Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Zehracan

Süper Moderatör

  • Konuyu başlatan "Zehracan"

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

1

23.03.2010, 11:23

Risale-i Nur dünya çapında intişar ediyor




Mustafa Sungur, Üstadın müjdelediği gibi, Risale-i Nur’u bütün dünyanın tanıyacağını ve vazifesini yapacağını ifade ederek, Rusya’daki hizmetleri anlattı: “Her hafta bir Rus Müslüman oluyor. Askeriyede Risale-i Nur dersleri devam ediyor. Okullarda ve camilerde Risale-i Nur okunuyor.”

BEDİÜZZAMAN'IN TALEBESİ MUSTAFA SUNGUR: RİSÂLE-İ NUR DÜNYA ÇAPINDA İNTİŞAR EDİYOR

Rusya’da askerler Risâle-i Nur okuyor

Bediüzzaman Hazretlerinin vefatının 50. yıldönümü vesilesiyle, Üstadın sağlığında yakın hizmetinde bulunmuş Mustafa Sungur Ağabeyin hatıralarını da dinlemek istedik. Sungur Ağabeyi ziyaretimiz, geçen seneki gibi yine fıtrî bir sohbet halkasında onunla birlikte olmak şeklinde cereyan etti.

Dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinden misafirler vardı. Kalabalık bir hizmet ehlinin bir araya gelmesinin verdiği şevk hâliyle Sungur Ağabey de—seksen küsur yaşına rağmen mâşâallah—o akşam daha bir dinç idi.

Ömrünü adadığı Risâle-i Nurlardan bahsediyor, iman hizmetleri açısından gelinen güzel noktanın hep Risâle-i Nur’un şahs-ı manevisiyle olduğunu nazara veriyordu.

Ders vakti geldiğinde “Hangi bahsi okuyalım acaba?” dedi. Sonra yine kendisi “Dördüncü Şuâ geldi aklıma” deyince umumî kabul gördü.

Azerbaycan’daki hizmetleri deruhte eden bir kardeş başladı okumaya:

“…Risâle-i Nur sair kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder…”

O akşam, dersin akabinde anlatılanlar sanki hep bu cümlenin açılımı gibi olmuştu adeta.

Sungur Ağabeye soru sorduğumuzda, sözü kardeşlere bırakmanın daha uygun olacağını söylüyordu. “Risale-i Nur'da herşey var” diyordu.

Bilhassa Rusya’daki Risâle-i Nur hizmetleriyle ilgili olarak anlatılanlar, gerçekten insana tekrar tekrar şükrettirecek tarzdaydı.

Buyurun birlikte takip edelim:

RUSYA’DAKİ RİSÂLE-İ NUR HİZMETLERİ

Rusya ve özellikle de Kaleningrad şehrindeki Risâle-i Nur hizmetleriyle ilgilenen Resul kardeş anlatıyor:

Biz Rusya’nın Kaleningrad şehrindeyiz. Yani Üstadımızın bahsettiği Prens Bismark’ın şehri. 1998 senesinden itibaren Moskova’da, Petersburg’ta, Novgorod’da, Kazan’da vs. şehirlerde kaldık, 2005’te de Âmin kardeşimizle Kaleningrad’a geldik. Ondan sonra Azerbaycan’dan Ruşen kardeş geldi. Özbekistan’dan da kardeşler geldiler. Beraber kalıyoruz.

Hiç aklımıza şuurumuza gelmeden Kaleningrad’a gittik. İlk Risâle-i Nur derslerimiz askerî birliklerde başladı. Meselâ Âmin kardeş “Ben, komutanlarıma Nurları tanıttıracağım” dedi. Ben de oraya nasıl gideceğimizi, onlarla nasıl görüşeceğimizi düşünmeye başladım. Kaleningrad ki, Rusya’nın büyük bir askeri bölgesidir. Oraya vardık, sınıra gittik. Tabiî “Geçebilir miyiz, geçemez miyiz?” diye düşünüyoruz. Elhamdülillah, Risâle-i Nur bütün kapıları açıyor. Âmin kardeş oradan bir komutanını aradı. Ben de telefondan sesini dinliyorum, “Ya,” dedi kumandan “Ne iyi oldu geldiniz.” Bir hafta önce “Umum Rusya’nın askerî yerlerinde, tahsil yerlerinde dinî dersler başlatılsın” diye emir gelmiş. “Tam zamanında geldiniz” dedi.

Hıristiyan memleketi tabi ve ilk dinî dersi biz gidip okuyoruz askerlere. 350 asker toplandı. Orada 6. Söz’ü okuduk, “Allah’a asker olmak öyle bir şereftir ki, tarif edilmez” diye. Bir kumandan “Ya,” dedi “Bu derslerin bizim memlekete, Rusya’daki askerlere çok faydası var. Eğer gerekirse, her hafta gelip sizi arabayla alacağım, gelin bu dersleri yapın.”

İşte beş sene önce bu ilk dersi yapmıştık. Şimdi 15 askerî bölgede dersimiz oluyor. Bu dersler intişar etti. Her yerde “Müslümanlar gelmişler, dinî, ilmî dersleri okuyorlar” diye duyuldu. Bunu televizyonda da haber olarak vermişler.

Orada meşhur bir milletvekili var: Vladimir Semyonoviç Yojikov. O da televizyondan duymuş. Bizi çağırdı. “Bu kitaplarda neler anlatılıyor? Biz böyle bir şey duymadık: Kâinattan, yıldızlardan, çiçeklerden misâl vererek Allah’ı ispat etmek... Benim ders verdiğim mimarlık kolejinde 15-17 yaşlarında gençler var, onlara bu dersleri okuyalım, bu derslere en çok onların ihtiyacı var” dedi.

Biz de oraya gittik. Orada da hiç beklemediğimiz bir tarzda bir inayetle karşılaştık. Risâle-i Nur kendi işini hallediyor elhamdülillah. “Biz Müslüman olarak ilk sizinle görüşeceğiz ve bir şey hazırladık, onu size okumak istiyoruz” dediler. Ondan sonra bir öğrenci çıktı, -tabii bizim ne okuyacağımızı, nereden geldiğimizi bilmiyor- elinde bir kitap, başladı okumaya... “Risâle-i Nur Külliyatı’ndan Hanımlar Rehberi... Bir valide kendi evlâdını Kur’ân mektebinden alır, Avrupa mektebine gönderir…” vs.. Hayret ettik biz. Âmin kardeşle birbirimize baka kaldık. “Siz nereden biliyorsunuz bunları?” dedik. “Biz de aynı kitapları okuyoruz. Biz bir aydır araştırıyoruz. Bize uyan ve hoşumuza giden Risâle-i Nur eserlerini bulduk internette. Onu da bir aydır okuyoruz” dediler. Tabiî biz de bu kitapları okuyoruz diye çok sevindiler. 50-60 tane kitap aldılar. Milletvekili Yojikov da, aynen oradaki albayın dediği gibi “Bu mimarlık kolejinde benim her gün dersim var. Haftada bir defa dersimi size veriyorum. Gelin Risâle-i Nur’u okuyun” dedi. Beş senedir orada derslerimiz var. Yüzden fazla koleje gidip ders okuduk. Dâvet de ediyorlar.

Bunları takiben Polis Akademisi’nden bir dâvet geldi. Rusya’da 30 milyon Müslüman var. Polisler bunlarla muhatap oluyor; dini bilmeleri lâzım tabiî. Gittik, onlara da ders okuduk. Ayda iki defa onlara dersimiz başladı.

KİLİSEDE RİSÂLE-İ NUR DERSİ

Kiliseden de dâvet geldi. Niye kiliseden? Çünkü televizyonda duymuşlar. Meselâ bize orada televizyonda da çok sual soruyorlar, “Siz Hıristiyanlığa nasıl bakıyorsunuz” diyorlar. Elhamdülillah, bütün suallerin cevabını biz Risâle-i Nur’dan alıp veriyoruz. Üstadımız İhlâs Risâlesi’nde Peygamberimiz’in (asm) “Ahirzamanda hakikî Hıristiyanlar ehl-i Kur’ân ile ittifak edip müşterek düşmanları olan ehl-i dalâlete karşı mücadele edecekler” hadisini zikrediyor. Bunu söylüyoruz.

Dolayısıyla kilisedekiler de “Bize de gelin, ders yapın” dediler. Gittik, “Kilisede ne dersi yapalım?” diye düşündük. Açtık kitabı, tevafuk “Hüve Nüktesi” çıktı. Kilisede, Hüve Nüktesi’ni okuduk. “Ayda bir gelin, bize ders yapın” dediler. Ortodoks kilisesiydi bu. Bunların ardından Katolik kilisesinden dâvet geldi. Ondan sonra huzurevlerinden... Orada da gidip İhtiyarlar Risâlesi’ni okuduk. O ders de devam ediyor.

Yani bunların fevkinde, dershanede çok güzel hizmetlerimiz var. Her gün dersimiz var. Gelip gidenler oluyor. Her hafta bir Rus Müslüman oluyor. Camide de Risâle-i Nurlar okunuyor. Vaazlar, hutbeler hepsi Risâle-i Nur’dan. Rabak’ta şimdi ikinci cami de açıldı. Bir kardeşimiz orada hem imamlık yapıyor, hem de Risâle-i Nur dersleri okuyor.

HER DERSE YENİ BİR RUS GELİYOR

Her dersimizde en az 7-8 tane ilk defa derse gelen yeni Rus olur. Gençler içinde, ihtiyarlar içinde, albaylar içinde, milletvekilleri içinde her tabakada Risâle-i Nurları okuyanlar var.

Şunu da müşahede ettik: Meselâ bir yarbay, Risâle-i Nur’u tanıyor ve bizi askeriyeye dâvet ediyor; üstüne bir müddet geçiyor yarbay bu defa albay rütbesine yükseliyor. Meselâ bir albay Risâle-i Nur’a sahip çıktı, ders koydurdu, şimdi şehrin valisi oldu. (Gülüşüyoruz) Meselâ Kaleningrad’da sıradan bir papaz Risâle-i Nur’u kilisesinde ders olarak koydu, üstünden üç ay geçti, şimdi bütün Rusya’nın başpapazıdır. Yani biz baktık ki, Risâle-i Nur’a kim sahip çıkıyorsa, rütbeleri artıyor.

Meselâ sıradan Ruslar geliyorlar, Nurları tanıyarak Müslüman oluyorlar.

RİSÂLE-İ NUR’DAN ASKERLERE DERS YAPAN PAPAZ

Şimdi bir papaz hatırasını anlatayım size:

Bizim askerî okulda da Risâle-i Nur derslerimiz başladı. Bir kardeşimiz 20 tane gence vesile oldu. Bunlar Nurları okuyorlar, beş vakit namazlarını kılıyorlar. Bir gün 120 asker, deniz pratiğine çıkacaklarmış; yani bunlara denizleri gezdireceklermiş. Bunu haber alan bir papaz da -kendisi misyoner- “Ben gideyim, bunlara Hıristiyanlığı anlatayım” demiş. Gitmiş, komutanla görüşmüş, o da “Tamam, bir ay seyahatimiz olacak, sen de her akşam Hıristiyanlıkla ilgili birşeyler okur, anlatırsın” demiş.

Papaz da “Tamam” demiş. Ama haberi yok ki, bu 120 askerin içinde 23 Nur Talebesi var. Neyse gelmiş, akşam İncil’den ders okumuş askerlere. Askerlerin içindeki bizim bir kardeş, “Ben baktım ki çok şevkli anlatıyor. İçimden ‘Bir de Risâle-i Nur’u böyle anlatsa’ diye düşündüm” diyor. Papazın anlatması bitince, bizim kardeş kendisine yaklaşmış ve “Biz de burada 23 kişi Müslümanız. Bize de dinimizi anlatır mısınız?” demiş. O da “Benim elimde kaynak—onlar literatür, yani edebiyat diyorlar—yok” demiş. Bizim kardeş de “Bende var, verirsem okur musunuz?” diye sormuş. “Okurum, ama önce kendim bir okuyayım, sonra anlatırım” demiş. Bizim kardeşin verdiği kitabı almış. Kitap ne biliyor musunuz? “Kâinattan Halıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatıdır – Ayetü’l-Kübra.” Hem de denizde… Bizim kardeş “Ben yatsı namazına yakın verdim, gittim. Sabah namazına kalktım. Ruslar pirçav diyorlar, yani geminin en yüksek yerine bir baktım ki, sabaha kadar orada oturmuş, Ayetü’l-Kübra’yı okumuş, bitirmiş.”

Sonra akşam ders zamanı geliyor, papaz ders verecek. Gelmiş, toplamış 120 askeri. “Ben şimdi size öyle bir ders okuyacağım ki, hangi dinden ve milletten olursa olsun herkese faydalı bir kitaptır.” Açmış Ayetü’l-Kübra’yı, başlamış okumaya. “Ama,” diyor bizim kardeş “Öyle bir okuyor ki... Okudukça kendisi zaten inkişaf ediyor, şevkleniyor…” Bir hafta Ayetü’l-Kübra okumuş… Artık İncil’den ders vermeyi bırakmış. Âyetü’l-Kübra bitince, “Bu kitap bitti, var mı başka bir kitap?” demiş. “Var” diyerek “Tabiat Risâlesi”ni vermiş kardeş. Onu da okumuş, ondan sonra bir hafta Tabiat Risâlesi… Bir hafta sonra tekrar “Başka bir kitap var mı?” demiş. “Otuz Üçüncü Söz”… Bir ay bu üç kitabı devretmişler.

Sonra bu papaz dönmüş gelmiş Kaleningrad’a, bizim kardeşi aramış ve Müslüman olmuş elhamdülillah.

Yani kim Risâle-i Nur’u okuyorsa Rusya’da, “Bu benim fıtratıma uygun… Tam ihtiyacıma göre” diyor. İşte Risâle-i Nur böyle inkişaf ediyor.

ARABASIYLA DOLAŞIP DERS YAPAN ŞEMSİYE NENE

Meselâ bir Şemsiye nenemiz var, 80 küsur yaşında. Şemsiye nene—kendisi göz profesörü, üniversitede ders veriyor—1990 senesinde komünizm yıkılınca Kur’ân-ı Kerim’i almış ve el yazısıyla yazmış; ne olur olmaz, birden komünizm döner diye ‘Benim kendi Kur’ân-ı Kerim’im olsun’ demiş. Ondan sonra dua etmiş: “Ya Rabbi, bir de bana bunu anlamayı nasip et.” Sonra camide bir vaazda Risâle-i Nur’u duyuyor. Duyunca da bizimle görüştü, “Ben dua etmişim, ne güzel kitaplar bunlar, bana da verin okuyayım” dedi. Kitap verdik, şimdi Risâle-i Nur’u okuya okuya, Kaleningrad’a bağlı 10 tane şehir var, hepsinde ders koymuş. Biz yanımızda küçük risâleler gezdiriyoruz, birini görünce hizmet edeceğiz diye; Şemsiye nene ise büyük Sözler kitabını gezdiriyor. (Gülüşüyoruz). Biz 60 km derse gidiyoruz, Şemsiye nene 160 km uzaklardaki derse gidiyor. Eski bir arabası var, o arabasıyla gidip ders okuyor. Bir de “Benim bu yaşta ayağım zor tutuyor, benim ruhum Risâle-i Nur’la genç kalıyor” diyor.

Yani genci olsun, ihtiyarı olsun, albayı olsun, milletvekili olsun, öğrencisi olsun, kim Risâle-i Nur’u duymuşsa, okuyorsa çok hoşuna gidiyor, devam ediyor ve Müslüman oluyor.

RUSYA CUMHURBAŞKANI MEDVEDEV’E MEKTUP

Kaleningrad milletvekili Yojikov derslere gelip gitti. Ondan sonra kolejde hizmetler inkişaf etti, dersler koyuldu. Bir gün geldi dershaneye “Bu dersler böyle Kaleningrad’da oluyor da, benim istediğim umum Rusya’da olsun bu hizmetler” dedi. Ondan sonra da “Ne yapalım, bir düşünelim” dedi. Sonra kendisi “Cumhurbaşkanına bir mektup yazacağız” dedi. Dershanede de mektubu takip ettik, kendisi yazdı. Mektubunda diyor ki: “Ben 25 senedir, gençliğin içerisinde bulunduğu olumsuz hâletten kurtulması için çalıştım. 25 senede onlara yapamadığım bir şey 5 senede oldu. Biz ne yaptık? Beş senedir Nur dersleri okumaya başladık kolejde. İlk defa ben öğrencilerimin gözünde bir nur, bir ışık, bir ümit gördüm. Ahlâklarında olsun, davranışlarında olsun, ana babalarına hürmetlerinde olsun, derslerine çalışmalarında olsun büyük bir inkişaf oldu. Ben sizden, Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev’den rica ediyorum ki, bu dinî dersler umum Rusya’nın okullarında yapılsın.”

Bu mektubu Medvedev’e gönderiyor. Bir hafta sonra bize telefon açtı Yojikov, “Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev televizyonda konuşuyor” dedi. Biz de bir ağabeyimizin evinde dersteydik. Televizyonu açtık, Medvedev, “Ben Rusya Cumhurbaşkanı Medvedev. 2009 Eylül’ünün 1’inden, yani okulların başladığı ilk günden itibaren umum Rusya’nın okullarında dinî, İslâmî dersler verilsin” dedi. Üstüne basarak bir daha, “Umum Rusya’nın okullarında dinî-İslâmî dersler verilsin” demiş. Rusya’da 350 bin okul var. Bu olur mu, olmaz mı? Yani kabul ederler mi? Kaç sene komünizmle idare olmuş… Ama bakmışlar ki, bir haftada 18 bin okul katılmış bu çağrıya. Bir hafta geçmiş 20 bin okul katılmış. Üç ay sonra 250 bin okul bu dersleri okutmayı kabul etmiş, uygulamaya başlamış. Tabiî bundan sonra müftülüğe müracaat ediyorlar. “Bize eleman veriniz. Bu dersleri yapacak insanlar gönderiniz” demişler. Müftülükten de “Biz değil bu kadar okula, bin okul bile olsa yetiştiremeyiz, o kadar elemanımız yok” demişler. Tabiî “Ne yapacağız?” demişler. O zaman Medvedev, —Ruslar dumanitel ilimler diyorlar, yani tarih, coğrafya, edebiyat. Burada sosyal bilimler deniyor,— işte bu dersleri veren muallimler din derslerini kendileri öğrenip okusunlar, diye ikinci bir emir veriyor. Tabiî başka bir problem çıktı. Hangi kitaptan, kaynaktan okutacaklar? Yani ellerinde kaynak yok. Sonra bakmışlar ki, ilk bu dersleri kim başlatmış? Kaleningrad’da milletvekilliği yapmış, mimarlık kolejinde muallim Vladimir Semyonoviç Yojikov. Ona müracaat etmişler, o da “Biz bu dersleri beş senedir zaten Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin Risâle-i Nur eserlerinden okuyoruz. Ben size bu dersleri internetten göndereceğim. Siz de oradan okutursunuz” demiş. Risâle-i Nur hakikatleri, bilhassa marifetullahla alâkalı hakikatleri o muallimlere gönderiyor, onlar da orada öğrencilere okuyorlar. Böylece Risâle-i Nur kolejlere giriyor.

Bir de öğretmenler arasında bir uygulama başlattılar. “Yılın en faydalı muallimi” diye. Bunların arasında da Yojikov “yılın en faydalı muallimi” unvanını aldı. Üzerinden iki ay geçti, “Yeniden bir daha yapalım” dediler, yeniden Yojikov aldı. İşte Medvedev de buna mükâfat olarak “Sen nereye, ne kadar istersen öğrenci götür, ne anlatacaksan onlara anlat, yol ve konaklama masraflarını biz karşılıyoruz” demiş. Yojikov Kaleningrad’da oturuyor. Kaleningrad’da 250 okul var. Her okulda da 2000 öğrenci okuyor. 630 öğrenci Risâle-i Nur derslerini devamlı dinleyip derslerimize iştirak ediyor. 630 öğrenciden oluşan iki trenle Kazan’a gidildi meselâ.

Böyle çok güzel hatıralar var. Polonya, Varşova bize yakındır, geçenlerde Sungur Ağabey: “Oralara da bir gitseniz” demişti. Elhamdülillah orada da Polonyalı bir kardeşimiz Müslüman olmuş. Beşinci Söz’e kadar Nurları tercüme etmiş. İşte duânızla buradan Varşova’ya vize alacağız, dua ediniz gidelim, oradan da böyle güzel haberleri anlatalım.

Bir de Polosin’den bahsedeyim. Rusya’da tanınmış bir simadır. Hem Rusya Müftüler Konseyi Başkanı Ravil Gaynuddin’in yardımcısı, hem de on sene papazlık yapmış, ondan sonra Müslüman olmuş, âlim bir insandır. Herkes onu biliyor. O da Sungur Ağabeyimizle görüştü, “Ağabey durmayalım, bu Risâle-i Nurların hep tercümesiyle meşgul olalım. Ben kendim de bu işle meşgul olacağım” dedi. Şimdi Rusya’da meşhur bir gazeteciyle birlikte Üstadımızın Tarihçe-i Hayat’ının tercümesiyle meşgul oluyor. İkisi birlikte çalışıyorlar. Risâle-i Nurların hepsini tez zamanda Rusça’ya tercüme edip, devlet kanalıyla yaymak istiyorlar.

«««

Resul kardeşin Rusya’daki Risâle-i Nur hizmetlerini anlatması bitince, ders halkasındaki bir ağabey gayr-ı ihtiyarî “Bundan sonra hizmetler, çığ gibi büyüyor” dedi.

Sungur Ağabey de “Doğru” diyerek teyid etti ve “Üstad diyor ya 1506’ya kadar zahir ve aşikâre, belki galibane; ondan sonra 1542’ye kadar gizli ve mağlûbiyet içerisinde vazife-i tenviriyesine devam eder. Kastamonu Lâhikası’nda var bu mektup. İsterseniz oradan okuyalım. Dünyanın ömrü kısa…”

Bir kardeş oradan başladı okumaya: “Bismillahirrahmanirrahim. Ahirzaman’dan haber veren mühim bir hadis…”

Sungur Ağabeyin duasıyla noktalandı sohbet ve ders: “Allah hayırlı eylesin. Bizleri hizmette istihdam etsin. Âmin.”


İSMAİL TEZER

23.03.2010
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

2

23.04.2010, 09:21

“Hazret-i İmâm-ı Ali (ra) hurûf-u ecnebîyi (latinceyi) İslâmlar içinde kabûl ettirmek hâdisesi ile ulemâ-yı sû’un bid‘alara yardımlarından teessüfle bahsedip, o iki hâdise ortasında irşâdkârâne bazılarından bahsediyor ki, o sekîne olan ism-i A‘zam ile ecn

Hatt-ı Kur’anı Muhafaza









“Risâle-i Nûr’un mühim bir vazîfesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan hurûf-u Arabiyeyi muhâfaza etmektir”

Risâle-i Nûr hizmetinin ruhu ve esası Kur’ân’a hizmettir. Hazret-i Üstâd’ın bu çerçevede son derece önem verdiği maksadlarından biri de Kur’ân hattına hizmet etmek ve onu muhâfaza etmek idi. O şöyle diyordu:

“Risâle-i Nûr’un mühim bir vazîfesi, âlem-i İslâmın ekseriyet-i mutlakasının yazısı ve hattı olan hurûf-u Arabiyeyi muhâfaza etmektir”

Bedîüzzaman Hazretleri “Âhiret kardeşlerime mühim bir ihtâr!” başlıklı mektubunda nasıl Risâle-i Nûr talebesi olunabileceği hususunda şu sınırları çiziyordu:
“Risâle-i Nûr’a intisâb eden zâtın en ehemmiyetli vazîfesi, onu yazmak ve yazdırmaktır ve intişârına yardım etmektir. Onu yazan veya yazdıran Risâle-i Nûr talebesi ünvanını alır. Ve o ünvan altında her yirmidört saatte benim lisânımla belki yüz def‘a, bazen daha ziyâde hayırlı duâlarımda ve ma‘nevî kazançlarımda hissedar olmakla beraber, benim gibi duâ eden kıymetdar binler kardeşlerin ve Risâle-i Nûr talebelerinin duâlarına ve kazançlarına dahi hissedar olur.”

Üstâd Hazretleri tarafından yapılan “Nûr talebesi” ta‘rîfindeki bu ayrıntıları, Hazret-i Ali Efendimiz’in de aynı paralelde farklı ifadelerle te’yîd ettiğini, 18. Lem’a’daki şu satırlarda görmekteyiz:

“Hazret-i İmâm-ı Ali (ra) hurûf-u ecnebîyi (latinceyi) İslâmlar içinde kabûl ettirmek hâdisesi ile ulemâ-yı sû’un bid‘alara yardımlarından teessüfle bahsedip, o iki hâdise ortasında irşâdkârâne bazılarından bahsediyor ki, o sekîne olan ism-i A‘zam ile ecnebî hurûfuna karşı mukābele ediyor ve hem ulemâ-yı sû’a karşı muhâlefet ediyor. İşte bu zamanda o adamlar, Risâle-i Nûr şâkirdleri ve nâşirleri oldukları şübhesizdir. Çünki onlardır ki, hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza ediyorlar ve bid‘akâr bir kısım ulemâlara karşı mukāvemet ediyorlar.”

Bir Nûr talebesi, bizzât Üstâdı tarafından beyân edilen ve “Hatt-ı Kur’ân’ın tebdîline karşı, Kur’ân şâkirdlerinin bütün kuvvetleriyle hatt-ı Kur’ânîyi muhâ­fazaya çalışması” gerektiğine işaret eden bu emsâl ifadeleri, nazar-ı dikkat ve imtisâlinden uzak tutabilir mi?

Hazret-i Üstâd’ın hayatta olduğu sürece hiç aksamadan aynen devam etmiş olan yazı hizmetini ve hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza hedefini, onun vefatından sonra bir ayrıntı ve hususî bir kemâl gibi görmek; münferid, indî beyânlarla bu hizmeti bir kısım Nûr talebelerine mahsûs, güzel bir gayretkeşlik olarak göstermeye çalışmak, doğru bir değerlendirme olabilir mi?

Halbuki Üstâd, Risâle-i Nûr’ların ehl-i hakîkate bâkî bir rehber ve lâyemût bir mürşid olduğunu beyân ederken, talebelerine asıl mürâcaat kaynağı olarak Risâle-i Nûr’ları göstermekte, “Benimle hakîkat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risâleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur’ân olan üstâdıyla görüşür ve hakāik-i îmâniyeden zevkle bir ders alabilir” buyurmaktadır.

Öyleyse sıhhati münâkaşalı nakillerde mutlak referans, Üstâd’ın bizâtihî kendi ifadeleri olmalı, prensip i‘tibâriyle Risâle-i Nûr’larla tenâkuza düşmeyen ifadeler makbûlümüz olmalıdır. Kimsenin rivâyeti, asrın imamının kendi sözünden daha mu‘teber değildir.

Risâle-i Nûr gibi asrın hizmet programını muhtevî lâyemût bir eserde bahsi geçen herhangi bir mevzû‘, gerekçesi ne olursa olsun asılsız bir maslahata binâen söylenmiş kabûl edilirse, bu kabûlün Hazret-i Ali Efendimiz’e nisbet edilen takıyye isnâdından hiçbir farkı yoktur. Böyle kahramân-ı İslâm ve ehl-i îmânın rehberi olan bir zâtı, aslında kabûl etmediği beyânlarla muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Üstâd da teberrî eder.

Halbuki Bedîüzzaman Hazretleri hurûf-u Kur’âniye’yi muhâfaza hizmetini o kadar önemsiyordu ki, yazdığı mektubunda bile talebelerine:

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ رَسَٓائِلِ الَّت۪ى كَتَبْتُمْ وَ تَكْتُبُونَ

Yani “Risâle-i Nûr’dan yazdığınız ve yazmakta olduğunuz harflerin sayısınca Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!” diye selâm veriyor, bu vesîle ile dahi onları yazmaya teşvîk ediyordu.

İşârât-ı Kur’âniye bahsinde otuz üç âyetten biri olarak, “ فَامْسَحُوا بِوُجُوهِكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ cümle­sinin îmâsı ve remzi ile ‘O menba‘dan gelen nûra (Risâle-i Nûr’a) yüzünüz ile müteveccih olup mütâlaa ve istifâde ediniz. Ve ellerinizde kalemlerle neşredip halkları sukūt-u ahlâktan suûda ve terakkîye çıkmalarına çalışınız” ifadeleri, yazı hizmetinin hakîkatte ne olduğuna, nasıl anlaşılması lâzım geldiğine gaybî bir tasdîk sikkesidir.

YAZI HİZMETİ VE MATBAA

Risâle-i Nûr hizmetinin neşri esnâsında matbaanın devreye girmesi, hususan bu maksadla teksîr makinesi alınmasını “Ey bin kalemli kâtib, hoş geldin!” diyerek memnuniyetle karşılayan Bedîüzzaman Hazretleri’nin kalemle hizmete dâir bunca îzâhını, “Şimdi matbaalar var, artık yazı zamanı değil” diyerek yazı hizmetini münhasıran o dönemdeki bazı imkânsızlıklara bağlamak, hatt-ı Kur’ân’ı muhâfaza hizmetinin ruhuyla aslâ bağdaşmaz.

Emirdağ Lâhikasında Üstâd bu mukadder i‘tirâza, şu nükteli cevabı vermektedir:

“Bir zaman bir memlekete şimendifer geldiği vakit, arabacılar telâş edip dediler: ‘Bizim san‘atımız bozuldu.’ Halbuki şimendiferin gelmesiyle memlekette fa‘âliyet çoğaldığından, faytonculuğa iki kat ziyâde ihtiyaç olmuş. İnşâallâh, onun gibi Nûr yazıcıları değil tevakkuf, belki daha ziyâde yazı ile defter-i a‘mâllerine hasenât kaydedecekler.”

YAZI MEKTUBU

Üstâd Hazretleri ehemmiyetine binâen “En az on beş günde bir def‘a okunmalıdır!” dediği İhlâs Risâlesi’nin hemen arkasına eklediği “Yazı Mektubu” nâmıyla ma‘rûf îkāzında “Bir kısım kardeşlerime hususî bir mektubdur” diyerek şu hakîkatleri beyân etmektedir:

“Yazıda usanan ve ibâdet ayları olan şuhûr-u selâsede sâir evrâdı, beş cihetle ibâdet sayılan Risâle-i Nûr yazısına tercîh eden kardeşlerime iki hadîs-i şerîfin bir nüktesini söyleyeceğim.

Birincisi: يُوزَنُ مِدَادُ الْعُلَمَٓاءِ بِدِمَٓاءِ الشُّهَدَٓاءِ -ev kemâ kāl- Yani: “Mahşerde ulemâ-yı hakîkatin sarf ettikleri mürekkeb, şehîdlerin kanıyla muvâzene edilir; o kıymette olur.”

İkincisi:

مَنْ تَمَسَّكَ بِسُنَّت۪ي عِنْدَ فَسَادِ اُمَّت۪ي

فَلَهُٓ اَجْرُ مِائَةِ شَه۪يدٍ

-ev kemâ kāl- Yani: “Bid‘aların ve dalâletlerin istîlâsı zamanında sünnet-i seniyeye ve hakîkat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehîd sevabını kazanabilir.”

Ey tenbellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sofîmeşreb kardeşlerim! Bu iki hadîsin mecmûu gösterir ki, böyle zamanda hakāik-i îmâniyeye ve esrâr-ı şerîate ve sünnet-i seniyeye hizmet eden mübârek hâlis kalemlerden akan siyah nûr veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeblerin bir dirhemi, şühedânın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fâide verebilir. Öyle ise, onu kazanmaya çalışınız.

Eğer deseniz: “Hadîste ‘âlim’ ta‘bîri var, biz bir kısmımız yalnız kâtibiz.”

Elcevab: Bir sene bu risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabûl ederek okuyan; bu zamanın mühim, hakîkatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risâle-i Nûr şâkirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var, şübhesiz o şahs-ı ma‘nevî bu zamanın mühim bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı ma‘nevînin parmaklarıdır.

Kendi nokta-i nazarımda liyâkatsiz olduğum halde, haydi hüsn-ü zannınıza binâen bu fakire bir üstâdlık ve tebeiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır, hadîste gösterilen ecri alırsınız.”

RİSÂLE-İ NÛR’U YAZMANIN DÜNYEVÎ VE UHREVÎ FÂİDELERİ

“Bu iki hadîs-i şerîften alınan bir ilhâmla, Risâle-i Nûr’u yazmanın dünyevî ve uhrevî pek çok fâidelerinden, Risâle-i Nûr’da beyân edilen ve şâkirdlerinin tecrübeleriyle tasdîk edilen yalnız birkaç tanesini beyân ediyoruz.

Beş türlü ibâdet:

1. En mühim bir mücâhede olan ehl-i dalâlete karşı ma‘nen mücâhede etmek 2. Üstâdına neşr-i hakîkat cihetinde yardım sûretiyle hizmet etmek 3. Müslümanlara îmân cihetinde hizmet etmek 4. Kalemle ilmi tahsîl etmek 5. Bazen bir saati bir sene ibâdet hükmüne geçen, tefekkürî olan bir ibâdeti yapmaktır.

Beş türlü de dünyevî fâidesi var:

1. Rızıkta bereket 2. Kalbde rahat ve sürûr 3. Maîşette suhûlet 4. İşlerinde muvaffakiyet 5. Talebelik fazîletini almakla, bütün Risâle-i Nûr talebelerinin hâs duâlarına hissedar olmaktır.

Kalemle Nûrlara hizmet ve sadâkatle talebesi olmanın iki mühim neticesi vardır:

1. Âyât-ı Kur’âniyenin işaretiyle, îmânla kabre girmektir 2. Bütün şâkirdlerin ma‘nevî kazançlarına, Nûr dâiresindeki şirket-i ma‘neviye sırrıyla, umum onların hasenâtlarına hissedar olmaktır.

Hem bu talebesizlik zamanında, melâikelerin hürmetine mazhar olan talebe-i ulûm-u dîniye sı­nıfına dâhil olup (bazı ehl-i keşfin kat‘î müşâhedesiyle sâbittir) âlem-i berzahta -talii varsa, tam muvaffak olmuşsa- Hâfız Ali ve ‘Meyve’de bahsi geçen meşhûr talebe gibi, şühedâ hayatına mazhar olmaktır.”

Eserlerin yazarak çoğaltılması, yani neşr-i hakîkat cihetiyle yapılan hizmet, bu beş nevi‘ ibâdetin ve bu kadar hikmet ve maslahatın içinde sâdece bir tanesini teşkîl etmektedir.

Muazzez Üstâd yazı hizmetine dâir yaptığı bu kadar tahşîdâtın arkasından bu hizmete ziyâde ehemmiyet veren Nûr Talebeleri hakkında, “Kalbime geldi ki, bu kahramanların şimdi de bir mükâfâtı yok mu?” suâline ise şöyle cevab vermektedir:

“Birden ihtâr edildi ki, onlar bu mecmûayı yazmakla feylesofları susturan, îmâna getiren kuvvetli bir ders-i îmânîyi en evvel kendi kendine tam okuyorlar, ma‘nevî bir hazine kazanıyorlar… Hem onlar, bu mübârek kalemleriyle eski zamanda İslâmiyet’in büyük mücâhid kahramanlarının kılıçlarının kudsî hizmet­lerini görüyorlar. Elbette istikbâl onları, Nûrcuları çok alkışlayacak!”
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

4

23.04.2010, 09:28

EY ASR-I BEDİİDE DÜNYAYA GELEN VE EY AHİRZAMANI YAŞAYAN NESL-İ ATİ. kAİNAT MESCİD-İ EKBERİNDE KUR'AN YAYILIYOR VE KONUŞUYORONU DİNLEYELİM VE KULAK VERELİM.

EY AZİZ MUHABBET FEDAİLERİ KARDEŞLERİMİZ YAPMIŞ OLDUĞUNUZ BU ALİ VE YÜKSEK HİZMETİNİZ İÇİN ALLAH SİZDEN RAZI OLSUN.



Biz Kur'an'a hadi olana hadimiz. Biz imana kale olana taşız. Biz ehl-i imana kardaşız.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

5

23.04.2010, 09:30

Aynı kişinin çift üyeliği forum kurallarınca yasak olduğunu da biliyor musunuz..?

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

6

23.04.2010, 09:35

söylediniz öğrendim. Teşşekür ederim. Aler re's vel ayn. Başım gözüm üstüne.

Nasıl yapacağız o zaman?
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

7

23.04.2010, 09:35

Kardeşim Sungur, 1400 seneden beri ehl-i imanın beklediği zat gelmiştir

EY AZİZ MUHABBET FEDAİLERİ KARDEŞLERİMİZ YAPMIŞ OLDUĞUNUZ BU ALİ VE YÜKSEK HİZMETİNİZ İÇİN ALLAH SİZDEN RAZI OLSUN.



Biz Kur'an'a hadi olana hadimiz. Biz imana kale olana taşız. Biz ehl-i imana kardaşız.

"Isparta'da Nur kahramanlarını görmek istiyorum"


"Birgün Safranbolu'da Köprülü Camiinin yanındaki odada, Mustafa Osman Ağabeyimizin Nur'lardan okuduğu,

´Risale-i Nur, sönmez ve söndürülemez. Bir âlem-i manâda İmam-ı Ali'nin (r.a.) ilminde sordum´

cümlesini dinlerken ve aynı günlerde Hasan Feyzi'nin,

´Ey Risale-i Nur!´diye başlayan uzun mektubunu dinlerken,

beklenilen zat-ı Nuranînin Hazret-i Üstad olduğu, içimde hep canlanıyordu.

Aynı sene Emirdağ'da Hazret-i Üstadı ziyaretimi müteakip Isparta'ya gitmiştim.

Hüsrev Ağabey ve diğer Nur kahramanlarını görmek istiyordum.

Hüsrev Ağabeyin evinde Tahiri Ağabeyi de gördüm.

Hüsrev ağabeyimiz, ´Kardeşim Sungur, 1400 seneden beri ehl-i imanın beklediği zat gelmiştir´ sözü ,

içimdeki manâyı teyid ediyordu.
:rolleyes:

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

8

23.04.2010, 09:39

Forum kurallarındaki hikmeti bilmiyorum. Fakat Üstadımız da yerine göre faklı isimlerini ve imzasını kullanmıştır.

Cenab-ı Hakk da bir olduğu halde binbir esmaıyla tecelli ediyor.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

9

23.04.2010, 09:42

Mühim ve müthiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-

Mühim ve müthiş bir sual: Neden ehl-i dünya, ehl-i gaflet, hattâ ehl-i dalâlet ve ehl-i nifak rekabetsiz ittifak ettikleri halde, ehl-i hak ve ehl-i vifak olan ashab-ı diyanet ve ehl-i ilim ve ehl-i tarikat, neden rekabetli ihtilâf ediyorlar? İttifak ehl-i vifakın hakkı iken ve hilâf ehl-i nifakın lâzımı iken, neden bu hak oraya geçti ve şu haksızlık şuraya geldi?

Elcevap: Bu elîm ve fecî ve ehl-i hamiyeti ağlattıracak hadise-i müthişenin pek çok esbabından, yedi sebebini beyan edeceğiz.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

10

23.04.2010, 09:42

CEVAP: Forum kurallarındaki hikmeti bilmiyorum. Fakat Üstadımız da yerine göre faklı isimlerini ve imzasını kullanmıştır.

Cenab-ı Hakk da bir olduğu halde binbir esmaıyla tecelli ediyor.

Forum kurallarındaki hikmet ne biliyormusun, insanların inandığını iddia ettiği fikri kendini hayalet gibi türetip sanki o fikre çok fazla yandaş varmış gibi gösterilerek dalavera çevirip insanları kandırmaya çalışanlara mani olmak..!

Merd olan buna teşebbüs etmez, komik bir durum çünkü..! Şekil A da görüldüğü gibi..

Bu namerdliğe Üstaddan misal getirilmez ayıbdır, Üstadın hayatı meydan da, hileye en ufak bir şekilde bile tenezzül etmemiş ömrünce..!

Siz sıdk ile iman bağlantısını bilmiyor musunuz..?

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

11

23.04.2010, 09:43

İşte bu müthiş marazın merhemi, ilâcı, ihlâstır. Yani, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enâniyetin hatırına galip gelmekle, 1 اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve mânevî ücrett

Amma ehl-i din ve ashab-ı ilim ve erbab-ı tarikat ise, bunların herbirisinin vazifesi umuma baktığı gibi, muaccel ücretleri de taayyün ve tahassus etmediği ve herbirinin makam-ı içtimaîde ve teveccüh-ü nâsta ve hüsn-ü kabuldeki hissesi tahassus etmiyor. Bir makama çoklar namzet olur. Maddî ve mânevî herbir ücrete çok eller uzanabilir. O noktadan müzâhame ve rekabet tevellüt edip vifakı nifaka, ittifakı ihtilâfa tebdil eder.

İşte bu müthiş marazın merhemi, ilâcı, ihlâstır. Yani, hakperestliği nefisperestliğe tercih etmekle ve hakkın hatırı, nefsin ve enâniyetin hatırına galip gelmekle, 1 اِنْ اَجْرِىَ اِلاَّ عَلَى اللهِ sırrına mazhar olup, nâstan gelen maddî ve mânevî ücretten istiğnâ etmekle (HAŞİYE) (HAŞİYE 1)
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

12

23.04.2010, 09:45

Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikate istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-i hakta yalnız Rabbini düşünüp tevfikine itimad ederek gittiklerinden, mânen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit, ins

Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikate istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-i hakta yalnız Rabbini düşünüp tevfikine itimad ederek gittiklerinden, mânen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissettiği vakit, insanların yerine Rabbisine müracaat eder, medet Ondan ister. Meşreplerin ihtilâfıyla, zâhir-i meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enâniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek, ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve rekabet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazifesi zîrüzeber olur.

İşte bu müthiş sebebin verdiği vahîm neticeleri görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

13

23.04.2010, 09:55

İşte bu müthiş sebebin verdiği vahîm neticeleri görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.

Ana Sayfa | Risale-i Nur Külliyati | Lem'alar | Yirminci Lem'a

1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.

2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,

3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, “Mesleğim haktır,” yahut “daha güzeldir” diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden “Hak yalnız benim mesleğimdir” veyahut “Güzel benim meşrebimdir” diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,

4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,

5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,

6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,

7. Nefsini ve enâniyetini,

8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,

9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder. (HAŞİYE)
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

14

23.04.2010, 09:58

Ana Sayfa | Risale-i Nur Külliyati | Lem'alar | Yirminci Lem'a

ÜÇÜNCÜ SEBEP

Ehl-i hakkın ihtilâfı himmetsizlikten ve aşağılıktan ve ehl-i dalâletin ittifakı ulüvv-ü himmetten değildir. Belki ehl-i hidayetin ihtilâfı, ulüvv-ü himmetin sû-i istimalinden ve ehl-i dalâletin ittifakı, himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir.

Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i istimale ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârâne vaziyet alır. “Şakirtlerim niçin onun yanına gidiyorlar? Niçin onun kadar şakirtlerim bulunmuyor?” diye, enâniyeti oradan fırsat bulup, mezmûm bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.

İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş maraz-ı ruhanînin ilâcı şudur ki:
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

15

23.04.2010, 09:59

Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazan verilir. Evet, bazan birtek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemm

Ana Sayfa | Risale-i Nur Külliyati | Lem'alar | Yirminci Lem'a

ÜÇÜNCÜ SEBEP

Ehl-i hakkın ihtilâfı himmetsizlikten ve aşağılıktan ve ehl-i dalâletin ittifakı ulüvv-ü himmetten değildir. Belki ehl-i hidayetin ihtilâfı, ulüvv-ü himmetin sû-i istimalinden ve ehl-i dalâletin ittifakı, himmetsizlikten gelen zaaf ve aczdendir.

Ehl-i hidayeti, ulüvv-ü himmetten sû-i istimale ve dolayısıyla ihtilâfa ve rekabete sevk eden, âhiret nokta-i nazarında bir haslet-i memdûha sayılan hırs-ı sevap ve vazife-i uhreviyede kanaatsizlik cihetinden ileri geliyor. Yani, “Bu sevabı ben kazanayım, bu insanları ben irşad edeyim, benim sözümü dinlesinler” diye, karşısındaki hakikî kardeşi ve cidden muhabbet ve muavenetine ve uhuvvetine ve yardımına muhtaç bir zâta karşı rekabetkârâne vaziyet alır. “Şakirtlerim niçin onun yanına gidiyorlar? Niçin onun kadar şakirtlerim bulunmuyor?” diye, enâniyeti oradan fırsat bulup, mezmûm bir haslet olan hubb-u câha temayül ettirir, ihlâsı kaçırır, riyâ kapısını açar.

İşte bu hatanın ve bu yaranın ve bu müthiş maraz-ı ruhanînin ilâcı şudur ki:

Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar, vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için, istenilmez, belki bazan verilir. Evet, bazan birtek kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazan birtek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur.

Hem ihlâs ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmaktır. Yoksa, “Benden ders alıp sevap kazandırsınlar” düşüncesi, nefsin ve enâniyetin bir hilesidir.

Ey sevaba hırslı ve a’mâl-i uhreviyeye kanaatsiz insan! Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde,
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

16

23.04.2010, 10:00

Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı

Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rıza-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla “Herkes beni dinlesin?” diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakkın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

17

23.04.2010, 10:01

Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı, “El-hubbu fillâh” sırrıyla, tarik-i hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniye

Evet, dünyevî ve hazır lezzet ve menfaat etrafında aşağı, kalbsiz nefisperestler samimî ittifak ve ittihad ediyorlar. Ehl-i hidayet, âhirete ait ve ileriye müteallik semerât-ı uhreviyeye ve kemâlâta, kalb ve aklın yüksek düsturlarıyla müteveccih oldukları için, esaslı bir istikamet ve tam bir ihlâs ve gayet fedakârâne bir ittihad ve ittifak olabilirken, enâniyetten tecerrüd edemedikleri için, ifrat ve tefrit yüzünden, ulvî bir menba-ı kuvvet olan ittifakı kaybedip, ihlâs da kırılır. Ve vazife-i uhreviye de zedelenir. Kolayca rıza-yı İlâhî de elde edilmez.

Bu mühim marazın merhemi ve ilâcı, “El-hubbu fillâh” sırrıyla, tarik-i hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsı kazanmak; ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla amellere râcih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbûiyete tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsı kazanır, vazife-i uhreviyesini hakkıyla yapabilir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

18

23.04.2010, 10:03

İşte, ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini düşünmediklerinden ve aramadıklarından, haksız ve muzır bir netice olan ihtilâfa düşerler. Haksız ehl-i dalâlet ise, ittifaktaki kuvveti, aczleri vasıtasıyla hissettiklerinden, gayet mühim bir vesile-i makasıd ol

Evet, ehl-i hak, gayet kuvvetli bir nokta-i istinad olan iman-ı billâhtan gelen tevekkül ve teslimle, başkalara arz-ı ihtiyaç edip muavenet ve yardımlarını istemez. İstese de gayet fedakârâne yapışmaz. Ehl-i dünya, dünya işlerinde hakikî nokta-i istinadlarından gaflet ettiklerinden, zaaf ve acze düşüp, şiddetli bir surette yardımcılara ihtiyacını hisseder; samimâne, belki fedakârâne ittifak ederler.

İşte, ehl-i hak, ittifaktaki hak kuvvetini düşünmediklerinden ve aramadıklarından, haksız ve muzır bir netice olan ihtilâfa düşerler. Haksız ehl-i dalâlet ise, ittifaktaki kuvveti, aczleri vasıtasıyla hissettiklerinden, gayet mühim bir vesile-i makasıd olan ittifakı elde etmişler.

İşte, ehl-i hakkın bu haksız ihtilâf marazının merhemi ve ilâcı,

1وَلاَ تَنَازَعوُا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ âyetindeki şiddetli nehy-i İlâhî,

2وَتَعَاوَنوُا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوى âyetinde, hayat-ı içtimaiyece gayet hikmetli emr-i İlâhîyi düstur-u hareket etmek; ve ihtilâfın İslâmiyete ne derece zararlı olduğunu ve ehl-i dalâletin ehl-i hakka galebesini ne derece teshil ettiğini düşünüp, kemâl-ı zaaf ve acz ile, o ehl-i hakkın kafilesine fedakârâne, samimâne iltihak etmektir, şahsiyetini unutmakla riyâ ve tasannudan kurtulup ihlâsı elde etmektir.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

19

23.04.2010, 10:05

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.

1وَاِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرَامًا edeb-i Furkanî ile edepleniniz. Ve haricî düşmanın hücumunda dahilî münakaşâtı terk etmek ve ehl-i hakkı sukuttan ve zilletten kurtarmayı en birinci ve en mühim bir vazife-i uhreviye telâkki edip, yüzer âyât ve ehâdis-i Nebeviyenin şiddetle emrettikleri uhuvvet, muhabbet ve teavünü yapıp, bütün hissiyatınızla, ehl-i dünyadan daha şiddetli bir surette
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

gaib

Stajyer

  • "gaib" bir erkek

Mesajlar: 94

Konum: Ankara

Meslek: Teknisyen

Hobiler: Risale-i Nur ve İttihad-ı İslam

  • Özel mesaj gönder

20

23.04.2010, 10:07

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.

Ey ehl-i hak! Ey hakperest ehl-i şeriat ve ehl-i hakikat ve ehl-i tarikat! Bu müthiş maraz-ı ihtilâfa karşı birbirinizin kusurunu görmeyerek, yekdiğerinizin ayıbına karşı gözünüzü yumunuz.
meslektaşlarınızla ve dindaşlarınızla ittifak ediniz, yani, ihtilâfa düşmeyiniz. “Böyle küçük meseleler için kıymettar vaktimi sarf etmektense, o çok kıymetli vaktimi zikir ve fikir gibi kıymettar şeylere sarf edeceğim” deyip çekilerek ittifakı zayıflaştırmayınız. Çünkü bu mânevî cihadda küçük mesele zannettiğiniz, çok büyük olabilir. Bir neferin, bir saatte, mühim ve hususî şerâit dahilindeki nöbeti bir sene ibadet hükmüne bazan geçmesi gibi, bu ehl-i hakkın mağlûbiyeti zamanında, mânevî mücahede mesâilinde, küçük bir meseleye sarf olunan senin kıymettar bir günün, o neferin o saati gibi bin derece kıymet alabilir, bir günün bin gün olabilir. Madem liveçhillâhtır, o işin küçüğüne, büyüğüne, kıymetli ve kıymetsizliğine bakılmaz. İhlâs ve rıza-yı İlâhî yolunda zerre, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine bakılmaz, neticesine bakılır. Madem neticesi rıza-yı İlâhîdir ve mayası ihlâstır; o küçük değildir, büyüktür.
Yaşasın şeriat-ı garrâ! Yaşasın adalet-i İlâhî! Yaşasın ittihad-ı millî! Ölsün ihtilâf! Yaşasın muhabbet-i millî!.. Gebersin ağrâz-ı şahsiye ve fikr-i intikam! Yaşasın şecaat-ı mücessem askerler! Yaşasın satvet-i muşahhas ordular! Yaşasın akıl ve tedbir-i mücessem dindar cemiyet-i ahrâr ve Nur talebeleri.
Said Nursî

Bu konuyu değerlendir