Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • "Sükrü Bulut" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Sükrü Bulut"

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

1

06.08.2004, 01:30

Felsefî eğitim

Bu hükümetin kaderi olsa gerek. Milletin faydasına olacak güzel çalışmaları seslendirdiği halde, icraatta niyetinin aksiyle karşılaşıyor. Dindar, muhafazakâr ve şu kadroların icraatlarına musallat olan ruhu anlamak kolay olmasa gerek.

Millî Eğitim Bakanımız YÖK meselesini bir haysiyet meselesi edinince, hakikaten ümitlenmiş ve sevinmiştik. Hazırlanan kanuna baktık ki, seslendirdiği güzelliklerin hiçbiri metinde yer almamış. Sanki üniversite meselesini milletin tartışmasına açan bakan gitmiş, bir başka bakanca kanun metni hazırlanmış. Gerçi içi boş da olsa hanedanın böyle bir şovu yeme niyeti olmadığından kanun rafa kalktı ya… Sonra da “müfredat reformu” sözünü işittik. Sayın Güleçyüz’ün yazısı olmasaydı, bu reformun mahiyetinden belki haberdar olamayacaktık. Biz reform kelimesinde; bugüne kadar yapıla gelen yanlışların düzeltileceğini, medenî milletlere yakışır bir programın hazırlanacağını ve Avrupa’da öğretmenlerimizi gülünç duruma düşüren “Kemalist ilkeli eğitimden” bizi kurtaracak bir düzenlemenin yapılacağını zannetmiştik. Yani ezberci, hantal, kolaycı, kalıpçı, tek adamcı ve mânevî değerlerden yoksun şu sistemin AB standartlarında değişeceğini beklemiştik.

Mevcut eğitim sistemimizin hali, eski doğu bloku ve diktatör Arap eğitimlerini çağrıştırdığını elbette biliyorsunuz. Cemiyet hürriyetini zedelemeden fert hürriyetinin esas alındığı, tek kişinin ilke ve inkılapları yerine medenî prensiplerin öncelendiği, öğrencinin üzerinde baskı hissetmeden hadiseleri tahlil edebileceği, verimli, sentezci ve mevcut medeniyetlerle boy ölçüşebilecek bir müfredat reformu bekleyenler, mecburen beklentilerini başka bahara saklayacaklar…

Biz müfredat reformu beklerken, Avrupa’nın istintak sandalyesine oturttuğu “felsefe eğitimi” sevgili bakanımızca eski bir “yenilik” olarak eğitimcilerimize ve bize sunuluyor. Bakanımız gençliği ve çocuklarımızı çok uysal ve adeta güdülecek koyun kadar mutî gördüğünden, “sorgulama, itiraz ve başkaldırı” melekelerimizi felesefeyle inkişaf ettirmek istemiş. Amerika ve Avrupa gençliği, reddeden, itiraz edip kabullenmeyen, her hükme şüphe ile yaklaşan, sevgi, hürmet ve şefkati ileri yaşlara erteleyen bir gençlikmiş. Serseri, hoyrat ve isyankâr görünümlü gençliğe, medya, sinema, müzik ve nihayet okulla gençliğimiz ayak uydurmaya çalışırken, eksiği en fazla hissedilen hususun “felsefe eğitimi” olduğunu bakanımızın çok kıymetli çevresi tesbit etmiş.

Popülist olmayan Batılı ilim adamları bu gençliğin Avrupa’nın geleceğini karartacağını söylüyorlar. Uyarı ve çare niteliğindeki yüzlerce makalenin internet aracılığıyla yetkililerimize de ulaşabileceğini düşünüyorum. Avrupalı sosyalistlerin övündüğü “sosyal devlet”in dinsiz felsefenin çocuklarınca çökertilmekte olduğunu istatistikler haber veriyorlar. Felsefenin öngördüğü “hürriyet anlayışını” cemiyete tatbik edenlerin; sokak başı uyuşturucudan ölmüş gençlerden şikâyet etmeleri, intiharla hayatlarına kasteden yüzbinlerceyi gündeme getirmeleri ve Avrupa dışından gelen çocuklar karşısında çocuklarının rekabeti kaybetmeleri; “felsefeye dayalı eğitimin” bu kıtadaki hazin sonunu gösteriyor. AB içinde yaklaşık otuz milyon Müslüman, Müslüman Türkiye’den çocuklarının eğitimi için yardım beklerken, yetkililerimizin Avrupa ve bilhassa Amerika’nın çöplüklerine yönelmeleri hakikaten hazindir.

Eğitim, sosyal bir hadisedir. Avrupa ve Amerika’nın sosyal hadiselerdeki biricik müracaatları “felsefî düsturlardır.” Her ne şekilde olursa olsun sosyal hadiselerde çözüm için Batıdan örnek almaya ve onları taklid etmeye çalışmak “bitmişliğimizin” ilânı olmaz mı? Halbuki millet olarak elimizin altında tüm insanlığın eğitimine yardımcı olabileceğimiz kadar malzeme, tecrübeler ve muhteşem prensiplerin olduğuna inanıyoruz.

Milli Eğitimimizde birileri hâlâ Avrupa aydınlanmasını felsefeye bağlayabiliyor.

Avrupa’nın meşhur ilim adamı şarkiyatçı Fuat Sezgin hoca, ortaya koyduğu muhteşem eseriyle isbat etti ki; Avrupa fen ve teknolojisinin kaynağı Endülüs ve Sicilya medeniyetleridir. Fen ve felsefenin Avrupa’da 16. yüzyıldan itibaren kilise karşısında yükselişi bu hakikati gösteriyor. Kilisenin ilmî çalışmalarına baskısı karşısında Gırnata, Sevilla ve Kurtuba’ya sığınan ilim adamlarının tarihçesini yazan Avrupalı araştırmacılar da itiraf ediyorlar. Endülüs medeniyetinin “iman cephesini” terk etmiş çocuklarca geliştirilen teknolojiyi yalnızca “dinsiz felsefeye” bağlamanın devri çoktan geçti. Bediüzzaman Hazretlerinin bir asır önceki fikirlerini araştırmasıyla tasdik eden Fuat Sezgin’den başka, daha yüzlerce ilim adamının “Batı’yı çıkmaz sokaktan” kurtarma çabalarını görmemezlikten gelenlerin yanlış yolda olduklarına inanıyoruz.
Şükrü Bulut

  • "Sükrü Bulut" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Sükrü Bulut"

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

17.08.2004, 18:22

Avrupada Felsefe Eğitimi

Avrupada Felsefe Eğitimi

Felesefe, karnındaki hikmetleri çıkarıp, dinsizlik adına nemrutlaşınca, Avrupa´daki yapay tahtı da sallanmaya başladı. Öyle lerzeler yaşıyor ki, belası hikmetin diğer kollarına da tesir ediyor. Mütehakkim, bilgiç, ukala ve fıtratı ısıran egosundan olacak ki, okumuş kitleler fen ve teknolojinin keskin çerçeve ve çizgilerinden kaçarak, kendilerine mûnis koylar ve güneşli beyabanlar arıyorlar. Size garip gelebilir ama; birçok kesim eski hurafelerin masalımsı dünyasıyla Asya´nın gizemlere büründürülmüş inanç, gelenek ve hayatını “batının küstah modernitesine” tercih ediyor. Batılıların bir kısım felsefe ile dominant kilise arasındaki çekişmelerden o kadar yorgun ki… Bazen Asya steplerindeki inancı hristiyanlığa tercih edenlerle de karşılaşabiliyorsunuz. Bilhassa dinsizlik cereyanlarını idare eden komitelerin felsefeyi son zamanlarda somutlaştırmaları, yani TV, internet, gazete ve kitap vasıtasıyla dinsizlik ve ahlaksızlığı başka boyutlarla cemiyete dikte etmeleri, felsefeyi “ıKRAH” edilecek bir mevkiye indirdi… ınsanlarca en kıymetli addedilen beden ve ruh sağlığının son zamanlarda hekim ve psikiyatristlerden ziyade “halk hekimlerine” havale edilmesi de Avrupa´da dinsiz ve mağrur felsefenin ilme ve insanlığa yaptığı bir kötülük olarak düşünülüyor.

Okullarda müstakil felsefe, ders olarak lise son sınıflara “seçmeli olarak veriliyor”. Bilhassa din derslerine girmeyen öğrencilere… Tamamen dinsizliğin ve ahlaksızlığın öğretildiği bu derslere müslüman öğrencilerin girmemelerine bilhassa müslüman veliler itina gösteriyorlar. Çoğunun; islam dinin prensipleri, imanî esasları ve ahlâkî kuralları hakkında şüpheye düşeceğine, katolik – protestan esaslarını öğrenmesini isteyen veliler felsefe dersi ile “dinsizlik – ahlaksızlığı” eş görüyorlar. Feslefenin; sanat, kültür ve genel ahlak başlıkları altında saçtığı zehrin, müslüman çocuklarında meydana getirdiği tahrip burada gözle görünecek derecede. ınançsızlığın oluşturduğu boşluğa düşen gençlerin kapıldıkları kötü alışkanlıklar, karıştıkları olaylar ve yarıda bıraktıkları okul ve meslek eğitimleri, aklıbaşındaki türk ebeveynlerinin de gözünü açmış olacak ki, son istatistikler “maneviyata dönüş” terendinin yükseldiğini gösteriyor. Hatta bir çok anne – baba; okulunu bitirmiş mesleğini tamamlamış, işini bulup yuvasını kurmuş dindar gençlere özenerek, dindar olmadıkları halde çocuklarının dindar çevrelerle tanışmasına çabalıyorlar.

Avrupa Eğitimindeki taht ve tacından yuvarlanan felsefenin Türkiye´de rağbet bulması sizin de garibinize gitmiyor mu? Elinde, islamın cihanşümûl, kurtarıcı ve yükseltici altın prensipleri bulunmayan batının, zararlı diye çöpe attığı bir nesnenin yetkilerimizce “çöplükten müfredâta” taşınması elbette sizin de izzetinize dokunur. Felsefe ve felsefenin mahsulleri olan gözboyayıcı şeylerin ilim adına Türkiye´de rağbet görmesi, tedennî ve tereddîmizin bir başka boyutunu gösteriyor, kanaatindeyiz.

Yeni diye boş ve zararlı şeylerle toplumu uzun süre avutma ve aldatmanın mümkün olmadığı bir vâkıa… Hakikî ihtiyaçların bizi sancılarla uyandırması uzun sürmez. Kemalizm mengenesinde tam seksen senedir “ilke ve inkılap”larla mefluç hâle gelmiş eğitimimiz için “felsefe eğitimi” bir kurutuluş geçidi olabilir mi? Can Dündar´ın Anıtkabir Kitaplığıyla ilgili bir araştırmasını hatırlıyorum: şu eğitim modelinde ısrar edenlerin başucu kitaplarının listesini çıkarmıştı. Hemen hepsi “din karşıtı Avrupalı Feylesofların” eserleriydi… Felsefeye iltizamla bu girdaptan kurtulamayacağımızı, Avrupa ile ilgili yukarda verdiğimiz örnekler elbette gösterir kanaatindeyiz. Batının ve bilhassa Vatikan´ın “Kur´an değerlerine” dolaylı yolla vurgular yaptığı bir zamanda, Kur´an´ın vatanı olan Anadolu´daki şu masakaralıklar elbette hoş karşılanmaz. Bin senelik tarihi, örfü, geleneği, kültürü, harsı, zevk ve estetiği Kur´an´la yoğrulmuş bir milletin çocuklarını yanlış beyabanlarda dolaştırmaktan artık vazgeçmek gerekiyor. Milletin çocuklarına acımayanlar, hakîkat karşısında gülünç duruma düşüp, Avrupa´ya maskara olmaktan çekinmelidirler…
Şükrü Bulut

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir