Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

03.05.2007, 14:40

Afaktan Enfüse Dönmek

Aziz,muhterem kardeşlerim.
Bizler Risale-i Nur Külliyatına muhatap olan insanlar olarak gelişen hadiselere zahiri nazardan daha çok batini yani hikmet cihetlerine bakmamız gerekiyor.Bu bakış hakikatbin bir bakıştır.Bu nedenle de Kur'ani ve Tevhidi bir bakış açısı olan mana-i harfi bakış ile hadiselere bakmaya çalışalım inşallah.Son gelişen afaki ve içtimai hadiseler nedeniyle nazarlar enfüsten afaka dağıldı sanıyorum.O zaman "Asla Rücu Etmek" ve nazarlarımızı afaktan enfüse döndürmek zorundayız.Çünkü Risale-i Nurlarda bu tarzda bir metodla hizmet etmemiz çok açıktır.O zaman gelişen hadiselerin hikmet cihetleri ile ve mana-i harfi bakış ile tahlil etmek durumundayız.Çünkü kainatta zerreden kürelere kadar hiç bir fiill tesadüfi değil Allah'ın iradesi ve kudreti ile vuku bulmaktadır.Ancak ihtiyari kader boyutunda umumi musibetlerde insanların kadere fetva verdirmeleri vardır.Çünkü umumi musibetler umumumn hatasından ileri gelir.O zaman son gelişen içtimai ve afaki hadiseler başı boş mudur?Üstad;"Kainatta tesadüf yoktur.(M.N.)" der.Bu hadiseleri sorgularken isyankarane değil de hikmetlerini sorgulayarak izah etmek durumundayız.
Bir diğer hadise ise sebeplere takılmamaktır.Çünkü sebepler Allah'ın kudretine bir perdedir.Hemde tenteneli bir perdedir.Allah'ın icratına ve kudretine ortak değillerdir.Perdeler arkasında Allah'ın iradesini ve kudretini görmek ve anlamak zorundayız.Bu konuyu inşallah Risale-i Nurlardan alıntılarla devam ettirmek istiyorum.Çünkü hadiselere bu asırda yegane çözümü Ku'anın ve sünnet-i Resulullahın(asm) bir dersi ve menevi bir mucizesi olan Risale-i Nurlarla bulabiliriz.Bizlerde daha çok Risale-i Nurlara yorunlaşır ve öne Risale-i Nurları alırsak isabet ederiz inşallah.Ancak öne Risale-i Nurları almaz ve afaki hadiseleri alırsak nazarlarımız kesrette dağılır ve kesret bizi boğabilir.O zaman kesretten vahtede dönmek için Risale-i Nur derslerine zaruri derecede ihtiyacımız vardır.ınşallah devam edeceğiz.

2

03.05.2007, 14:41

Muhterem kardeşlerim,bu aşamadan sonra önce sözü Risale-i Nurlara bırakmak istiyorum ki nazarlarımız afaktan enfüse dönebilsin.Nefislerden daha çok hakikatler konuşsun.Ondan sonra şahsi yazılarımıza ve izahlarımıza bu prensipler doğrultusunda devam ederiz inşallah.

Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim; tafsilen beyan edilecektir. Burada, yalnız icmalen işaret edilecektir.Klimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar'dır. şöyle ki:
Cenab-ı Hakkın mâsivâsına, yani kâinata mânâ-yı harfiyle ve Onun hesabına bakmak lâzımdır. Mânâ-yı ismiyle ve esbab hesabına bakmak hatâdır.
Evet, herşeyin iki ciheti vardır. Bir ciheti Hakka bakar, diğer ciheti de halka bakar. Halka bakan cihet, Hakka bakan cihete tenteneli bir perde veya şeffaf bir cam parçası gibi, altında Hakka bakan cihet-i isnadı gösterecek bir perde gibi olmalıdır. Binaenaleyh, nimete bakıldığı zaman Mün'im, san'ata bakıldığı zaman Sâni, esbaba nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.

Ve keza, nazarla niyet mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder. Evet, niyet âdi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder. Maddiyata esbab hesabıyla bakılırsa cehalettir. Allah hesabıyla olursa mârifet-i ılâhiyedir.(Mesnevî-i Nuriye - Katre )

3

03.05.2007, 14:42

ı'lem eyyühe'l-aziz! Âfâkî malûmat, yani hariçten, uzaklardan alınan malûmat, evham ve vesveselerden hâli olamıyor. Amma, bizzat vicdanî bir şuura mahal olan enfüsî ve dahilî malûmat ise, evham ve ihtimallerden temizdir. Binaenaleyh, merkezden muhite, dahilden harice bakmak lâzımdır.(Mesnevî-i Nuriye - Habbe )

ı'lem eyyühe'l-aziz! Tefekkür gafleti izale eder. Dikkat, teemmül, evham zulümatını dağıtıyor. Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilâtla tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. ıçine dalma, boğulursun.

Arkadaş! Nefsî tefekkürde tafsilâtlı, âfâkî tefekkürde ise icmâlî yaparsan, vahdete takarrüb edersin. Aksini yaptığın takdirde, kesret fikrini dağıtır. Evham ise havalandırır, enâniyetin kalınlaşır. Gafletin kuvvet bulur, tabiata kalb eder. ışte dalâlete isâl eden kesret yolu budur.(Mesnevî-i Nuriye - Zühre )

4

03.05.2007, 14:43

Cenab-ı Hakkın mâsivâsına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi yukarıdan aşağıya nâzil olur; diğeri aşağıdan yukarıya çıkar. şöyle ki:

Bir insan en evvel muhabbetini Allah'a verirse, onun muhabbeti dolayısıyla Allah'ın sevdiği herşeyi sever. Ve mahlûkata taksim ettiği muhabbeti, Allah'a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder.

ıkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazan da kavî bir esbaba rastgelir. Onun muhabbetini mânâ-yı ismiyle tamamen cezb eder, helâkete sebep olur. şayet Allah'a vâsıl olsa da, vüsulü nâkıs olur.(Mesnevî-i Nuriye - Katre )

ı'lem eyyühe'l-aziz! Otuz seneden beri iki tâğut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri âlemdedir. Biri ene'dir, diğeri tabiattır. Birinci tâğutu gayr-ı kastî, gölgevâri bir ayna gibi gördüm. Fakat o tâğutu kasten veya bizzat nazar-ı ehemmiyete alanlar, Nemrud ve Firavun olurlar.

ıkinci tâğut ise, onu ılâhî bir san'at, Rahmânî bir sıbğat, yani nakışlı bir boya şeklinde gördüm. Fakat gaflet nazarıyla bakılırsa, tabiat zannedilir ve maddiyunlarca bir ilâh olur. Maahaza, o tabiat zannedilen şey, ılâhî bir san'attır. Cenab-ı Hakka hamd ve şükürler olsun ki, Kur'ân'ın feyziyle, mezkûr mücadelem her iki tâğutun ölümüyle ve her iki sanemin kırılmasıyla neticelendi.

Evet, Nokta, Katre, Zerre, şemme, Habbe, Hubâb risalelerinde ispat ve izah edildiği gibi, mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak altında şeriat-ı fıtriye-i ılâhiye ve san'at-ı şuuriye-i Rahmâniye güneş gibi ortaya çıkmıştır. Ve keza, firavunluğa delâlet eden ene'den, Sâni-i Zülcelâle râci olan Hüve tebârüz etti.(Mesnevî-i Nuriye - Habbe )

5

03.05.2007, 22:09

Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hadiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil!
Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.

Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
(Mesnevî-i Nuriye - Lem'alar )

6

03.05.2007, 22:10

Yukarıdaki Risale-i Nur 'dan alıntı yaptığımız hakikatlere göre kainatta tesadüfe tesadüf dahi edilmez ve Yüce Allah'ın izni ve iradesi ve de kudretinin haricinde bir yaprak dahi oynamaz.Bizim tevhid inancımız budur.
Tabiki gelişen içtimai ve sosyal hadiselerde de tesadüf yoktur.Her hadisenin altında bize bakan cihetlerde hikmetler ve dersler rabbimize bakan melekut cihetinde ise güzellikler vardır.sebeplerin ise kesinlikle tesirleri yoktur.Bu sebepler kurdetin ilancıları ve şahitleridir.Bu sebeplerin içersinde ihtiyar sahibi olan insanlarda esbap dairesinin içersindedirler.Ancak insan irade-i cüziyyesi ile yaptığı tercihlerinden sorumludur.

şimdi birazda bu gelişen hadiselerin altındaki hikmetleri ve dersleri anlamaya gayret edelim.Bu hadiselere Kur'ani ve tevhidi bakış açıları ile bakmaya çalışalım.Nereye gidiyoruz ve nasıl ve nerede durmalıyız tahliller yapmaya çalışalım.ınşallah isabet ederiz.

ınsanın yaratılış gayesi iman ve duadır.Esma-i hüsnaya ayinadarlık yapmaktır.Elmas kabiliyetlerini inkişaf ettirerek manevi terakkilere ulaşmaktır.Bu vazifelerinde ise önce merkeze enfüsi tefekkürü alarak marifetullaha ulaşmalıdır.Yoksa enfüsü terkederek afaka dalarsa bu malumatlar nazarını dağıtır ve de bazende afaktaki kuvvetli esbaplar kendine o kişiyi celbeder bu esbaba mana-i ismi ile bakmaya ve gelişen hadiseleri esbaptan zuhur ettiğine aldanmalar başlar ki işte tamda kırılma bu aşamada başgösterir.Çünkü çürüme ilk kırılmanın olduğu yerden başlar.Kişi enfüsi boyuttaki iman,dua ve ubudiyet vazifelerini atlayarak hadise-i alemin geniş dairesindeki etki alanında olmayan sadece ilgi alanında olan ve de arasıra vazifesi bulunan boğuşmaları takip etmeye başkar ki bu vehim ve vesveseler kalbi ve vizdanı daha da ileri ruhu sıkmaya başlar.ışte bu sırdan dolayıdır ki Üstad siyaset kalpleri ifsad,akılları geveze eder der.
O zaman kader niçin bu musibete giriftar etti bizleri.Çünkü bizler birinci daire olan kalp dairesinde Allahın razı olduğu duruştan ziyade nefislerin haz aldığı ve Allahın nefislerin hazzetmesinden hazzetmediği duruşlara geçtik herhalde.Bu duruş ise sünnetullaha ve adetullaha uygun olmadığı için adetullaha muvafık hareket etmeyen aksiyle ceza görür sırrına mazhar olduk.Birde ayette mealen şöyle denilir:"Siz halinizi düzeltmedikçe ben halinizi düzeltmem."ışte ancak bu dar dairedeki hal düzelmelerinden sonra Yüce Rabbimiz halleri düzeltecektir.O zaman ekseriyetin hallerindeki düzelmeyi ve düzelmemeyi nazara aldığımızda bu musibetlerin sırrı belkide daha kolay anlaşılabilir.
şimdi asr-ı saadetten bir bakış açısı ile olayları anlamaya çalışalım.Efendimiz(asm) vezifeye başladığında Mekke müşrikleri kendisine gelmişler ve Mekkenin krallığını,para ve en güzel hanımları teklif etmişlerdir.Yeterki Efendimiz(asm) davasından vazgeçsin.Ancak Peygamberimiz(asm) bir elime ayı diğer elime güneşi verseniz ben davamdan vaz geçmem demiştir.Öyleyse peygamberimizin DAVAM dediği acaba neydi?Bu dava siyaset davası olsa idi zaten bunu müşrikler vermişlerdi.Demekki siyaset davasından daha zaruri ve Alahın marziyatı olan dava ıMAN ve TEVHıD davası idi.Sonuç ne oldu?Belkide şer gibi görünen Mekkeden göç edildi.Yani hicret.şimdide bizden bir hicret istenmiş olmasın.Rabbimiz imana,duaya ve de kulluğa bir hicret edin kullarım diye bu musibetletle bizlere ders vermesin?Çünkü Medine'de o iman,dua ve kulluk kalplerde makes budu,sonra ise Allahın rızası tahakkuk etti ki Mekke ise çok kolay bir şekilde fetholdu.O zaman ferec ve fütuhat için önce Mekki bir iman ve duruş,kalbi hicrettten sonra Medine gibi bir hayat ve sonunda ise yine Mekki bir futuhat olması gerekiyor sanıyorum.Bu yolculukta ise nefsi ve hissi hazlar olmamalı,meşakkatlı zorluklar yaşanmalı ve hubb-u cah ise terkedilmelidir ki Rıza makamlarına çıkılabilinsin.Çünkü"Üstad 21.Lemede bu sırrı bize vermektedir.
Amelinizde rıza-yı ılâhî olmalı.Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için, bu hizmette, doğrudan doğruya, yalnız Cenâb-ı Hakkın rızasını esas maksat yapmak gerektir.(ıhlas Risalesi)

7

04.05.2007, 10:52

Allah razı olsun Baki Abi. Yazılarından istifade ediyoruz.

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

8

04.05.2007, 13:45

Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hadiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil!
Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek, daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebliğatı o daireden yapılıyor. Çünkü, izzet ve azamet perdeyi iktizâ eder; tevhid ve celâl dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.
Evet, izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden.
(Mesnevî-i Nuriye - Lem'alar )

Yukarıya aldığımız hakikatler çerçevesinde sebeplerin bir tesiri olmadığına bakalım inşallah.Çünkü sebepler dairesine de Kur'ani ve tevhidi bakış ile bakmamız gerekiyor.
Önce Birinci lemada bahsedilen Kıssa-i Yunus (as)'un icmali hadisesini hatırlayalım.Yunus (as) Ninova şehrinde peygamberlik vazifesini yaparken kendisine tabi olanlar az olduğu ve Allahın emirlerine ittiba uyulmadığı için şehri emir gelmeden terk eder.Bu bir hikmetli hatadır.Tabiki cezası olmalıdır.Bir gemiye biner ve gemi hareket edemez.Gemi sahipleri ise kura çekerek (üç defa) seyyidinden kaçan bir köleyi bulmak isterler.Çünkü adetleri öyledir.Çekilen üç kurada da kuralar Yunus (as)'a çıkar ve seyyidinden kaçan köle budur diye Yunus (as) denize atılır.Bu kısa ayrıntı Risalelerde geçmez ancak peygamberler tarihinde geçer.şimdi ise Birinci lemada ise işin öz ve hakikat cihetleri nazara verilir.Denize atılan Yunus (as)'ı bir balık yutmuş,gece karanlık,deniz dalgalıdır.Sebepler cihetiyle Yunus (as)'ı kurtaracak sebepler bikülli sukut etmiştir.ışte sebeplerin hiç bir tesirinin olmadığı hakikatı Kur'anın da lisanı ile bu kıssada anlatılmaktadır.Yunus (as) bu durum karşısında esbabın sukutu karşısında Kur'ani ve tevhidi duruşunu yapmıştır.Yani Yunus (as)'ı ne insanlar ne de hiç bir sebep kurtaramaz.Ancak denizin sahibi kimse,gecenin ve balığın sahibi kimse ve kendi sahibi kimse ancak Yunus (as) O kurtarabilir hakikatını Yunus (as) anladığı için önce bir iç muhasebe ve tövbe ederek suçunu kabul etmiş ve " Senden başka ilâh yoktur. Sen her noksandan münezzehsin.Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum."demiştir.ışte bu hakikat gereğince Yunus(as) hatasını anlamış ve müessir-i hakiki olan Yüce Allah'a yönelmiş,kesretten vahdete dönmüş,sebeplerin hiç tesiri olmadığını anlamıştır.Sebeplerinde arkasında iş gören müessir-i hakikiyi razı etmiş ve Yüce Allah Yunus(as)'ın duruşundan razı olduğu için onu sahil-i selamete,Yaktin ağacının altına balığı bir denizaltı gemisi hükmüne sokarak kurtarmıştır.
Ey bu asrın bu Kur'ani kıssasına muhatap olan müslümnlar.Bizler Yunus(as)'ın duruşunun neresindeyiz?Diyorlar ki bu işler bazı makamları elde etmekle düzelecek,acaba öyle mi?Diyorlar ki bu işler nasıl düzelecek?Yunusvari duruşlara ulaşmadan ve fiillerimizle yüzümüzü ve yönümüyü esbaptan vahdete çevirmeden ve rıza makamına ulaşmadan bu işler biraz zor düzelecek.Çıkış Kur'ani ve O'nun manevi bir dersi olan Risale-i Nur bakış açısındadır.Bundan başka çıkış yolu yoktur.Lütfen aklımızı başımıza alalım,yoksa Yüce Allah (cc)zalimin eliyle bizleri Asla Rücu etmemiz için musibetlerle eğitecektiş.Biz Yunus(as) gibi duruş yapabilirsek bu sosyal ve içtimai deniz bizleri boğamaz.Çünkü sebeplerin tesiri yoktur.Sebepler arkasında iş gören irade ve kudret-i Rabbaniyeyi görmek gerekir.Sanırım sebeplere ekseriyet fazla güvendiği için(insan da bir sebeptir) umumi musibetlere giriftar oluyoruz.

9

04.05.2007, 19:07

güzel paylaşımlar için ALLAH razı olsun...selam ve dua ile...

10

05.05.2007, 10:58

Muhterem kardeşlerim,bu yazımızda da Kur'ani bakış açımıza devam edelim inşallah.
Yukarılarda sebeplerin tesiri olmadığını ,sebeplerin ancak ve ancak kudretin perdeleri ve ilanatçıları oldukların yer verdik.Eğer bizler sebeplerden netice ve fayda beklersek ve Allah Rızasından önce sebeplerden netice beklemeye yönelirsek bunun bizlere bir ceza olarak döneceğine dair bir kıssa ile devam etmek istiyorum.
Biliyorsunuz ki Kur'anda Kıssa-i Yusuf(as)'ın durumu bizlere bildirilir.Kısaca bu kıssayı hatırlayacak olursak sebeplere teşebbüsün ilerisinde sebeplerden icraat beklemenin hatalı olacağını daha net olarak müşahede edeceğiz.
Biliyoruz ki Hz.Yusuf(as) kardeşleri tarafından kuyuya atılır.Sonra kuyudan çıkarılarak Mısır'a götürülür ve köle olarak satılır.ışin teferruatına girmiyorum bir iftira ile zindana düşer.Zindanda beraber kaldığı arkadaşının(hükümdarın şerbetçisi ve ekmekçisi iki gencin) rüyasını tabir eder ve şerbetcinin buradan kurtulacağını,hatta çıktığında görevini tekrar alacağını söyler.Ekmekçinin ise asılacağını söyler.Tabi ki rüya doğru çıkar gençler zindandan kurtulur.Yusuf(as) şerbetçiye "Sizinle beraber epey yaşadık.Ve benim halimi biliyorsunuz.Beni hükümdarın yanında zikret,masum olduğun halde hapsimin uzadığını anlat.(Yusuf suresi:42) der.şerbetçi genç,sarayın depdebesine kapılır ve şeytan kendisine Hz.Yusufu efendisinin yanında anmayı,onun kurtulması için ricada bulunmayı unutturdu.Bu yüzden de Hz.Yusuf(as),Allahtan başkasından yardım istediği için,beş seneden sonra yedi sene daha zindanda kalarak bu ununtmasının keffaratını ödedi.şerbetçiye "Beni efendinin yanında zikret." dediği zaman yedi sene unutulması çok hikmetlidir.Hz.Yusuf(as)'un aciz bir insandan yardım talebine,rabbinden bir anlık gafleti sebep olmuştur.
ışte burada çok ince dersler ve esbaba teşebbüsün, güvenmenin ve esbaptan netice beklemenin zahir hata olduğu ve Allah tarafından razı olunmayan davranış olduğu anlaşılır.Çünkü bir hikmete binaen Yusuf(as) Yüce Allah'tan kurtulmayı beklemeyi değil insanlardan beklemiştir.Bunun neticesi olarakta 7 sene daha fazla zindanda kalarak unutulmuştur. Yedi sene sonra ise kral bir rüya görmüş ve o zaman genç şerbetçi Yusuf(as)'ı hatırlamış ve Yusuf(as) zindandan kurtulmuştur.ışte sebeplere tesir vermek ve sebeplerden netice beklemenin neticesinde gelen bir ibret dersini Kur'an bizlere her hali hikmetli olan peygamberlerin hayatı ile anlatmaktadır.Ancak bu bakış açısı için yinede Risale-i Nur bakış açısına ihtiyacımız vardır.
Zindanlar ne kadar derin ve karanlık olursa olsun bizlere zarar veremez.Yeter ki bizler Rabbimizin razı olmayacağı duruşlar yapmayalım.Bizlere bu sosyal ve siyasi karanlıklar da zarar veremez.Yeter ki sebeplere tesir vermeyelim.

11

06.05.2007, 16:25

Sebeplerin bizlere zarar veremiyeceğine yine Kur'ani kıssalardan Hz.ıbrahim (as) ve Hz.ısmail(as) kıssaları ile devam edelim.

Hadise-i alemdeki yaşanan olaylara birde bu boyuttan mana-i harfi ciheti ile bakmaya gayret edelim.Çünkü çıkış ve kurtuluş bu Kur'ani ve Tevhidi bakış açısındadır.

O zaman kısaca bu kıssalara değinelim.Malumunuzdur ki Hz.ıbrahim(as)ı Nemrut ateşe atmak için gerekli hazırlıklarını yapar ve Hz.ıbrahim(as)'i yakmak ister.Tamda Hz.ıbrahim(as)'i ateşe atacağı esnada Yüce Allah(cc) Cebrail'i Hz.ıbrahim(as)'ın yanına gönderir ki git kulum ıbrahim'e söyle bir isteği var mı? diye.Cebrail gelir ve bu soruyu Hz.ıbrahim(as)'e sorar.Hz.ıbrahim(as) ön şartsız iman ettiği için "Hasbinallahu venimel vekil." cevabını verir.Çünkü O biliyordur ki Rabbi onu koruyacaktır.Nemrut'un ateşi Onu yakmayacaktır.Çünkü hakiki imanı bu şekilde ön şart koymadan inanmayı zaruri kılmaktadır.Bu asrın inananlarına çok ders yüklüdür bu duruş.Bizler olsak hemen "ben bu ateşin içinde ne yaparım,Allah beni bu ateşten kurtarsın,bu zulme ben dayanamam gibi ön şartlarla cevep verirdik herhalde.Tabiki Hz.ıbrahim(as)'ı bu teslimiyette olduğunu bilemeyen Nemrut O'nu ateşe atar.Ancak ateşde emir altında yaktığı için Yüce Rabbimiz ateşe "Ey ateş,kulum ıbrahime karşı serin ve selametli ol." emrini verir.ışte bütün sır buradadır.Ateşte bir sebeptir.Ancak ve ancak emir altında yakar ve yine emir ile yakmaz.O zaman sebeplerin bir tesiri yoktur.
Bizlerde Hz.ıbrahim(as) gibi duruş ve iman edersek bu asrın fitne ateşleri bizleride yakmaz ve bizlere zarar veremez.Esas zarar,zarar verir vehmi ve vesvesesidir.ışte böyle bir imtihandan geçiyoruz.şeytan ve nefiste bu arada vazifesini daha fazla yapacaktır.Bu ateş size dokunur vesvesesi.
şimdi hep birlikte ıbrahimi duruşlar yapmak zorundayız.Eğer yapamazsak bu fitne ve asrın Nemrutlarının ateşi o zaman bizlere zarar verebilir.Çünkü bu dünta imtihan dünyasıdır.Akla kapı açılır irade elden alınmaz.

Aynı hikmetli duruşu Hz.ısmail(as)'ın hayatından da okuyabiliriz.Kesen bıçak ısmaili bir iman ve duruşla Hz.ısmail(as)'i kesmez.halbuki zahirde bıçağın kesmesi gerekirdi.Ancak hakikatte bıçakta emir ile keser.Bu asrın fitne bıçaklarıda ısmaili iman ve duruş yapanları kesemez.Keser zannına kapılmak tevhidi bakıştan esbaba tesir verir durumuna düşmektir.Allah korusun bu duruş bizlere zarar dokundurur.
şimdi geniş dairelerdeki boğuşmlardan dolayı dinimize ve bizlere zarar gelir diye endişe etmeye gerek yoktur.Ancak bir şartla ki ıbrahimi ve ısmaili duruşlardan sonra.Haydi hep birlikte bu duruşlara devam edelim inşallah.Çıkış yolu ve kurtuluş bu duruşlardadır.

12

07.05.2007, 12:59

Allah'ı razı edecek duruşlar yaptıktan sonra esbabın bizlere zarar veremeyeceği ile ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatından da bazı anekdotlar aktaralım.

Hepimizin bildiği gibi Üstad hazretleri Kosturma'da esarette iken Çarın yiğeni olan Nikola Nikolaviç esir kampını ziyarete gelir.Bütün esirler ayağa kalkar ancak Üstad ayağa kalkmaz.Niçin kalkmadığı sorulduğunda "ben bir müslüman alimiyim.Bir kafire ayağa kalkmam."der.Çünkü ilmin izzeti Üstada böyle bir duruş yaptırır.Üstadın bu duruşu ıbrahimi ve ısmaili bir duruştur ve Allah bu duruştan razıdır.Bunu Üstad bütün imanı ile bilmektedir.Çünkü "iman tevhidi,tevhid teslimi,tesilim tevekkülü ve tevekkül ise saadet-i dareyni iktiza ederdi."ışte bu duruşla ve rıza makamına ulaşıldıktan sonra sonuç Rus komutanının idam emri verilir.Ancak Rus komutanı bilmezdi ki kendi kalbide Allah'ın elindedir.Yüce Allah razı olduğu bir duruşun neticesinde elbetteki insan olan sebeplerin tesir edemeyeceğini gösterecekti ve gösterdi.O zalim komutanın kalbi yumuşatıldı ve idamdan vazgeçildi hatta Üstad'dan özür dilendi.Demek rıza makamındaki duruşların da bu zamanımızda nümunelerinin var olduğunu görüyoruz.
Hatta zehir insanı öldürürken 21 kez zehirlenen Üstada bir şey yapmamıştır.Çünkü zehirde Allahın emri ile zehirlemektedir.Çünkü zehirde sebeptir zehirleyenler de sebeptir.O zaman sebeplerin tesiri olmadığını artık nefsimize de kabul ettirmemiz gerekmez mi?O zaman Sahibüzzaman'ın eserlerini okuyanlar Bediüzzaman gibi duruşlar yapmaz zorundadır çünkü onlara böyle duruşlar yakışır.

Alkan

Usta

Mesajlar: 1,694

Hobiler: Risale-i Nur, Kur'an dinlemek

  • Özel mesaj gönder

13

08.05.2007, 01:10

Allah razı olsun güzel paylaşım...
"ey bedbaht nefsim! acaba ömrün ebedi midir? hiç kat'i senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

14

08.05.2007, 11:47

abi özellikle son yazı çok güzel durdu

15

08.05.2007, 13:13

Özellikle son yazı muhteşem. Allah razı olsun Abi.

Muhabbetle

Düzelteme;

Yazıların tamamına yakın okudum. Hepsi muhteşem.

Tavsiye ediyorum. ımanınız inkişaf edecek

Muhabbetle
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

16

08.05.2007, 15:30

Allah c.c razi olsun
Ümitvar olunuz..

Mesajlar: 19

Konum: istanbul

Meslek: grafik tasarimci

  • Özel mesaj gönder

17

08.05.2007, 20:37

Allah razı olsun çok güzeldi, istifade ettik inşallah.

bazen sebeplere riayet etsen bile istediğin şeyi elde edemiyorsun:( sabretmek ve kadere su-i zan beslememek gerek tabiki.
davasını ifade eden kazanır. Z.Gündüzalp

18

08.05.2007, 20:43

sabır vuslattan bir cüzdur demişler
hayalinin hevesinde hayal gibi oldum

19

10.05.2007, 19:46

Birinci Söz çok sırlarla dolu.Keşfedilmeyi bekliyor önümüzde.Birinci Sözü son okumamızda daha farklı açılımlara ulaştık.

Evet, havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i suhuletle intişar etmesi ve yeraltında yemiş vermesi, hem şiddet-i hararete karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi 1فَقُلْنَا اضْرِبْْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ('Vur asânı taşa' buyurduk. Bakara Sûresi, 2:60.)emrine imtisal ederek taşları şak eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı ıbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı 2يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا ("Ey ateş, serin ve selâmetli ol." Enbiyâ Sûresi, 21:69.)âyetini okuyorlar.(Birinci Söz)

Demek ki yaz aylarının şiddetli hararetine karşı bitkiler ve yaprakların taze kalmasının arkasında "Ey ateş, serin ve selâmetli ol." ayetini bitkilerin ve ağaçların okuduklarını görüyoruz.Birinci Söz içtimai ve sosyal hadiselerdeki hararetlere karşı koyulmasının sırlarını taşıyor .Eğer yazın o dehşetli harareti karşısında ağaçlar bu ayeti okuyorsa bizler de fitne ve fesat ateşleri karşısında bu ayeti daha fazla okumamız ve bu ayeti enfüsi boyutta hayatımıza tatbik etmemiz elzemdir.

Yine ipek gibi bitkilerin kökleri taşları şak ederken "'Vur asânı taşa buyurduk." ayetini okuyorlar. Bizlere emre uyduğumuzda ve bu ayeti hakiki manada okuduğumuzda taş gibi en güvenilen sebeplerin dahi yumuyaşacağı dersini verir.
Demek ki bu asrın taşlaşmış kalplerin yumuşaması için "'Vur asânı taşa' buyurduk." ayetini;fitne ve fesad ateşlerinin yakmaması içinde ""Ey ateş, serin ve selâmetli ol." ayetini okumamız gerekir.
Ey Nur kardeşlerim,gelin bu ayetleri okumakta bitkilerden geri kalmayalım.

20

10.05.2007, 21:26

ınsan ancak enfüsünde tasdik ettiği hakikatı,afakta da tasdik edebilir.Eğer tersi olsa afaktan gelen malumat şüphelerden beri olmaz.Eğer küllü kavrayacak bir nazarımız yoksa ki bu zaten ehli havassa mahsus ,ehadiyet sırrıyla külli bir bakış yakalamamız lazım :Bu da önce kendi ayinEmizdeki tefekkürle başlar.Yani herşeyi hikmetle yaratan bir zatı tasdik için ya herşeydeki hikmeti görebilecek YANı küllü ihata edebilecek bir nazar lazım ya da enfüste yapılan tefekkürü afaka delil kılmak lazım.Yani benim dünyamda herşeyi hikmetle yaratan zat elbette dişardada hikmetle hareket ediyordur diyeceğiz ve enfüsteki şuhudi imanı dışarda gıyaben yapacağız

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir