Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

sahhaf

Stajyer

  • Konuyu başlatan "sahhaf"

Mesajlar: 52

Konum: herhangi bir yerden..

Meslek: öğretmen inş.

Hobiler: kitaplar

  • Özel mesaj gönder

1

04.08.2006, 21:24

Ağlamak

Ağlamak

Ağlamak...
Göz pınarlarının dolup dolup boşalması ve insanların duygularını ifade etme yeteneği...

Ağlamak...
Bir nev'i özlem duymak geçmişe, güzelliğe ve de geçmişle hasret gidermek bir nev'i...

Ağlamak...
ıçe atılan bastırılmış duyguların, dışta inleyen sessiz çığlıkları...

Ağlamak...
Kalbleri temizleyen o ışıl ışıl ırmağın gözlerdeki yansıması...

Ağlamak...
Duygularımızı ifade edemediğimizde, onları ifade etmenin en geçerli yöntemi belki de...

Ağlamak...
Muhabbetlerin, özlemlerin, gerçeklerin ve güzelliklerin reçetesi...

Ağlamak...
Gözlerin dolup dolup boşalması ve hiç kimsenin yaşamadığını hissettiğimiz anlar...

Ağlamak...
O'na belki de en yakın olduğumuz anlardan biri...

"Yaradan rahmetini kahrından üstün saydı
Ne olurdu halimiz, gözyaşı olmasaydı..."

Açılırken avuçların sessizliğe, ellerinin içindeyim
Ağlamak geliyorsa içinden, ağla; gözyaşının içindeyim..
ınanıyorum,
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa
Ve denizler kurumaya yüz tutmuşsa
Yine de sevgiyle dolu olacaksın..
Sorma bana, neden?
Çünkü Allah'a inanıyorum..

2

04.08.2006, 21:31

çok güzeldi Allah razı olsun..

3

05.08.2006, 13:57

AHMET SAFA

Billur taneleri gibi, göz pınarlarından süzülüp yanakları yıkayan yaş, tıpkı bulutlardan boşalıp yeryüzünü sulayan yağmur gibi rahmettir. Allah, rahmetini sevdiği mahzun kalplerin göz pınarlarından akıtır. Yağmur kavrulup çatlamış topraklara nasıl hayat bahşediyorsa, gözyaşı da katılıktan sertleşmiş gönüllere öylece hayat bahşeder.

Bağrı yanık aşıkların en tesirli silahı gözyaşıdır. Bu fani dünyada tencere gibi kaynayıp duran gönüllerindeki ateşi onunla bir derece teskin ederler. Ahirette ise, cehennemin azgın alevlerini yine onunla söndürürler. Allah Rasulü s.a.v. buyuruyor:

“Mahşerde, cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmede, Cebrail a.s. elinde bir bardak suyla görünür. Ona, ‘Bu ne?' diye sorarım, şöyle cevap verir: ‘Bu, mümin kulların Allah korkusuyla ağlayıp, gözlerinden döktükleri gözyaşlarıdır ve şu korkunç kıvılcımları söndürecek tek şeydir.”

Aşıkların ağlayışı

Kimileri, Hak yoluna ileten gönül rehberinin hicranıyla yanıp tutuşmuş, şems'ini arayan Mevlâna gibi, ıstırabı hiç dinmemiştir. Aşk yolunda çekmediği mihnet ve meşakkat kalmamış, yaralı gönlünü, ağlayan gözünü şiirle teselli etmiştir:

Yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.
Yine göç var diye Mecnun’a haber verme sakın
Yine matem, yine zâri, yine efgân olacak.
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim
ışiten nâlemi, hep ben gibi nalân olacak.

Kimi Mecnun'ların Leylâ'sı, Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz'dir. O'nun uğrunda yanmış, yakılmış ve gözyaşı dökmüşlerdir:

Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesrurun olmazsa
Cemalinle ferah-nâk et ki, yandım ya Rasulallah.

Kimileri de Hakk'ın vuslat özlemiyle yanıp köz olmuş, sabahlara dek gözyaşlarıyla gönüllerini serinletmeye çalışmışlardır:

Geceler ta subha dek zâri kılup eylerdi ah
Tâ nasib ola deyu gönlümü irşâd eyleyen
...
Firkat oduyla ciğer püryan olup yandı temam
Yanmağa kalmadı takat Yüce Sultanım meded.
_________________

Sadıkların sükuneti

Gözden boşalan yaşlar her zaman kalbin yumuşaklığına, ruh ve hissin inceliğine delalet etmediği gibi, tek damla gözyaşının akmayışı da her zaman kalbin kasvetine işaret etmez. Zira Allah'ın emirlerine sadakatte aşıklardan daha ileri olan nice gönül erleri vardır ki, aşıklar gibi haşyet ve ürperti duymazlar. Genellikle yaş dökmezler. Gerçi yeri geldiğinde onlar da oturup hıçkıra hıçkıra ağlarlar. Fakat aşıklar gibi her daim ağlamazlar. Vuslat gerçekleştiğinde gönüllerindeki ıstırap zail olur:

‘Kâbe kavseyn’ ma‘nasın anlayuben fehm eyledi
Kâni olmadı anunla erdi ‘ev ednâ’sına.
Kalmadı bu gönülde Üftade asla ıztırab
Zira matlubu buluben erdi ol Mevlâ’sına.

Sadıklar da bazen vuslatla birlikte hicranda olurlar. Kimi zaman yalnız kaldıklarında çağlayanlar gibi gözyaşı dökerler. Yakın tarihimizde dünyasını değiştiren dertli bir Hak dostunu anlatmışlardı. Biri ona Alemlerin Efendisi'nin mübarek sakal-ı şerifini hediye olarak getirmişti. Namazı kılar kılmaz camiden çıkmış, birlikte saadet hanesine varmışlardı. Sonra sakal-ı şerifin üzerine abanıp hıçkırıklarla ağlamış ve hediyeyi getirene nice dualar etmişti.
_________________
ınce duygu, ince düşünüş

Ağlamak fıtrî bir haslettir. Ancak ince bir duygu, ince bir düşünüş ve ince bir ruha sahip olanlar ağlayabilirler. Heybet, sevgi, korku, merhamet ve şefkat gibi kalbî hasletler olmadan içten gelen ağlayış mümkün değildir. Bu da imanın yakîn ve kuvvetiyle ilgilidir. Kur'an-ı Kerim böylesine yakîn sahiplerini anlatırken: “Onlar, Allah'ın ayetlerini duydukları zaman çeneleri üstü yere kapanırlar.” (ısra, 107) buyurur. Bir başka yerde ise, “az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe, 82) diye ihtar ederek, ölüm ve sonrasında başımıza gelecekleri tefekküre sevk eder.

ınce duygu ve düşünce sahiplerinin bam teline dokunacak şeyler her zaman mevcuttur. Hz. Ebubekir r.a., kendisine takdim edilen bir bardak soğuk suyu içtikten sonra, hıçkırıklarını tutamayıp ağlamıştı. Kendisine niçin ağladığı sorulduğunda, bütün nimetlerden hesaba çekileceğini hatırladığını söylemişti.

Hz. Ömer r.a. ise, bir gün ak saçlı, ak sakallı bir papazı görmüş, ağlamaya ba şlamıştı. Niye ağladığını soranlara, papazın dünyadaki perişanlığı yanı sıra, ahirette çekeceği ebedi azabı düşündüğü için ağladığını söylemişti.

Onlar bazen bir ayet dinlediklerinde yıkılıp gidiyor, bazen de rikkatli bir hadise karşısında hıçkırıklara boğuluyorlardı.


Kalp katılığı

Kalp kasveti gözyaşının düşmanıdır. Kayalardan su çıkar, ama kalbi kasvetle katılaşan kimselerin gözünden bir damla yaş akmaz. Kur'an-ı Kerim bu hususu şöyle ifade etmektedir:

“Sonra kalpleriniz yine katılaştı. Taş gibi, veya daha da katı oldu. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır.” (Bakara, 74)

Hz. Mevlâna'nın buyurduğu gibi, susuz ve aciz kişinin ağlayışı manevidir, doğrudur. ıçten gelmeden soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir. Kimi yaşlar, timsah gözyaşı gibi acımasızdır. Kimi yaşlar yalan ve hileden ibarettir. Yusuf'un kardeşlerinin ağlamaları gibi illetle doludur. Kimi yaşlar, günahlara karşı içinde bir ürperti, iç murakabe, sevgi ve sadakat taşımayan kimselerin başka şeylere döktüğü gözyaşlarıdır. Bunlar makbul ve meşru değildir.

Kalp katılığının ilacı Allah dostlarını sık ziyaret etmek, onların sohbetini yapmak, kalbî bir rabıtayla onlara bağlanmak ve Allah'ı zikretmektir. Bunların yanı sıra, ölümü düşünüp, tûl-i emel denilen dünyayla ilgili ardı arkası kesilmeyen hayallerden uzaklaşmak, eşya ve hadiselere ibret nazarıyla bakmak icab eder.
________________
ıki göz cehennem ateşi görmez

Allah Rasulü buyuruyor: “ıki göz cehennem ateşi görmez: Düşmana karşı nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan gözler.”

Efendimiz s.a.v. bu ve benzeri hadisleriyle, dışa karşı mücadele ve mücahede eden insanın bu durumuyla, içe karşı mücadele yapan ve nefsiyle yaka paça olan, bu yüzden de gözyaşı döken insanın amelini aynı mütalaa ediyor.

Diğer bir hadîs-i şerifte: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mümin kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin.”

Yine Efendimiz'in buyurduğu gibi, memeden çıkan sütün tekrar geriye dönmesi nasıl imkansız ise, Allah korkusundan ağlayan gözün cehenneme girmesi o derece imkansızdır. Allah yolunda üstü başı toz toprak içinde kalan bir insanın durumu da bundan farklı değildir. Çünkü Allah Rasulü, bu toz ve toprağın cehennem ateşiyle asla bir araya gelmeyeceğine dair birçok beyanda bulunmuşlardır.
_________________

ılk ağlayan Hz. Adem babamızdı

Yeryüzünde ilk ağlayan Adem babamızdır (Aleyhi's-salâtü ve's -selam). O, Hz. Mevlâna'nın deyimiyle, mahzun bir şekilde ağlamak, inleyip feryad etmek için dünyaya gönderilmişti. Biliyordu ki, tevbekârların nefesi ıslak gözyaşlarıdır. Gözyaşı dökene acınır. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye gözyaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur.

Bu yüzden Adem a.s. yaş yerine kan akıtıp ağlamış ve Allah'ın itabından kurtulmuştu. Aslında Cennetten ayrılıp dünyaya indirilmekle, O'nun ağlayacak çok sebebi vardı. Tam vuslata ermişken ayrılık kapıya dayanıp yine firkate düşmüştü. Denizin suları gibi buharlaşıp, bulutların üzerine çıkabilmek için yine yaş gerekiyordu. Yunus'un feryadıyla:


Adem de ağlar alem de...

Adem de ağlar, alem de ağlar, melek de ağlar, hayvan da ağlar. Ağlamaya değer bütün hadiseler karşısında varlık ağlar. Hurma kütüğü, Hz. Rasulullah'ın ayrılığına dayanamayıp nasıl da ağlamıştı... Kur'an-ı Kerim'de Firavun ve bağlılarının denizde boğuluşu anlatılırken: “Gök ve yer onların ardından ağlamadı.” (Duhan, 29) buyrulmaktadır.

