Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

13.09.2006, 19:31

Ahmet Taşgetiren'den Ahmet Hakan'a büyük tepki

Üstteki Ahmet Taşgetirenin yazısı, alttaki ise cevaben yazıldığı Ahmet Hakan yazısı. Ahmet Hakan'ın böyle şeyler yapacağını hiç düşünmezdim eskiden.

ısmailağa ile başlayan gelişmeler üzerine...

-ısmailağa Camiinde bir cinayet işlendi, cinayeti işleyen de arkasından öldürüldü. Caninin linç edildiği iddiaları ortaya atıldı. Olayla ilgili en yalın gerçek şu: Ortada bir adli vak'a var. Bu araştırılacak, soruşturulacak, yargıda sonuç alınacak.

-Oysa olay, bu adli vak'a mahiyetinden çıkarılıp, cemaatlerle, tarikatlarla, onun üzerinden güvenlik bürokrasisindeki tasarruflarla, onun üzerinden hükümetle hesaplaşmaya dönüştü.

*Evet bir cemaat - tarikat sorunu hep canlı kalsın, istenir. Bir takım insanlar, dini duyguların da sağladığı coşkuyla farklı alanlarda topluma hizmet vermeli mi, yoksa hep örtülü bir tehdit unsuru olarak mı algılanmalı? Devlet hep, bir takım vatandaşlarından tehdit potansiyeli mi üretmeli? Dolayısıyla devlet, hep bir kısım vatandaşı ile sorunlu mu olmalı? ısmailağa adı altında korkunç bir örgüt ortaya çıkarmak, bu mantığın tabii uzantısı gibi görünüyor. "Mahmut efendi için çete davası açılacak!" Bakın şu işe... Hasta yatağından kaldırıp mahkemeye çıkarmak sistem adına ne müthiş bir başarı olurdu!!! değil mi? Fethullah hoca için açtık! Yargıladık, yargıladık, ne oldu? Ne kazanıyoruz böyle yapmakla ülke adına?

*Benim kanaatim şu ki, bu olay bahane edilerek, emniyet birimlerindeki farklı eğilimler birbirini altetmeye çalışıyorlar. Medyaya geçmiş dosyalardan bilgi servisi yapılıyor. Emniyet birimlerinin ısmailağa üzerine gitmediği, bunun sebebinin "emniyet içinde örgütlenmiş bulunan ideolojik yandaşlık" olduğu izlenimi oluşturulmak isteniyor.

*Bundan sonraki adımda ise, iktidarı, dindar toplum kesimlerinin üzerine yürütmek, bunu yapmadığında "irticayı koruyor" propagandasını işletmek, bunu yaptığında ise, iktidarı toplumsal zemininden koparmak hesapları yatıyor.
-Bu meselede CHP lideri Baykal'ın tavrı ayrıca üzerinde durulmayı hakediyor. Baykal bu olayda ısmailağa cemaatini suçlarken, "devlet içinde devlet"temasına sarıldı. Ona göre "ısmailağa'nın bir tek bardağı eksik"ti. Bu üslupla Baykal, yargı sürecini çoktan geçmiş, polis, savcı ve hakimlik statüsünü çoktan üstlenmişti; kesecek, biçecekti. Hadise, Baykal'ın derinden akan dünyasını bir kere daha su yüzüne çıkarmıştı. O, arasıra muhafazakarlara da seslenir, onlardan da başbakanlık dilenir, ama o hassas noktaya geldiğinde, kendine sahip olamaz, dindar kesimlerin üzerine veryansın etmekten kendini alıkoyamaz. ınsan düşünüyor, böyle bir adli vak'ada, Baykal başbakan olsa acaba nasıl davranırdı, polisi "cemaat"in üstüne nasıl gönderir, ortalığı nasıl tarümar ederdi?

-Olayın tahlilinde üzerinde durulması gereken bir başka konu, "ülke insanlarının kıyafet üzerinden aşağılanması" meselesinin bir türlü gündemden düşmemiş olmasıdır. Giysileri sebebiyle insanları aşağılamak, belki en gaddar özgürlük katlidir. Çarşaflı bir kadının resmini çekip, altına aşağılayıcı ifadeler yazmak. "ışte Türkiye" yollu propagandalar geliştirmek, insanların sakalını, saçını, başındaki veya üzerindeki giysiyi gülünçlükle tanımlamak bir türlü önü alınamayan sapkınlıktır. ınsanları giysileri yüzünden beğenmeme hakkı, insanlara kıyafet dikte etme hakkı, modayı en iyi ben bilirim iddiası, "benim hoşuma gitmeyen giysiyi bile giyme hakkın yok" dayatmacılığı... Yani neresinden bakacaksınız bu yaklaşımın hangi çağın toplum - yönetim ilişkisini resmettiğini okumak için?

-Ve böyle zamanlarda, "dönekler" arzı endam ediyor. Güya içerden bilgiler verecekler, ama teslim alınmış kafa yapısıyla ve gittikleri yeni dünyanın kendi toplumuna karşı tepeden bakan jakoben duruşunu besleyecek nitelikte...

Yaz vatandaş yaz, köşe verdiler sana, şimdi en kolay şey, geldiğin dünyaya sövmek, çünkü güçlülerin dünyasında görüyorsun kendini! Oysa ayıp, çirkin, aşağılık bir duruş o. Bir Brütüs duruşu. Bakıyorsun patronlarının gözlerine, onların gözlerindeki pırıltının nasıl bir satışla oluşacağını müthiş bir önsezi ile seziyorsun, sonra... sonrası malum... O yavşak üslup... Yavşak üslupla, medya karşısında güçsüz kalacağını hesapladığın insanların üzerine çamurla yüklen... Bu işleri ne yazık ki hep yavşaklar yapar.

Gelelim yeniden meselenin yalın niteliğine:

Ne var ortada?

Bir cinayet ve cinayeti işleyenin öldürülmesi...

Çalışsın yargı ve gerçeği ortaya çıkarsın. Herkes de işlediğinin bedelini ödesin. Ondan ötesi, yani bir topluluğu medyada yargısız infaza tabi tutmak, zaten açık biçimde yargıyı saptırma girişimi olacaktır.

AHMET TAşGETıREN - ahmettasgetiren.com - 13 Eylül 2006

*********

Ahmet Hakan ne yazmıştı?


Tarikata giriş raconu


FARZ edelim ki taşrada terzisiniz.

Konfeksiyon çıkmış, mesleğiniz can çekişiyor. Asabınız bozuk yani. Sürekli yakınmaktasınız.

Milli Nizam'dan beri bağlandığınız partiler de bekleneni verememiş.

Peki ne olacak? Ruhunuzda kabaran o haşin dağdağayı nasıl sakinleştireceksiniz? Can sıkıntısını nasıl yeneceksiniz?

Aman dikkat: Bu durumda siz tipik bir "Sami Efendi Cemaati" aday adayı haline gelmiş oluyorsunuz.

Cemaatin yayınladığı Altınoluk dergisiyle tanışır, bir de cemaatin tebliğcilerinden biri tarafından kafalanırsanız, olay biter.

Artık yeni bir hayat başlamış oluyor sizin için: Üç ayda bir "şeyh Efendi"yi ziyaret için ıstanbul'a gitmeler, sakal bırakmalar, çocuğu Kuran kursuna yazdırmalar, kızın üzerine baskı kurmalar falan...

Siz artık "Bir terzi vardı canı sıkılan" aşamasını çoktan geçmiş durumdasınız.

* * *

Diyelim ki Güneydoğu'nun kalabalık kentlerinden birinde bütün günü kahvede parasına okey oynayarak geçiren bir gençsiniz.

Ucuz şarap içip karanlık mahallenizde naralar atarak efeleniyorsunuz.

Haytanın birisiniz yani...

Namazında niyazında babanız, "şu zibidi adam olsun" diye yakanızdan tutup sizi Adıyaman'ın Káhta ılçesi'ne bağlı Menzil Köyü'ne götürüyor.

"Seyda Hazretleri"nin popüler kıldığı bu "tarikat köy"e, bin türlü keramet öyküsünün etkisiyle giriyorsunuz.

Köyde üç gün kaldıktan sonra "şeyh Efendi", nihayet sizi huzuruna kabul ediyor...

"Kumara ve içkiye tövbe" diyorsunuz.

Dikkat: Keramet öyküleri, adamı kıskıvrak yakalar ve işte siz de kıskıvrak yakalandınız.

Yani artık sizin için "Menzilci" diyebiliriz.

* * *

Varsayalım ki ıstanbul'un kenar mahallelerinden birinde oturuyorsunuz.

Bir yandan geçim gailesi, bir yandan "Ulan kahpe ıstanbul" duygusu sizi sarıp sarmalamış.

Hem tutunamamışsınız, hem de öfkelisiniz.

Meşhur "Taksi şoförü" filmindeki Robert De Niro abimiz gibi, olup bitene acayip kıl oluyorsunuz.

Laleli fuhuş bataklığı olmuş, kapkaç almış başını gitmiş, kızlar açılıp saçılmış, ahlak, namus hak getire!

Kafayı bunlara takmışsınız.

Robert De Niro gibi alıp makineliyi tarama yapacak kadar "sert abi" olamadığınız için, bir soyutlanma girişiminde bulunuyorsunuz:

ısmailağa'daki "şeyh Efendi"ye intisap ediyorsunuz.

Etrafınızdaki matrak arkadaşlarınızın alaylarına, laf sokmalarına falan aldırmadan bütün şeklinizi, şemailinizi değiştiriyorsunuz: Sakal, şalvar, cüppe vs...

Ve küçük dünyanızda fırtınalar estirecek ritüeller:

"Efendi"den ders almalar, gece teheccüt namazına kalkmalar, akşam namazından sonra "hatme havece" adı verilen özel ayin, Mektubat-ı Rabbani okumalar...

Dikkat: Artık siz de "ihvan"a dahil oldunuz!

* * *

Diyelim ki Kayserili yaman bir tüccarsınız.

80'den sonra işleriniz büyüdükçe büyümüş...

Bu yüzden "Allah Özal'dan razı olsun" diyorsunuz da başka bir şey demiyorsunuz.

Yaz olunca dini bütün otellere, kış olunca kaplıcalara gidiyorsunuz.

Başka da bir lüksünüz yok.

Politika sizi pek kesmiyor ama bir "sosyal içerik" ihtiyacıyla da dopdolusunuz.

Her gün kapınıza Zaman Gazetesi bırakan, bıyıkları dudaklarının üzerinde kesilmiş gayretli gençler, sizdeki "sosyal içerik" ihtiyacını hemen saptıyorlar.

Dikkat: Artık siz de "Fethullah Gülen Hocaefendi"nin hizmetlerine hasta olanlar kervanına dahil olmak üzeresiniz.

Ve işte "dünyanın dört bir yanında açılan okullar" konusunda anlatılanlar, sizin de başınızı döndürmeye başladı.

Hemen karar alıyorsunuz: Vietnam'daki koleji ben ayakta tutmalıyım.

ışte Gülen cemaatine girdiniz ve hayatınıza bir "sosyal içerik" kattınız.

"Altın nesil" yetiştirip dünyayı değiştireceksiniz.


AHMET HAKAN - HÜRRıYET - 10 EYLÜL 2006
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

2

13.09.2006, 21:28

Re: Ahmet Taşgetiren'den Ahmet Hakan'a büyük tepki

Alıntı sahibi ""Abdulkadir Said""



Ve böyle zamanlarda, "dönekler" arzı endam ediyor. Güya içerden bilgiler verecekler, ama teslim alınmış kafa yapısıyla ve gittikleri yeni dünyanın kendi toplumuna karşı tepeden bakan jakoben duruşunu besleyecek nitelikte...

Yaz vatandaş yaz, köşe verdiler sana, şimdi en kolay şey, geldiğin dünyaya sövmek, çünkü güçlülerin dünyasında görüyorsun kendini! Oysa ayıp, çirkin, aşağılık bir duruş o. Bir Brütüs duruşu. Bakıyorsun patronlarının gözlerine, onların gözlerindeki pırıltının nasıl bir satışla oluşacağını müthiş bir önsezi ile seziyorsun, sonra... sonrası malum... O yavşak üslup... Yavşak üslupla, medya karşısında güçsüz kalacağını hesapladığın insanların üzerine çamurla yüklen... Bu işleri ne yazık ki hep yavşaklar yapar.




cidden bu kadar olur ya..allah dönüşlerimizi şerden hayıra etsin,hayırdan şerre döndürmesin.allah düşürmesin...ne kadar rezil duruma düştü ahmet hakan
ya rabbi!ya rabbi!ya rabbi! Beni bu yolda büyüt,bu yolda yürüt,bu yolda çürüt.Fakat asla ve asla döndürme..

3

14.09.2006, 09:30

Ahmet Hakan cevap yazmış:

ıslamcı aydınların yükselişi ve düşüşü


HEY gidi günler hey!

Çok değil 20 yıl önceydi...

Nokta Dergisi, "Dinci Gençlik" kapağıyla çıkmıştı...

Hem sular seller gibi Kuran’ı bilen, hem de icabında Marx’tan haberdar yeni bir gençliğin doğduğunu haber veriyordu dergi.

Üniversite koridorlarında Ali şeriati’nin "Dine karşı Din" kitabının bayrak gibi sallandığı günlerden söz ediyorum.

Seyyid Kutup’un "Yoldaki ışaretler" kitabının, "gençliğin rehber kitabı" haline dönüştüğü günler.

Abdurrahman Dilipak öyle nutuklar atardı ki, tüyleriniz diken diken olur, sanki Jean Paul Sartre Nobel Ödülü için konuşuyor sanırdınız.

Ali Bulaç, çağdaş kavramlar ve düzenleri hallaç pamuğu gibi dağıtıyor, "Müslüman sağcı olamaz" tezini yüksek sesle dile getiriyordu.

Refah Partisi’nin yüzde 6 oy aldığı, ısmet Özel’in bu açık yenilgiye rağmen "Bize yüzde 6 derler" diye afili sözler söylediği günlerdi.

Ahmet Taşgetiren ise içli ve yumuşak sesli konuşmalarıyla yürekleri dağlardı.

Hey gidi günler hey!

Yüzlerce kitap yayımlanırdı...

Bir ara çıkan aylık dergi sayısı 46’yı bulmuştu.

Marksistler imrenirdi bu duruma.

"ıslamcı gençler çok okuyor" falan diye yorumlar yaparlardı.

Bunun adı, benzetmek gibi olmasın ama bir tür "ıslami Rönesans" idi.

***

Sonra? Bir şey oldu. Tuhaf bir şey.

Holdingler çıktı: Herkes biraz parayı buldu.

Yerel iktidar oluştu: Herkes danışman oldu.

Ikına sıkına da olsa siyasi iktidarın bir ucundan tutuldu: Herkes ya müdür, ya da daire başkanı oldu.

Hiçbir şey olamayan ise "zoraki muhalif" olup, etkisiz mi etkisiz tezler ileri sürerek kişisel hınç peşinde koştu.

Böylece...

"Paranın bozan, iktidarın ise mutlak bozan bir etkisi vardır" ilkesi, bir kez daha kendisini dayattı ve bizim şanlı "Rönesans hareketi" fos diye sönüverdi.

Artık yeni "ıslamcı aydın" tipi şudur:

Gettosundan çıkmaz. Gettodan çıkmaya yeltenene hain gözüyle bakar. Özgün bir tez ileri süremez. Bir-iki özeleştiri yapanı aforoz eder. Tutucu mu tutucu. Kendine güvensiz. Muktedirler "höt" deyince sesi soluğu kesilir.

***

ışte bakın:

Bir zamanlar "ıslamcı sosyolog" diye selamladığımız Ali Bulaç abimiz, duyduğumuzda hepimizin yüzünü kızartan cümleyi nasıl da kolayca söyleyivermiş. Diyor ki:

"Bugün bilgi çok kolay ve ucuz ulaşılabilir hale geldi. Tıpkı modern kadın gibi."

Yine bakın:

O "karıncaezmez", yumuşak mı yumuşak, her daim ağlamaklı, her daim mülayim, sözüm ona "Peygamber ahlakıyla ahlaklanmış" Ahmet Taşgetiren abimiz, nasıl da ağzını bozuvermiş!

Tarikatlar konusunda yazdığım yazılardan yola çıkarak bana ağız dolusu küfür ediyor, "Yavşak" diyor.

Herhalde bu hakaretin ardından yeniden o mülayim üslubuna döner ve Altınoluk dergisinde "din ve ahlak" vaazları vermeyi sürdürür.

Oysa yavşaklık, tam da böyle bir şey değil midir?

Laikler karşısında bir iyi niyet ve tolerans abidesi gibi yükselmek için alabildiğine alttan al; kendi gettondan "aman da ne muhterem bir zat" alkışını kapmak için "ehli takva" pozlarına bürün; hesapsız kitapsız yazılar yazıp kafasına göre takılan Ahmet Hakan için ise "yavşak" diyerek hakaret et.

ışte bu da Taşgetiren’in gerilediği yerdir.

Ne dersiniz?

"Geçmiş olsun" demek kurtarır mı?

-----------------------------------

Alıntı

Özgün bir tez ileri süremez. Bir-iki özeleştiri yapanı aforoz eder. Tutucu mu tutucu. Kendine güvensiz


Adama bak, yaptığı hakaretleri özgüvenli özeleştri olarak adlandırıyor. Kime hizmet ettiğinin farkında değil mi acaba bu tavırlarıyla.

Alıntı

Laikler karşısında bir iyi niyet ve tolerans abidesi gibi yükselmek için alabildiğine alttan al; kendi gettondan "aman da ne muhterem bir zat" alkışını kapmak için "ehli takva" pozlarına bürün; hesapsız kitapsız yazılar yazıp kafasına göre takılan Ahmet Hakan için ise "yavşak" diyerek hakaret et.



Ahmet Taşgetiren, kendi gettosundan aman da ne muhterem zat diye alkış kapmak istiyormuş. Müslümanlardan desen anlardım, niye getto diyorsun?

Gettonun manasının arka mahalleler, fakirlik ve mahrumiyet içindeki insanların yaşadığı yerler olduğunu bilmiyor musun? Sana göre o zaman Hz.Peygamber a.s.m. ve sahabiler r.ahnüm de geçmişte getto yaşamındaydı.

Alıntı

Gettosundan çıkmaz. Gettodan çıkmaya yeltenene hain gözüyle bakar.


Burada hain bakılan kendi olduğuna göre, gettodan çıktığını düşündüğü kişi de kendisi. O varoşlardan, açılıp, büyük dünyalara yelken açan (!) kişi.

Bilmiyor mu acaba, bu kelimenin orjinal sahibi Avrupalıların ileri gelenleri, kendi ahalilerinde tahkir, hakaret ile ezmek istedikleri için ghetto sözcüğünü kullandıklarını?

Bilmiyor mu acaba, bu yazdıklarıyla, o koynuna girdikleri münafık sürüsüne hizmet ettiğini?

Sabah'ın ne mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Sabah, Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Radikal... Ne kadar asparagas, ne kadar münafıkane yazıları olduğu hep ortaya çıkıyor, ya da aslını bildiğimiz bir olayı göz göre göre çarpıttığını görüyoruz.

Hem bilmiyor mu, bu sözü kullanmaya başlayan orjinal sahipleri, bu sözcüğü, fakirlik yüzünden dünyası gibi baki alem inancı da kararmış, ne ettiğini bilmez, koyun gibi götürdüğün yere giden, uşaklık iliklerine işlemiş, adeta köle gibi olan, herkesin içinden çıkmak hayalleri kurduğu, mânâ âlemi sarhoş gibi bulanık yaşayanlar için kullandığını?

Ama mü'minler öyle mi? Yoksa senin kucağında oturduğun laik amcalarının meyvesi olan sarhoş edilmiş, hem de yokluk içinde kalmış, emeği sömürülen, namazın farziyetini, zinanın sadece evlilerin eşlerinden başkasıyla değil, her türlü nihaksız ilişki oldğunu bilmeyen, basit ilmihalden dahi bîhaber olan gençlik mi öyle?


Evet, şu perişan dünyada, âvâre nev-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta, sahipsiz, hâmisiz bir surette, âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder? ışte bu âvâre nev-i beşer içinde, bu perişan, fâni dünyada, insan sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar biçare sergerdan olduğunu herkes anlar. Eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. O vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur.


Elbet bu günler geçer, o zaman sana herkes hain gözüyle bakar. Sen o gettona uzaktan şutlar çekmeye devam et.

Bu gettonun hasları, asla paramız pulumuz olsun da, nasıl olursa olsun sevdasında değil. Ondan hortumcuların ayaklarına sürünüp, kuyruğunu sürttürmüyor!

4

14.09.2006, 16:30

Taşgetiren Ahmet Hakan'a şaşırdı!
Ahmet Taşgetiren 'yavşak' sözüne kızan Ahmet Hakan'a kendi sitesinden yanıt verdi ve kendisinin aslında Ahmet Hakan'a "dese dese ne diyeceğini" açıkladı.
14 Eylül 2006 15:31



O resmi neden sahiplendin?

-"Dönek"ler arzı endam eder böyle zamanlarda... Kim "dönek"liği ile iftihar eden kişi, bu arkadaş mı?

-Güya içerden bilgiler verecekler, demişim. O vatandaş öyle mi yapıyor? Geldiği dünyanın bilgilerini "içerden bilgiler" olarak mı veriyor?

-Teslim alınmış kafa yapısıyla, demişim. O vatandaş kafasını teslim mi etti birilerine? Hangi bedel karşılığında?


Gittikleri yeni dünyanın kendi toplumuna tepeden bakan jakoben duruşunu besleyecek nitelikte, demişim. Bu vatandaş o cenaha "Alın bakın, işte size alay edilecek bir dünya" gibi yazılar mı yazıyor? Yazdığı yazılar bir camianın jakoben duygularını mı besliyor?

-Geldiği dünyaya sövmek'ten söz etmişim. Bu vatandaşın işi gücü geldiği dünyaya sövmek mi? Sövmediği kimse kalmadı mı geldiği dünyadan bu vatandaşın?

-Güçlülerin dünyasında görüyorsun kendini, demişim. Öyle bir havaya mı girdi bu vatandaş?

-Bir Brütüs duruşu bu, demişim. Arkadan mı vuruyor bu vatandaş dünkü dostlarını?

-Bakıyorsun patronlarının gözlerine, onların gözlerindeki pırıltının nasıl bir satışla oluşacağını müthiş bir önsezi ile seziyorsun, demişim. Bakıyor mu bu vatandaş yeni patronlarının gözlerine, onlar ondan bir satış bekliyor mu, bu vatandaş o satışın niteliğini seziyor ve gereğini yapıyor mu?

-Medya karşısında güçsüz kalacağını hesapladığın insanların üzerine çamurla yüklen, demişim. Böyle mi yapıyor bu vatandaş, üstlendiği medya kuruluşundan sessiz sedasız insanların üzerine çamurla yükleniyor mu?

ışte ben tüm bu işleri yapanları "Yavşak bir üslubun sahibi" olarak nitelemişim.

Tekrar söylüyorum, benim yazımda herhangi bir isim yok.
Ahmet Hakan neden sahiplendi bu tanımlamayı? ınternetteki haber portellerinde neden benim hiç isim zikretmeden yaptığım tanımlama şıp diye Ahmet Hakan'a giydirildi? Anlamak zor.


Ben Ahmet Hakan için daha önce adıyla sanıyla ifade ederek bir yazı yazdım, onun neye nasıl cevap vereceğini adım gibi biliyorum. şimdi oturup yazsam, sadece, "Nereye gidiyorsun arkadaş?" diyebir yazı yazarım. Ahmet Taşgetiren'in "duygulu, merhametli" üslubunu bile "ağlamaklı" diye alaya alacak bir uçuş yaşıyorsun. Nereye gidilir bu uçuşlarla? Sütununda her gün bir çamur var. Kim istisna çamurundan bilemiyorum. Babanın - aile ortamının etini bile inceden inceye yiyorsun müstesna dönüşünü anlatabilmek için. Sana ne söyleyebilirim, sana dua etmelerini isteyeceğim insanlardan kalemini daha güzel kullanman için. Sana, bana, hepimize...

Kaynak Haber7.com

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir