Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

30.08.2006, 12:04

ruh nedir

Ruh nedir, ruh’un mahiyeti anlaşılabilir mi ?

Ruh için aşağıdaki tanımlar yapılır:

“Can. Canlılık. Nefes. Cebrail (as.)...”
“Bir kanun-u zîvücud-u haricî.” (Hariçte müstakil bir varlığı bulunan bir kanun.) (Sözler)
“Emir âleminden olup, beden ülkesini idare etmesi için kendisine müstakil bir varlık verilen bir kanun. Bedenden ayrılınca da varlığını devam ettirebilen lâtif bir cisim.”

Bazı insanlar Peygamber Efendimize ruhu sordular. Cevap vermeyip, vahyi bekledi. Gelen ayet gayet netti: “O, rabbimin emrindendir, de.” Ruhun varlığı tasdik ediliyor, fakat mahiyeti açıklanmıyordu. Çünkü, muhatapların söyleneni anlamasına imkân yoktu. Akıl, “emir aleminden” olan bir varlığı kavrayacak kapasitede değildi.

“emir alemi” ölçüden, tartıdan, şekilden, renkten uzak varlıkların dünyasıdır. Maddeler için söylenen uzun, kısa, mavi, sarı, yuvarlak, düz, ağır, hafif gibi kelimelerin o alemde karşılığı yoktur. Ölçülere mahkum akıllar, ölçülemeyeni nasıl anlasın?

Hadiste “Kendini bilen rabbini bilir.” buyuruluyor. Bir büyük mütefekkirimiz de, “ey kendini insan bilen insan! Kendini oku...” Diyor. şu halde, insanın kendini tanımaya çalışması şart. Kendimizden giderek Ona ulaşacağız!

Ruh hakkında neler biliyoruz? Ruhun kendisini bilemiyoruz. Ancak bazı özelliklerinden söz edebiliriz. Beden, anne karnında belli bir olgunluğa erişince, ruh verilir.

Ruh, sonradan yaratılmıştır, ama ebedidir. Birdir, bölünmez, parçalara ayrılmaz. ıcraatıyla ve tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekanı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine engel olmaz. O, tabiattaki kanunlara benzer. Mesela, bir yerçekimi kanunu hayat ve şuur sahibi olsaydı ruh özelliği kazanırdı.

Ruh, şuuruyla fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle plânlar yapar, hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende bulunduğu sürece bedene muhtaçtır. Faaliyetleri bedenle sınırlıdır. Ölüm, onun beden zindanından kurtulup, hürriyetine kavuşmasıdır. O zaman bedene ihtiyacı kalmaz. Gözsüz görür, kulaksız işitir, beyinsiz düşünür. Mahşere kadar bedensiz bekler. Ahirette yeniden ve yeni bir bedene kavuşur.



Okunma Sayısı : 503

Alaaddin Başar (Prof.Dr.)

2

31.08.2006, 20:40

Yunusum kardeşim yazıda şöyle bir ifade var " fakat mekanı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi, dışında da değildir."


Ben meseleyi şöyle anlamıştım. Yanlışımı açıklar mısın?

Yemin olsun kâfirin ruhunu tâ derinliklerinden şiddetle söküp alanlara. (Nâziât Sûresi: 1-5.)

Burada kırmızı ile işaretli derinlik bir mekanı çağrıştırmıyor mu?

Ayrıca üstad 29.Söz Birinci Menba'da şöyle demiş.

Enfüsîdir. Yani, herkes hayatına ve nefsine dikkat etse, bir ruh-u bâkîyi anlar.Evet, herbir ruh, kaç sene yaşamış ise, o kadar beden değiştirdiği halde, bilbedâhe aynen bâkî kalmıştır. Öyle ise, mâdem, cesed, gelip geçicidir; mevt ile bütün bütün çıplak olmak dahi ruhun bekâsına tesir etmez ve mahiyetini de bozmaz. Yalnız, müddet-i hayatta, tedricî cesed libasını değiştiriyor; mevtte ise birden soyunur. Gayet katî bir hads ile belki müşâhede ile sabittir ki, cesed ruh ile kâimdir. Öyle ise, ruh onun ile kâim değildir; belki, ruh binefsihî kâim ve hâkim olduğundan, cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyetine halel vermez. Belki, cesed ruhun hânesi ve yuvasıdır, libası değil. Belki ruhun libası, bir derece sabit ve letâfetçe ruha münâsip bir gılâf-ı latîfi ve bir beden-i misâlîsi vardır. Öyle ise mevt hengâmında bütün bütün çıplak olmaz, yuvasından çıkar, beden-i misâlîsini giyer


Burdada bir mekanı olduğunu düşünmüştüm.

Yunusum Kardeşim her vakit her sohbete her müşkülü soramıyoruz. ıster istemez çoğu meselede kendi anladıklarımızla yetinmek zorunda kalıyoruz. Hem ben daha yeni sayılırım, daha ikinci Risale-i Nur hatmim bile bitmedi.

:oops:
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

3

31.08.2006, 22:36

Olaya sadece bilim ve tespit edebildiği ile yaklaşanlar, hissettiklerin, beynin algıladıkları ve değerlendirebildiği kadardır der.

Bu durumda, ruh vücudu terkedince, ruhda hiç bir algı yeteneği kalmamış olur. Bu durum dediğim, bütün hissenin, bedenin maddiyatına verildiği durumdur.

Üstad ise demiş ki:

Gayet katî bir hads ile belki müşâhede ile sabittir ki, cesed ruh ile kâimdir. Öyle ise, ruh onun ile kâim değildir; belki, ruh binefsihî kâim ve hâkim olduğundan, cesed istediği gibi dağılıp toplansın, ruhun istiklâliyetine halel vermez

Yani cesed, ruh olmaz ise, bir çuval gibi oluyor. Öyle ise, ruh, cesetten bir fayda görerek varlığını sürdürmüyor, öyle olsa, cesetten çıkınca, cesetin metabolizması durmazdı.

Ruh kendi başına ve kendisine hakim, cesedin başına gelenler ise, ruhun bu haline etki edemiyor.


Hem sonradan uzuvlarını kaybedenler söylüyorlar ki, uzuvları varmış gibi hissediyorlar. Hatta felç geçirerek, o uzuvlarınının kontrolünü kaybedenler, varmış ve hareket ettirebiliyormuş gibi terapiler yaparak, kısmen veya tamamen iyileşebiliyor. Tıp bunu yeni keşfetti.

Halbuki o uzuv kopunca, geriye sinir vesaire kalmıyor. Sinir hücrelerinin tahrip ve kopması sonucu değil, beyinde olan bazı şeylerden, beyin kanaması, beyne oksijen gitmemesi gibi sebeplerden ötürü felce uğrayanlar, bu terapiyi yaparak, tekrar o uzuvlarını kullanabiliyor.

Belki beyin, ruh ile cesed arasında bir köprü. Cesedin anladığı ve itaat ettiği, çok ufak ve nitelikli, işlenmiş, elektrik sinyalleri, cesed ile beyin sürekli iletişim halinde, bunu sağlayan ise sinir sistemi.

Sinir sistemi ise bazı parçalar şeklinde incelenir. Birşey yapmak istediğinizde beyninizden, gerekli uzvunuza sinyaller gider. Bir algı aldığınızda, sinirler ile beyne iletilir. Fakat bazı durumlarda, değerlendirmeyi otomatik olarak yapar beden. Buna da refleks diyorlar. Kontrolün ise omurilik soğanında olduğunu hatırlıyorum. şu an bir kaynağa bakmadan ezbere yazıyorum bu kısımlarda bazı hatalar olabilir.

El-hasıl, Allahu â'lem, ruhumuz bedenden yani cesetten bağımsızdır. Beyin ise cesetle ruh arasında köprüdür.

Bu sefer akla, beyinin depolama, değerlendirme gibi görevlerinin olduğu, oksijen gitmeyince zekada durma olabildiği, hatta vücutta kurşun gibi ağır metallerin biriktiği durumlarda, ölümden önce zeka geriliği görülebildiği gibi sorular geliyor. Yani, ruh ile zeka ayrı şeyler mi?

Sonradan kurşun gibi ağır metal zehirlenmesiyle, zihninde gerilik görülenler için malesef geç oluyor. Enzim ve vitaminler, geçmeli parçalar gibidirler, gereken moleküllerle birbirine bağlanarak, önemli görevler yerine getirirler. Kurşun gibi ağır metaller ise, bunlarla birleşir, ama ayrılmaz, biriktiği yerden de atılamaz.

Buna örnek trajedilerden birisi, ıngiltere'den ayrılan denizcilerin, Amerika kıtasına kuzey kutbuna yakın bir yerden giderken olmuştur. Yolculuğun çetinleştiği bir aşamadan sonra, adaya çıkıp mola vermek zorunda kalırlar.

Adaya çıktıklarında ise fazla yaşamazlar. Sonradan adada onların cesetlerini bulanlar görüyor ki, önceden gömdükleri kişiler var. Adaya çıkarlarken, yanlarına aldıkları eşyalar ise, hayatta kalmalarına yarayacak malzemelerden ziyade, en son ihtiyaç duyulacak, fuzuli şeyler.

Buzul ortamda mumyalaşmış vücutlarına tahlil yapıldığında, normalin çok üstünde miktarda kurşun tespit ediliyor. Sonradan ortaya çıkıyor ki, o yıllarda tenekeden yapılma, uzun süre dayanan konserveler yeni çıkmış. ıngiltere'de ise bunları üreten kişiler, bu konserve kutularını kapatırken yaptıkları perçinde kurşun kullanmışlar.

O yüzden ölümler olmuş. Adaya çıkabilenler de, normal bir insanın yapmayacağı davranışlarda bulunmuşlar. Hayatta kalmak için gerekli olan şeyleri gemide bırakıp, en son lazım olanları yanlarına almak gibi.

Benzer etkinin, çok miktarda alkol veya uyuşturucu alanlarda da olduğunu biliyoruz. Demek ki, beyin, kimyasala maruz kaldığında veya oksijen gibi hücrelerinin çalışması için gerekli şeylerden mahrum kaldığında, bilinç kaybı oluşuyor.

Beyin insan vücudunun en karmaşık kısmı olduğu için, hala bilinmeyenleri, bilinenlerinden çok çok çok daha fazla. Bu sorulara tam cevap bulamıyoruz.

Ama beden de cesedin parçası olduğuna ve ruh bir kere çıktıktan sonra işe yaramadığına göre, beyin her ne kadar önemli olursa olsun, değerlendirmede ruhu göz ardı ettirmemeli.

Her insan ruhu olduğunu hisseder, bu sadece beyne, moleküllere, maddeye vermez. Çünkü biz robotlar gibi değiliz, çok letaifimiz var. Yapay hiçbir canlı ise bugüne kadar bizimki gibi bir bilinç sahibi olamamıştır. Bizim gibi duygulara, hislere sahip olan başka hangi varlık var?

نزع kelimesi sökmek, çıkarmak, ayırmak, görevden almak gibi anlamlara geliyor. an, ila gibi kelimelerle bazı farklı anlamları var.

Eğer ruh, nezea ediliyorsa, demek ki cesedi tek ayakta tutan beyin değil. Daha araştırmamız lazım.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

4

31.08.2006, 22:50

Beynin fizyolojik, biyolojik, kimyasal yapısı, bizim binbir letaifimizi izah etmeye kifayet etmiyor. Vicdan, iyilik yapınca, iyilik olduğunu bilmese ferah duyma, kötülük yapınca kötülük olmadığnı bilmese de azap çekme, hangi birisini sayayım. ınsan sırlarla dolu vesselâm.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

5

31.08.2006, 22:55

Allah razı olsun kardeşim, çok istifade ettim. Çok güzel izah ettin.
Baki Selam.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

6

31.08.2006, 23:30

Abi ben işin içinden çıkamadım, buraya kadar gelebildim, gerisi için başka fikirleri de bekliyorum :)

Mesela beyinde meydana gelen hasarlarda hafıza kaybının olmasını nasıl açıklayabiliriz?

Hafıza kaybı olunca, kişi çoğu şeyi unutuyor, ailesi, kimliği. Ama konuşabiliyor o lisanı, hayatı için temel şeyleri bilebiliyor.

Diğer tip vakada ise, yaşlılıktan ötürü, kısa süreli hafızası zayıflıyor, ailesini tanıyamayacak hale de gelebiliyor.

Sonradan eski haline gelip, olanların hepsini hatırlayanlar olabiliyor, yani hatırlayamadığı dönem + geçmişi.

ılginçtir ki, olayları hatırladığımız zaman, video kaydı gibi hatırlarız. O zamanki ile aynı hissi duymayız. O olay bizde bizi hala etkileyen hatıralara sahipse, duygularımız elbette olur, olmaz demiyorum.

Ama hanginiz bir şarkıyı ilk dinlediğinde hissettiğiyle, 10. seferdeki dinlediğinde hissettiğini bir bulabiliyor?

Beyin ha 1, ha 10, önemsemez. Çünkü onun için hayati birşey değildir. Beynin imdat dediği, açlık, acı gibi duygulardır. Öyle ise biz niye zamanla bazı şeyleri farklı algılayabiliyoruz? Buna ruhî gelişim diyebilir miyiz?

Yeni doğan bir bebeği, suya atarsanız, yılların yüzücüsüymüş gibi yüzebiliyor, ilginç değil mi? Yeni doğan ceylan yavruları hemen ayağa kalkıp, dolaşmaya başlıyor, annesinden süt emiyorlar.

Buna evrimciler sadece içgüdü diyebiliyor. ıyi de madem bu beyin dediğin zahirde lapa lapa beyaz bir et parçası, nerede programlandı da geldi?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

7

01.09.2006, 07:28

Aklıma suda yaşayan Caretta Caretta kaplumbağaları geldi. Bu kaplumbağalar sahile yuva yaparlar, sonra terk ederler.

Yumurtalardan çıkan yavruların ancak çok küçük bir kısmı denize ulaşabilir. Diğerlerini martılar ve envai çeşit hayvan yer. Varabilen bu yavrular, yiyeceklerini de, göçecekleri yeri de biliyorlar, ama nasıl? Demek ki, bu işin içinde başka bir iş var.

Alıntı sahibi ""yunusum abinin alıntı yaptığı yazının son kısmında müellifi""


Ruh, şuuruyla fark eder, aklıyla anlar, vicdanıyla tartar, karar verir, hayaliyle plânlar yapar, hafızasıyla bilgi depolar, kalbiyle sever. Onun sayılamayacak kadar çok kabiliyeti vardır. Bunların bir kısmı da maddi uzuvlarla ortaya çıkar. Ruh, eliyle tutar, gözüyle görür, kulağıyla işitir, ayağıyla yürür... Bedende bulunduğu sürece bedene muhtaçtır. Faaliyetleri bedenle sınırlıdır. Ölüm, onun beden zindanından kurtulup, hürriyetine kavuşmasıdır. O zaman bedene ihtiyacı kalmaz. Gözsüz görür, kulaksız işitir, beyinsiz düşünür. Mahşere kadar bedensiz bekler. Ahirette yeniden ve yeni bir bedene kavuşur.


Ruh bedenden ayrı da olsa, demek beyin de sadece bir et parçası değil, ahirette iade ediliyor. Bu iş ilmimizi aşıyor, en doğrusunu Allah bilir.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

8

02.09.2006, 16:51

O kadar tatmin oldum ki anlatamam. Allah sizden razı olsun Abdülkadir Said kardeşim harika çalışmalar yapmışsın. Allah devamını nasip etsin.

Yunusum iyiki varsın.

Sorun yok mu,demişsin. O kadar çok ki. Forumun hostingi destekliyebilir mi bilmiyorum.
Bilmediklerim kainatı kaplıyor. Abdülkadir Said kardeşim kötü kötü bakmaya başladı bile...
Selam dua ve muhabbetle canım kardeşlerim.
Sakın, sakın, sakın! Çabuk, bu şimdiye kadar demir gibi kuvvetli tesanüdünüzü tamir ediniz...

9

02.09.2006, 17:30

Alıntı

Bilmediklerim kainatı kaplıyor. Abdülkadir Said kardeşim kötü kötü bakmaya başladı bile...


:D Abi ilim için sorana, ben kızmam. Hakla batılı iltibas için sorana kızarım. Yani niyeti üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olana.

Benim şu an tıkandığım nokta, ruh ile beyin fonksiyonları arasndaki bağlantı. Ruhun mahiyetini bilemediğimiz için, zorlanıyorum. Bir yandan da gayba taş atmaktan korkuyorum.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir