Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

18.08.2007, 09:17

Said Nursî nerede yatıyor?

Her insan bir tohumdur. Nasıl tohum görünüşte mini minnacık bir tahta parçası gibiyse, insan da sonsuz kâinatta bir toz zerresi bile sayılamayacak kadar küçüktür. Ama tohumun, içinde harika bir ağacı saklaması gibi, duyuları ve duygularıyla bütün bir âlemi yüreğinde saklar insan.

Dünya onun toprağıdır. Sonsuz bir şefkatle bırakılmıştır bu toprağa. Zahiren karanlık, dar ve rahatsız bir yerdir burası. Musibetlerin, hastalıkların, sıkıntıların gelip onu bulduğu; her birinin onu kendi hakikatına uyandırdığı sırlı mekândır. Kendi adına sevildiğinde öldüren, ötesi için sevildiğinde güldüren yerdir..

Âhiret bahardır. Cümle tohumların sümbülleneceği asıl hayat yurdudur. Her tohumun başka bir bahar için toprağa atılması ve o baharı sabırla beklemesi gibi, insan da hakikî hayat yurdu olan sonsuz âhireti özler. Dünyanın cümle cefasına ancak o baharın hasretiyle sabredebilir.

Mü’min, kendisinin değersiz bir odun parçası değil, harika bir san'at eseri tohum olduğunu fark eden insandır. Dünyanın âhirete tarla ve bahçe kılındığını, asıl hayatın burada değil orada olduğunu iman şuuruyla bilendir.

Kulluk, o şuurlu tohumun yüzünü fani dünyadan baki âleme, yaratılmışlardan Yaratıcı’ya, çokluktan birliğe çeviren, bitiş ile başlangıcı birbirine bağlayan bir bağdır.

Tohumluğunu, dünyanın içine atıldığı bir bahçe olduğunu unutup kendine ve güzelliğine güvenen, kesrete dalıp kâinat içinde boğulan, dünyanın muhabbetiyle başı dönen, fanilerin tebessümlerine aldanan ve kendisini onların kucağına atan insan ise tohum/insan makamından düşer. Ölüm vakti geldiğinde tohum olarak sümbüllenmez. Küçük, değersiz bir odun parçası olarak çürüyüp gider. Sonsuz bir intihardır bu.

Ölüm, tohumluğunu bilen için kabuğunun parçalanması ve filizin ortaya çıkmasıdır. Sonsuzluğun başlangıcıdır. Yok oluş değil hakikî varoluşa adım atmaktır. Hayatından daha mükemmel, daha bereketli bir haldir. Cüz’îlikten küllîliğe yükseliştir. Zahiren bir odun parçası olmaktan çıkıp, yüreğinde gizlediği büyük âlemin cennet şeklinde ete-kemiğe bürünmesidir.

***

Bediüzzaman Said Nursî, kâmil bir insandı. Tohumluğunu en fazla fark eden, kulluğunu en yüksek derecelerde yaşayan bir âlimdi. Bu dünyada kendisine reva görülen zulümleri, sıkıntıları ruhundaki istidatlarının ortaya çıkmasına yardım ettikleri için—sonuçta—ılâhî rahmetten bildi. şikâyet etmedi. ızzetli bir kul olarak zalimlere boyun eğmedi, yüzü hep âhiret yurduna dönük yaşadı. Gayet meşrû bir gaye iken, âhiretteki makamının yükselmesini hedeflemedi. Saf kulluğu gaye edindi. Her şeyden daha değerli ve daha büyük bir gayeye, imana hizmete adadı kendisini. Kur’ân’ın semasından yakarışlarına karşılık kendisine hediye edilen Risâleleri telif etmeyi, çoğalttırmayı, tashih etmeyi, iman hizmetini bir hayat tarzı haline getirmeyi en tatlı uğraş bildi.

ısmi Said’di; ismi gibi mesut yaşadı bu fani dünyada. Çünkü hayatını adadığı iman ve ıslâm dâvâsının ılâhî yardım ile başarıya ulaştığını bizzat hayatında gördü.

Bir sebeb olarak kendisine yönelenlere, kendisinden medet umanlara Risâle-i Nur’u adres gösterdi. Daha hayattayken kendi fani ömrünü bâkî hakikatlere tohum eyleyebilen nadir insanlardan oldu. Kendisini Risâlelerdeki yüksek hakikatların kaynağı olarak görenlere ise defalarca aynı şeyi söyledi:

“Ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî duâ etmek neticesinde, Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risâle-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nurun mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, kat’iyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîmin mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risâle-i Nur’a aittir. Öyleyse kâinat adedince eşşükrü lillâh, elhamdülillâh.”

Bediüzzaman’ın vefatından sonra fani bedeninin korkak zalimlerce gizli bir yere defnedildiği biliniyor. şimdilerde kimileri başka şeyler söylüyorlar. Ama ne fark eder?

Onun kabrinin nerede olabileceğini tekrar tekrar gündeme getirip, çekirdeği olduğu risâlelerdeki Kur’ân hakikatlerine merak duymayanlar, önlerindeki koca ağaca gözünü kapatıp onun çekirdeğinin nerede olduğunu merak eden aptal konumuna düşüyorlar.

Onu hakkıyla tanıyanlar ise, hem o dünya hayatındayken hem de asıl hayat yurduna gittikten sonra, Risâlelerin her satırında onu bulabileceklerini, onunla konuşabileceklerini bildiler.

Kısacası, Bediüzzaman Risâlelerin sayfaları arasında hâlâ. Duyurulur!

Murat ÇıFTKAYA
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

2

19.08.2007, 13:40

Üstad, neden kabrinin bilinmemesini istemiştir?

Üstad insanların kendisine teveccüh etmelerinden, aşırı hürmet göstermelerinden rahatsızlık duyardı. Günümüzde bazı büyük zatların türbelerinde ıslamın özüne aykırı bazı davranışlar sergilendiği açıkça görülmektedir. Bu açıdan kabrinde rahatsız edilmek istememiştir. Bu konuda şöyle der:

"Dostlar uzaktan ruhuma Fatiha okusunlar, manevî dua ve ziyaret etsinler. Kabrimin yanına gelmesinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur'daki a'zamî ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir manevî sebep hissediyorum."
Bu konuda Üstadın hizmetinde bulunan talebelerinin bir lahikasını aşağıda takdim ediyoruz:

Biz Üstadımızdan sorduk: Kabri ziyarete gelenler Fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men'ediyorsunuz?

Cevaben Üstadımız dedi ki: "Bu dehşetli zamanda, eski zamandaki Firavunların dünyevî şan ü şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, enaniyet ve benlik verdiği gafletle, heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları, mana-yı harfîden mana-yı ismîyle tamamen kendilerine çevirtmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile; eski zamandaki lillah için ziyarete mukabil ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ü şerefine ziyade ehemmiyet verir, öyle ziyaret ediyorlar.

Ben de Risale-i Nur'daki a'zamî ihlası kırmamak için ve o ihlasın sırrıyla, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garbda, hem kim olursa olsun okudukları Fatihalar o ruha gider.

Dünyada beni sohbetten men'eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da o hakikat bu suretle beni sevab cihetiyle değil, dünya cihetiyle men'etmeye mecbur edecek." dedi.

Hizmetinde bulunan Talebeleri

Okuma parçası:
MEZARININ YIKILMASI
Bediüzzaman, ömrünün sonlarında neşrettiği mektublarda kabrinin gizli olmasını vasiyet eder.

"Benim kabrimi gayet gizli bir yerde... bir iki talebemden başka hiç kimse bilmemek lazım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum."

1960 da (hicri 1379 da) Urfa'da vefat eder. Halilurrahman dergahına defnedilir. Talebeleri hayret içindedirler. Çünkü, o güne kadar Bediüzzaman'ın her dediğinin çıktığını görürlerken, kabrinin bilinmemesi meselesi çıkmamıştır.

Her gün, binlerce insan, kabrini ziyaret etmektedir. ışin sırrı 27 Mayıs ıhtilali'yle ortaya çıkar. ıhtilal hükümetinin emriyle, 12 Temmuz 1960'da gece yarısı Bediüzzaman'ın kabri parçalanır. Na'şı bir uçakla Isparta istikametine götürülür. Talebeleri o zaman Bediüzzaman'ın vasiyetini ve şu sözlerini daha iyi anlarlar:

"Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde
Saîd'den yetmiş dokuz emvat, baâsam alâma
Sekseninci olmuştur mezara bir mezar taş
Beraber ağlıyor hüsran-ı ıslâma."
Sadakallahulazim...

3

09.10.2007, 22:18

:roll: mezarının yıkılacağını haber vermiş adeta :!: :roll:

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir