkmayan, böyle şeylerle meşgul olmayan, ehl-i hal bir hanımdın."

Diyor ki: "Sen camiye gittiğinde komşunun hanımı geldi. Evimizdeki mütevazi döşemeye baktı, benim halime baktı ve bana bu fikirleri verdi."

Ebû Müslim o zaman anlıyor ki, dert gibi bir komşusu varmış. Kendisi camiye gidince eve gelmiş, hanıma derdi zerketmiş.


şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

Mesajlar: 173

Meslek: Sosyolog

Hobiler: Siyaset-Haber-Çevre

  • Özel mesaj gönder

5

24.10.2007, 17:06

Alıntı sahibi ""nurdan damla""


Diyor ki: "Sen camiye gittiğinde komşunun hanımı geldi. Evimizdeki mütevazi döşemeye baktı, benim halime baktı ve bana bu fikirleri verdi."

Ebû Müslim o zaman anlıyor ki, dert gibi bir komşusu varmış. Kendisi camiye gidince eve gelmiş, hanıma derdi zerketmiş.

Allah bu tarz komşudan muhafaza etsin herkesi..böyle komşu hiç olmasın daha iyi..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir