Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

29.10.2010, 16:32

“Baba, sen bunlara nereden inandın?”

“Baba, sen bunlara nereden inandın?”

Meşhur Alman şairi Goethe, “Çocukların son derece kendine özgü bir hayreti vardır ve o zamana kadar düpedüz saygı duydukları bir şey birazcık şüpheli göründü mü gayretli araştırmalara girişmekten kendilerini alamazlar” der.

Yıllar önce Yeni Asya yayınlarının Risâle-i Nur eksenli çok güzel çeşitli video çalışmaları vardı. Bu çalışmaların birinde, anne-baba minik kızlarına Cenâb-ı Hakk’ı anlatmaya ve tanıtmaya çalışıyorlardı. Evlerinde bulunan bir saksıdaki çiçeği önlerine almışlar, çocuklarına “Bu güzel çiçek bu topraktan beslenerek hayatını devam ettiriyor. Yapraklarının rengi ve desenleri, çiçeklerinin kokusu ve rengi nasıl olur da bu topraktan oluşabiliyor? Yoksa bu toprağın içinde onun gıdasını, çiçeklerinin, yapraklarının rengini, kokusunu yapan bir fabrika veya âletler mi var?” demişlerdi.

Meâlen anlattığım bu olaydan sonra, bu masum yavru, anne ve babasının evde olmadığı bir vakitte önüne saksıyı alıp eşelemeye başlamıştı. Belli ki, toprağın içerisinde bahsedilen âlet ve fabrikaya ulaşmaya çalışıyordu. Ve yine belli ki, Goethe’nin dediği gibi kendine özgü oluşan hayret duygularıyla, toprağın altında mükemmel işleyen bir fabrikanın varlığına dair şüphelerini gidermeye çalışıyordu.

Odaya giren anne, kısa bir şaşkınlıktan sonra çocuğunun ne yapmak istediğini anlamıştı. Çocuk ise bir taraftan aradığını bulamamanın şaşkınlığını yaşıyor, bir taraftan ise çiçeğe zarar vererek ortalığı dağıttığından dolayı mahcup bir eda içerisindeydi. “Şey, özür dilerim anneciğim; ben sanmıştım ki….” der.

Anne için taşı gediğine koyma zamanıdır. Yavrusuna şefkatle, onun anlayabileceği bir dil ile Sâni-i Zülcelâl’i ve Kudret-i İlâhiyeyi anlatır.

Bir başka hadise de, kendi oğlumla aramızda geçmişti.

Bir yaz mevsiminde, yıllık iznimizi memleketimiz Ordu’da geçirmiştik. Fındık toplama zamanı olduğu için, Ağustos ayının sıcak günlerinde bahçede çocuklarla beraber fındık topluyorduk. Bir gün, küçük oğlumun eline bir fındık çotanağını alarak incelediğini gördüm. Bu fırsatı değerlendirerek fındık üzerine konuşmaya başladık. Topraktan fışkıran bu fındık ağaçlarının yemyeşil dalları arasından bizlere sunulan bu güzel nimet, ne kadar harika paketlenmişti. Tıpkı anne karnından yeni dünyaya gelen bir bebeğin ihtimamla kundaklanması gibi. İlk önce dış etkenlerden korunması için yumuşak bir kılıf giydirilmiş, daha sonra kalın ve sağlam bir kabukla ve daha sonra ise ince bir zarla koruma altına alınmış.

Acaba, böyle besleyici bir gıdayı, bizler için faydalı olduğuna inanan toprakla fındık ağacı mı tasarlayıp yaptılar?

Oğlum bu noktada gülerek hemen itiraz etti. “Toprağın ve fındık ağacının aklı yok ki, bunları nasıl yapabilir?”

Öyleyse, bilgisi sonsuz olan, bizi tanıyan, bizi seven ve bizim bu nimete ihtiyacımız olduğunu bilen birisi var. Bundan dolayıdır ki, bu harika nimeti bu kadar bir ihtimamla paketleyip bizlere bu fındık ağaçlarının elleriyle hediye olarak gönderiyor.

Elindeki çotanağı biraz daha inceleyip uzun süre düşünen oğlum, başını kaldırıp şöyle dedi:

“Baba, sen bunlara nereden inandın?”

Demek istemişti ki, bunları nereden biliyorsun; nereden okudun?

Ben de, “Annenle birlikte okuduğumuz Üstad Dede’nin kitaplarından” dedim.

“Artık ben de o kitapları çok okumak istiyorum” dedi.

Bu iki çocuk hikâyesi, bize gösteriyor ki, Risâle-i Nur’un engin tefekkür hazinelerini onların masum ve saf dünyalarına ne kadar taşıyabilirsek, bahtiyar çocuklar yetiştirmek için o kadar mesafe alıyoruz demektir.

“Risâle-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır” diyen Bediüzzaman’ı teyit ederiz İnşâallah.

HASAN BULUT-Yeni Asya

fatsahasan@hotmail.com

Bu konuyu değerlendir