Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

26.12.2010, 16:50

Azılı Mahkum ve Hüsrev Ağabey

Nurun hadimlerinden bir kahramanın yaşadıkları daha da ilginçtir. Misafir edildiği bu yerde, azılı bir mahkûmla aralarında geçen maceraları çok ibretlidir. İdare ile yakın ilişkisi olan ve karanlığın adına konuşan bu mahkûm ile ciddî bir imtihan yaşandı burada. Planlar önceden kurulmuştu. Öyle ya da böyle muhatabın hayatına kastedilecekti. Verilen emir yerine getirilecekti… Ama hiç de düşündükleri gibi olmadı, işler planladıkları gibi yürümedi.
O gün o mahkûm, Nurun hadiminin yanına gelip gayet kaba ve sert bir dille:
“Hoca, sana bir sorum var. Daha önce buraya gelen birçok kimseye sordum bu soruyu. Cevap veremedi. Bakalım sen cevap verecek misin?” diye ilk çıkışını yapar. O mübarek zât gayet mütevaziâne:
“Kardeşim,” der “Biliyorsam cevabını verebilirim İnşâallah, bilmiyorsam da susarım. Sor bakalım.” der.
Adam ağzından adeta alevler saçan kelimelerle:
“Hocam, benim birçok günahım var.” Ve bunları bir bir sayıp dökmeye başlar. “Ben şunları şunları işledim. Allah beni affeder mi?” diye sorar. Nurun hadimi cevap verir: “Kardeşim, sen hiç deniz gördün mü?” der.
“Yok, görmez miyim? Ben zaten Karadenizliyim.”
“Peki, denizden bir kova su alsan ne eksilir?”
“Hiçbir şey.”
“Denize bir kova su ilâve etsen ne olur?”
“Hiçbir şey.”
“Kardeşim, senin günahların da Allah’ın o sonsuz rahmetini aşamaz. Sen bu günahlarından pişmanlık duy ve bir daha işlememeye tövbe et, kurtulursun İnşallah.” der.
Ve işte o anda olan olur. Adam öyle bir nârâ patlatır ki yer gök inler. Koğuştaki herkese: “Eeeeyyyt, kalkın ulan!” der, “Benim gibi bir günahkârı affeden Allah sizi de affeder İnşallah.”
Kablodan cereyan geçince, kalbe iman aksedince böyle olur işte. Kalp kalbe değince neler olmaz ki.
“Kalkın” der, “Hepimiz gusledeceğiz. Yıkanıp temizleneceğiz.” Bir hummalı faaliyet başlar ki sormayın gitsin. Kovalar dolusu sular ard arda gelip gider. Koğuşun bir yanına bir perde gerilir ve bu perdenin gerisinde hepsi yıkanmaya başlar. Sırayla abdest alıp temizlenirler. Artık yepyeni bir dünyanın insanıdırlar. “Hoca” dedikleri bu adam bir müddet sonra namaza duracaktır arkadaşları ile beraber. Ve onlar da, onlarla hep beraber… Namaz kesmez bu yeni insanları, namaz sonrası tesbihatına da iştirak ederler. Ve yine yer gök inler…
“Yâ Cemilu Yâ Allâh
Yâ Karîbu Yâ Allâh
Yâ Mücîbu Yâ Allah…” diyerek tamamlanır tesbihatlar. Yükselen sesler karşısında idarede bir endişe, tam bir teyakkuz hâli. Ortalık yangın yeri sanki. Yukarıdan aşağıya emirler yağar “Ne oluyor? Bu sesler nereden geliyor, neyin nesidir?” diye. Gardiyanlar sağa sola koşuşturmakta. Ellerinde silâhlarla koğuşlarda isyan var diye alt katlara inerler. Ama gördükleri manzara karşısında şaşırıp kalırlar. Bir grup insan, gayet sükûnet içinde namazlarını kılıp tesbihatlarını yapmaktadırlar. Yukarı çıkıp karanlığın efendilerine durumu rapor ederler:
“Efendim, az önce içeriye attığımız adam var ya..”
“Heee..?”
“Efendim, o adam, diğer mahkûmları da bozmuş.”
Allah zalimlerin planlarını böyle bozar işte.
***
İşte o devir böyle bir devirdi. Bozmuş gözüyle bakılırdı tamir edip düzeltenlere, karanlığı aydınlığıyla kovanlara. Bazen zıt zıddını tazammun edermiş, o devir de böyleymiş işte. Karanlığın saltanatı çok sürmezmiş. Aydınlığın ışığı karanlığı avlamaya yetermiş.
Hz. Mevlânâ güzel arkadaşın insan üzerindeki etkisine çarpıcı bir anlatımla dikkatleri çeker. “İnsanda an olur kurtlar zuhur eder, an olur ay yüzlü yunus zuhur eder. Hatta insandan öküz, eşek bile bilgi edinip akıllanır hüner sahibi olur. Serkeş at rahvan bir hâle gelir. Ayı oynar, keçi selâm verir. Köpeğe insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av avlar yahut sürüyü korur. Ashab-ı Kehf’in köpeğine öyle bir huy sirayet etti ki sonunda Allah’ı aramaya koyuldu.”

Bu konuyu değerlendir