Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

14.10.2010, 12:52

Altın Seslere Vefa

Altın Seslere Vefâ
Onbeş seneden fazla bir zamân oldu. O sıralarda, okumakta olduğumuz İmam-Hatip Lisesi’nde, güzel ahlâkıyla dâimâ dikkâtlerimizi çeken ve bize her konuda rehberlik ve ağabeylik yapan birisinin vesilesiyle bir öğrenci evine misâfir oluyoruz. Bir kış günü, dışarıda sicim gibi yağmur yağıyor. Evin içi âdetâ arı kovanı gibi, parlak ve ışıl ışıl sîmâlarla lebâleb dolu. Ama hepsi de, misâfirlerini en güzel şekilde ağırlama ve onlarla ilgilenmeyle meşgûl. Çaylar geliyor bir bir, sohbetler yapılıyor en güzelinden, hâller-hatırlar soruluyor..
Bu arada kenarda, bir sehpanın üzerinde duran küçük teypten, bir ses yükseliyor, yavaş yavaş. Birden dikkatlerimiz oraya yöneliyor. Çok hoş, yanık ve gürül gürül bir ses. Bu ses, halâ tadını unutamadığım bu tatlı nağme bir Kur’ân bülbülünün sesi. “İzeş’şemsu kuvvirat. Ve ize’n-nücûmun kederat...” Tekvîr sûresini okuyor Abdüssamed, o tatlı ve yakıcı sesiyle. Tabiî bu güzel sesli insanın Abdüssamed olduğunu daha sonraları öğreniyorum. O gün, ilk defa duymuştum, böyle hoş bir sesi. Kur’ân’ın bu kadar güzel okunabildiğini ilk kez öğrenmiştim. O gün bugündür ayrılamadım o tatlı nağmelerden. Rabbim sonsuza dek ayırmasın. Ve hep o güzel nağmelerle yaşatsın bizleri.
Bir nesil onların tatlı nağmeleriyle büyüdü, büyüyor. Onlar vesilesiyle, gerçekten Kur’ân topluluğu olabilme yoluna giriyor. Kur’ân’la bütünleşiyor ve Kur’ânîleşiyor. Rûhlarına, iliklerine kadar Kur’ân’ı duyuyor, hissediyor ve güzelliğini yaşıyor. O güzel seslerle büyüyenler, şimdilerde, kalplerinde hissettikleri o seslerin yankılarını dünyânın dört bir tarafında muhtâç sînelere duyurma peşindeler. Bu tatlı nağmelerle başladı çok şey. Onlarla inceldi kâlpler ve çağlayan gibi aktı gözyaşları. Bu tatlı nağmeleri, dünyânın değişik yerlerinde yankılandırmaya koyuldular. Harıl harıl bu uğurda çalıştılar, çalışıyorlar. Şimdi, Abdüssamed Kur’ân okuyor nice kutlu evlerde. Mustafa İsmâil Neml ve Yûsuf sûrelerini tilâvet ediyor, denizaşırı ülkelerde. Amerika’da, Arjantin’de, Leningrad’da, Taşkent’te; daha bilmem hangi, bir zamanların yitik ve köksüz, şimdinin hizmet insanlarına bağırlarını açan ülke ve şehirlerde. Ve 15 sene önce bizim ilk kez dinleyişimiz gibi nice Kur’ân’a susamış sineler, ilk kez dinliyor şimdilerde onları. Onların da kalpleri eriyor, gönülleri coşuyor ve bahara doğru koşuyorlar, Kur’ânîleşiyorlar bir bir. Yollara dökülüyorlar, bir ucu sonsuza ulaşan, bitip tükenmez yollara. Arabaların kontakları açılınca artık, kasetler de dönmeye başlıyor, tekerleklerin bir bir dönmeye başlamasıyla. Kur’ân sesine hasret gönüller, Kur’ânsız çoraklaşan yeryüzü Kur’ânla sulanıyor, yeşeriyor; Kur’ânla tazeleniyor ve onunla yepyeni bir rûha kavuşuyor.
Şimdilerde; Muhammed Rif‘at’ı Dinlerken...
Şimdilerde, merhûm Şeyh Muhammed Rif‘at’ı dinliyorum; Rahmân sûresini okuyor büyük kâri’, yanık sesiyle. Tilâvete başladığında, sesindeki huşû, tevâzû, halâvet, insanı ulvî âlemlere götürüyor. Sesi, sanki ötelerden geliyor Rif‘at’ın, ötelerin sesini aktarıyor âdetâ. Cennet’ten, belki Asr-ı Saâdet’ten akıp giriyor gönlüme oluk oluk. Tatlı okuyuşuyla içime huzûr ve inşirâh salıyor, soluk soluk.
Onları dinlerken, bağımlısı oluverirsiniz, hemen. ‘Ve limen hâfe makâme rabbihi Cennetân’ i okurken, sesi öteler ötesinden geliyor sanki ve insanı hayrân bırakıyor Bülbül-ü Kur’ân. Allah vergisi sesindeki ihtişâm rûhumuzu canlandırır ve sonsuz bir zevk ve şevk zemzemesi yudumlarız. Kalbiyle, gönlüyle okuyor ve Kur’ân’ı rûhlarımıza içiriyor, sindiriyorlar. ‘Zevâte efnân’ , ‘fîhimâ aynâni tecriyân’ , ‘fîhimâ min külli fâkihetin zevcân’, ‘mütteki’îne alâ füruşin batâinuhâ min istebrakin ve cene’l-cenneteyni dân’ , ‘fîhinne kâsırâtuttarfi lem yatmishünne insün velâ cân’ ‘ke-ennehünne’l-yâkûtü ve’l-mercân’ , ‘hel cezâü’l-ihsâni ille’l-ihsân’. İmrendirecek bir tevâzuyla, içinde kaynayan ızdırap seli sâyesinde derûnî okuyuşuyla, gönlümüzü yıkayıp durulayıverir ve sizi hüzün atmosferine çeker. Orada Nebîler Sultânı’nı bulursunuz, ağlarken Hz. Ömer’i görürsünüz, kendilerinde hüznün bir girdâp hâline geldiği daha nice büyükleri müşâhede edersiniz.
Rif‘at az tanınan, belki de yenilerin, genç meraklıların az tanıdığı bir isim. Ama O, 40’lı, 50’li yıllarda, yanık sesiyle, mahzûn edâsıyla, sâde okuyuşuyla, bu sahânın meraklıları nazarında, Kur’ân bülbüllerinin en tanınanlarından, iftihârlarından biriymiş.
Kur’ân-ı Kerîm’i sevdirdiler bize, tatlı okuyuşlarıyla. Hakları ödenemez onların. Yüce Beyân’ın, teveccüh adına gurbet yaşadığı yıllarda, “Kur’ân’ın bir vâdide insanların diğer bir vâdide” olduğu meş‘ûm günlerde; ve şimdilerde, lüzûmsuz, uhrevî âlem adına hiç te faydası olmayan bir kısım bozuk seslerin yanında onların kudsî solukları teyplerimizde, bilgisayarlarımızda gerçek yerine yerleşti, liste başı oldular. Kur’ân adına çorak yıllarda, Kur’ân’ı haykırdılar okuyuşlarıyla. Kelâmullah’ın halâvetini duyurdular gönül kulaklarımıza. Yankılandı kudsî solukları yıllardır evlerimizde. Sesleriyle gözlerimizi açtık Kur’ân’ın sihirli dünyâsına ve onların tatlı nağmeleriyle büyüdük, gönül ufuklarımız onlarla tüllendi. Âdetâ manevî hayatımız adına, bizleri yeşerten tatlı bir su kaynağı gibi oldular. Kur’ân’ın okunuşunu, nasıl okunması gerektiğini anlattılar, öğrettiler bize.
Sevdik onları. Rahmetli İsmâil Biçer’i ve daha nicelerini. Sevdik onları; bir zamanlar, bir hafta öncesinden hazırlığa başladığımız ve birgün öncesinde o kutlu câmileri doldurup beklemeye koyulduğumuz ve mânevî bir iftar intizâr eder gibi bir hâlet-i rûhiye içinde minberlerin biricik hatîbini gözlerken, hemen öncesinde o yanık ve gür sesini hüzün ve iştiyâkla dinlediğimiz, son âyetlere gelince de artık yüreğimizin hoplamaya başladığı, gözlerimizin cemâat arasındaki koridora çevrildiği ve nihâyet kürsülerde hitâp çiçekleri açtıran Zât’ın teşrîfiyle huzûra gark olduğumuz, sevinç ve vuslat gözyaşları döktüğümüz günlerde, sesine alıştığımız Muhterem Bekir Yılmaz Beyefendi’yi; sonra, Mustafâ İsmâîl’i, Minşâvî’yi, Ahmed Nâinâ’yı, Husarî’yi, Ebû’l-Ayneyn’i, Medyen’i, Behtîmî’yi, Galveş’i, Şâtırî’yi, Muhaysinî’yi, Südeysî’yi, Tûhî’yi... ve daha nicelerini. Allah cümlesinden râzı olsun. Şefâatlerine nâil eylesin cümlemizi. Kur’ân’ın hâmilleri oldular. En şerefli işi yaptılar. Onu öğrettiler, sevdirdiler ve yaşattılar.
Sevdik onları. Onlardan Kur’ân dinlemeyi sevdik. Alıştık tatlı seslerine. Kur’ân’ı sesleriyle güzelleştirdiler demek Kur’ân’a saygısızlık olur belki. Ama Kur’ân onların ses tellerini şereflendirdi, Kur’ân’la güzelleşti onların sesleri. Biz de ortak olduk bu güzelliklere. Kulaklarımız şenlendi, rûhumuz dinlendi. Elbette inkâr edilemez emekleri. Hiç birşey gölgeleyemedi onların câzibesini. Hepsi, bizim için bekliyorlar yanıbaşlarımızda ter-ü tâze. Her dinleyişte hep turfanda semereler sunuyorlar zevk-i selîm sâhiplerinin gönül kulaklarına.
Kelâmullah’ı sevdirmek kadar güzel bir iş varmıdır şu fânî âlemde Allah aşkına! O’na hizmet en büyük şereftir. Onu dinletmek çok büyük bir lütûftur. Nazarları O’na tevcîh edebilmek pek büyük bir mazhariyettir. Her fanîye nasip olması zor lütûflar cinsindendir. Okundukça onların okuyuşları bilgisayar’larımızda veya teyplerimizde, nûr akıyordur inşallah onların da cennet bahçesi mesâbesindeki kabirlerine. Rûhu şâd olsun, Rif‘at’ın okuyuşlarını mahfilden, gizli gizli taş plâklara çeken Japon mühtedîye kadının. Onun emekleriyle ulaştı bu büyük Kâri’nin okuyuşları bize, bilebildiğim kadarıyla. Ve diğerlerine emek verenlerin de rûhları şâd olsun. Hepsine şükrân borçluyuz.
Sevdik onlardan Kur’ân dinlemeyi. Allah Rasûl’ü de, ibn-i Mesûd’a ‘oku’ derdi. ‘Ben kim Sana Kur’ân okumak kim yâ Resûlallah?’ mânâsına gelen bir şeyler söyleyince; ‘Ben başkasından dinlemeyi severim’ buyururdu da ibn-i Mes’ûd okurdu O’na. Bir keresinde okumuştu. Tâ Nisâ sûresinin bir âyetine gelince Allah Resûlü’nün gözlerinden yaşlar boşanmaya başlamıştı. Dayanamamıştı. “Yeter artık, yeter!” buyurmuşlardı.
Rabbim bizlere, Ebedî âlemde, Cennet’inde, Cemâlullah’ı müşâhade ederken, Efendiler Efendisi’nin (Aleyhisselâm) yanıbaşında da, Kur’ân bülbüllerini dinlemeyi nasîp ve müyesser eylesin. Bizleri Kur’ân’a hâdim eylesin. Diliyorum, hattâ inanıyorum ki, geleceğin kadirşinâs nesilleri tarafından, bu cevher-misâl şahsiyetler, kâmetlerine uygun şekilde tanınacak, anlatılacak ve rahmetlerle, şükrânla anılacaklardır. Vefâlı insanlara yakışan da, ancak budur..
Ve emînim ki, onlara en güzel vefâ ile mukâbele etmek demek; Kur’ân’ı sevdirmek, öğretmek, dinletmek, Kur’ânla bütünleşmek, O’na karşı müstağni davranmamak, Kur’ân deryâsına dalıp, orada gavvâs olmak, O’nun ezel ve ebed tüten ölümsüz bahar kokusunu perdelerin tâ ötesinden duymak ve O’nu hayâta hayât kılmakla olacaktır.
Uzattım... Bitirelim, susalım, sâdece Kur’ân konuşalım ve Kur’ân’a susayalım. Kendi ifâdeleriyle, “Kur'ân'ın mücevherât dükkânının, hazine-i âliyesinin bir bîçare dellâlı” olan Asrın Büyük Kur’ân Hâdimi’nin dediği gibi, hep beraber susalım ve onları, dolayısıyla Kur’ân’ı dinleyelim:
“Sus! Kâinat mescid-i kebîrinde Kur'ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidâyetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zebân edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Hak’tan gelip Hak diyen ve hakîkati gösteren ve nurânî hikmeti neşreden odur.” (Sözler/7. Söz-s.12)
herkul.org'tan İktibas
Bayram Kusursuz Arşivi

Bu konuyu değerlendir