Çoğu zaman şahit olmuşuzdur; çocukları olan ailelerle bir arada olduğumuzda, çocuklar karşılıklı konuşmaya izin vermezler, sürekli araya girerler, masadaki yiyecekleri saldırırcasına alırlar, masanın düzenini bozarlar, masanın üzerine çıkarlar. Anne ya da babaları ise “Bu çocukla ne yapacağımı bilemiyorum. Bütün gün bağırmam gerekiyor ama bu da bir işe yaramıyor. Ne isterse onu yapıyor” şeklinde yakınırlar. Günlük hayatta tabiî olarak yaşanan bu sahne, göründüğünden daha öğreticidir; çocuğun bu tavrı, ailenin otorite karşısındaki güçsüzlüğünün bir delilidir.
Bu güçsüzlüğün bir sebebi, anne ya da babanın kendi kişisel hayat hikâyesinde yatmaktadır. Muhtemeldir ki; ebeveynler kendilerinde sınır koyma hakkı görmemekte, ebeveynlik rolünde kendilerini “meşru” hissetmemektedirler. Ayrıca kendi ebeveynleri de geçmişte “ebeveynlik kapasitelerine” güven duymalarını sağlayacak tarzda davranmamışlardır.
“Ebeveynlik rolünde kendini iyi hissetmek” için çocukluğumuzda otoriteyle çok fazla problem yaşamamış olmamız önemlidir. Eğer gevşek eğitim vermiş bir aileden geliyorsak, sahip olamadığımız sınırları ya da kesinliği çocuklarımıza aktarmamız zordur. Tam tersine, çok baskıcı bir eğitim söz konusuysa, maruz kaldıklarımızı çocuklarımıza yaşatma korkusu da sınır koymamızı engeller. Çoğu zaman bilinçaltında olan bu korku, birçok problemin temelini oluşturur. Eğer yetişkin, çocukların karşı koymalarına sınırlar koymada yetersiz kalıyorsa, onları uyarmıyorsa, çocuklar bu karşı koymaların onaylandığını hatta hoşlanıldığını düşünerek tutumlarını pekiştirirler. Yetişkinin koyduğu sınır ya da kurallara inanmadığı ya da kendisini suçlu hissettiği durumlarda da sonuç aynıdır.
Bu kişisel engeller, sınır koyma konusunda zorlanmamızın tek sebebi değildir. Çocuklara sınır koyarken, bu sınırların neye yaradığını da bilmemiz gerekir. Maalesef günümüzde çocuk eğitiminde sınırların çoğu zaman ihmâl edildiğine şahit oluyoruz. Bu açıdan aileler bu sınır ve kuralları kendileri için, kendi rahatları için koyduklarını düşünüyorlar. Çocuklarına şiddet uyguluyormuş gibi hissetme, özgürlüğünü kısıtlama, kişiliğini baltalama korkuları da cabası.
Halbuki tam tersine sınırlar, çocuğun gelişimi için son derece önemli ve gereklidir. Sınır konmayan bir çocuk özgür değildir. Çünkü güdülerinin esiri olmuştur. Mutlu bir çocuk değildir. Çünkü endişelidir.
Çocuk tabiatı gereği “hemen”, “şimdi” memnuniyeti hedefler.
Bir şey mi istiyor? Hemen onu alır. Memnun değil mi? Vurur ya da kırar. Bu kısa vadede hoşlanılan bir durum olabilir, ancak uzun vadede bedeli ağır olur. Sınır konmayan çocuk, kendi kendini kontrol etmeyi öğrenemez, isteklerinin hemen gerçekleşmesi ön plândadır, endişelidir, “düşünmek” ve “yapmak” zihninde bütünleşmiş iki eylemdir. Bu da onda suçluluk duyguları oluşturur: “ya kardeşimin ölümünü istersem ve onu öldürürsem (çünkü şimdiye kadar bana hiçbir şey yasaklanmadı)!”.
Gevşek bir yetişkin, çocuk için rahatlatıcı bir yetişkin değildir. Çocuklar pek bilincinde olmasalar da sınır ya da kural konmasını isterler. Zaten yetişkinleri, onların dayanma sınırlarını zorlayarak sınır koymaya doğru iterler. Bu tutum, sınır talep etmenin bir yoludur. Eğer gerçekleşmezse kendileri bir çare bulurlar ve genellikle “bedenlerini” kullanarak bunu yaparlar: düşerler, yaralanırlar vs. Böylece kendi kendilerine sınır koymuş olurlar.
Çocuklarımızdan ne isteme hakkına sahibiz?
Gerekli sınırlar çocuklara şunları öğretmelidir:
Kim olduğunu bilmek: O, bir “hayvan” değil bir insandır. Dolayısıyla tırmalayarak, ısırarak vs. davranamaz. ınsanlar konuşurlar, anaokulunda olsalar bile.
Yerinin ne olduğunu bilmek: O, anne ve babasının çocuğudur, bir yetişkin değil. Aile hayatını kendi istediği gibi yönetemez, anne ve babasıyla arkadaşlarıyla konuştuğu gibi konuşamaz. Çocuk, anne ya da babasıyla evlenemeyeceğini, onların kendisi doğmadan önce de “çift” olduğunu, zaten bu sayede kendisinin dünyaya geldiğini anlamalıdır. Böylece çocuk, anne ve babasına, onların özel “an” ve “mekân” larına saygı duymayı öğrenir. Onların yatak odalarına kapıyı vurmadan girmez, onlarla birlikte yatmaz.
ıçinde yaşadığı toplumun kurallarını anlamak: Her istenilen yapılamaz. Her şeye hakkımız yoktur. Her istediğimizi anında elde edemeyiz. Bunları öğrenen çocuk, markette her istediğinin alınması için kendini yerden yere atmaz. Ve bir şey elde etmek, amaca ulaşmak için her zaman ödenecek bir bedel vardır. Bol antrenman yapmadan iyi bir yüzücü olunmaz. Çalışmadan okulda iyi notlar alınmaz.
Ve en önemlisi çocuk, sınır ve kuralların sırf kendisini sıkmak, rahatsız etmek için yetişkinler tarafından icat edilmediğini anlamalıdır. Yetişkinler, kendileri de bu sınır ve kurallara uymaktadır. Çünkü hayat böyledir. Sistem böyle işler.
Sınırları kim koyacak?
şöyle diyebiliriz: Kuralları ve sınırları babalar koyar; anneler bu sınırları hatırlatır. Çocuğa, babası yanında değilken de bu sınır ve kurallara uyması gerektiği, onun eğitimi ile ilgili her şeyde babanın söz sahibi olduğu anlatılmalıdır. Niçin? Çünkü bir ailede çocuklara sınır ve kurallar koymanın amacı, onların sosyal hayatta var olan kuralları, yasaları anlamasını ve bunlara uymasını öğretmektir.
Tuğba VERGıLı -
Yeni Asya