Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.01.2006, 00:23

Vasıflı İnsan Niçin Yetişmiyor?

Aydın Talay


Toplumun her kesiminde ve sık sık ser zenişte bulunulan, acı acı dile getirilen bir husustur bu: Niçin kaliteli insan, vasıflı insan yetiştiremiyoruz? Bu halimiz ne olacak? ışin garibi son yıllarda ne acıdır ki bizzat idarenin başında olan ve bir hayli yetkisi, etkisi bulunan zevatın bu konudaki şikâyetleri medyaya bile yansımaya başladı. Evet, mademki dünyada her şey insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. Bu kadar nimet ve imkân meşheri içinde verimli ve yetenekli insan niçin yetişmiyor? Yoksa birilerinin ve birtakım gizli ellerin amansız çalışması bizi zillete ve meskenete mi düşürdü? Bu gidişin sonu ne olacak?
Eskiler bu gibi kötü gidişi kahtırical yani erkek kıtlığı, vasıflı insan noksanlığı anlamına gelen deyimle ifade ederlerdi. Çoğu gidenlerimizin yerini maalesef gelenler doldurmuyor. Nitelikli insanın yetişmesi ve meydana gelmesine yatırım yapılmayınca bütün insanlık içinden çıkılmaz sıkıntılara giriyor. Ayet ve hadisi şeriflerde müslümanın en belirgin özelliğinin insanların iyiliği için ortaya çıkarılan seçkin bir ümmetin parçası olduğuna sık sık işaret edilir. Buradan da yılgınlığa, korkaklığa, tembelliğe düşmeden her müslümanın kendisini bu emanet konusunda sorgudan geçirmesi ve kendisine düşen asil görevi düşünmesi noktasına varırız. Bugün maalesef müslümanın evindeki eşya fazlalığından birkaç misafire yer bulmakta bile zaman zaman güçlük çekiliyor. Evet eşyaya yer var insana yer yok zihniyeti acaba iliğimize, kemiğimize mi girdi? Hemen itiraf edelim ki batı sarhoşu olduğumuz günden beri istila, kayıp, çözülme ve dağılmanın ardından kendi öz kültürüne ve medeniyetine yabancılaşma başlamış ise de ah vah etmekle, şeytana sövmekle bir yere varılamayacağı gibi ilk sağlam adım lafı güzafı ve yeisi bir yana bırakıp yeniden ve canlı biçimde hastalığımızı neşterledikten sonra tedavisinde geç kalmamaktır.
Çevreye bakıyoruz. Esnafından, işvereninden her kademedeki yöneticiye kadar iş arayanlar içinde diplomalılar olmasına rağmen iş bitirir kaliteli insan bulamadıklarından şikâyetçiler. Yığınlarca üniversite mezunumuz boş geziyor hatta ne meslek olursa olsun bir işe balta olmaya can atıyor fakat rağbet yok. Öte yandan eğitimin başında olan en yetkili ağız ise eğitimin toparlandığını ve sorunların çözüldüğünü bahsediyor. şairin dediği gibi güleriz ağlanacak halimize.
Gençlerimize bir ideal ve hedef veremiyoruz. Zira gerek fert ve gerekse toplum olarak uyguladığımız sistemle öylesine bedava ve rehavet içinde bir nesil meydana getirdik ki her şeyin bir bedeli olduğunun bile bilincinde değil. ılk bakışta çok hoş görünen emeksiz kabul bilginin peşinden koşmaktan kolay gelebilir ama nice insan ve toplum bu kolaycılık ve keyfilik yüzünden silinip gitmişlerdir. Okuldan mezun olacak diploma alacak ve adı bir mesleğin mensupları içinde geçecek bir gence soruyorsunuz bu amaç için ne vermeğe hazırsın? Onun maddi servet ve paradan başka hiçbir şey aklına gelmiyor. Hâlbuki ezilip büzülmeden ve bir an bile tereddüt etmeden ideal ve hedefim uğruna meşru olan her şeyimi veririm diyebilmeliydi? Kültür, erdem ve fazilet amacı ile elde edilmeyen diplomanın da maalesef bir hayrı olmuyor. 3.Osmanlı padişahı I. Murad Hüdavendigar I.Kosova Meydan Muharebesinde Miloş tarafından hançerlenmesi üzerine son nefesini verirken üzerine eğilmiş olan oğlu Yıldırım Bayezid ve Kumandanı Evrenos Bey'e galibiyetin sarsılmaması ve hedefin kaybolmaması için nefesi yettiği kadarı ile attan inmemelerini söylememişti. Son nefeste bile devleti geliştirme, büyütme hedefinden bir an bile sapmayan şuurlu ve ideal sahibi bir ruh.(Recep şükrü Apuhan, Kendime Engel Olmayacağım, Shf: 36)
ıman olmadan hayırlı yetenek hayaldir. Mesleğinde, işinde, sahasında aranan ve özlenen adam imanlı, akıllı, basiretli, uyanık, âlicenap ve yumuşak huyludur. Öğrenmesini ve öğretmesini bilir, hedefi dünya köprüsünü selametle geçmek olduğundan haris ve kıskanç değildir. Tedbirli ve temkinli hareket eder. Gerçek mümin herşeyi ile menfaat, hayır ve bereket kaynağıdır, külfeti de azdır.
Abdullah ibni Ömer(Allah ondan razı olsun) kanalı ile gelen bir hadisi şerifde Efendimiz(s.a.v.) "Müminin misali, koku satan kimsenin misalidir. Yanında otursan için açılır. Gezsen fayda verir. Ortak olsan fayda verir." buyurmuştur. Zira hayırlı mümin görüldüğü zaman hep Allahı hatırlattığı için ölçüdür, örnektir.
Okullar maalesef nitelikli adam yetiştirmiyor.Aileçevre ve okul hep hatayı birbirinin üzerine atıyor.Halbuki bunlar örnek olmakla beraber çocuğa ters şeyler vermekten kaçınmalıdır.Ezbere öğretimle,diplomayı hedeflemekle,okulun yapacağı işi dershanelerden beklemekle ancak yönetilen ve kendine güveni olmayan gelişigüzel tipler yetiştirebiliriz.Öğretimin yanında her yönde insanı diri tutacak sağlam eğitimi de vermedikçe nasıl geleceğimizden emin olabiliriz?. Piyasa dürüst, kültürlü, bilgili, kapasiteli, efendi insan arıyor. Yarım yamalak yetişmiş on kişi nitelikli bir kişinin bile yerini dolduramaz. Kaldı ki öğrenmenin yeri sadece okul da değildir. Her yeri ve her vasıtayı bir dershane haline getirme bilinci taşımalıyız. Vasıflı insan heran kendini yenilemenin, bilgilerini tazelemenin ihtiyacına inanır.
Bu konuda Hazreti Ali'nin(Allah ondan razı olsun) güzel bir sözü vardır:"ınsanlar iki kısma ayrılır, Ya öğrenir yahut öğretir, geri kalanında hayır yoktur." Demek ki her yeri ve hemen her anımızı bir şeyler öğrenme uğrunda geçirir ve bu titizlikte çocuk yetiştirirsek vasıflı insana namzet sağlamış oluruz. Nitelikli insan başkalarının onun hakkındaki övgüsünden de yergisinden de allak bullak olmaz. Engelleri ve can sıkıcı ihtimalleri normal karşılar ve devamlı olarak kendini süzgeçten geçirir. Hatalarını en ciddi şekilde tamir eder. Fikir alır ama emirlere köle olmaz. Kendi kendinden korkup kaçmaz. Herkesten önce nefis muhasebesi yapar, şikâyete değil dert dinlemeye şahsını hazırlar.
ış başaracak insan korku ve endişelerden sıyrılmış sakin ve karar vermesini bilen, hareket eden, koşan insandır. ışin fazlalığı veya ağırlığı onu yıldırmaz. O hareket adamıdır çalışmayı ve çalıştırmayı sever çalışma nizamına ve âhengine sahiptir. ılme, çalışmaya rağbetin azaldığı ve lafın çoğaldığı yerde artık onu bulamazsınız. Kâmil insanı ve ilmi kaybeden bir daha kolay kolay onları kazanamaz.
Bu sebepledir ki istiklal marşı şairimiz merhum Mehmet Akif ölümü göze alarak milleti cihada hazırlamak için bucak bucak ülkeyi dolaştı halkı harekete hazırladı ve müstevlilere karşı koyacak imanı Allahın izni ile harekete geçirdi. Fakat öyle gün geldi ki artık yetenekli ve kabiliyetli insanlar ikinci plana atılıp yağcılar itibar görmeye başladığında bir görev verilmeyince izzet ve vakarını koruyarak sessiz sedasız ülkeden uzaklaştı.(Mustafa Özdamar, Celal Hoca Kuşağı)ınsanları kırmadan ve yanlışlık yapanlara saldırmadan dürüstlüğü ilke edinen ve insanları seven ve onlar tarafından sevilen olgun insan gıda gibidir, ilaç gibidir onsuz maddi ve mânevi kalkınma hayaldir. Vasıflı insanın en nefret ettiği hususlardan biri malâyani konuşmalar, gösteriş budalalığı, gurur ve koltuk mücadelesidir. O vakti en büyük servet olarak telakki eder.
Vasıflı insan gelişigüzel adam değildir. Kâinatın sonsuz nizam ve intizamından ilham alırcasına planlı ve programlıdır. Teşebbüsleri faydasız ve gereksiz yerlerden çekip çevirir. Hizmeti şiar edinmiştir. Sözünde durur, randevularına geç kalmaz. Plânı kâğıt üzerinde kalsın diye yapmaz. Prensip sahibidir. Başkalarına yardım için can atar. Kendi ailesi başta olmak üzere herkese karşı görevlerini bilir bunların lüzumuna inanır ve insanlarla muamelesi hep ölçülüdür. Kapasiteli insanın geniş çevresi vardır bunları nefsi için değil toplumun olan hizmet doğrultusunda ve Allah rızası için kullanır ve son derece saygılıdır.
Çocuklarımıza küçük yaştan itibaren birbirinden güzel ahlâkî meziyetleri yerleştiremiyoruz. Zira küçük yaşlarda verilecek eğitim taş üzerine yazılan yazı gibi kalıcı olacaktır. Kardeşlik, sevgi, saygı, güven, hoşgörü, paylaşma ve benzeri hasletler zamanında verilmediği için genç büyüyünce bir türlü sorumluluk duygusunu anlamıyor. ılk eleklerden başarı ile geçemeyen genç vasıflı olma seviyesine bu durumda nasıl ulaşsın? Yüce Kur'an'ı Kerimin Kıyame Sûresinin 36.ayetinde Cenab-ı hak mealen şöyle buyurur "ınsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı zannediyor?" ışte kapasiteli insan hesap kitap adamıdır. Özlenen insan hem dünya hem ahiret hesabını iyi yapan erdem kişidir. Dünyalık ve koltuk sarhoşu değildir.
Osmanlıda aydın denince halkla bütünlük sağlamış, seven ve sevilen insan akla gelirdi. Halkın sorunlarının çözülmesinde hasbî olarak görev alır sadece karnı aç olana değil kalbi aç olanın peşinden koşardı. Harem şimdiki çoğu evler gibi akşama kadar gıybet edilen bir yer değil başlı başına bir mektepti. Sadece şehzadeler değil harp esirleri bile fiziki ve ruhi melekelerini geliştirecek her türlü sıkı eğitimden geçiriliyordu. Fetihler kazandıran ana unsur padişah yanındaki mânevî fatihler ve erenlerdi. Gece yarısı talebesi Fatih'in odasının ışıklarını yanar gören Molla Gürani'nin "Evladım sen daha yatmadım mı bunca saattir deyince henüz yirmisine girmemiş genç Fatih'in:" Hocam uzun zamandır ıstanbul surlarını dövecek top projeleri üzerinde çalışıyorum" demesi hiç ihmal etmeden sağlam eğitim ve öğretim sevdasının genç dimağlara işlendiğini göstermektedir.
I7.asra kadar gittikçe sayıları azalsa da Osman lıda mütefek kir yine de yetişiyordu. Fakat özellikle batıyı ölçü olarak aldığımız günden ve Tanzimattan itibaren münevver anlayışı tepetaklak oldu. Aydın her zaman halkın içinde olarak ona yön vermesi gerekirken halktan kendini tamamen soyutladığı gibi gurur ve kibir kaynağı olan sanat sanat içindir tezini benimsemeğe başladı. Bu yüzden aydınhalk uyuşmazlığı başladı ve gitgide kendini adeta fildişi kulelere hapseden okumuş insanımız hizmet zevk ve lezzetini bitirdi. Vasıflı insanın fideliği olması gereken aydın, çevresindeki gençlere ve gelecek kuşaklara örnek olmaktan uzaklaştı. ınsanı tanımak ve araştırmayı bıraktı. Dışarıdan ithal ettiği ve marifet saydığı birtakım dar kalıplara halkı oturtmaya başladı. Münevver diye takdim edilenlerde Ogüst Kont'un inkârcı felsefesi hâkim oldu. Merhum Mehmet Âkif bunun ızdırabını şu mısralarla dile getirir:
Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri
Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri
O ihtişamı elinden niçin bıraktın da
Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında
Kadermiş! Öyle mi hâşâ bu söz değil doğru
Belânı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.
Gençleri yetiştirmekten sorumlu olan kadrolarda inkâr körlüğü yanında millî ve mânevî değerlerin ikinci plâna atılması başladı. ınanmayan kalpler sathî ve menfaatine düşkün tipler üretmeye başladı. Yok, edilen ruhu ile cemiyet ve fert şaşkın hale getirildi. Zira insanlığı kurtarmaya memur vasıflı insanı köle etmeyi asırlardır hedefleyen şer güçlerin istediği de bu değil miydi? Kendini tanımayan, yüzünü Hakka çevirmeyen, özüne dönmeyen ve daima suni gündemlerle meşgul edilen bir yığın haline getirdiler insanımızı. Hâlbuki insan kendini tanımakla sadece haddini ve seviyesini bilme erdemine sahip olmakla kalmaz yakaladığı yetenek çekirdeklerinden sadece birinin geliştirilmesi ile her türlü toplumda rahatsız etmeden ve sıkıntıya sokulmadan faydalı hizmetler icra etmek mümkündür.
Bakın sahabi bunu nasıl düşünüyordu. Sahihi Buhari'nin Ettarihüs Seğır bölümünde bir konu geçiyor. Halifelik döneminde Hazreti Ömer (Allah ondan razı olsun) bir gün bir kısım sahabi ile otururken onlara bir sual tevcih ediyor: "şu anda Cenab-ı haktan ne istersiniz, aklınızdan neler geçiyor? Birisi diyor ki bu oda dolusu altın isterdim ki bozdurup bozdurup fakirlere dağıtayım. Bir diğeri oda dolusu cevher, ötekisi gümüş ve benzeri şeyler dağıtmak için istediklerini belirtirler. Hazreti Ömer ise şöyle diyor "Ben Cenab-ı haktan isterdim ki bu oda dolusunca dâvâsının eri Ebu Ubeyde Bin Cerrah, Huzeyfe ibnül Yemani, Muaz ibn-i Cebel olsun ve bunları dünyanın dört bucağına göndereyim. ınsanların ihtiyacı olan islâmı anlatsın, yaşasın ve yaşatsınlar." Onlar hep Allah rızası için seçkin insan yetiştirmeyi, insanlığın imdadına koşmayı amaç edinmişlerdi. Bizim ise seçkin insandan anladığımız mânâ sadece dünyalık ve makam olunca toprağımız çoraklaştı. Yanlış toprakta hatalı metodlarla ziraat yapan çiftçinin garipliğine döndük. Artık güçlü beyinler, aranan özlenen modeller yetişmiyor.
Çağımızda vasıflı insanın yetişmesindeki engellerden biri de okuma ve eser yetersizliğidir. Gerçi ellili yıllara kadar ortada sadece taş basması cenk kitapları ve masallar vardı. Billur gibi ana kaynaklardan millet bîgane bırakılmıştı. Okur var fakat okunacak eser yoktu. şimdi ise hamdolsun tercüme ve telif oldukça eser bolluğu var ama okuyucu yok denecek kadar az. Okuma alışkanlığına sahip sadece Üniversite camiası kaldı ki mevcut fiyatlar özellikle öğrencilerin takibine imkân bırakmıyor. ıdare de bu hususta duyarsız. Yetenekli insan gününün mutlaka düzenli bir saatinin kitaplarla geçtiği ve kitapları didik didik eden insandır. Çerez bolluğu ayarında kitap çok ama gıda ve ilaç gibi eserlerin henüz büyük bölümü bugünkü dilimize kazandırılamamıştır. Devlet kesimindeki memur ve idareciler ise günde yarım yamalak bir gazete okuyunca kendini münevver sanıyor. Hâlbuki Cenab-ı hak öyle bir beyin gücü vermiş ki insana beynimizi sadece %28 lik bir kapasite ile çalıştırdığımızda alt beyin olarak tarif edilen % 72 lik kısmını hiç kullanamadığımız meydana çıkıyor(R.şükrü Apuhan, Başarı için Gençlere 33 ışaret Shf: 58).
Suphanallah haza min fadli rabbi. Un, şeker ve yağ var ama bir türlü helva yapıp meydana getiremiyoruz. Yani aslında kullanmaktan dolayı beyin rahatsızlığından veya yorgunluğundan bitap düşme diye bir şey yok. Okuma sanatını kavrama ve okumayı zevk haline getirmeden araştırıcılık ruhu geliştirilemez. Bu da olmayınca tabiatıyla münevver ve mütefekkir yetişemiyor. Üniversitelerin ve akademisyenlerin bolluğu da her zaman bir ölçü olamıyor.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir