Yanlış tanıtılmaya çalışılan bir dahi: BEDıÜZZAMAN SAıD NURSı
1876 yılında Bitlis’in Hizan kazasının Nurs köyünde dünyaya gelen, 23 Mart 1960 tarihinde Urfa’da dar-ı bekâya intikal eden Bediüzzaman gibi 80 sene dolu dolu bir hayat yaşamış bir dahi ve müceddid hakkında, bize verilen kısa bir zaman içerisinde doyurucu bir şeyler söylememizi bizden beklememelisiniz. Ancak “bir şey tamamiyle elde edilmese de, tamamiyle de terk edilmemeli” kaidesince, denizden bir katre mesabesinde bazı hakikatleri burada ifade etek istiyorum. Söyleyeceklerimizi ana başlıklarıyla özetleyeceğiz:
CUMHURıYET NESLı BEDıÜZZAMAN' I YALNIş TANIYOR :
Tarih bize gösteriyor ki, başta peygamberler ve onların gerçek mirasçıları olan din adamları olmak üzere, insanlık âlemi, büyük insanların kıymetlerini zamanında tam takdir edememişlerdir. Sonradan ise, bu takdir edememenin cezasını, hem muasırı olan insanlar ve hem de onların nesilleri çekmişlerdir. Hemen hemen bütün peygamberler, bu fikrimize müşahhas birer misal olarak verilebileceği gibi, ımam-ı Âzam ve Ahmed bin Hanbel gibi ıslâm âlimleri de, bu acı hükmü teyid eden canlı misallerdendir.
Tespitlerimize göre, asrında tam anlaşılamayan şahsiyetlerin bu asrımızdaki en güzel misali de, tebliğimizin mevzuunu teşkil eden Bediüzzaman Said Nursî’dir. ıslâmî ilimlerdeki dâhiyane vukufu, hususan iman hakikatleri mevzuundaki asrın anlayışına uygun ve harika izahları ve seksen yıllık istikametle hak üzerinde devam eden Allah, din ve millet-i ıslâmiye uğrundaki gayret ve mücahedeleri bütün ıslâm âleminde duyulduğu ve takdir edildiği halde, hâlâ kendi ülkesinde yanlış tanınan veya tanıtılmak istenen bir şahsiyet var; o da Bediüzzaman’dır.
Bu yüz karası hale, Türk ilim adamının ve münevver Türk araştırmacılarının çok kısa bir zamanda son vermeleri gerekmektedir; aksi takdirde tarih, gözünü kapayıp gündüzü kendisine gece yapanları çok kötü yargılayacaktır.
Cumhuriyet nesli, Bediüzzaman’ı yanlış tanımaktadır ve daha doğrusu, senelerdir devletin bütün imkânları ve bukalemun türünden aydınlar kullanılarak, Bediüzzaman Cumhuriyet nesline kötü tanıtılmaya çalışılmıştır. Onun mücadelesini tanımayan ve eserlerini okuyup talebelerini görmeyen, cahil veya aydın her Cumhuriyet nesli, Bediüzzaman, Said Nursî veya Risale-i Nur kelimelerini duyunca, yapılan telkinler sunucu, Kürtçü, bölücü, gerici ve devlet düşmanı bin insan ve eser hayaline bir nevi mecbur edilmiştir.
ıstihbarat teşkilatımızın bu zât ve eserleri ile alakalı raporlarını; silâhlı kuvvetlerimize dağıtılan bölücü faaliyetlerle alakalı bilgilendirici eserlerin konuyla ilgili bölümlerini; 12 Eylül Hareketinden sonra YÖK eliyle bütün üniversitelerimize dağıtılan bölücü örgütler kitabının ilgili başlığını ve bunların tesirinde fikrini geliştirmiş ilim adamlarımızın sohbetlerini okur yahut mütalaa ederseniz, Bediüzzaman’ı asla sevemem.
Halbuki nasıl senelerce, dünyaya adalet tevzi eden ecdadımızı bize barbar ve kızıl sultanlar diye takdim etmişler, öyle de, ıslâm düşmanları şahsiyetinden ve eserlerinden çok korktukları Bediüzzaman ve eserlerini de öyle yanlış ve kötü tanıtmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı hakikatini unutmuşlardır. Ne acıdır ki, son 10 yıldan önceye kadar güvenlik kuvvetlerimiz de bu menfî propagandanın tesiri altında kalmıştır. Vatanı için hayatını ortaya koyan bu büyük dâhiyi, bir vatan haini gibi değerlendirmiştir.
Meseleyi uzatmamak için sadece bu menfî vasıflardan birisi üzerinde duracağım. Geriye kalanları da, sizin idraklerinize havale ediyorum. Ne zaman Bediüzzaman ve onun eserlerinden bahsetseniz, siz ister Türk olun, ister Arap olun ve isterse de Osmanlı Hanedanından olun, Kürtçü damgasını yersiniz. Halbuki dünyada Kürtçülük ve Risale-i Nur kadar birbirine zıt iki kelime bulunmadığı gibi, Türkiye’deki bölücü Kürtçü hadiselere karşı, Risale-i Nur’dan daha mükemmel bir panzehir asla bulunamaz. Mevzuyu isterseniz biraz açalım ve bazı müşahhas misaller verelim:
BıRıNCıSı :
Bir kısım araştırmacılar, Bediüzzaman’ın Cumhuriyetten önceki yıllarda Said-i Kürdî unvanını kullandığını da ileri sürerek, onun doğuda bir Kürt devleti kurmak gayesiyle 1918’de tesis edilen Kürt Teali Cemiyetinin üyesi olduğunu ve bölücü faaliyetlerde bulunduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarını desteklemek üzere, aynı cemiyetle beraber çalıştığını ileri sürdükleri Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti kurucuları arasında Bediüzzaman’ın da bulunmasını, fevkalade bir demagoji ile serrişte ediyorlar.[1] Bu iddiaların hiçbir esasa dayanmadığını yapılacak kısa bir inceleme hemen ortaya koyacaktır.
Evvela: Osmanlı Devleti kavim ve ırk esasına değil, din esasına dayanan bir devletti. Bu sebeple Müslüman olmak şartıyla millet farkı son 20-30 yıl bir tarafa bırakılırsa ehemmiyet arz etmediğinden, Doğudaki bazı bölgelere Kürdistan Eyaleti yahut Bilad-ı Ekrad denilmesi ve orada yetişmiş devlet veya ilim adamlarına da Kürdî lakabının verilmesi, o zâtın tanınması için kullanılan resmî bir ifade tarzıydı. Said-i Kürdî lakabı bu mana ile kullanılmış ve ne zaman ki Cumhuriyet kurulur bu ifade yanlış anlaşılmaya başlanınca, bizzat Bediüzzaman bunu Said-i Nursî şeklinde değiştirmiştir. Bununla da yetinmeyip eski eserlerindeki Kürdistan veya Bilad-ı Ekrad ifadelerini dahi vilayat-ı şarkiyye şeklinde değiştirdiğini neşredilen eserleri ispat etmektedir.
Saniyen: Kürt Teali Cemiyeti ile Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti arasında organik bir bağ yoktur ve maksatları da aynı değildir. Tarık Zafer Tunaya, bu cemiyetin kuruluşunu 1919’da demişse de, neşrettiği belgenin tarih ve kaynağını kaydetmemiştir. Ancak belgeyi, öylesine işlemiştir ki, mütalaa edenler, Bediüzzaman’ı Kürt Teali Cemiyeti üyesi zannederler.
Halbuki ikisi arasında hiçbir alaka yoktur. Bediüzzaman, ıstanbul’a ilk defa geldiği 1907’lerden beri, şarkta bir darülfünun açılmasını müdafaa ettiği zaten bilinmektedir. Hata Sultan Reşad’dan bu gaye ile belli bir tahsisatta almıştır.[2] Her ne kadar Kürt Neşr-i Maarif Cemiyetinin ne zaman, hangi gayelerle ve hangi kurucularla tesis edildiği de tam belli değilse de, belli olsa ve Bediüzzaman da bu cemiyetin kurucuları arasında bulunsa bile, bunda garipsenecek bir cihet yoktur.[3]
Zira Bediüzzaman, şarkta maarifin geliştirilmesi ve bir üniversite açılması için başından beri gayret göstermektedir. Bu cemiyet, Erzurum yahut Bayburt Kültür ve Eğitim Vakfı gibidir.
Salisen: Kürt Teali Cemiyetinin reisi olan Seyyid Abdülkadir’den gelen teklife verdiği şu cevap ise meseleyi kökünden halletmektedir:
“Allah-u Zülcelal Hazretleri Kur’ân-ı Kerimde, ‘Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah’ı severler, Allah da onları sever’ buyurmuştur. Ben de bu beyan-ı ılahî karşısında düşündüm. Bu kavmin, bin yıldan beri âlem-i ıslâmın bayraktarlığını yapan Türk milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve 450 milyon (o zaman ki ıslâm âleminin nüfusu) kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi (bir kısım Kürtçü) kimsenin peşinden gitmem.”[4]
ıKıNCıSı :
Bediüzzaman ile alakalı yanlış tespit ve yorumlardan biri de, onun şeyh Said ile karıştırılması veya en azından şeyh Said isyanına destek vermiş olduğunun yayılmasıdır. Maalesef, gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bu tespit, güvenlik raporlarına yazıldığı gibi, vatanperver ilim adamlarının zihinlerine de yer etmiş durumdadır. şeyh Said’in Bediüzzaman gibi bir dâhiyi yanına almak isteyişi doğrudur; ancak bu büyük âlimin mezkûr teklif karşısında takındığı tavır, kasten yanlış aksettirilmiştir. Buyurun şeyh Said’e olan cevabını beraber okuyalım:
“Türk Milleti, asırlardan beri ıslâmiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer’an caiz değildir. Kılıç, harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân ve iman hakikatlarıyla tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir, teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkekler telef olabilir.”[5]
Güzellik ne oradadır, ne burada; ne şu zamanda, ne bu zamanda; ne Roma’da, ne Atina’da. Güzellik, hayran olabilen bir ruh neredeyse oradadır. Başka yerde ararsanız, nafile!
-Henry David Thoreau-