Demek ki yer, gök ve ruhanilerin ağlayacağı kimseler vardır. Ölen yavrusunun elemiyle acı acı miyavlayan bir kedinin ağlayışını hissetmemeye imkan var mı? Ya da dünyaya ilk gelişi esnasında feryad eden bebeğin gözyaşlarında gurbet ellere düşmenin ıstırabını duymamak mümkün mü?

Allah Rasulü de ağlamıştı

Allah Rasulü de dünyaya gelirken ağlamıştı. Ama onun ağlayışı bir başkaydı. Figanında “ümmetim, ümmetim!” feryadı duyuluyordu. Elini açtığı zaman: “Ürpermeyen kalpten, ağlamayan gözden sana sığınırım Allahım” diye dua ederdi.

Bir gece teheccüde kalktığında “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün ayrılmasında, aklı başında kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i ımran, 190) mealindeki ayet-i kerimeyi okuduğu zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.

Savaş meydanlarında O'nun gibi cengâver biri yoktu. Korku nedir bilmezdi. Cihad esnasında Sahabe daraldığı zaman, Efendimiz'in yanına sığınırlardı. Fakat O nerede bir kalbi kırık görse oturur çocuk gibi ağlar, etrafını da ağlatırdı.

Bir keresinde Kızı Zeyneb'in çocuğu hastayken kucağına almış, ağlamış ve şöyle demişti: “...Bu, Allah'ın merhametli kullarının gönüllerine koyduğu rahmettir. Cenab-ı Hak, bu rahmeti kullarından şefkatli olanlara ihsan eder.”

Bir gün hutbede şöyle hitab etti: “Allah'a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz.” Hadisin diğer kaynaklardaki devamında: “Zevcelerinizin yataklarını terk eder, dağlarda ve çöllerde çığlık çığlık Allah'a yalvarırdınız.”

Bu sözleri duyan sahabilerin hepsi başlarına cüppelerini çekmiş, ne olacak halimiz diye ağlaşıyorlardı.
_________________

O Berzah'ta da ağladı

Erhamü'r-Rahimin olan Allah'ın hikmeti öyle gerektirseydi, bir rahmet peygamberi olan Alemlerin Efendisi'nin gözyaşları ebediyyen cehennemi söndürmeye yeterdi. Göz pınarları sanki hiç kurumuyordu. O, sinelerimizde yük olarak taşıdığımız paslı kalplerimiz, zulüm ve cevirlerimiz için belki de halen ağlamaktadır. Cennetlik gençlerin efendisi, kıyamete kadar gelecek bütün seyyidlerin atası, ıki Cihan Güneşi'nin torunu Hz. Hüseyin Efendimiz, Kerbelâ'da ehil ve etbaıyla birlikte şehid edildiği zaman, Alemlerin Efendisi öte alemde bir kez daha can evinden vurulmuştu. Ümmü Seleme validemizin gördüğü rüyada O yine ağlıyordu.
_________________

Üç yer var ki...

Hz. Aişe r.a. validemiz, Allah Rasulü'nün rahle-i tedrisinde yetişmiş ve onun büyük sevgisine mazhar olmuştu. Hayatında kazaya kalmış tek bir namazı yoktu. Haram değil gözlerine, rüyalarına bile girmemişti. Ama o buna rağmen vicdanında ağır bir mesuliyet taşıyor, -hâşâ- münafık mı oldum endişesiyle ağlıyordu. Hıçkırıklar boğazında düğüm düğümdü.. Allah Rasulü sordu: “ Aişe seni ağlatan nedir?” Cevap verdi: “ Ya Rasulallah, biraz evvel, ‘ister istemez hepiniz Cehenneme uğrayacaksınız' ayetini okudum. Onun için gözyaşlarımı tutamadım.” Ve sözlerine devam ediyor: “Acaba o gün ehlinizi hatırlar mısınız?” Allah Rasulü cevap veriyor:

“Üç yerde hatırlayamam Aişem. Sıratta, mîzanda ve defterlerin herkese verildiği anda. Evet, buralarda kimseyi hatırlayamam...”

Ağlayacak çok şeyimiz var. Gamsızlığımız, dertsizliğimiz, ağlayacak halimize gülüşümüz, katılaşan kalbimiz, samimiyetsizliğimiz, haram ve günahların içinde kendimizi kaybedişimiz, muhabbetten mahrumiyetimiz, cehaletimiz, ayaklar altında ezilişimiz…

Allahım bizi ağlatacak ince bir kalp, ince bir ruh ihsan eyle. Ciğerimizi aşkınla biryan eyle. Sevdiklerimizin gözyaşları bereketine azgın cehennem ateşimizi söndür. -Amin

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ::::::::::.
'

Bağ-ı cennette ümidim bu durur kim Zatî'yi
Cümle müminlerle ol server ede hem sâyesi


_

sahhaf

Stajyer

  • Konuyu başlatan "sahhaf"

Mesajlar: 52

Konum: herhangi bir yerden..

Meslek: öğretmen inş.

Hobiler: kitaplar

  • Özel mesaj gönder

4

05.08.2006, 18:48


"Gözyaşlarıyla yıkanırmış kirler.
Ve nezahet ona gıpta edermiş.
Bir damla dağvari ateşe yeter,
Eren, nedametle Ona erermiş!
Gözyaşlarıyla yıkanırmış kirler..."
ınanıyorum,
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa
Ve denizler kurumaya yüz tutmuşsa
Yine de sevgiyle dolu olacaksın..
Sorma bana, neden?
Çünkü Allah'a inanıyorum..

sahhaf

Stajyer

  • Konuyu başlatan "sahhaf"

Mesajlar: 52

Konum: herhangi bir yerden..

Meslek: öğretmen inş.

Hobiler: kitaplar

  • Özel mesaj gönder

5

05.08.2006, 20:28

Allah'ım Bize Ağlamayı Öğret!

Bizler gönlümüzün bahçeleri tarûmar olan, çiçekleri sararıp solan insanlarız. Bu virane bahçemizde yıllardır hep baykuşlar öttü ve bülbüllerin seslerine hasret kaldık. Engin huzur sadece hayallerimizi süsledi, saadeti yüreğimize sokamadık. Mutluluk kelimesinin anlamını unuttuk.

Hep dertliydik ve derdimize derman bulacak takatimiz yoktu, başkalarına da söyleyemedik derdimizi. Ağlayacak haldeydik, fakat ağlayamadık. Tıpkı yüreği katılar gibi, gözünden yaş akmayanlar gibi, kalbi nasır tutmuşlar gibi.

Kendi dertlerimizin farkına bile varamadığımız için başkalarının acılarını hiç göremedik. Gözünden yaş akıtan insanların neye ve niçin ağladıklarını soramadık. Oysa onlar dertlerinin ne olduğunu bilen insanlardı. ınsanlığın nasıl bir derde düçar olduğunu bilen ve onların ızdıraplarıyla yanıp tutuşan insanlardı. Dertlerine çare olacak dermanları insanlığa sunabilmenin mücadelesini ediyorlardı.

Onlar virane bahçelere düzen getirmeye, solan çiçekleri diriltmeye çalışıyorlardı. Fakat biz onları anlayamadık. Anlayamadık ama bunun ceremesini çeken yine biz olduk. Dünyayı kaybettikten başka ahireti de kaybetme telâşına kapılarak burnumuz sürtüldü. O mübarek, o ellerinden öpülesi insanlar bizim bestelerimize nağme olmaya çalışıyorlardı. Ama biz güftelere yabancı kaldık.

Zira bizim maneviyat sazımızın telleri kopmuş, mızrabı parçalanmış. Üç yüz yılı aşkın bir süredir kırık mızrabımızı paslı tenekelere çalıp durduk. Ama o paslı tenekelerden çıkan nağmelere bile kulak vermedik, en azından eskilerden kalan bazı terennümleri yakalayabilirdik. Fakat kulaklarımız paslıydı bizim, gönlümüz paslıydı, kalbimiz paslıydı.

Biz Cehenneme sürüklenen yollarda koşturmak için birbirimizle didişirken, o mübarek insanlar bizim yolumuzu kesmek için kendi canlarını tehlikeye atıyorlardı. Biz dünya dünya çığlıkları atarak birbirimizi ezerken, onlar Cehennemin kapısını kilitlemek, bizi o kapıdan içeriye sokmamak için mücadele ediyorlardı. Zira onlar sadece kendilerinin kurtuluşu için değil, bütün insanlığın kurtuluşu için kendilerini adamışlardı. Gözlerinde ne Cennet sevdası vardı onların, ne de Cehennem korkusu.

Ne Cennet sevdası, ne de Cehennem korkusu!

Tıpkı ondört asır önceki Müslümanların yaptıklarını yapmaya çalışıyorlardı. Peygamber Efendimiz’in etrafında kenetlenmiş, canlarını ve mallarını bu davaya adamış sahabeleri örnek alıyorlardı kendilerine. Peygamberimiz öyle seviyordu ki onları, öyle seviyordu ki... Her yerde, her zaman “Ashabım” diyordu, “ümmetim” diye sayıklıyordu. Bu ümmetini ahirette de yanında görmek istiyordu.

Çünkü o ümmet, diğer ümmetlere benzemiyordu. Hz. Musa’nın ümmeti Hz. Musa’ya, Hz. ısa’nın ümmeti Hz. ısa’ya ihanet etmişti. Hz. Musa ümmetine, “Benimle birlikte Allah için savaşır mısınız?..” dediğinde; “Hayır yâ Musa,” demişlerdi. “Sen git Rabbinle birlikte savaş, galip gelirseniz yanınıza geliriz.”

Oysa Peygamberimiz (s.a.v.)’in ümmeti böyle dememişti. “Biz Hz. Musa’nın ümmetinin dediklerini demeyeceğiz, yâ Allah’ın Resûlü,” demişlerdi, “Biz seninle birlikte malımızı ve canımızı vermek için savaşacağız.”

ışte bu yüzden ümmetini çok seviyordu Peygamber Efendimiz. Diğer bütün ümmetlerden üstün olan ümmetinin üstüne titriyor, duâlarını onlar için yapıyor, şefkat gösterip kol kanat geriyordu. Sadece kendi zamanında yaşayan ümmetine karşı değildi bu hissiyatı, daha da ötelere gidiyordu. “Benden sonraki kardeşlerime selâm söyleseydim,” diyordu. Bir gün ayağa kalkıp, gözlere görünmeyen gelecekteki ümmetini karşılamış, “kardeşlerim gelmişler” diyerek sarılmıştı. Bu manzarayı gören sahabe, “Biz senin kardeşin değil miyiz yâ Allah’ın Resûlü?” dediler. Efendimiz onlara döndü “Hayır,” dedi. “Siz benim ashabımsınız. Sizler beni gördünüz, benimle bilikte yaşadınız. Ama beni görmeden bu dava için mücadele edecek kardeşlerim olacak. En kötü zamanlarında bensiz mücadele edecekler. ışte onlara selâm olsun.”

Ondört asır geçse bile, Senin zamanındaki ashabının hissiyatıyla mücadele eden kardeşlerin var ey Allah’ın Resûlü. Onlara selâm verebilirsin. Onları kardeşim diye kucaklayabilirsin. Kâinat Senin için yaratıldığına göre, Allah’ın en sevgili kulu olduğuna göre, ondört asır arkanda cemaat olmuş ümmetini, kardeşlerini görüyorsundur. Belki Arş-ı Azam’da perdeyi sıyırıp baktığın gibi bakıyorsundur onlara. Onların alınlarında parlayan nurundasın, dillerinden eksik etmedikleri kelime-i tevhitlerdesin Sen. Belki kalplerindeki Selat-ı Selâmlarda yakalıyorsundur onları.

Senin zamanında yaşayan kardeşlerin gibi, bu zamanda da kardeşlerin var ey Allah’ın Resûlü. Senin kardeşlerin gibi mücadele ediyorlar, bu dava için canlarını ve mallarını feda ederek çalışıyorlar. Alınlarından nur parlıyor onların. ınsanların yüreklerindeki imanların her zaman tehlikede olduğu bir dönemde, Senin ümmetine yakışır bayrağı dalgalandırmaya çalışıyorlar.

Onları bize bahşeden Allah’a hamd ve sena olsun. Zifiri karanlığın içinde sağımızı solumuzu göremezken ve her sahada ümidimizi kesmişken, bu karanlık tünelde ışık olmaya namzet genç ve azim dolu nesli bize bahşeden Allah’a hamd ve sena olsun. Her türlü pisliğin bulunduğu bataklıkta güzel kokulu çiçekler açtıran Allah’a hamd ve sena olsun. Balyozlarla kırılamayacak kayaları bir filize deldiren Allah’a hamd ve sena olsun. Ne kadar kötü yollara sürüklensek de bize kurtuluş yollarını gösteren Allah’a hamd ve sena olsun.

Ne kadar şükretsek azdır. Bu kâinatta değil, başka âlemlerde olabilirdik. Bu dünyada taş olarak, ağaç olarak veya hayvan olarak yaratılabilirdik. ınsan olarak yaratıldık, ama Allah’a isyan edenlerden olabilirdik, Hz. Muhammed’in ümmetinden olmayabilirdik. Bütün bu badirelerden sıyırıp bizi ıslâm ümmetinin bir ferdi kılan Allah’a hamd ve sena olsun.

Onca yanlış yolların arasında hak yolu gösteren, yüreğimiz ne kadar katı olsa da yüreğimizi yumuşatabilecek yüreği yumuşak mü’minleri bize bahşettiği için Allah’a hamd ve sena olsun.

Rabbim!.. şu dönemde sana lâyık kul olmak nefsimize öyle zor geliyor ki, şu binalara duyduğumuz hayranlığı belki Sana duyamıyoruz. şu buzdolaplarının önünde eğildiğimiz kadar senin huzurunda eğilemiyoruz. Yaşantımızı her yönüyle hercümerc eden paspayelere baktığımız kadar Senin Kitabını açıp okuyamıyoruz. Senin nizamını bozmaya çalışanları önder edindiğimiz kadar, Senin bize Önder gönderdiğin Peygamberimiz Sallâllahû Aleyhi Vesselâma itaat edemiyoruz.

Belki bu yüzden, yüreğimizin inceliklerini kaybettik. Belki bu yüzden dinimizi, dindaşlarımızı gözümüzün önünde düşmanlar boğazlamaya çalışırken kılımızı kıpırdatamıyoruz. ıslâm dünyasına musallat olan katliamlar karşısında sesimiz çıkmıyor. Sanki olağan bir şeymiş gibi geliyor bize. Yüreğimiz yerinden kopmuyor, gözümüzden yaş akmıyor, ağlayamıyoruz. Bunları bile yapamayacak hallere düştük sonunda.

Ama Rabbim, Sen hatalarımızı daima affedersin. Yanlışların yanına doğruyu da koymuşsun, çirkinlerin yanına güzeli de sergilemişsin. Sana doğru mutlaka bir açık kapı bırakmışsın. Ömür boyu sürünsek de, yolunda bulunamazsak da, belki Allah korusun Sana isyan edecek durumlara gelsek de, bir ihtimal zaman gelir, bir ihtimal bu kapıya gözleri ilişir, yürekleri belki hisseder, bir ihtimal birileri vasıtasıyla bu kurtuluş kapısına yönelirler diye daima bize kapını açık bıraktın. Sana binlerce hamd ve sena olsun!..

Ondört asır öncesinden bizi ıslâm kapısına davet eden ve o zamandan beri gül otağını kurup sonsuza kadar bizi bekleyen Peygamberimize salat ve selâm olsun. Günümüzde öyle kulların var ki, sanki o muhteşem devri yaşıyorlar. Sanki her an Seni görüyorlarmış gibi, sanki Hz. Muhammed Efendimiz aralarındaymış gibi, sanki Ashab-ı Kiram’la birlikte yaşıyorlarmış gibi.

Böyle insanları bize bahşettiği için Allah’a hamd ve sena olsun. Dostların düşmanla dost olup gittiği şu dönemde, hâlâ Allah’a dost kalan insanlar bu mübarek insanlar. Hissiyatlarını hissiyatlarımıza katmak istiyorlar. Kendi kurtuluşlarından önce, başkalarının kurtuluşlarını istiyorlar. Allah deyince bağırları yanan, Peygamber deyince kendisinden geçen, Ashab deyince gözleri yaşaran insanlar bunlar. Mânen çöllere düşmüşler, Mecnûn gibi Leylâsını arıyorlar.

Onlar şanslı insanlar, onlar bahtlı insanlar. Allah’ın sevgili kulları, Peygamberimizin üzerine titrediği ümmetin mümtaz fertleri. Erenlerin, evliyaların yakın dostları. Üstadın can yoldaşları, muhabbet fedailerinin kardeşleri. Ağlayan insanlar onlar, ağlamasını bilen insanlar.

Biz ise ağlayamadık.
Bir türlü nefsimizin yularından kopamadığımız, yüreğimizi inceltemediğimiz, hakikat derslerini kavrayamadığımız için dertlenemiyoruz. Dertlenemediğimiz için de gözlerimizden yaşlar akmıyor.

Hep gülenlerden olduk biz. Hep kaygısız olanlardan, uzaktan bakanlardan olduk. Bir şeyler içimizi kemiriyor, vicdanımız sızlıyor, o örnek insanlar mahçubiyetimizi artırıyor ama işte o kadar. Bunun dışında övünebileceğimiz bir şey de yok zaten.

Hiçbir şeye faydası olmayan, dine hizmete en ufak katkısı bulunmayan, binbir türlü günahı ve sayısız hataları olan, dünyevî istekleri bir türlü bitmeyen, hakka yaraşır işlere bir türlü fırsat bulamayan, ameli olmayan, zevk-ü sefada debelenen, gönlü ve yüreği bir türlü doğru istikamete yönelemeyen, tevbe kapısına giremeyen ve işte bunlardan dolayı da gözlerinden yaş akıtamayan, ağlayamayan bizlerin durumu gerçekten çok zor.

Allah bize yardım etsin.

Bizim bu halimiz, inançsızların ve inkarcıların halinden daha zor. Onların yönleri, istikametleri, yaptıkları ve yapmadıkları bellidir en azından. Biz ise belirsizlikler dünyasında savrulup duruyoruz. Ne yaptığımızı bilmeden oradan oraya başımızı çarpıyoruz.

Gönlümüzün bahçeleri tarûmar olmuş, çiçeklerimiz sararıp solmuş bizim. Maneviyat sazımızın telleri kopmuş, mızrabı parçalanmış. Bizim için çalınan nağmeleri ise duyamadık. Kulaklarımız paslıydı, gönlümüz paslıydı, yüreğimiz paslıydı. Ağlayacak haldeydik fakat ağlayamadık. Tıpkı yüreği katılar gibi, gözünden yaş akmayanlar gibi, kalbi nasır tutmuşlar gibi.

Ağlayabilseydik, saadetin kapısından içeriye adımımızı atmış olacaktık.
Ağlayabilseydik, kurtuluş gemisine binip selamete ulaşanlardan olacaktık.
Ve ağlayabilseydik Hak bahçelerinden açan çiçek olacaktık.
Allah’ım bize ağlamayı öğret!..
ınanıyorum,
Eğer rüzgarlar artık yaşlanmışsa
Ve denizler kurumaya yüz tutmuşsa
Yine de sevgiyle dolu olacaksın..
Sorma bana, neden?
Çünkü Allah'a inanıyorum..

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir