Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

06.01.2011, 09:22

"Ahirzamanın dehşetli şahıslarına siyasetle galebe edilmez"

Ahirzamanın dehşetli şahıslarına siyasetle galebe edilmez
06.01.2011












Bediüzzaman, küçük
yaşında iken tasavvur ettiği ve hayatını o yolda feda etmeye azmettiği
ve hayatının bir gayesi ve neticesi olarak kabul ettiği âlem-i İslâmda
büyük bir intibah ve inkişaf emeliyle Ankara'ya gelmişti. Daha
meşrûtiyetin îlânından evvel, İstanbul'a gelmeden, Şarkî Anadolu'da,
yüzlerce ehl-i ilim ve erbâb-ı fazîlet kimselerle mübâheseleri ve
İstanbul'da birdenbire meydana çıkarak, ulemayı hayrete sevk etmesi ve
ehl-i siyaseti telâşa düşürmesi, rûhunda büyük bir İslâmî inkılâbın
müessisi halinin mevcud olduğunu gösteriyordu. Ve kendisi, daha eskiden
rûhunda bu vazifenin mes'uliyetini, hem şevk ve sürûrunu hissetmişti.







(...)
Abbasileri
müteâkiben, âlem-i İslâm içinde İslâmî idareyi ele alan Türklerin bin
senelik muazzam idaresinden ve hilâfet sürmelerinden sonra, bütün
dünyayı dehşete veren bir harb-i umûmî meydana gelmiş, Osmanlı Devleti
inkıraz bulmuş, İslâmın ebedî düşmanları, merkez-i hükûmeti istila
ederek, Müslümanlığın mahvolduğu kanaatine varmışlardı. İşte,
Bediüzzaman, İlâhî kudretin tecellîsiyle ve ihsanıyla, böyle en elzem
bir vakitte, dîne revaç verebilecek bir teşekkülün zuhuru dolayısıyla ve
kendisi de beraber çalışmak ümidiyle Ankara'ya gelmişti. Avn-i İlâhî ve
mu'cize-i Peygamberî ile düşman taarruzlarını defeden ve milletin
idaresinin başına geçen yeni hükûmet-i Cumhuriyede, doğrudan doğruya
Kur'ân'a istinad eden ve âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad
yapacak ve İslâmiyetin hakîkatinde mevcud kuvve-i ulviye ile maddî ve
manevî medeniyeti meydana getirecek bir niyet ve gayeyi bulundurmak ve
aşılamak üzere Mecliste çalışıyordu. Fakat, pek kuvvetli manîler
karşısına çıktı.
Âlem-i İslâm'ı alâkadar eden ve bin üç yüz yıllık
ümmetin, dehşetli tehlikesinden istiâze ettiği (Allah'a sığındığı) bir
zamanın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamış
bulunuyordu.
Birgün riyaset odasında, M. Kemal Paşa ile iki saat
kadar konuştular. İslâm ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak
emeliyle, şeair-i İslâmiyeyi tahrip etmenin bu millet ve vatan ve âlem-i
İslâm hakkında büyük zarar tevlîd edeceğini; eğer bir inkılâp yapmak
îcap ediyorsa, doğrudan doğruya İslâmiyete müteveccihen Kur'ân'ın kudsî
kanun-u esasî noktasından yapmak lâzım geldiği meâlinde ihtarlarda
bulunur ve şu temsili ders verir [b](Mektûbat, s. 426.) (...)

M.
Kemal Paşa, îtiraz ile içindeki niyet ve hâlet-i rûhiyesini ifade ile,
Bediüzzaman'ı kendine çekmek ve nüfûzundan istifade etmek ister. Ve
Bediüzzaman'a mebusluk, hem Darü'l-Hikmetteki eski vazifesini, hem
Şarkta Şeyh Sünûsi'nin yerine vaiz-i umûmî, hem bir köşk tahsisi gibi
teklifler yapar.
Bediüzzaman, rivayetlerde gelen eşhâs-ı âhirzamana
ait haberlerin mühim bir kısmını ve hürriyetten evvel İstanbul'da
tevilini söylediği hadîslerin ihbar ettiği âhirzamanın dehşetli
şahıslarının âlem-i İslâm ve insâniyette zuhur ettiğini görür. Ve yine,
gelen rivayetlerden, onlara karşı çıkacak ve mukabele edecek olan
hizbü'l-Kur'ân hakkında, "O zamana yetiştiğiniz zaman, siyaset canibiyle
onlara galebe edilmez; ancak manevî kılınç hükmünde i'caz-ı Kur'ân'ın
nurlarıyla mukabele edilebilir" tavsiyesine müracaatla, Ankara'da
teşrik-i mesai edemeyeceği için, kendisine tevdî edilmek istenen
mebusluk, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye gibi Diyanetteki azalığı, hem
Vilayat-ı Şarkiye Vaiz-i Umûmiliği tekliflerini kabul etmez. Kendisini
fikrinden vazgeçirmek için çalışan ve Ankara'dan ayrılmamasını rica için
istasyona kadar gelen bir kısım mebusların da arzularına uyamayacağını
bildirerek, Ankara'dan ayrılır, Van'a gider. Ve orada hayat-ı
içtimâiyeden uzaklaşarak Erek Dağı eteğinde, Zernebad Suyu başında bir
mağaracıkta idame-i hayat etmeye başlar.
[/b]


[b]Bediüzzaman Said Nursî Tarihçe-i Hayatı, s. 228, Yeni Asya Neş., İstanbul-2006
[/b]
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

06.01.2011, 09:35

Barıştıramazsınız






06 Ocak 2011






Kazım Güleçyüz





Said Nursî’nin Birinci Meclisteki milletvekillerine ve işgale
karşı millî mücadeleyi yöneten komutanlara hitaben kaleme alıp dağıttığı
beyanname, iddia edildiği gibi, onlardan önce ayrı bir mektup olarak M.
Kemal’e verildiyse ve mektubun girişinde bazı nezaket cümleleri
kullanıldıysa, buradan bir “Bediüzzaman-M. Kemal mutabakatı”
çıkarılabilir mi?

Sonraki gelişmelere baktığımızda sualin cevabı gayet net bir şekilde karşımıza çıkıyor: Hayır.

Ama şu var: Bediüzzaman sosyal ilişkilerinde de hakşinas ve medenî bir
insan. Eğer sözü edilen mektup doğruysa, Yunanlılara karşı verilen
savaştan zaferle çıkmış bir Meclisin, o zaman bütün Müslümanlar
tarafından “İslâm kahramanı” olarak görülen başkanına takdirkâr ifadeler
kullanmasında garipsenecek birşey olmasa gerek.

Ki, onun günümüz Türkçesine “Zâtıâlîniz muzaffer ordunun ve muazzam
Meclisin şahsiyetini temsil ediyorsunuz” şeklinde aktarılan ifadesi, M.
Kemal üzerinden ordu ve Meclisin manevî şahsiyetine seslenen bir üslûbun
tezahürü.

Öte yandan, Said Nursî’nin, M. Kemal’le yaptığı görüşmelerin ardından,
onun tüm cazip tekliflerini reddederek Ankara rejimi ile ilişkilerini
kesip Van’da uzlete çekilmesi ve Şeyh Said hadisesine karışmadığı halde
bu olay bahane edilerek batıya sürgün edilmesi sonrasında talebeleriyle
birlikte yargılandığı Eskişehir mahkemesindeki müdafaasında geçen şu
sözleri de önemli:

“Bundan (1935’ten) on iki sene evvel Ankara reisleri, İngilizlere karşı
Hutuvat-ı Sitte namındaki mücahedatımı takdir edip, beni oraya
istediler. Gittim. Gidişatları, benim ihtiyarlık hissiyatıma uygun
gelmedi. ‘Bizimle çalış’ dediler.

“Dedim: ‘Yeni Said öteki dünyaya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.’

“Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirak etmedim. Çünkü an’anat-ı
milliye-i İslâmiye lehinde istimal edilebilir bir deha-i askerîyi,
an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesile oldu. Evet, ben Ankara
reislerinde, hususan reisicumhurda bir deha hissettim ve dedim: ‘Bu
dehayı, kuşkulandırmakla an’anat aleyhine çevirmek caiz değildir.’ Onun
için, ne kadar elimden gelmişse, dünyalarından çekindim, karışmadım. On
üç seneden beri siyasetten çekildim.” (Tarihçe, s. 341-2)

Görüldüğü gibi, Bediüzzaman M. Kemal’deki dehayı görüp kabul ederken, bu
dehanın İslâm an’anelerini muhafaza için değerlendirilmesi gerektiğini,
ancak ne yazık ki isyanların da etkisiyle bunun mümkün olamadığını
ifade ediyor.

Ankara’da M. Kemal’le yaptığı görüşmelere bu dehanın İslâma hizmet
ettirilmesi niyetiyle girdiği, ama bunun gayrikabil olduğunu görünce
kendi yoluna gittiği, sonraki süreçte görülüyor.

Ve müteakip yıllarda kaleme aldığı metinlerde M. Kemal için kullandığı
ifadeler, onun bilhassa din ve an’anata ilişkin mâlûm icraatlarına
binaen, şu minvalde bir değerlendirmeyi yansıtıyor:

“Bana hücum eden garazkârların en esaslı sebebi, M. Kemal’in dostluğu ve
tarafgirliği vesilesiyle beni eziyorlar. (...) Otuz sene evvel bir
hadis-i şerifin ihbarıyla ‘Kur’ân’a zararlı öyle bir adam çıkacak’
dediğimi ve sonra M. Kemal o adam olduğunu zaman gösterdi. (...) Çok
emarelerle bildik ki, bana hücum edenleri tahrik eden, M. Kemal’e
itirazımdır ve ona dost olmadığımdır. Başka sebepler bahanedir.”
(Emirdağ L., s. 486-7)

Bu mektubun yazıldığı tarih, Said Nursî’nin Emirdağ sürgününde yaşadığı
1940’lı yılların muhtemelen ikinci yarısının ortaları. Ve aktardığımız
sözler, onun M. Kemal hakkındaki nihaî kanaatini ortaya koyan son derece
net ifadeler.

Şimdi hem M. Kemal’in dinle ilgili uygulamaları, hem de Bediüzzaman’ın
bu ifadeleri ortadayken, 1922’de yazıldığı belirtilen bir mektuptaki
sözlerden hareketle, ikisini barıştırıp uzlaştırmaya ve üstelik bunu
“Said Nursî M. Kemal’e övgüler düzdü” iddiası üzerine bina etmeye
çalışan bir girişimin mantığı ve tutarlılığı olabilir mi?

Çürük temel üzerine sağlam bina dikilmez.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir