Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Hosgoru

Acemi

  • Konuyu başlatan "Hosgoru"

Mesajlar: 15

Konum: ızmit

Meslek: Esnaf

Hobiler: Risale i Nur

  • Özel mesaj gönder

1

25.01.2006, 20:14

Kur'an ı Kerim ' in degişmediğini nasıl açıklarız

Arkadaşlar Cevremdeki insanlar Kur'an ı Kerimin degişmedigini açıklayabilirmisin diye soruyorlar
Yardımcı olursanız memnun olurum

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

2

25.01.2006, 21:57

bir kere ,öncelikle kuran-ı kerimin ayetlerinden örnekler verebiliriz.ve ustadın sozler eserinde mucizatil kuraniye eserinden örneklerle cevaplar verilebilir.benn biraz araştırayım yayınlarım

Hosgoru

Acemi

  • Konuyu başlatan "Hosgoru"

Mesajlar: 15

Konum: ızmit

Meslek: Esnaf

Hobiler: Risale i Nur

  • Özel mesaj gönder

3

26.01.2006, 11:53

kardeşlerim ben pek bilmiyorum yardımcı olursanız memnun olurum

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

4

27.01.2006, 12:12

Selamünaleykum

Belki yardimci olur.

"Kuran´I kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacagIz." el-Hicr (15. Sure; 9. ayet)

Bu ayet acikca göstermektedir ki, Kur´an-I Kerim Allah´in korumasI altIndadIr ve kaybolmaksIzIn, en ufak bir tahrife ugarmaksizin kiyamete kadar aslini muhafaza edecektir. Ayetlerini koruyan, Hadislerini de koruyacaktir elbet.

"Cünkü onlar yeryüzünde büyüklük tasliyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardi. Halbuki kisi kazdigi kuyuya kendi düser. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) baskasini mi bekliyorlar? Allah´in kanununda kesinlikle bir degisme bulamazsin." FatIr (35. Sure; 43; Ayet)

"Allah´in, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah`in kanununda asla bir degisiklik bulamazsin" el-Fetih (48. Sure; 23. Ayet)

Hosgoru

Acemi

  • Konuyu başlatan "Hosgoru"

Mesajlar: 15

Konum: ızmit

Meslek: Esnaf

Hobiler: Risale i Nur

  • Özel mesaj gönder

5

27.01.2006, 13:06

ALLAH razı olsun kardeşim
Bu Ayet-i Kerime'yi arıyordum
siz benim işimi gordunuz Rabbim de sizlerin işini gorsun
ALLAH hepinizden Razı olsun

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

6

27.01.2006, 19:39

Alıntı sahibi ""insirah""

bir kere ,öncelikle kuran-ı kerimin ayetlerinden örnekler verebiliriz.ve ustadın sozler eserinde mucizatil kuraniye eserinden örneklerle cevaplar verilebilir.benn biraz araştırayım yayınlarım



orada ki bahis kökten hallediyor meseleyi , ben bir ateiste turan dursundan bahis olmuştu bir ortamda kurandan bahsediyolardı .. tamda ben risale i nurdaki bu bahse yeni yeni vakıf olmuştum ... o ortamdada tevafuk oldu ... aynen dersteki gibide anlattım kelimesi kelimesine sanki ezberimdeydi bahis ... sora adamlar dedi tamam inandık kuranda degişme yok ... adamın bir lafına şok olmuştum ... dediki ben kurana inandım fakat ALLAH a inanmıyom dedi ... şok olmuştum böyle bir yaratık olurmu dedim kendi kendime ... madem ALLAH ı reddediyon , zamanını kuranla niye geçiriyon , sanane dedim ... oysa ben onların ALLAH a inanıyorda , güya kuranda tereddütleri var sanıyodum .. öyle bir izlenim vermişlerdi ... bir dahada bu hataya asla düşmedim .... :lol: :lol: :lol: :lol:


ne insanlar var ya ...


ALLAH a emanet olun

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

Hosgoru

Acemi

  • Konuyu başlatan "Hosgoru"

Mesajlar: 15

Konum: ızmit

Meslek: Esnaf

Hobiler: Risale i Nur

  • Özel mesaj gönder

7

28.01.2006, 11:51

Gladi abim

O derste nerler ogrendiniz onları bizlede paylaşırmısınız
ALLAH rızası için

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

8

28.01.2006, 12:10

Alıntı sahibi ""Hosgoru""

Gladi abim

O derste nerler ogrendiniz onları bizlede paylaşırmısınız
ALLAH rızası için


tamam sana buna bir çalışma yapacagım ...sanki ders yapıyor gibi bir çalışma yapabilirim kardeş senin için ...bi deniyem

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

9

29.01.2006, 02:47

19.sözü ve 25.sözü inceleyebilirsin
www.nur.web.tr kulliyat mevcud

Hosgoru

Acemi

  • Konuyu başlatan "Hosgoru"

Mesajlar: 15

Konum: ızmit

Meslek: Esnaf

Hobiler: Risale i Nur

  • Özel mesaj gönder

10

29.01.2006, 13:30

ınşirah abi ben anlasam risale-i nur u zaten okurum ama bana yorumlayacak anlasılır sekle getirecek biri lazımdı
Glide abi ALLAH senden razı olsun bekleyecegim...

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

11

29.01.2006, 16:07

Alıntı sahibi ""Hosgoru""

ınşirah abi ben anlasam risale-i nur u zaten okurum ama bana yorumlayacak anlasılır sekle getirecek biri lazımdı
Glide abi ALLAH senden razı olsun bekleyecegim...

kardeş işte sen onları ara bul oku sonra aklına kaldıgınca orneklerle hadis ayetlerle anlat o kişiye

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

12

29.01.2006, 16:40

selamunaleykum ... kardes ben daha evvel senden daha yaralı idim ve hemde kuranda da bahsi gecen biz koruruz demesini bile reddederken ... tut taa günümüzde ayetlere karşı gelmeyenler dahi acaba şu iki ayet yanlış mı ? tartışmalarını görürsün , bu nun ilacı risale i nurda birinci basamak olan aşagıda izahı tam yapılmasına ragmen senle birlikte berabet bende kendime derman olsun diye inceleyelim ... aşagıdaki bu izah ateistinden tut ehli imana kadar olan kişileri tedavi eder ... ahirette tam imanlı gidebilmek içinde kuran hakkında en ufak bir şüphemiz kalmaması lazım dır ..



Alıntı

On Beşinci Sözün Zeyli




aşagıda da bunu adım adım inceleyelim ...

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ (*) وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ


وَاِمَّا يَنْزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللهِ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ


Hüccetü’l-Kur’ân ale’ş-şeytan ve Hizbihî



ıBLıS’ı ıLZAM, şeytanı ifham, ehl-i tuğyanı iskât eden Birinci Mebhas, bîtarafâne muhakeme içinde şeytanın müdhiş bir desisesini, kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemeâtta yazmıştım. şöyle ki;


Bu risalenin telifinden on bir sene evvel, Ramazan-ı şerifte, ıstanbul’da, Bayezid Cami-i şerifinde hafızları dinliyordum. Birden, şahsını görmedim, fakat mânevî bir ses işittim gibi bana geldi, zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim. Baktım ki, bana der:

“Sen Kur’ân’ı pek âli, çok parlak görüyorsun. Bîtarаfâne muhakeme et, öyle bak. Yani, bir beşer kelâmı farz et, bak. Acaba o meziyetleri, o ziynetleri görecek misin?”

Hakikaten ben de ona aldandım, beşer kelâmı farz edip öyle baktım. Gördüm ki, nasıl Bayezid’in elektrik düğmesi çevrilip söndürülünce ortalık karanlığa düşer; öyle de, o farz ile, Kur’ân’ın parlak ışıkları gizlenmeye başladı.

O vakit anladım ki, benimle konuşan şeytandır; beni vartaya yuvarlandırıyor. Kur’ân’dan istimdad ettim. Birden, bir nur kalbime geldi, müdafaaya kat’î bir kuvvet verdi. O vakit, şöylece şeytana karşı münazara başladı.

Dedim: Ey şeytan! Bîtarаfâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Halbuki hem senin, hem insandaki senin şakirtlerin, dediğiniz bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’ân’a kеlâm-ı bеşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bấtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki bâtıla tarafgirliktir.

şeytan dedi ki: “Öyle ise ne Allah’ın kelâmı, ne de beşer kelâmı deme. Ortada farz et, bak.”

Ben dedim: O da olamaz. Çünkü, münâzaun fîh bir mal bulunsa, eğer iki müddeî birbirine yakınsa ve kurbiyet-i mekân varsa, o vakit, o mal ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak. Hangisi ispat etse, o alır. Eğer o iki müddeî birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağripte ise, o vakit, kaideten, sahibülyed kim ise onun elinde bırakılacaktır. Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.

ışte, Kur’ân kıymettar bir maldır. Bеşer kеlâmı Cenâb-ı Hakkın kelâmından ne kadar uzaksa, o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. ışte, serâdan Süreyya’ya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünkü, vücut ve adem gibi ve nâkızeyn gibi iki zıttırlar; ortası olamaz. Öyle ise, Kur’ân için sahibülyed, taraf-ı ılâhîdir. Öyle ise, Onun elinde kabul edilip, öylece delâil-i ispata bakılacak. Eğer öteki taraf, Onun kelấmullah olduğuna dair bütün burhanları birer birer çürütse, elini ona uzatabilir; yoksa uzatamaz.

Heyhat! Binler berâhin-i kat’iyenin mıhlarıyla Arş-ı Âzama çakılan bu muazzam pırlantayı, hangi el bütün o mıhları söküp, o direkleri kesip, onu düşürebilir?

ışte, ey şeytan, senin rağmına, ehl-i hak ve insaf bu suretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ, en küçük bir delilde dahi Kur’ân’a karşı imanlarını ziyadeleştirirler. Senin ve şakirtlerinin gösterdiği yol ise:

Bir kere beşer kelâmı farz edilse, yani Arşa bağlanan o muazzam pırlanta yere atılsa, bütün mıhların kuvvetinde ve çok burhanların metanetinde birtek burhan lâzım ki onu yerden kaldırıp Arş-ı Mânevîye çaksın—tâ küfrün zulümatından kurtulup imanın envârına erişsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için, senin desisenle, şu zamanda, bîtarafâne muhakeme sureti altında çokları imanlarını kaybediyorlar.

şeytan döndü ve dedi: “Kur’ân beşer kelâmına benziyor; onların muhaveresi tarzındadır. Demek beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa, Ona yakışacak, her cihetçe harikulâde bir tarzı olacaktı. Onun san’atı nasıl beşer san’atına benzemiyor; kelâmı da benzememeli.”

Cevaben dedim: Nasıl ki Peygamberimiz (a.s.m.), mu’cizâtından ve hasâisinden başka, ef’al ve ahval ve etvârında beşeriyette kalıp, beşer gibi âdet-i ılâhiyeye ve evâmir-i tekvîniyesine münkad ve mutî olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker, ve hâkezâ... Herbir ahval ve etvârında harikulâde bir vaziyet verilmemiş—tâ ki ümmetine ef’âliyle imam olsun, etvârıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvârında harikulâde olsaydı, bizzat her cihetçe imam olamazdı, herkese mürşіd-i mutlak olamazdı, bütün ahvâliyle rahmeten li’l-âlemîn olamazdı.

Aynen öyle de, Kur’ân-ı Hakîm, ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaverâtı ve üslûbu tarzında olmak, zarurî ve kat’îdir. Çünkü, cin ve ins münâcâtını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesâilini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor, ve hâkezâ, herkes onu merci yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kеlâmullah tarzında olsaydı, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulül’azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Mûsâ Aleyhisselâm demiş:

اَهٰكَذَا كَلاَمُكَ؟ قَالَ اللهُ: لِى قُوَّةُ جَمِيعِ اْلاَلْسِنَةِ

şeytan döndü yine, dedi ki: “Kur’ân’ın meseleleri gibi, çok zatlar o çeşit meseleleri din namına söylüyorlar. Onun için, bir beşer, din namına böyle birşey yapmak mümkün değil mi?”

Cevaben, Kur’ân’ın nuruyla dedim ki:

Evvelâ: Dindar bir adam, din muhabbeti için, “Hаk böyledir, hakikat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, Onun yerinde konuşmaz.

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللهِ düsturundan titrer.

Ve saniyen: Bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir, belki yüz derece muhaldir. Çünkü birbirine yakın zatlar birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler, muvakkaten insanları iğfal ederler; fakat daimi iğfal edemezler. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, alâ külli hal, etvar ve ahvâli içindeki tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.

Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan, ötekinden gayet uzaksa, meselâ âdi bir adam ıbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak, belki kendi maskara olacak. Herbir hali bağıracak ki, “Bu sahtekârdır!”

ışte—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—Kur’ân beşer kelâmı farz edildiği vakit, nasıl bir yıldız böceği bin sene tekellüfsüz, hakikî bir yıldız olarak rasat ehline görünsün? Hem bir sinek, bir sene tamamen tavus suretini tasannusuz temâşâ ehline göstersin? Hem sahtekâr, âmi bir nefer, namdar, âli bir müşirin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsas etmesin? Hem müfteri, yalancı, itikadsız bir adam, müddet-i ömründe daima en sadık, en emin, en mutekid bir zâtın keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız göstersin, dâhilerin nazarında tasannuu saklansın? Bu ise yüz derece muhaldir; ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez. Ve öyle de farz etmek, bedihî bir muhali vaki farz etmek gibi bir hezeyandır.

Aynen öyle de, Kur’ân’ı kеlâm-ı bеşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i ıslâmın semâsında bilmüşahede pek parlak ve daima envâr-ı hakaiki neşreden bir yıldız-ı hаkikat, belki bir şems-i kemâlât telâkki edilen Kitâb-ı Mübînin—hâşâ—mahiyeti bir yıldız böceği hükmünde tasannucu bir beşerin hurafatlı bir düzmesi olsun. Ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın. Ve onu daima âli ve menba-ı hakaik bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey şeytan, yüz derece şeytanette ileri gitsen, buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın. Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun; yıldızı, yıldız böceği gibi küçük gösteriyorsun.

Salisen: Hem, Kur’ân’ı bеşer kеlâmı farz etmek, lâzım gelir ki, âsârıyla, tesirâtıyla, netâiciyle âlem-i insaniyetin bilmüşahede en ruhlu ve hayatfeşan, en hakikatli ve saadetresan, en cemiyetli ve mu’cizbeyan, âli meziyetleriyle yaldızlı bir Furkanın gizli hakikati—hâşâ—muavenetsiz, ilimsiz birtek insanın sahtekâr, âdi fikrinin tasniâtı olsun ve yakından onu temâşâ eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehâlar onda hiçbir zaman, hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu eserini görmesin; daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlâsı bulsun.

Bu ise, yüz derece muhal olmakla beraber, bütün ahvấliyle, akvấliyle, harekâtıyla bütün hayatında emaneti, imanı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve sıddıkînleri yetiştiren en yüksek, en parlak, en âli haslet telâkki edilen ve kabul edilen bir zâtı en emniyetsiz, en ihlâssız, en itikadsız farz etmekle, muzaaf bir muhali vaki görmek gibi, şeytanı dahi utandıracak bir hezeyan-ı küfrîdir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan zemine düşer gibi sukut eder, ortada kalmaz. Mecma-ı hаkaik iken, menba-ı hurafat olur. Ve o harika fermanı gösteren zat-hâşâ sümme hâşâ-eğer Resulullah olmazsa, âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne sukut etmek ve menba-ı kemâlât derecesinden maden-i desâis makamına düşmek lâzım gelir, ortada kalmaz. Zira Allah namına iftira eden, yalan söyleyen, en ednâ bir dereceye düşer. Bir sineği daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsâfını onda her vakit müşahede etmek ne kadar muhal ise, şu mesele de öyle muhaldir. Fıtraten akılsız, sarhoş bir divane lâzım ki buna ihtimal versin.

Rabian: Hem, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, nev’-i benî Âdemin en büyük ve muhteşem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) mukaddes kumandanı olan Kur’ân, bilmüşahede kuvvetli kanunlarıyla, esaslı düsturlarıyla, nâfiz emirleriyle, o pek büyük orduyu iki cihanı fethedecek bir derecede bir intizam verdiği ve bir inzibat altına aldığı-maddî ve mânevî teçhiz ettiği ve umum o efradın derecâtına göre akıllarını talim ve kalblerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını tathir, âzâ ve cevârihlerini istimal ve istihdam ettiği halde—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme farz edip, yüz derece muhali kabul etmek lâzım gelmekle beraber; müddet-i hayatında ciddî harekâtıyla Hakkın kanunlarını benî Âdeme ders veren ve samimî ef’âliyle hakikatin düsturlarını bеşere talim eden ve hâlis ve makul akvâliyle istikametin ve saadetin usullerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, Allah’ın azâbından çok havf eden ve herkesten ziyade Allah’ı bilen ve bildiren ve nev-i beşerin beşten birisine ve küre-i arzın yarısına bin üç yüz elli sene kemâl-i haşmetle kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren ve şöhretşiar şuûnâtıyla, nev-i beşerin, belki kâinatın elhak medar-ı fahri olan bir zâtı—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—sahtekâr, Allah’tan korkmaz ve bilmez, haysiyetini tanımaz, insaniyetin âdi derecesinde farz etmekle, yüz derece muhali birden irtikâp etmek lâzım gelir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan düşse, orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalancı birinin malı olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, ey şeytan, yüz derece sen katmerli bir şeytan olsan, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın ve çürümemiş hiçbir kalbi ikna edemezsin.

şeytan döndü, dedi: “Nasıl kandıramam? Ekser insanlara ve insanın meşhur âkıllerine Kur’ân’ı ve Muhammed’i inkâr ettirdim.”

Elcevap:

Evvelâ: Gayet uzak mesafeden bakılsa, en büyük şey, en küçük şey gibi görünebilir. Bir yıldız, bir mum kadar denilebilir.

Saniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakılsa, gayet muhal birşey mümkün görünebilir.

Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı ay zannetmiş, “Ayı gördüm” demiş. ışte, muhaldir ki, hilâl o beyaz kıl olsun. Fakat kasten ve bizzat aya baktığı ve o saçı tebeî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için, o muhali mümkün telâkki etmiş.

Salisen: Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır.

Adеm-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz.

Amma inkâr ise, o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur.

O halde, senin gibi bir şeytan, onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem, ey şeytan, bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inat ve muğâlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhâlâtı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht, insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun.

Rabian: Hem, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i insaniyetin sеmâvâtında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşahede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hak ve hаkkaniyeti, sıdk ve sadakati, еmn ve emaneti umum tabakat-ı ehl-i kemâle talim eden ve erkân-ı imaniye hakaikiyle ve erkân-ı ıslâmiyenin desâtiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle bizzarure hak ve hâlis ve sâfi hakikat ve gayet doğru ve pek ciddî olmak lâzım gelen bir kitabı, kendi evsâfının ve tesirâtının ve envârının zıddıyla muttasıf tasavvur edip—hâşâ, sümme hâşâ—bir sahtekârın tasniât ve iftiralarının mecmuası nazarıyla bakmak, sofestâîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şenî bir hezeyan-ı küfrî olmakla beraber; izhar ettiği din ve şeriat-ı ıslâmiyenin şehadetiyle ve müddet-i hayatında gösterdiği bil’ittifak fevkalâde takvâsının ve hâlis ve sâfi ubûdiyetinin delâletiyle ve bil’ittifak kendinde görünen ahlâk-ı hasenesinin iktizasıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i hakіkatin ve sahib-i kemâlâtın tasdikiyle en mutekid, en metin, en emin, en sadık bir zâtı—hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşá—itikadsız, en emniyetsiz, Allah’tan korkmaz bir vaziyette farz etmek, muhâlâtın en çirkin ve menfur bir suretini ve dalâletin en zulümlü ve zulmetli bir tarzını irtikâp etmek lâzım gelir.

Elhasıl: On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci ışaretinde denildiği gibi, nasıl kulaklı ấmi tabakası, i’câz-ı Kur’ân fehminde demiş: “Kur’ân, bütün dinlediğim ve dünyada mevcut kitaplara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir.” Öyle ise, ya Kur’ân umumun altındadır veya umumun fevkinde bir derecesi vardır. Umúmun altındaki şık ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düşman, hattâ şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise, Kur’ân umum kitapların fevkindedir; öyle ise mucizedir.

Aynen öyle de, biz de ilm-i usul ve fenn-i mantıkça sebr ve taksim denilen en kat’î bir hüccetle deriz:

Ey şeytan ve ey şeytanın şakirtleri! Kur’ân ya Arş-ı Âzamdan ve ısm-i Âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut—hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hấşâ—yerde, sahtekâr ve Allah’tan korkmaz ve Allah’ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise, ey şeytan, sabık hüccetlere karşı bunu sen diyemezdin ve diyemezsin ve diyemeyeceksin. Öyle ise, bizzarure ve bilâşüphe, Kur’ân Hâlık-ı Kâinatın kеlâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasıl ki kat’î bir surette ispat ettik; sen de gördün ve dinledin.

Hem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ya Resulullahtır ve bütün rеsullerin ekmeli ve bütün mahlûkatın efdalidir; veyahut—hấşâ, yüz bin defa hấşâ—Allah’a iftira ettiği ve Allah’ı bilmediği ve azâbına inanmadığı için, itikadsız, esfel-i sâfilîne sukut etmiş bir beşer farz etmek (Haşiye) lâzım gelir ki bu ise, ey ıblis, ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münafıklarının bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiğin o feylesofların en müfsitleri ve o Asya münafıklarının en vicdansızları dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî (a.s.m.) çok akıllıydı ve çok güzel ahlâklıydı.”

Madem şu mesele iki şıkka münhasırdır. Ve madem ikinci şık muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor. Ve madem kat’î hüccetlerle ispat ettik ki, ortası yoktur. Elbette ve bizzarure, senin ve hizbüşşeytanın rağmına olarak, bilbedâhe ve bihakkılyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtır ve bütün rеsullerin ekmelidir ve bütün mahlûkatın efdalidir.


عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْسِ وَالْجَاۤنِّ


Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

13

29.01.2006, 17:42

Alıntı

ıBLıS’ı ıLZAM, şeytanı ifham, ehl-i tuğyanı iskât eden Birinci Mebhas, bîtarafâne muhakeme içinde şeytanın müdhiş bir desisesini, kat’î bir surette reddeden bir vakıadır. O vakıanın mücmel bir kısmını on sene evvel Lemeâtta yazmıştım. şöyle ki;


Bu risalenin telifinden on bir sene evvel, Ramazan-ı şerifte, ıstanbul’da, Bayezid Cami-i şerifinde hafızları dinliyordum. Birden, şahsını görmedim, fakat mânevî bir ses işittim gibi bana geldi, zihnimi kendine çevirdi. Hayalen dinledim. Baktım ki, bana der:

“Sen Kur’ân’ı pek âli, çok parlak görüyorsun. Bîtarаfâne muhakeme et, öyle bak. Yani, bir beşer kelâmı farz et, bak. Acaba o meziyetleri, o ziynetleri görecek misin?”


burdaki şeytan hakiki şeytan , her insanın kendince bir şeytanı var .. yani sana musallat olan şeytan anca senin ilmi düzeyinde bir şeytan ...yoksa üstada gelen şeytan bize musallat olsa ; imanımızı kökten alırdı ... üstada musallat olan şeytan asıl şeytan ve ilmi yönden yüksektir ... bir yerde demiştim ki ; bir alime sormuşlar dünya yuvarlak mı düz mü diye , oda demiş ki ; her ikisinide ispat ederim ... işte bu şeytan da aslında kuranı inkar etmez , ALLAH ıda inkar etmez sadece seni öle bir vartaya düşürmek isterki , maskara olasın ... birataf muhakeme et demesi ise , bir malın veya bir sanatın kıymeti sahibine göre kıymet aldıgından dan , nasıl ki sana bir postacı cumhur başkanından bir elma getirse ve sende bunu cumhurbaşkanlıgından gelmesi ile sevinmen ve insani bir lezzet alsan veya postacıdan geldigini sanarak yesen ki iki lezzet arasında fark oldugu gibi ... bi taraf mahkeme et demesi ile şeytan da , lezzet aldıgımız ALLAH ın kelamını aynı postacı dan sanmak la aldıgımız lezzetteki gibi aşagı derecede düşmesidir ... oysa mahkemenin dahi nasıl olacagını birazdan görecegiz ..








Alıntı

Hakikaten ben de ona aldandım, beşer kelâmı farz edip öyle baktım. Gördüm ki, nasıl Bayezid’in elektrik düğmesi çevrilip söndürülünce ortalık karanlığa düşer; öyle de, o farz ile, Kur’ân’ın parlak ışıkları gizlenmeye başladı.

O vakit anladım ki, benimle konuşan şeytandır; beni vartaya yuvarlandırıyor. Kur’ân’dan istimdad ettim. Birden, bir nur kalbime geldi, müdafaaya kat’î bir kuvvet verdi. O vakit, şöylece şeytana karşı münazara başladı.

Dedim: Ey şeytan! Bîtarаfâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Halbuki hem senin, hem insandaki senin şakirtlerin, dediğiniz bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’ân’a kеlâm-ı bеşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bấtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki bâtıla tarafgirliktir.


tarafsız olmak demek burda gene tarafsızlık olmuyor ... ne güzel bir ifade




Alıntı

şeytan dedi ki: “Öyle ise ne Allah’ın kelâmı, ne de beşer kelâmı deme. Ortada farz et, bak.”

Ben dedim: O da olamaz. Çünkü, münâzaun fîh bir mal bulunsa, eğer iki müddeî birbirine yakınsa ve kurbiyet-i mekân varsa, o vakit, o mal ikisinden başka birinin elinde veya ikisinin elleri yetişecek bir surette bir yere bırakılacak. Hangisi ispat etse, o alır. Eğer o iki müddeî birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağripte ise, o vakit, kaideten, sahibülyed kim ise onun elinde bırakılacaktır. Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.

ışte, Kur’ân kıymettar bir maldır. Bеşer kеlâmı Cenâb-ı Hakkın kelâmından ne kadar uzaksa, o iki taraf o kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. ışte, serâdan Süreyya’ya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bırakmak mümkün değildir. Hem ortası yoktur. Çünkü, vücut ve adem gibi ve nâkızeyn gibi iki zıttırlar; ortası olamaz. Öyle ise, Kur’ân için sahibülyed, taraf-ı ılâhîdir. Öyle ise, Onun elinde kabul edilip, öylece delâil-i ispata bakılacak. Eğer öteki taraf, Onun kelấmullah olduğuna dair bütün burhanları birer birer çürütse, elini ona uzatabilir; yoksa uzatamaz.






ve meydan da bir halı bulunsa , iki iddi a sahibi arasında bir denklik sözkonusu olmalı yani ikiside variyetli birer zengin olursa anca ... iki taraf arasında mahkeme yapılmak sureti ile , kim davasını ispatlarsa o mal onun olur

oysa ALLAH beşer yani insan arasında , yer le gök arasında nasıl ki orta dahi yoktur ... ALLAH la beşer arasında o kadar mesafe vardır ...

dolayısı meşhur bir zenginin kendi sarayında ki bir halıyı dahi , ispat etmeden mahkeme yapılmadan benimdir desen , o halıyı alıp senin evine zermezler ... önce ispat lazımdır ki alabilesin ...






Alıntı

Heyhat! Binler berâhin-i kat’iyenin mıhlarıyla Arş-ı Âzama çakılan bu muazzam pırlantayı, hangi el bütün o mıhları söküp, o direkleri kesip, onu düşürebilir?

ışte, ey şeytan, senin rağmına, ehl-i hak ve insaf bu suretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler. Hattâ, en küçük bir delilde dahi Kur’ân’a karşı imanlarını ziyadeleştirirler. Senin ve şakirtlerinin gösterdiği yol ise:

Bir kere beşer kelâmı farz edilse, yani Arşa bağlanan o muazzam pırlanta yere atılsa, bütün mıhların kuvvetinde ve çok burhanların metanetinde birtek burhan lâzım ki onu yerden kaldırıp Arş-ı Mânevîye çaksın—tâ küfrün zulümatından kurtulup imanın envârına erişsin. Halbuki buna muvaffak olmak pek güçtür. Onun için, senin desisenle, şu zamanda, bîtarafâne muhakeme sureti altında çokları imanlarını kaybediyorlar.


burda eskiden benden bahsediyor :lol: :lol:

Alıntı


şeytan döndü ve dedi: “Kur’ân beşer kelâmına benziyor; onların muhaveresi tarzındadır. Demek beşer kelâmıdır. Eğer Allah’ın kelâmı olsa, Ona yakışacak, her cihetçe harikulâde bir tarzı olacaktı. Onun san’atı nasıl beşer san’atına benzemiyor; kelâmı da benzememeli.”

Cevaben dedim: Nasıl ki Peygamberimiz (a.s.m.), mu’cizâtından ve hasâisinden başka, ef’al ve ahval ve etvârında beşeriyette kalıp, beşer gibi âdet-i ılâhiyeye ve evâmir-i tekvîniyesine münkad ve mutî olmuş. O da soğuk çeker, elem çeker, ve hâkezâ... Herbir ahval ve etvârında harikulâde bir vaziyet verilmemiş—tâ ki ümmetine ef’âliyle imam olsun, etvârıyla rehber olsun, umum harekâtıyla ders versin. Eğer her etvârında harikulâde olsaydı, bizzat her cihetçe imam olamazdı, herkese mürşіd-i mutlak olamazdı, bütün ahvâliyle rahmeten li’l-âlemîn olamazdı.

Aynen öyle de, Kur’ân-ı Hakîm, ehl-i şuura imamdır, cin ve inse mürşiddir, ehl-i kemâle rehberdir, ehl-i hakikate muallimdir. Öyle ise, beşerin muhaverâtı ve üslûbu tarzında olmak, zarurî ve kat’îdir. Çünkü, cin ve ins münâcâtını ondan alıyor, duasını ondan öğreniyor, mesâilini onun lisanıyla zikrediyor, edeb-i muaşeretini ondan taallüm ediyor, ve hâkezâ, herkes onu merci yapıyor. Öyle ise, eğer Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın Tûr-i Sina’da işittiği kеlâmullah tarzında olsaydı, beşer bunu dinlemekte ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi. Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâm gibi bir ulül’azm, ancak birkaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Mûsâ Aleyhisselâm demiş:

اَهٰكَذَا كَلاَمُكَ؟ قَالَ اللهُ: لِى قُوَّةُ جَمِيعِ اْلاَلْسِن&#161 4;ةِ





bazen doktorlar , halk dilinde izahatlarda bulunurlar , ve porflar bir çocukla başka , bir arkadası ile baska konuşurlar , yoksa ne anlıyabilirdik ne bir kelamına tahammül edebilirdik

Alıntı


şeytan döndü yine, dedi ki: “Kur’ân’ın meseleleri gibi, çok zatlar o çeşit meseleleri din namına söylüyorlar. Onun için, bir beşer, din namına böyle birşey yapmak mümkün değil mi?”

Cevaben, Kur’ân’ın nuruyla dedim ki:

Evvelâ: Dindar bir adam, din muhabbeti için, “Hаk böyledir, hakikat budur, Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, Onun yerinde konuşmaz.

فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَبَ عَلَى اللهِ düsturundan titrer



vekil tain etmek yani .. sen başka yerdesin , ve diyelim ki kars ilinde bir işin var ve senin orada olman mümkün degil onun içinde orda işlerini yurebilecek senin adına ve lehine işler yapacak vekil tayin edersin ...

düşünelim ki , asrı sadette o zamana hayalen gidersek , ordaki sahabeler in yaşantısına biraz göz atarsak ... görecegiz ki ; hepsi ya babalarına ya kardeşlerine ya akrabalarına kılıç çekmişler en ufak bir yanlışını , en ufak bir tereddüdünü görseler peygamberimizde bir an bile teredüt dahi etmeden öldürürler di peygamberimizi , çün kü sen biri için bir dava için kardeşini öldürmüşsen o kişinin yanlışı için ve gittin yolun yanlış oldugunu gördügünde neden sag bırakasın ... işte onlar bizlerin vekilleridir ... öle bir davaki hepsi kellesini koymuş iş ciddi ... bunlardan daha güzel bir vekil bulamadım hayatımda ...


Alıntı

Ve saniyen: Bir beşer kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir, belki yüz derece muhaldir. Çünkü birbirine yakın zatlar birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar birbirinin suretine girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler, muvakkaten insanları iğfal ederler; fakat daimi iğfal edemezler. Çünkü, ehl-i dikkat nazarında, alâ külli hal, etvar ve ahvâli içindeki tasannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.

Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan, ötekinden gayet uzaksa, meselâ âdi bir adam ıbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa, elbette hiç kimseyi aldatamayacak, belki kendi maskara olacak. Herbir hali bağıracak ki, “Bu sahtekârdır!”

ışte—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—Kur’ân beşer kelâmı farz edildiği vakit, nasıl bir yıldız böceği bin sene tekellüfsüz, hakikî bir yıldız olarak rasat ehline görünsün? Hem bir sinek, bir sene tamamen tavus suretini tasannusuz temâşâ ehline göstersin? Hem sahtekâr, âmi bir nefer, namdar, âli bir müşirin tavrını takınsın, makamında otursun, çok zaman öyle kalsın, hilesini ihsas etmesin? Hem müfteri, yalancı, itikadsız bir adam, müddet-i ömründe daima en sadık, en emin, en mutekid bir zâtın keyfiyetini ve vaziyetini en müdakkik nazarlara karşı telâşsız göstersin, dâhilerin nazarında tasannuu saklansın? Bu ise yüz derece muhaldir; ona hiçbir zîakıl mümkün diyemez. Ve öyle de farz etmek, bedihî bir muhali vaki farz etmek gibi bir hezeyandır.

Aynen öyle de, Kur’ân’ı kеlâm-ı bеşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i ıslâmın semâsında bilmüşahede pek parlak ve daima envâr-ı hakaiki neşreden bir yıldız-ı hаkikat, belki bir şems-i kemâlât telâkki edilen Kitâb-ı Mübînin—hâşâ—mahiyeti bir yıldız böceği hükmünde tasannucu bir beşerin hurafatlı bir düzmesi olsun. Ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın. Ve onu daima âli ve menba-ı hakaik bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece muhal olmakla beraber, sen ey şeytan, yüz derece şeytanette ileri gitsen, buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın. Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun; yıldızı, yıldız böceği gibi küçük gösteriyorsun.

Salisen: Hem, Kur’ân’ı bеşer kеlâmı farz etmek, lâzım gelir ki, âsârıyla, tesirâtıyla, netâiciyle âlem-i insaniyetin bilmüşahede en ruhlu ve hayatfeşan, en hakikatli ve saadetresan, en cemiyetli ve mu’cizbeyan, âli meziyetleriyle yaldızlı bir Furkanın gizli hakikati—hâşâ—muavenetsiz, ilimsiz birtek insanın sahtekâr, âdi fikrinin tasniâtı olsun ve yakından onu temâşâ eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehâlar onda hiçbir zaman, hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannu eserini görmesin; daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlâsı bulsun.

Bu ise, yüz derece muhal olmakla beraber, bütün ahvấliyle, akvấliyle, harekâtıyla bütün hayatında emaneti, imanı, emniyeti, ihlâsı, ciddiyeti, istikameti gösteren ve ders veren ve sıddıkînleri yetiştiren en yüksek, en parlak, en âli haslet telâkki edilen ve kabul edilen bir zâtı en emniyetsiz, en ihlâssız, en itikadsız farz etmekle, muzaaf bir muhali vaki görmek gibi, şeytanı dahi utandıracak bir hezeyan-ı küfrîdir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan zemine düşer gibi sukut eder, ortada kalmaz. Mecma-ı hаkaik iken, menba-ı hurafat olur. Ve o harika fermanı gösteren zat-hâşâ sümme hâşâ-eğer Resulullah olmazsa, âlâ-yı illiyyînden esfel-i sâfilîne sukut etmek ve menba-ı kemâlât derecesinden maden-i desâis makamına düşmek lâzım gelir, ortada kalmaz. Zira Allah namına iftira eden, yalan söyleyen, en ednâ bir dereceye düşer. Bir sineği daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsâfını onda her vakit müşahede etmek ne kadar muhal ise, şu mesele de öyle muhaldir. Fıtraten akılsız, sarhoş bir divane lâzım ki buna ihtimal versin.

Rabian: Hem, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, nev’-i benî Âdemin en büyük ve muhteşem ordusu olan ümmet-i Muhammediyenin (a.s.m.) mukaddes kumandanı olan Kur’ân, bilmüşahede kuvvetli kanunlarıyla, esaslı düsturlarıyla, nâfiz emirleriyle, o pek büyük orduyu iki cihanı fethedecek bir derecede bir intizam verdiği ve bir inzibat altına aldığı-maddî ve mânevî teçhiz ettiği ve umum o efradın derecâtına göre akıllarını talim ve kalblerini terbiye ve ruhlarını teshir ve vicdanlarını tathir, âzâ ve cevârihlerini istimal ve istihdam ettiği halde—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme farz edip, yüz derece muhali kabul etmek lâzım gelmekle beraber; müddet-i hayatında ciddî harekâtıyla Hakkın kanunlarını benî Âdeme ders veren ve samimî ef’âliyle hakikatin düsturlarını bеşere talim eden ve hâlis ve makul akvâliyle istikametin ve saadetin usullerini gösteren ve tesis eden ve bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, Allah’ın azâbından çok havf eden ve herkesten ziyade Allah’ı bilen ve bildiren ve nev-i beşerin beşten birisine ve küre-i arzın yarısına bin üç yüz elli sene kemâl-i haşmetle kumandanlık eden ve cihanı velveleye veren ve şöhretşiar şuûnâtıyla, nev-i beşerin, belki kâinatın elhak medar-ı fahri olan bir zâtı—hâşâ, yüz bin defa hâşâ—sahtekâr, Allah’tan korkmaz ve bilmez, haysiyetini tanımaz, insaniyetin âdi derecesinde farz etmekle, yüz derece muhali birden irtikâp etmek lâzım gelir. Çünkü şu meselenin ortası yoktur. Zira, farz-ı muhal olarak, Kur’ân kelâmullah olmazsa, Arştan düşse, orta yerde kalamaz. Belki yerde en yalancı birinin malı olduğunu kabul etmek lâzım gelir. Bu ise, ey şeytan, yüz derece sen katmerli bir şeytan olsan, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın ve çürümemiş hiçbir kalbi ikna edemezsin.

şeytan döndü, dedi: “Nasıl kandıramam? Ekser insanlara ve insanın meşhur âkıllerine Kur’ân’ı ve Muhammed’i inkâr ettirdim.”

Elcevap:

Evvelâ: Gayet uzak mesafeden bakılsa, en büyük şey, en küçük şey gibi görünebilir. Bir yıldız, bir mum kadar denilebilir.

Saniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakılsa, gayet muhal birşey mümkün görünebilir.

Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı ay zannetmiş, “Ayı gördüm” demiş. ışte, muhaldir ki, hilâl o beyaz kıl olsun. Fakat kasten ve bizzat aya baktığı ve o saçı tebeî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için, o muhali mümkün telâkki etmiş.

Salisen: Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır.

Adеm-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz.

Amma inkâr ise, o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur.

O halde, senin gibi bir şeytan, onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem, ey şeytan, bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inat ve muğâlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhâlâtı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht, insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun.

Rabian: Hem, Kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâzım gelir ki, âlem-i insaniyetin sеmâvâtında yıldızlar gibi parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktablara bilmüşahede rehberlik eden ve bilbedâhe mütemadiyen hak ve hаkkaniyeti, sıdk ve sadakati, еmn ve emaneti umum tabakat-ı ehl-i kemâle talim eden ve erkân-ı imaniye hakaikiyle ve erkân-ı ıslâmiyenin desâtiriyle iki cihanın saadetini temin eden ve bu icraatının şehadetiyle bizzarure hak ve hâlis ve sâfi hakikat ve gayet doğru ve pek ciddî olmak lâzım gelen bir kitabı, kendi evsâfının ve tesirâtının ve envârının zıddıyla muttasıf tasavvur edip—hâşâ, sümme hâşâ—bir sahtekârın tasniât ve iftiralarının mecmuası nazarıyla bakmak, sofestâîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şenî bir hezeyan-ı küfrî olmakla beraber; izhar ettiği din ve şeriat-ı ıslâmiyenin şehadetiyle ve müddet-i hayatında gösterdiği bil’ittifak fevkalâde takvâsının ve hâlis ve sâfi ubûdiyetinin delâletiyle ve bil’ittifak kendinde görünen ahlâk-ı hasenesinin iktizasıyla ve yetiştirdiği bütün ehl-i hakіkatin ve sahib-i kemâlâtın tasdikiyle en mutekid, en metin, en emin, en sadık bir zâtı—hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hâşá—itikadsız, en emniyetsiz, Allah’tan korkmaz bir vaziyette farz etmek, muhâlâtın en çirkin ve menfur bir suretini ve dalâletin en zulümlü ve zulmetli bir tarzını irtikâp etmek lâzım gelir.

Elhasıl: On Dokuzuncu Mektubun On Sekizinci ışaretinde denildiği gibi, nasıl kulaklı ấmi tabakası, i’câz-ı Kur’ân fehminde demiş: “Kur’ân, bütün dinlediğim ve dünyada mevcut kitaplara kıyas edilse, hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir.” Öyle ise, ya Kur’ân umumun altındadır veya umumun fevkinde bir derecesi vardır. Umúmun altındaki şık ise, muhal olmakla beraber, hiçbir düşman, hattâ şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise, Kur’ân umum kitapların fevkindedir; öyle ise mucizedir.

Aynen öyle de, biz de ilm-i usul ve fenn-i mantıkça sebr ve taksim denilen en kat’î bir hüccetle deriz:

Ey şeytan ve ey şeytanın şakirtleri! Kur’ân ya Arş-ı Âzamdan ve ısm-i Âzamdan gelmiş bir kelâmullahtır veyahut—hâşâ, sümme hâşâ, yüz bin kere hấşâ—yerde, sahtekâr ve Allah’tan korkmaz ve Allah’ı bilmez, itikadsız bir beşerin düzmesidir. Bu ise, ey şeytan, sabık hüccetlere karşı bunu sen diyemezdin ve diyemezsin ve diyemeyeceksin. Öyle ise, bizzarure ve bilâşüphe, Kur’ân Hâlık-ı Kâinatın kеlâmıdır. Çünkü ortası yoktur ve muhaldir ve olamaz. Nasıl ki kat’î bir surette ispat ettik; sen de gördün ve dinledin.

Hem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ya Resulullahtır ve bütün rеsullerin ekmeli ve bütün mahlûkatın efdalidir; veyahut—hấşâ, yüz bin defa hấşâ—Allah’a iftira ettiği ve Allah’ı bilmediği ve azâbına inanmadığı için, itikadsız, esfel-i sâfilîne sukut etmiş bir beşer farz etmek (Haşiye) lâzım gelir ki bu ise, ey ıblis, ne sen ve ne de güvendiğin Avrupa feylesofları ve Asya münafıklarının bunu diyemezsiniz ve diyememişsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememişsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendiğin o feylesofların en müfsitleri ve o Asya münafıklarının en vicdansızları dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî (a.s.m.) çok akıllıydı ve çok güzel ahlâklıydı.”

Madem şu mesele iki şıkka münhasırdır. Ve madem ikinci şık muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor. Ve madem kat’î hüccetlerle ispat ettik ki, ortası yoktur. Elbette ve bizzarure, senin ve hizbüşşeytanın rağmına olarak, bilbedâhe ve bihakkılyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm Resulullahtır ve bütün rеsullerin ekmelidir ve bütün mahlûkatın efdalidir.


عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَ&#160 5;ُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَاْلاِنْس&#161 6; وَالْجَاۤن&#161 6;ّ



onun içinde bazen sadece kuranamı hayır hadislere de bu nazarla bakılmalı

yani demelizki , ayet veya hadise , evet bunu anlıyamadım , mutlaka bir izahatı vardır ... inşallah ALLAH anlamamızı nasip eder ...

peygamberimiz gibi deriz ; ya rabbi hayranlıgımızı artır

ve anlamamızı nasip eyle .. amin

yoksa imanli kişilerin bile mahkemesiz , sormadan soruşturmadan bu falanca ayet , filanca hadis uydurma , saçma , yanlış demeleri gibi durumlar cahilhane bir şeytanın bir marifetidir ...

biz ehli ilim olarak hiçi bir şekilde kalbimizde , zihnimizde ne olursa olsun en ufak bir şüphe dahi etmemeliyiz ... eger karşı bir görüş varsa bu sanmalarla , öle zannetmeler le olmaz ... istinadını ispat etmesi lazımdır ...


şimdilik bu kadar ALLAH a emanet olun

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

14

29.01.2006, 18:34

tabi derste bu bahsi arasıra okunması ve mutalalı olundugunda bambaşka oluyor ... cemaatin feyzi daha başka

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

zynp

Stajyer

Mesajlar: 58

Konum: ıstanbul

Meslek: ev hanımı

  • Özel mesaj gönder

15

29.01.2006, 19:03

Allah razı olsun çok makbul oldu bu izahat, Allah ilminizi artırsın inş.Maalesef ki bu şekilde inkar niyetli yada merak amaçlı sorulan sorular oluyor :cry:

Bende 'kader' soru karşısında çok zor durumda kalıyorum.Yakın çevremden bir sevdiğim insan, konuyu ne şekilde izah edersem edeyim anlamamakta ısrar ediyor.ınancı var ibadetlerinide elinden geldiği kadarıyla yapmaya çalışıyor ama kader konusu aklını çok karıştırıyor.Bazen öyle sorular soruyorki imanını kaybedecek diye endişe ediyorum.Sonunda karar verdimki o kişiye lafla anlatılamaz bu konular ancak keskin ve etkili bir 'nazar' ile hem kalbine hem aklına bakılması ve tatmin olacak şekilde sorularına cevap verilmesi gerekir.Allah cc. ıslah ve yardım etsin inş.

Selam ve dua ile kalın..
"..Genç adam!Bundan böyle senden beklediğim,manevi babanın tabutunu musalla taşına,Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır" Necip Fazıl K.

Mesajlar: 1,518

Konum: istanbul

Meslek: NURolog

  • Özel mesaj gönder

16

29.01.2006, 19:55

Alıntı sahibi ""zynp""

Allah razı olsun çok makbul oldu bu izahat, Allah ilminizi artırsın inş.Maalesef ki bu şekilde inkar niyetli yada merak amaçlı sorulan sorular oluyor :cry:

Bende 'kader' soru karşısında çok zor durumda kalıyorum.Yakın çevremden bir sevdiğim insan, konuyu ne şekilde izah edersem edeyim anlamamakta ısrar ediyor.ınancı var ibadetlerinide elinden geldiği kadarıyla yapmaya çalışıyor ama kader konusu aklını çok karıştırıyor.Bazen öyle sorular soruyorki imanını kaybedecek diye endişe ediyorum.Sonunda karar verdimki o kişiye lafla anlatılamaz bu konular ancak keskin ve etkili bir 'nazar' ile hem kalbine hem aklına bakılması ve tatmin olacak şekilde sorularına cevap verilmesi gerekir.Allah cc. ıslah ve yardım etsin inş.

Selam ve dua ile kalın..


kader mevzusunu biz dahi hak manasında algılayamayız ki kader mevzusu çok derin bir konudu..risale-i nurla uzun zaman hem hal olan bir insan anca kader mevzusunu idrak etmeye başlar diyorlar.ki dikkat ettiyseniz imanın ilk 3 şartından değil,kişilerin önce ALlahın varlıgı melekler ve bazı hakikatleri kabulde zorluk yaşıyorlar.merdivenleri 3er 5er atlayarak anlatılaacak bir mevzu değil.şimdilik penceelerden bakalım ama oradan içeri girmeyelim..
ama buna izah ederim diyenler bekleriz;)

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

17

29.01.2006, 20:05

kaderi ben ilk zaman yarım saatte anlamıştım .. bu benim zekilime işaret degil ...çünkü ömrümce hep inkar ettigimden bende abuk sabuk şeyler le ,çelişkili ifadelerle doldurmamıstım ... bende kaderle ilgili hiç bir bilgi yoktu ... ve barındırmamıştım evvelden bunun faydasını gördüm ...


kaderi tam anlamak için önce zihninizde aklınızda ne varsa boşaltmalısınız .. ve sora yeni baştan ,özellikle derslerde ve dersanelerde bu bahsi kafanıza tek tek yazmalısınız ve her seferinde göreceksiniz ki , kader in gerçek manasını kavrıyacaksınız ... ve tavsiyem birde ata kanunu bu kanunuda anlarsanız kaderi hemen hemen tam manasına dogru her geçen derste bir daha anlarsınız ve her seferinde içten gelerek elhamdirillah dediginizde bir tugla daha konmuştur gerçek anlamda

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

Hosgoru

Acemi

  • Konuyu başlatan "Hosgoru"

Mesajlar: 15

Konum: ızmit

Meslek: Esnaf

Hobiler: Risale i Nur

  • Özel mesaj gönder

18

30.01.2006, 15:17

Allah senden Razı olsun Gladi Abi
inşALLAH fayda eder
Dua Edelim birbirimize
Dualarımız musterek Olsun ınşALLAH

gladi

Stajyer

Mesajlar: 95

Konum: alem i ervah

  • Özel mesaj gönder

19

31.01.2006, 17:18

kader konusu ile bir çalışma yapıyorum insallah , üç çalışmayla bir parca daha anlamamızı sağlıyacak insallah ... şunu anlıyorum ki , anladıgımı sandıgım bahsi çalışırken ne çok anladıgım oluyor , sayenizde bir daha fazla anlıyorum ...

Alıntı

"zaman ,imanı kurtarmak zamanıdır. sözler,716"

zynp

Stajyer

Mesajlar: 58

Konum: ıstanbul

Meslek: ev hanımı

  • Özel mesaj gönder

20

01.02.2006, 19:37

Allah razı olsun yardımlarınız için. Çok şükür benim kader mevzuunda anlamadığım yada aklımda soru işareti olan tek nokta dahi yok.Lakin bahsettiğim insana ne şekilde anlatırsam anlatayım olmuyor, belkide kendi bu konuyu gerçekten çözmek istemiyordur.En büyük sorun söyleneni aklına yerleştiremiyor, hep aynı eksende dönüyor cevapları ne kabul nede inkar ediyor muallakta kalıyor ama kader konusu hep aklını kurcalıyor. Konuyu her şekliyle izah etmeye çalıştım okuması için kitap veriyorum biraz okuduktan sonra ' edebiyatı ağır geldi anlamıyorum' deyip bırakıyor :( Çok akıllı bir insan kader mevzusunu aşabilse çokşeyler yapacak inş. buna inanıyorum.Hayırlısı olsun inş. dualarınızı bekliyorum..

Allah a emanet olun..
"..Genç adam!Bundan böyle senden beklediğim,manevi babanın tabutunu musalla taşına,Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır" Necip Fazıl K.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir