Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

20.05.2006, 01:11

Neden Risale-i Nur...

Çünkü Biz insanı bir takım katkılarla karıştırılmış bir nutfeden yarattık; onu evire çevire deneyelim diye de onu işiten ve gören bir varlık yaptık. (ınsan: 2)

TIP kendi içinde bölünmüşlüğü ile, kendi dalında bölümleri ile binlerce terim ifadeleri ile on binlerce sayfalık dökümanlari ile bir mebdenin ikinci adımı olan nutfenin gelişimini adım adım müdakkik bir şekilde incelemekte, insan gibi bir sırr-ı azimi çözmeye, marifetullah ilmindeki perdeleri aralamaya çalışmaktadır.

Kur'an'ı Azimüşşan bundan 1400 küsür yıl önce insan suresi ikinci ayetinde ipucunu verdiği sırrın izharında, on binlerce sayfalık dökümanlar oluşturulmuş. yazılmış... çizilmiş.... ama insan halen sırrını korumakta, bilim bazı noktalarda cevapsız kalmaktadır.

risale-i nurdaki 10.sözden iktibas yapalım şu ifadelere bir bakalım

Alıntı

Meselâ: ınsan görmüyor mu ki, Biz onu bir nutfeden yarattık da şimdi o çeneli bir çekişgen kesildi. (Yasin suresi 77) tâ, sûrenin âhirine kadar. ışte şu bahiste, haşir meselesinde, Kur’ân-ı Hakîm haşri ispat için, yedi sekiz sûrette, muhtelif bir tarzda ispat ediyor.

Evvelâ, neş’e-yi ûlâyı nazara verir, der ki: "Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki, neş’e-yi uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O, onun misli, belki daha ehvenidir."


halen, TIP alanının bir çok meseleyi net aydınlatamamış (mesela AIDS) olması, insan sırrının çözülmesini bekleyen sırlarının olduğunu gösteriyor.

Kur'an'ı Azimüşşanın binlerce yıl önceden ışık tutarak gösterdiği bu misal ayetin yorumu ON BıNLERCE SAYFALIK KıTAPLAR ile tefsir ediliyor. bu işin ehliyet sahibi olanları ise ilhamı Kurandan, detayları kitaplardan takip ediyor.

Görülüyorki, Risale-i Nurlarda, Kur'an'ı Azimüşşanın ıman ılminin TEFSıRı hükmünde, icadın Önünde MUCıDı gösteriyor.

her kelimesi ile doyurucu olan bu kitabı kur'an'ı azimüşşandan önde tuttuğumuzu söyleyen insafsızların, Ayet-i Kübra olan insanın, tefsiri hükmünde TIP kitaplarına sesi çıkmıyor ne hikmetse.

akıllarının fehmedemediği mevzuları değişik yönlere çekmeye çalışmaları nasipsizliklerinin ifadesi olabilir. tefekkür fakirliğide denilebilir.

yüzden fazla sırrın ifşa edildiği risale-i nurlara bakmadan karalama yapmak, hatta, dahada ileri gidip KAFıR nitelemesi yapmak, bunların literatür ile ifade edebilecek manalı kelimeler yok ki bizde onlara "sizin bize yaptığınız zûlmün karşılığı bu kelimedir" diyelim.

ışte bu nedenle, Kur'an'daki ıMAN ıLMıNıN TEFSıRı diye RıSALE-i NUR.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

2

20.05.2006, 09:57

güzel bir yaklaşımdı,Allah razı olsun kardeş
bir sitede risale-i nurları anlamayan ya da anlamak istemeyen bazı kardeşler var,onların çok ça zikretttiği 'siz kurandan önce onu öne sürüyorsunuz'diye ahmakene düşüncelerine de değinmişsiniz

Rabbim Risale-i nur hakikatlerini bizlere açsın ve kalpleri Risale-i nur!a musahhar kılsın amin

Mesajlar: 16

Konum: kırşehir-aksaray

Meslek: öğrenci

  • Özel mesaj gönder

3

20.05.2006, 12:36

paylaşım için ALLAH razı olsun ben de hep şu şekilde dua ediyorum:
ALLAHIM! sana layık bir kul,peygamber efendimize layık bir ümmet ,RıSALE-ı NURA layık bir talebe olmayı nasip et(AMıN)
asyanın bahtının miftahı meşveret ve şuradır

4

20.05.2006, 13:05

Yahu ben anlamıyorum!Bazı kişiler ifratın ifratını yaparak Nurculara; "siz Risaleleri vahiy yerine koyuyorsunuz",diyor. "Said Nursi Allah mı,diyen birine
"Allah l.n,dedim".Allah affetsin.Yahu şu ifratlar canımı çok yakıyor.Tabiki her sadık Nur talebesinin de yakıyor.Bize bu zulmü nasıl reva görüyorlar. şimdi de çıkarmışlar ;Risale-i Nur -güya- Hz Ali'ye vahiy indiğini söylüyormuş.Biz bazı gizli örgütlerin maşasıymışız.Masonlar gibi.
Benim anlamadığım bunlar Risale-i Nur hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan, hiç bir Nurcuyu tanımadan,nasıl böyle bir iftiraya ortak olabiliyorlar,kendi Liderlerinin söylediklerini -eskide olduğu gibi- delilsiz kabul edebiliyorlar? Bir de utanmadan diyorlar ki; siz Said Nursi'nin hata yapabileceğini kabul etmiyorsunuz. Yahu, bu hatanın delili sizde mevcut. Sizin lideriniz; Risaleler yanlış; deyince Risalelere hiç bakmadan kabul ediyorsunuz. Araştırma gereği bile duymuyorsunuz. Her söyleneni olduğu gibi kabul ediyorsunuz. Oysa biz sürekli okuduğumuz için böyle bir hatadan beriyiz
ıfrat ile tefriti ,mübağla ile mücazefeyi çok iyi anlamış biz Nurcular, mecaz ile hakikatı en iyi ayırt edebilen biz Nurcular;hislerle değil akılla hareket eden,tarafgirlikle değil mantıkla karar veren biz Nurcular;lafa değil delile bakan biz Nurcular, kişiye değil Cemaate prim veren,füruatla değil iman hakikatleriyle uğraşan biz Nurcular;haşrin caddelerinde Haşir Risalesi ile dolaşmış biz Nurcular,Kader Meselesini Aynelyakin analmış biz Nurcular, Kur'an'ın 40 vecihte mucizeliğini,değişmez,değiştirilemez,yenilmez olduğunu dünyaya haykıran Zülkarneyn'in şahs-ı Manevisi biz Nurcular, Asa-ı Musa gibi her vurduğu yere iman ile hayat veren Risale-i Nur'un talebesi biz Nurcular, Sünnet-i Seniyenin ihyası için tüm sayini ortaya kuymuş biz Nurcular.Uhuvet Risalesine sahip, hırs ve temadan, şöhretperestlikten ,hub-u cahtan, kıskanmayı bırakın imrenme duygusundan dahi pak ve müberra olan biz Nurcular, Siyaset adına değil,Allah adına sevan biz Nurcular; nasıl Kur'an'ın yerine Risale-i Nur'u, Peygamberimiz yerine Said Nursi'yi koyabiliriz?. Yeri titreten, Cehennemi gadaba getiren böyle bir iftirayı hangi ebleh söyleme cesareti gösterir. Vahiy ile ilhamı, keremet ile istidracı, istihraç ile sünuhatı,
hiss-i kablelvuku ile ilhamatı en iyi ayırt etmiş biz Nurculara, nasıl Hz Ali'ye vahiy indiğine inandığımıza dair korkunç ,Gayretullaha dokunacak bir iftirayı atabilirler.
Oysaki saydığım pek çok seyyiata, belkide hepsine, bu iftitacılar sahipken.
Kendi liderlerine ifrat derecede bağlı olan, o bazı iftiracılara, "asıl sizler kendi Liderinizi peygamber gibi görüyorsunuz" , mu diyelim? Oysa ki sayılabilecek o kadar çok çirkin meziyetleri var ki.O kızdıkları Risale-i Nur terbiyem müsade etmiyor.
Anlamıyorlar mı ki; Risale-i Nur talebelerinin mesleği ımanın ıhyasıdır. Yoksa kendileri gibi, tüm amaçları ve kemalatları rakip gördüğü -oysa öz kardeşi olan- diğer cemaatleri çürütme dertleri gibi bir derdimiz olsa, bunu en iyi yapabilecek yine bizler olurduk. Hem de öyle bir yapardık ki tutunacak bir dal bırakamazdık ve o güce ve bilgiye sahibiz.Durum böyleyken hep savumada kalıyorsak, asıl masum ve en hak olan bizleriz
vesselam
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

5

20.05.2006, 15:51

Eger Kuran-I Azimussan Risale-i Nura 33 ayetiyle isaret ediyorsa ve Hazreti Ali bizim icin dua ettiyse. Biz Risale-i Nura, Kurana baglandigimiz gibi baglanmaliyiz.

Eger ben Risali Nurlari okumadan önce Kurani hic hatim etmemissem ve Risale okuduktan sonra 1 yil icinde 4 defa hatmetiysem bunda büyük bir hikmet var!

Gözünü kapatan ancak kendine karanlik yapar!
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

6

20.05.2006, 20:36

Alıntı sahibi ""Hasan_Sinan""

. Biz Risale-i Nura, Kurana baglandigimiz gibi baglanmaliyiz.

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz...Ali ımrân 110

ayete binaen....

yukarıdaki cümleden seni allah rızası için men etmek zorundayım...

...............................

ey kardeş....

allah dinini muhammed mustafa(a.s) ile tamamlatmışdır...

"Bugün size dininizi tamamladım. Size olan nimetimi de tamamladım ve sizin için ıslâm'ı din olarak seçtim” (el-Mâide, 5/3).
........................................................................... .
böylece kurandan sonra vahiy bitmişdir....

peygamberimiz ise nebilerin ve resullerin sonuncusudur hatem ül enbiyadır...

Muhammed, Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncusudur [Ahzab 40]

Nebilik ve resullük sona ermiştir. Benden sonra nebi de, resul de yoktur.[buhari,Tirmizi]

........................................................................... ...

kurandan sonra kutsal kitap,muhammed mustafadan(a.s) sonra peygamber yoktur...

hiç bir söz,allahın sözüne denk değildir....

De ki: ’Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.’ (ısra Suresi, 88)

........................................................................... ..

görüldüğü gibi allah kurana bağlanıldığı gibi birşeye bağlanmaktan kullarını men eder....

kuran son ve benzersizdir....

seni tevbe etmeye çağırıyorum....

''Eğer yüz çevirilerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır..." (şura, 42/48).

vesselam.....

hy120

Profesyonel

  • "hy120" bir erkek

Mesajlar: 654

Konum: usak

Meslek: esnaf

  • Özel mesaj gönder

7

20.05.2006, 22:59

neden mi?

çünkü; nasıl ki mevlana zamanında mevlana ise bediüğzzaman zamanında bediüzzaman. biz rişsale-i nur deyince mevlanayı veya imamı rabbani'yi terk etmiyoruz ki!

nasıl ki, islamı seçen diğer hak peygamberlere inanıyorsa bizde bu asruın imamına müceddidi ahirzamana yada baska değişle mehdiye ittiba etmişsek bu diğerlerini terk ettiğimizi göstermez bu bizim hak yolunda zamanın risalelere gelmiş olmasından dolayı seçimimizdir

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

8

21.05.2006, 20:29

Alıntı sahibi ""faraklit_""

Alıntı sahibi ""Hasan_Sinan""

. Biz Risale-i Nura, Kurana baglandigimiz gibi baglanmaliyiz.

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a inanıyorsunuz...Ali ımrân 110

ayete binaen....

yukarıdaki cümleden seni allah rızası için men etmek zorundayım...

...............................

ey kardeş....

allah dinini muhammed mustafa(a.s) ile tamamlatmışdır...

"Bugün size dininizi tamamladım. Size olan nimetimi de tamamladım ve sizin için ıslâm'ı din olarak seçtim” (el-Mâide, 5/3).
........................................................................... .
böylece kurandan sonra vahiy bitmişdir....

peygamberimiz ise nebilerin ve resullerin sonuncusudur hatem ül enbiyadır...

Muhammed, Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncusudur [Ahzab 40]




Hamd olsun alemlerin Rabbine ki ben Hetemül Enbiyaya asv ve Hak Din Islama iman ettim

Ve bununla birlikte bütün asirlarin Müccedidlerinde yaptigi yorumlara "Dogru söylüyorlar" dedim

Hatemül Evliya olan Bediüzzaman Said Nursiye de

(TBMM, Sam ulemasi ve Ahalisi, Türkiyenin dogusu, Istanbul, Cumhuriyet öncesi Istanbuldan kovdugu ingizler, Vatikan, Misir El-Ezher Üniversitesi; Kisaca Dost ve Düsman onu Tasdik etmistir hatta Deccal bile)

"Dogrudan dogruya Kurandan alarak ilhami asrin insanina anlatmistir Islami" diyorum ve tasdik ediyorum. Kuran hakikatlerine, Kurana sahip ciktigim gibi cikmiyacakmiyim?

Evet Vahiy bitmistir, Bediüzzaman Vahiy de almamistir. Onun aldigi ilhamdir. Ikisinin arasinda cok büyük fark vardir.

Iste biz Nur Talebeleri Kuran´a ve Kuran hakikatlerine baglanmisiz

Elhamdü lillah, bu Rabbimim bir Ihsanidir


"Eğer o meseleyi Peygambere ve mü'minlerden ihtisas ve salâhiyet sahibi kimselere havale etselerdi, elbette o kimselerden hüküm çıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi." Nisâ Sûresi, 4:83.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

9

21.05.2006, 20:48

Alıntı

Çünkü Biz insanı bir takım katkılarla karıştırılmış bir nutfeden yarattık; onu evire çevire deneyelim diye de onu işiten ve gören bir varlık yaptık. (ınsan: 2)


yazdım ki, bu misal ayetlerin tefsirini TIP bilimi yapmıştır. ve bu tefsir halen gelişmektedir. Kuran herkese yeter.... yetiyorda... örneğini verdikte...

Risale-i Nurların Kur'andaki ıman ılminin Tefisiridir dedik.

ama meseleyi alıp evirip çevirmeyin. benim için TIP kitabı okumak çok elzem değildir. ama bir TIP bilim adamının imani kitaplar okuması gerekir. iman meslekli olmak herkesin işidir. TIP meslekli olmak herkesin istikameti değildir.

olaylara farklı yön vermeyiniz.

Neden Risale-i Nur diye başlık attım, ışTE BU NEDENLE diye bitirdim.


olmuyor arkadaşlar. eskiden hararetli tartışırdım... üstadın 12.mektupda ifade ettiği şu düsturu benimsedim. ve artık kimseyle tartışmıyorum. sizde tartışmayın.

"mesâil-i imaniyenin münakaşa suretinde bahsi caiz değildir."

ve Site Yöneticisi abilerim,

benim açtığım başlıklarda tartışma başlarsa ve başladıysa direk başlığı siliniz. sorgu sual etmeyeceğim.

10

22.05.2006, 11:11

(ıngiltere'nin Yorkshire şehrinde doğan şükran Vahide, Durham Üniversitesi şarkiyat Araştırmaları Okulu Farsça-Türkçe bölümünü bitirdi. 1981'de Risale-i Nur tercümelerini okuduktan sonra ıslamiyeti kabul etmişti. Halen çalışma ve araştırmalarını Said Nursi, Nurculuk ve Risale-i Nur üzerinde devam ettirmektedir.)



Her ne kadar Batı dünyasında yaşayanların maddi ihtiyaçları karşılanmış ve çoğunluk refah içinde yaşıyorsa da, en temel ihtiyaçlar karşılanmamış durumdadır ve hatta daha da müzminleşmiştir.



Kendisinin ve içinde yaşadığı dünyanın manasını anlamak, insanın yaratılışı gereği ve en büyük ihtiyacıdır. ılerlemenin muharrik gücü olan bu ihtiyaç, bilhassa çağımızda kendisini açıkça ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir zamandan ziyade bu çağın insanı her şeyin nedenini, niçinini bilmek ve gayesini öğrenmek istiyor. Gerçekten de, kâinatın işleyiş tarzını ortaya çıkarmak için harcadığı gayretler, ilmin her dalında baş döndürücü ilerlemelerle karşılık bulmuştur. Bununla beraber, bu ilerlemelerin cereyan ettiği Batıdaki maddi gelişme, diğer sahalardaki gelişmelerle dengelenebilmiş değildir. Batı insanı her ne kadar maddi kâinatın sırlarını ortaya çıkarmakta muazzam başarılar elde etmiş olsa da, başarısı bunun ötesine geçememiştir. Maddeye daldıkça dalmış, ancak soruların en esaslı ve en mühimlerine tatmin edici cevap bulmakta az kalmıştır. "Kâinat niçin var? Varlıkların gayesi ne? Hayatın gayesi ne? ınsanın gayesi ne? ınsan nereden geliyor; ölümden sonra nereye gidecek?" şeklindeki sorular hala cevapsızdır. Böylece, her ne kadar Batı dünyasında yaşayanların maddi ihtiyaçları karşılanmış ve çoğunluk refah içinde yaşıyorsa da, en temel ihtiyaçlar karşılanmamış durumdadır ve hatta daha da müzminleşmiştir; çünkü ilim, kâinattaki hayret verici düzeni, birliği ve ahengi her gün daha da açıkça ortaya çıkarmakta ve gayesizlik her geçen gün daha da savunulmaz hale düşmektedir.



Bu temel sorulara tatmin edici cevap bulma hususundaki aczin kaynağı, semavi dinler yerine insan eliyle ""vücuda gelmiş felsefeden ilham alan Batı medeniyetinin kökünde yatmaktadır. ılim Batıda geliştiği için, dinden ayrı ve farklı görülmüştür. Hatta ilim ve dinin birbiriyle çatıştığı sanılmıştır. Bu yüzden, Batı medeniyeti, günümüze kadar tahrif edilmeden gelen yegâne semavi kitap olan Kur'an'ın karşısında vaziyet alagelmiştir. Bununla birlikte, günümüz Müslümanlarına en ziyade şevk ve cesaret vermesi gereken bir husus vardır ki, o da, ilimdeki gelişmelerin, Kur'an'ın kâinat ve içindekilerle ilgili beyanlarına ters düşmek bir yana dursun, bu beyanları tasdik etmesidir. Yani, Batının kendi malı olarak gördüğü ilim, Kur'an'daki vahiy neticesi olan bilgilerin doğruluğunu tasdik etmekte; Kur'an ise, ilim ile din arasında hiçbir çatışmanın bulunmadığını göstererek, modern insanın sorularına cevap getirmektedir.



Allah'ın insanlığa indirdiği son kitap olan Kur'an, bütün çağlardaki bütün insanlara birden hitap eder. Kur'an, her çağın her seviye ve mertebesindeki insanların her birine ve ihtiyaçlarına, bilhassa ve doğrudan doğruya hitap eder. Daha önce belirtildiği gibi, modern çağın belirgin özelliği, araştırma ruhudur. ınsanı varlıkların hikmet ve gayelerini keşfetmeye sevk eden bu ruh, maddi kâinatın sırlarını gün ışığına çıkarmakta onu bugün bile inanılmaz görünen bir seviyeye ulaştırmıştır. Her çağda, ıslam dinini yenileyerek Kur'an'ın mesajını anlatmak ve Kur'an'ın bilhassa o çağa bakan yönlerini açıklamak üzere, Allah bir müceddid gönderir. Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi, bu modern çağda böyle bir yenileyici ve müceddiddir; her şeyden önce varlıkların hikmet ve gayelerine dikkatleri çekmekte, Kur'an'ın çağdaş insana mesajını anlatmakta ve açıklamaktadır.



Risale-i Nur, Kur'an'ın hakiki bir tefsiridir; iman hakikatleriyle ilgili ayetlere, bilhassa ilim adına yöneltilen hücumlara karşı kaleme alınmış yorumlar getirir. Bunu da, modern insanın, "bilimsel düşünce" ile şekillenmiş anlayışına hitap ederek yapar. Bunun için de, Kur'an'ın irşadını Batı insanına aktarabilecek uygunlukta yegâne eserdir. Çünkü.. Kâinatı ve içindekileri incelerken bunu öyle bir tarzda yapar ki, bunları tek bir Yaratıcının mahlûkları, Onun varlık ve birlik delilleri olarak görmenin, bütün bu varlıkları açıklayabilecek yegâne mantıklı izah tarzı olduğunu ortaya koyar. Risale-i Nur açıkça gösterir ki, kâinatın mahiyeti, düzeni, ahengi, birliği ve cüzlerinin birbirine olan bağımlılığı, felsefenin ve materyalizmin ileri sürdüğü çeşitli görüşler için bütün ihtimalleri kapatmaktadır; tabiat ve tesadüf iddiaları bütünüyle akıl ve iman dışıdır. ıster tabiat olsun, ister tabiat kanunları ve kuvvetleri olsun, isterse sebepler olsun hiçbir şeyin varlıkların yaratılmasına el karıştıramayacağını ve Allah'a şerik olamayacağını Risale-i Nur ispat eder. Tabiat kanunları olarak bilinen ve kâinata nizamını veren şeylerin maddi ve harici bir vücutları yoktur; bunlar sadece ilim dairesinde vardırlar; kanundurlar, kuvvet değildirler. Kâinattaki düzen ılahi iradenin neticesi, tabiat kanunları da bu iradenin tecellisidir.



Batı insanı, bir fikri kabul etmek için delil ister. Risale-i Nur da bütün bu meseleleri delillendirilmiş fikirler halinde sunar; bir görüş ileri sürer, sonra bunu mantıki delillerle ölçer, biçer ve sonunda delile dayanan bir neticeye ulaşır.



***



Bu hakikatleri mantıklı ve muhakemeli görüşlerle ispat ettikten başka, Risale-i Nur kâinatı ilim gözüyle inceler ve okur. Fizik ilimlerinin bütünü ışığında baktığında, kâinatı tek bir Yaratıcının eseri ve Esma-i Hüsnasının aynası olarak gösterir. Her bir fennin, kâinatın işleyişinin bir yönünü tasvir ederek Yaratıcısını belli isimleriyle tanıttığını anlatır. Çünkü her bir fennin kaynağı, ılahi isimlerden birisidir; o fennin gelişmesi, o ismin tecellilerini anlamak manasına gelir. Böylece, dinle çatışmak bir yana dursun, fenler Allah'ı tanımak için birer vesile olur.



Bu açıdan bakıldığı zaman, felsefenin soğuk, karanlık ve manasız dünyası, yerini hikmet ve gaye ile aydınlanmış bir kâinata bırakır. Risale-i Nur kâinatı bir kitaba benzetir; gökler, yer ve mevsimler bu kitabın sayfaları, gece ve gündüz satırları, yeryüzündeki varlıklar kelimeleri, meyveler harfleri, çekirdekler de noktalarıdır. Bir sayfada birçok kitap, bir kelimede birçok sayfa, bir nokta içinde de bütün kitabın fihristi vardır. Bu geniş, iç içe münasebetler ve birliklerle dolu, kompleks ve mükemmel kitap öylesine yazılmıştır ki, her bir bölümü, hatta her bir harfi ve her bir noktası, onun tek Yaratıcısını bildirir. Bu kitap insana hitap eder; kendisini tanıtmak isteyen Müellifine, insanın bu kitabı ve bölümlerini okuyarak kâinat çapında bir ibadet, muhabbet ve şükürle karşılık vermesi için yazılmıştır. Onun içindir ki, bu kitabın gaye ve faydalarının çoğu insana bakar. ınsan ise, bu kitaptaki nizamı keşfedip varlıkların vazifelerini ve kâinatın işleyişini ilimler vasıtasıyla göstererek kâinat çapındaki bu kulluk vazifesine erişmiş olur.



Bu hakikati daha açmak için, Risale-i Nur kâinatı bir ağaca benzetir. Unsurlar bu ağacın dalları, bitkiler yaprakları, hayvanlar çiçekleridir. ınsan ise, Allah'ın bütün isimlerine bir ayna olarak yaratılmış çekirdek hükmündeki kalbiyle birlikte, bu ağacın meyvesidir.



***



ıman rükünlerini tek tek izah ederken, bunların birbirleriyle münasebet halinde bulunduklarını ve her birinin aynı zamanda diğerlerine de delil teşkil ettiğini, Bediüzzaman Risale-i Nur'da göstermiştir. Böylece, etrafımızdaki dünyada cereyan eden hadiseleri ve ılahi fiilleri "okudukça" ve Allah'ın varlığını ve isimlerini tanıyıp onlara dair kesin bir iman elde ettikçe, gözlem, düşünce ve tefekkür yoluyla, öldükten sonra dirilişe ve ahiret hayatına da delile dayanan kesin bir iman elde etmek mümkün olur. Bu nurun ışığında bakıldığında kâinat öyle canlı ve manalı bir hal alır ki! şimdi, Batı insanına, zaten gözlemek üzere eğitildiği kâinatı tıpkı Kur'an'ın gösterdiği şekilde okuduğu takdirde o kâinatın mana ve hikmetle canlanacağını, mantıklı bir imana vesile olacağını ve bu suretle kendisini yokluk ve ölüm zulümatıyla kararmış bir manasızlıktan kurtaracağını anlatmaktan daha güzel bir şekilde Kur'an'a inanmaya çağırmanın yolu var mıdır? Risale-i Nur'da baştan sonra Bediüzzaman kâinatın nasıl okunacağını anlatır. Kâinatı, Müellifinden manalı mesajlar taşıyan harfler olarak okumayı öğretir. Okuyucu, bu sürede, etrafındaki dünyadan sürekli olarak dersler çıkarır, sürekli olarak Yaratıcısına dair bilgisini arttırır ve iman esasları hakkındaki imanını ve kesin bilgisini takviye eder.



Haşir ve ahiret konularına devamla, Risale-i Nur, dünya ve ahiret, görünen ve görünmeyen alemleri bir arada inceleyerek, varlık alemine bir bütünlük içinde, mantıklı ve top yekûn şekilde bir bakış açısı sunar ve insan ile fiillerini bu tablo içine yerleştirir. Bu da Batı insanı için büyük ehemmiyet taşıyan bir noktadır.



Çünkü, kesret alemine, sebeplere ve tabiata bakan materyalist ve tabiatçı felsefenin tesiriyle, Batının bakışı bu dünyaya ve bu dünya hayatına teksif edilmiş ve Batı insanı maddede boğulmuştur. Hatta Hıristiyanlığa ve diğer dinlere yönelenler bile kendilerini bundan kurtaramazlar. Yaratılışı itibarıyla fanilikten elem duyan ve maddenin ötesinde ebediyet arayan insan için ise bu bakış açısının neticeleri pek ıstıraplıdır.



Risale-i Nur, dünyayı üç yüzlü olarak tasvir eder. Bir yüzü ilahi isimlere bakar; onların nakışlarını aksettiren bir aynadır. Fanilik, ayrılık ve yokluk bu yüzde yer bulamaz; burada sadece yenilenme vardır. ıkinci yüz ahirete ve ebediyet alemlerine bakar; onlar için bir tarla ve Cennet için bir fidanlıktır. Bu yüz, ebedi mahsüller ve meyveler yetiştirir, ebediyete hizmet eder ve fani varlıkları ölümsüzleştirir. Bu yüzde de ölüm ve fanilik yoktur, sadece hayatın ve ebediyetin tecellileri vardır. Üçüncü yüze gelince, bu da fani varlıklara, yani, bize bakar. Bu yüz, aşağılık güdülerin peşinde koşanların sevgilisidir; uyanık ve şuurlu olanlar için ise bir ticaret ve imtihan yeridir. Herhangi bir sebeple ilk iki yüzü göremeyenlere dünya, ancak fanilik, ölüm ve ayrılık ifade eden bu ıstıraplı ve çirkin yüzünü gösterir.



Dünyanın ilk iki yüzüne, onun Yaratıcısı hesabına bakılır. Bu yüzler, tabiat ve sebeplerin perdesi arkasında veya ötesinde görünür. Üçüncü yüzde fanilik ve ölüm ifade eden devamlı değişiklik ve yenilenmeler, bu defa birçok manidar gayelere hizmet ederler.



***



Varlıklar yokluğa gitmez, görünen dünyadan görülmeyen aleme geçerler. Görünmeyen alemde ve Allah'ın ilminde onların bir varlığı vardır; ılahi ilim ve iradenin tecellisiyle bu görülen dünyada harici bir varlığa kavuşurlar ve burada kaydedildikten sonra ılahi ilim dairesine ve ahiret ve gayb alemlerine geçerler. Varlıkların bu şekilde mütemadiyen akıp gitmeleri ve gelip geçmeleri, baştan aşağı hikmetlerle, faydalarla, gaye ve maksatlarla doludur. Risale-i Nur, hikmeti her şeyi kuşatan yaratıcının bu dünyayı ilahi isimlerinin sayısız nakışlarını sınırlı bir sahada sergileyecek ve sonsuz manaları ifade eden sonsuz mühürleri bir küçücük sayfaya sığdıracak bir şekilde yaratıldığını anlatır. Allah bu dünyayı verimli bir tarla şeklinde yaratmış ve onu daima taze mahsul verecek bir şekilde öylesine hazırlamıştır ki, kudretinin sayısız mucizelerini her an eksin ve devşirsin ve sonsuz rahmet hazinelerinden sınırsız hediyeleri orada teşhir etsin. Varlıkların akışıyla, Allah bu küçücük dünyada, ahiretin sınırsız dünyalarına yaraşacak genişlikte mahsüller yetiştirir. Aynı şekilde, sınırsız ılahi kemalini, cemal ve celalinin sınırsız tecellilerini ve rububiyetinin sınırsız azametini sınırlı bir zamanda ve sınırlı bir sahada böylece sergiler.



***



Burada Risale-i Nur ile ilgili bir diğer önemli noktaya geliyoruz ki, o da, Risale-i Nur'un bu derin meseleleri herkesin kendi seviyesine göre anlayabileceği bir şekilde izah etmesidir. Risale-i Nur, mukayese ve temsil yoluyla, uzak ve geniş hakikatleri bir teleskop gibi yaklaştırır. Bütün meseleler uygun karşılaştırmalarla, misaller veya hikâyelerle tasvir edilir; böylelikle eserlerdeki mantık ve muhakeme kolaylıkla takip edilir ve varılan neticeler kolayca kavranır. Risale-i Nur'un üslûbu yumuşak ve tesirlidir; kusursuz delilleriyle kesin bir şekilde ikna eder. Muhtevası hakikat, üslûbu hakikidir. ıslam dininin böylesine yanlış tanıtıldığı ve yanlış anlaşıldığı Batıya gerçekleri aktarabilmek için bundan daha uygun bir vasıta olamaz. ıslam'ı ve Kur'an'ı Risale-i Nur vasıtasıyla tanıyan kimse, her ikisini de mutlaka sevecektir.



Bütün bunlara ilave olarak, Risale-i Nur din ile felsefeyi, iman ile inançsızlığı, hidayet ile dalaleti, çeşitli muhtevalar içinde ve çeşitli seviyelerde karşılaştırır ve her seferinde de gösterir ki, doğruluk ve hakikat kadar hakiki menfaat, mutluluk ve terakki de sadece birincisindedir. Felsefe, hangi şekilde olursa olsun, insanın yaratılışında bulunan sorulara cevap veremez ve ona gerçek saadet sunamaz. Çünkü felsefe bakış açısını dünya ile sınırlamış ve maddede boğulmuş, dünyayı ve insanı da manasızlık ve gayesizliğe mahkûm etmiştir. Bu yüzdendir ki, felsefenin varlık alemini dayandırdığı tabiat ve sebepler gibi mefhumların çelişki ve çürüklüklerini ortaya çıkaran ve varlıkların yaratılışındaki hikmetleri ve yüce gayelere işaret ederek kâinat ve insanın yegâne mantıklı açıklamasının Tevhidde bulunduğunu gösteren bir eserin, Batı insanı için, hiç şüphesiz hayati ehemmiyeti vardır. Gerçekten de, ilim ilerledikçe ve insanlar Batı felsefesinin çelişkilerini fark ettikçe, ilim ve dini bir araya getiren ve Kuranın Tevhide dair mesajını layıkıyla açıklayan Risale-i Nurun ehemmiyeti de artacaktır. Her ne kadar Batı dünyasında yaşayanların maddi ihtiyaçları karşılanmış ve çoğunluk refah içinde yaşıyorsa da, en temel ihtiyaçlar karşılanmamış durumdadır ve hatta daha da müzminleşmiştir.



Kendisinin ve içinde yaşadığı dünyanın manasını anlamak, insanın yaratılışı gereği ve en büyük ihtiyacıdır. ılerlemenin muharrik gücü olan bu ihtiyaç, bilhassa çağımızda kendisini açıkça ortaya çıkarmaktadır. Herhangi bir zamandan ziyade bu çağın insanı her şeyin nedenini, niçinini bilmek ve gayesini öğrenmek istiyor. Gerçekten de, kâinatın işleyiş tarzını ortaya çıkarmak için harcadığı gayretler, ilmin her dalında baş döndürücü ilerlemelerle karşılık bulmuştur. Bununla beraber, bu ilerlemelerin cereyan ettiği Batıdaki maddi gelişme, diğer sahalardaki gelişmelerle dengelenebilmiş değildir. Batı insanı her ne kadar maddi kâinatın sırlarını ortaya çıkarmakta muazzam başarılar elde etmiş olsa da, başarısı bunun ötesine geçememiştir. Maddeye daldıkça dalmış, ancak soruların en esaslı ve en mühimlerine tatmin edici cevap bulmakta az kalmıştır. "Kâinat niçin var? Varlıkların gayesi ne? Hayatın gayesi ne? ınsanın gayesi ne? ınsan nereden geliyor; ölümden sonra nereye gidecek?" şeklindeki sorular hala cevapsızdır. Böylece, her ne kadar Batı dünyasında yaşayanların maddi ihtiyaçları karşılanmış ve çoğunluk refah içinde yaşıyorsa da, en temel ihtiyaçlar karşılanmamış durumdadır ve hatta daha da müzminleşmiştir; çünkü ilim, kâinattaki hayret verici düzeni, birliği ve ahengi her gün daha da açıkça ortaya çıkarmakta ve gayesizlik her geçen gün daha da savunulmaz hale düşmektedir.



Bu temel sorulara tatmin edici cevap bulma hususundaki aczin kaynağı, semavi dinler yerine insan eliyle ""vücuda gelmiş felsefeden ilham alan Batı medeniyetinin kökünde yatmaktadır. ılim Batıda geliştiği için, dinden ayrı ve farklı görülmüştür. Hatta ilim ve dinin birbiriyle çatıştığı sanılmıştır. Bu yüzden, Batı medeniyeti, günümüze kadar tahrif edilmeden gelen yegâne semavi kitap olan Kur'an'ın karşısında vaziyet alagelmiştir. Bununla birlikte, günümüz Müslümanlarına en ziyade şevk ve cesaret vermesi gereken bir husus vardır ki, o da, ilimdeki gelişmelerin, Kur'an'ın kâinat ve içindekilerle ilgili beyanlarına ters düşmek bir yana dursun, bu beyanları tasdik etmesidir. Yani, Batının kendi malı olarak gördüğü ilim, Kur'an'daki vahiy neticesi olan bilgilerin doğruluğunu tasdik etmekte; Kur'an ise, ilim ile din arasında hiçbir çatışmanın bulunmadığını göstererek, modern insanın sorularına cevap getirmektedir.



Allah'ın insanlığa indirdiği son kitap olan Kur'an, bütün çağlardaki bütün insanlara birden hitap eder. Kur'an, her çağın her seviye ve mertebesindeki insanların her birine ve ihtiyaçlarına, bilhassa ve doğrudan doğruya hitap eder. Daha önce belirtildiği gibi, modern çağın belirgin özelliği, araştırma ruhudur. ınsanı varlıkların hikmet ve gayelerini keşfetmeye sevk eden bu ruh, maddi kâinatın sırlarını gün ışığına çıkarmakta onu bugün bile inanılmaz görünen bir seviyeye ulaştırmıştır. Her çağda, ıslam dinini yenileyerek Kur'an'ın mesajını anlatmak ve Kur'an'ın bilhassa o çağa bakan yönlerini açıklamak üzere, Allah bir müceddid gönderir. Risale-i Nur Müellifi Bediüzzaman Said Nursi, bu modern çağda böyle bir yenileyici ve müceddiddir; her şeyden önce varlıkların hikmet ve gayelerine dikkatleri çekmekte, Kur'an'ın çağdaş insana mesajını anlatmakta ve açıklamaktadır.



Risale-i Nur, Kur'an'ın hakiki bir tefsiridir; iman hakikatleriyle ilgili ayetlere, bilhassa ilim adına yöneltilen hücumlara karşı kaleme alınmış yorumlar getirir. Bunu da, modern insanın, "bilimsel düşünce" ile şekillenmiş anlayışına hitap ederek yapar. Bunun için de, Kur'an'ın irşadını Batı insanına aktarabilecek uygunlukta yegâne eserdir. Çünkü.. Kâinatı ve içindekileri incelerken bunu öyle bir tarzda yapar ki, bunları tek bir Yaratıcının mahlûkları, Onun varlık ve birlik delilleri olarak görmenin, bütün bu varlıkları açıklayabilecek yegâne mantıklı izah tarzı olduğunu ortaya koyar. Risale-i Nur açıkça gösterir ki, kâinatın mahiyeti, düzeni, ahengi, birliği ve cüzlerinin birbirine olan bağımlılığı, felsefenin ve materyalizmin ileri sürdüğü çeşitli görüşler için bütün ihtimalleri kapatmaktadır; tabiat ve tesadüf iddiaları bütünüyle akıl ve iman dışıdır. ıster tabiat olsun, ister tabiat kanunları ve kuvvetleri olsun, isterse sebepler olsun hiçbir şeyin varlıkların yaratılmasına el karıştıramayacağını ve Allah'a şerik olamayacağını Risale-i Nur ispat eder. Tabiat kanunları olarak bilinen ve kâinata nizamını veren şeylerin maddi ve harici bir vücutları yoktur; bunlar sadece ilim dairesinde vardırlar; kanundurlar, kuvvet değildirler. Kâinattaki düzen ılahi iradenin neticesi, tabiat kanunları da bu iradenin tecellisidir.



Batı insanı, bir fikri kabul etmek için delil ister. Risale-i Nur da bütün bu meseleleri delillendirilmiş fikirler halinde sunar; bir görüş ileri sürer, sonra bunu mantıki delillerle ölçer, biçer ve sonunda delile dayanan bir neticeye ulaşır.



***



Bu hakikatleri mantıklı ve muhakemeli görüşlerle ispat ettikten başka, Risale-i Nur kâinatı ilim gözüyle inceler ve okur. Fizik ilimlerinin bütünü ışığında baktığında, kâinatı tek bir Yaratıcının eseri ve Esma-i Hüsnasının aynası olarak gösterir. Her bir fennin, kâinatın işleyişinin bir yönünü tasvir ederek Yaratıcısını belli isimleriyle tanıttığını anlatır. Çünkü her bir fennin kaynağı, ılahi isimlerden birisidir; o fennin gelişmesi, o ismin tecellilerini anlamak manasına gelir. Böylece, dinle çatışmak bir yana dursun, fenler Allah'ı tanımak için birer vesile olur.



Bu açıdan bakıldığı zaman, felsefenin soğuk, karanlık ve manasız dünyası, yerini hikmet ve gaye ile aydınlanmış bir kâinata bırakır. Risale-i Nur kâinatı bir kitaba benzetir; gökler, yer ve mevsimler bu kitabın sayfaları, gece ve gündüz satırları, yeryüzündeki varlıklar kelimeleri, meyveler harfleri, çekirdekler de noktalarıdır. Bir sayfada birçok kitap, bir kelimede birçok sayfa, bir nokta içinde de bütün kitabın fihristi vardır. Bu geniş, iç içe münasebetler ve birliklerle dolu, kompleks ve mükemmel kitap öylesine yazılmıştır ki, her bir bölümü, hatta her bir harfi ve her bir noktası, onun tek Yaratıcısını bildirir. Bu kitap insana hitap eder; kendisini tanıtmak isteyen Müellifine, insanın bu kitabı ve bölümlerini okuyarak kâinat çapında bir ibadet, muhabbet ve şükürle karşılık vermesi için yazılmıştır. Onun içindir ki, bu kitabın gaye ve faydalarının çoğu insana bakar. ınsan ise, bu kitaptaki nizamı keşfedip varlıkların vazifelerini ve kâinatın işleyişini ilimler vasıtasıyla göstererek kâinat çapındaki bu kulluk vazifesine erişmiş olur.



Bu hakikati daha açmak için, Risale-i Nur kâinatı bir ağaca benzetir. Unsurlar bu ağacın dalları, bitkiler yaprakları, hayvanlar çiçekleridir. ınsan ise, Allah'ın bütün isimlerine bir ayna olarak yaratılmış çekirdek hükmündeki kalbiyle birlikte, bu ağacın meyvesidir.



***



ıman rükünlerini tek tek izah ederken, bunların birbirleriyle münasebet halinde bulunduklarını ve her birinin aynı zamanda diğerlerine de delil teşkil ettiğini, Bediüzzaman Risale-i Nur'da göstermiştir. Böylece, etrafımızdaki dünyada cereyan eden hadiseleri ve ılahi fiilleri "okudukça" ve Allah'ın varlığını ve isimlerini tanıyıp onlara dair kesin bir iman elde ettikçe, gözlem, düşünce ve tefekkür yoluyla, öldükten sonra dirilişe ve ahiret hayatına da delile dayanan kesin bir iman elde etmek mümkün olur. Bu nurun ışığında bakıldığında kâinat öyle canlı ve manalı bir hal alır ki! şimdi, Batı insanına, zaten gözlemek üzere eğitildiği kâinatı tıpkı Kur'an'ın gösterdiği şekilde okuduğu takdirde o kâinatın mana ve hikmetle canlanacağını, mantıklı bir imana vesile olacağını ve bu suretle kendisini yokluk ve ölüm zulümatıyla kararmış bir manasızlıktan kurtaracağını anlatmaktan daha güzel bir şekilde Kur'an'a inanmaya çağırmanın yolu var mıdır? Risale-i Nur'da baştan sonra Bediüzzaman kâinatın nasıl okunacağını anlatır. Kâinatı, Müellifinden manalı mesajlar taşıyan harfler olarak okumayı öğretir. Okuyucu, bu sürede, etrafındaki dünyadan sürekli olarak dersler çıkarır, sürekli olarak Yaratıcısına dair bilgisini arttırır ve iman esasları hakkındaki imanını ve kesin bilgisini takviye eder.



Haşir ve ahiret konularına devamla, Risale-i Nur, dünya ve ahiret, görünen ve görünmeyen alemleri bir arada inceleyerek, varlık alemine bir bütünlük içinde, mantıklı ve top yekûn şekilde bir bakış açısı sunar ve insan ile fiillerini bu tablo içine yerleştirir. Bu da Batı insanı için büyük ehemmiyet taşıyan bir noktadır.



Çünkü, kesret alemine, sebeplere ve tabiata bakan materyalist ve tabiatçı felsefenin tesiriyle, Batının bakışı bu dünyaya ve bu dünya hayatına teksif edilmiş ve Batı insanı maddede boğulmuştur. Hatta Hıristiyanlığa ve diğer dinlere yönelenler bile kendilerini bundan kurtaramazlar. Yaratılışı itibarıyla fanilikten elem duyan ve maddenin ötesinde ebediyet arayan insan için ise bu bakış açısının neticeleri pek ıstıraplıdır.



Risale-i Nur, dünyayı üç yüzlü olarak tasvir eder. Bir yüzü ilahi isimlere bakar; onların nakışlarını aksettiren bir aynadır. Fanilik, ayrılık ve yokluk bu yüzde yer bulamaz; burada sadece yenilenme vardır. ıkinci yüz ahirete ve ebediyet alemlerine bakar; onlar için bir tarla ve Cennet için bir fidanlıktır. Bu yüz, ebedi mahsüller ve meyveler yetiştirir, ebediyete hizmet eder ve fani varlıkları ölümsüzleştirir. Bu yüzde de ölüm ve fanilik yoktur, sadece hayatın ve ebediyetin tecellileri vardır. Üçüncü yüze gelince, bu da fani varlıklara, yani, bize bakar. Bu yüz, aşağılık güdülerin peşinde koşanların sevgilisidir; uyanık ve şuurlu olanlar için ise bir ticaret ve imtihan yeridir. Herhangi bir sebeple ilk iki yüzü göremeyenlere dünya, ancak fanilik, ölüm ve ayrılık ifade eden bu ıstıraplı ve çirkin yüzünü gösterir.



Dünyanın ilk iki yüzüne, onun Yaratıcısı hesabına bakılır. Bu yüzler, tabiat ve sebeplerin perdesi arkasında veya ötesinde görünür. Üçüncü yüzde fanilik ve ölüm ifade eden devamlı değişiklik ve yenilenmeler, bu defa birçok manidar gayelere hizmet ederler.



***



Varlıklar yokluğa gitmez, görünen dünyadan görülmeyen aleme geçerler. Görünmeyen alemde ve Allah'ın ilminde onların bir varlığı vardır; ılahi ilim ve iradenin tecellisiyle bu görülen dünyada harici bir varlığa kavuşurlar ve burada kaydedildikten sonra ılahi ilim dairesine ve ahiret ve gayb alemlerine geçerler. Varlıkların bu şekilde mütemadiyen akıp gitmeleri ve gelip geçmeleri, baştan aşağı hikmetlerle, faydalarla, gaye ve maksatlarla doludur. Risale-i Nur, hikmeti her şeyi kuşatan yaratıcının bu dünyayı ilahi isimlerinin sayısız nakışlarını sınırlı bir sahada sergileyecek ve sonsuz manaları ifade eden sonsuz mühürleri bir küçücük sayfaya sığdıracak bir şekilde yaratıldığını anlatır. Allah bu dünyayı verimli bir tarla şeklinde yaratmış ve onu daima taze mahsul verecek bir şekilde öylesine hazırlamıştır ki, kudretinin sayısız mucizelerini her an eksin ve devşirsin ve sonsuz rahmet hazinelerinden sınırsız hediyeleri orada teşhir etsin. Varlıkların akışıyla, Allah bu küçücük dünyada, ahiretin sınırsız dünyalarına yaraşacak genişlikte mahsüller yetiştirir. Aynı şekilde, sınırsız ılahi kemalini, cemal ve celalinin sınırsız tecellilerini ve rububiyetinin sınırsız azametini sınırlı bir zamanda ve sınırlı bir sahada böylece sergiler.



***



Burada Risale-i Nur ile ilgili bir diğer önemli noktaya geliyoruz ki, o da, Risale-i Nur'un bu derin meseleleri herkesin kendi seviyesine göre anlayabileceği bir şekilde izah etmesidir. Risale-i Nur, mukayese ve temsil yoluyla, uzak ve geniş hakikatleri bir teleskop gibi yaklaştırır. Bütün meseleler uygun karşılaştırmalarla, misaller veya hikâyelerle tasvir edilir; böylelikle eserlerdeki mantık ve muhakeme kolaylıkla takip edilir ve varılan neticeler kolayca kavranır. Risale-i Nur'un üslûbu yumuşak ve tesirlidir; kusursuz delilleriyle kesin bir şekilde ikna eder. Muhtevası hakikat, üslûbu hakikidir. ıslam dininin böylesine yanlış tanıtıldığı ve yanlış anlaşıldığı Batıya gerçekleri aktarabilmek için bundan daha uygun bir vasıta olamaz. ıslam'ı ve Kur'an'ı Risale-i Nur vasıtasıyla tanıyan kimse, her ikisini de mutlaka sevecektir.



Bütün bunlara ilave olarak, Risale-i Nur din ile felsefeyi, iman ile inançsızlığı, hidayet ile dalaleti, çeşitli muhtevalar içinde ve çeşitli seviyelerde karşılaştırır ve her seferinde de gösterir ki, doğruluk ve hakikat kadar hakiki menfaat, mutluluk ve terakki de sadece birincisindedir. Felsefe, hangi şekilde olursa olsun, insanın yaratılışında bulunan sorulara cevap veremez ve ona gerçek saadet sunamaz. Çünkü felsefe bakış açısını dünya ile sınırlamış ve maddede boğulmuş, dünyayı ve insanı da manasızlık ve gayesizliğe mahkûm etmiştir. Bu yüzdendir ki, felsefenin varlık alemini dayandırdığı tabiat ve sebepler gibi mefhumların çelişki ve çürüklüklerini ortaya çıkaran ve varlıkların yaratılışındaki hikmetleri ve yüce gayelere işaret ederek kâinat ve insanın yegâne mantıklı açıklamasının Tevhidde bulunduğunu gösteren bir eserin, Batı insanı için, hiç şüphesiz hayati ehemmiyeti vardır. Gerçekten de, ilim ilerledikçe ve insanlar Batı felsefesinin çelişkilerini fark ettikçe, ilim ve dini bir araya getiren ve Kuranın Tevhide dair mesajını layıkıyla açıklayan Risale-i Nurun ehemmiyeti de artacaktır.

11

22.05.2006, 12:20

Hakikatleri zihinimizde tazeledin. Allah Razı olsun.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

12

22.05.2006, 17:11

çok uzunca bir yazı yazdım ama vazgeçtim sildim....

hasan-sinan kardeş....

allahın ''selam''ı üzerine olsun....

13

23.05.2006, 08:48

Bir suale cevap olarak yazdığım bir fıkrayı, size de faydası olur ihtimaliyle beyan ediyorum:

Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalaa eden bir kısım zatlar taraflarından soruldu: "Risaletü’n-Nur’un verdiği zevk ve şevk ve ımân ve iz’ân onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?"

Elcevap: Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı ımân sarsılmıyordu. şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has müminlere ve fertlere hitap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu defedemiyorlar.

Risaletü’n-Nur ise, Kur’an’ın bir manevi mucizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilaç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.

O divanlar derler ki: "Veli ol, gör; makamata çık, bak, nurları, feyizleri al."





Haşiye: Âyetü’l-Kübrânın üçüncü menzilinin başında, Ahmed-i Fârûkî Risale-i Nur hakkında demiş ki: "Mütekellimînden biri gelecek, bütün hakaik-i imaniyeyi kemal-i vuzuh ile beyan ve ispat edecek." Zaman ispat etti ki, o adam, adam değil, belki Risale-i Nur’dur. Ehl-i keşif, Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, "bir adam" demişler.

14

23.05.2006, 08:49

Risaletü’n-Nur ise der: "Her kim olursan ol; bak, gör. Yalnız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar."

Hem Risaletü’n-Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevi-i dalâlet karşısında tek başıyla galibâne mukabele eder.

Hem Risaletü’n-Nur sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misilli yalnız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki akıl ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.

15

23.05.2006, 08:52

Diyorlar: "Said yanında başka kitapları bulundurmuyor; demek onları beğenmiyor. Ve ımam-ı Gazâlî’yi (r.a.) de tam beğenmiyor ki, eserlerini yanına getirmiyor."
ışte bu acip, manasız sözlerle bir bulantı veriyorlar. Bu nevi hileleri yapan, perde altında ehl-i zındıkadır; fakat, safdil hocaları ve bazı sofuları vasıta yapıyorlar.
Buna karşı deriz ki: Hâşâ, yüz defa hâşâ! Risale-i Nur ve şakirtlerinin bir üstadı olan Hüccetü’l-ıslam ımam-ı Gazalî ve beni Hazret-i Ali ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.
Fakat, onların zamanında bu dehşetli zındıka hücumu, erkân-ı imaniyeyi sarsmıyordu. O muhakkik ve allâme ve müçtehid zatların asırlarına göre münazara-i ilmiyede ve diniyede istimal ettikleri silâhlar hem geç elde edilir, hem bu zaman düşmanlarına birden galebe edemediğinden, Risale-i Nur Kur’an-ı Mucizü’l-Beyandan hem çabuk, hem keskin, hem tam düşmanların başını dağıtacak silâhları bulduğu için, o mübarek ve kudsi zatların tezgâhlarına müracaat etmiyor. Çünkü, umum onların mercileri ve menbâları ve üstadları olan Kur’an, Risale-i Nur’a

16

23.05.2006, 08:54

tam mükemmel bir üstad olmuştur. Ve hem vakit dar, hem bizler az olduğumuz için vakit bulamıyoruz ki, o nuranî eserlerden de istifade etsek.
Hem Risale-i Nur şakirtlerinin yüz mislinden ziyade zatlar, o kitaplarla meşguldürler ve o vazifeyi yapıyorlar. Biz de o vazifeyi onlara bırakmışız. Yoksa-hâşâ ve kellâ-o kudsi üstadlarımızın mübarek eserlerini ruh u canımız kadar severiz. Fakat herbirimizin bir kafası, birer eli, birer dili var; karşımızda da binler mütecaviz var; vaktimiz dar. En son silâh, mitralyoz gibi Risale-i Nur bürhanlarını gördüğümüzden, mecburiyetle ona sarılıp iktifa ediyoruz.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

17

23.05.2006, 18:16

Risale-i Nur ise, kelime ve cümleleriyle nur-u Kur'ân'dan ve Nur-u Muhammedîden (a.s.m.) gelen ezelî ve ebedî bir Nur olduğuna şehadet ediyor. O da Kur'ân'a mensubiyeti ve has bir tefsiri cihetiyle ve bu itibarla semâvîdir, arşîdir. ışte halkı hükûmet aleyhine teşvik edici zannedilen Risale-i Nur, bütün Sözleri, bütün Lem'a ve şuaları ve bütün Mektubatıyla hakaik-i ılâhiye ve desâtir-i ıslâmiyeyi ve esrar-ı Kur'ân'iyeyi ders veriyor. Acaba böyle muhterem ve çok yüksek ve ahlâk ve fazileti ve hakaik-i imaniyeyi kat'î ders veren Risale-i Nur'u okumak ve onun ebedî saadetler bahşeden yazılarını istinsah etmek veya bir mü'minin istifadesi için iman cihetinde ona hizmet etmek bir suç mudur?
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

18

24.05.2006, 10:17

Kur’an namına ve Kur’an hesabına rakabetkârane bunlara (Risale-i Nur’a) bakmak ve onlardaki i’caz-ı Kur’an’dan in’ikas eden cilvelerini Kur’an’ın hakiki i’caziyle muvazene etmek ve rakabetkârane onların sukutunu ve kesadını ve çürüklüğünü arzu etmek elbette Kur’an’a sadakat değildir. Çünkü Kur’an’ın elindeki kılıncı Kur’an’a çevirmek ve Kur’an’ın sadık hizmetkarını Kur’an’a karşı mübareze vaziyetini vermek; ve Kur’an’dan gelen ve Kur’an’ın nurundan ve mizan-ı i’cazında bulunan nurlarını Kur’an’a karşı muvazene etmek, elbette bir hıyanettir ve bir cinayettir.] 29. Mektup sh.34

son peygamberin ümmetinden,allahın kulu said nursi....


Bu üç farkın sırrı ise, Risalet-ün Nur’un mertebesi üçüncüde olmasıdır. Yani . vahiy değil ve olamaz.Hem umumiyetle dahi ilham değil, belki ekseriyetle Kur’an’ın feyziyle ve medediyle kalbe gelen sünûhat ve istihracat-ı Kur’aniyedir.] (şua’alar sh. 714)

son peygamberin ümmetinden,allahın kulu said nursi....

ıfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur(ışaratül-ıcaz 29)

son peygamberin ümmetinden,allahın kulu said nursi....

19

24.05.2006, 11:24

Kur’an namına ve Kur’an hesabına rakabetkârane bunlara (Risale-i Nur’a) bakmak ve onlardaki i’caz-ı Kur’an’dan in’ikas eden cilvelerini Kur’an’ın hakiki i’caziyle muvazene etmek ve rakabetkârane onların sukutunu ve kesadını ve çürüklüğünü arzu etmek elbette Kur’an’a sadakat değildir. Çünkü Kur’an’ın elindeki kılıncı Kur’an’a çevirmek ve Kur’an’ın sadık hizmetkarını Kur’an’a karşı mübareze vaziyetini vermek; ve Kur’an’dan gelen ve Kur’an’ın nurundan ve mizan-ı i’cazında bulunan nurlarını Kur’an’a karşı muvazene etmek, elbette bir hıyanettir ve bir cinayettir.] 29. Mektup sh.34

kardeş bu alıntımı yoksa tercümemi.eğer alıntı ise hangi kitabda geçiyor.ben çok araştırdım bulamadım.bunu bana bildirirsen sevinirim.
şayet tercüme ise hangi kitabda tercüme edilmiştir.bana bildir.

20

24.05.2006, 11:30

badıllı ağabeyden alıntı yaptım....(müfteri abdulaziz bayındıra verdiği cevap)

http://www.suleymaniyevakfi.org/modules/tutorials/index.php?op=viewtutorial &tid=43

sonuna doğru 5. şahsın beşinci iftiralı tezvirine karşı cevabımız:

kısmında....

yazma 29.mektup diyor...

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir