Peki şu yok mu? Artık kapitalist sistem savaşlar üzerinden
yürümüyor. Üretim üzerinde yürüdüğüne göre çatışma üretecek uzantılara
ihtiyaç duymuyor. Ve dolayısıyla tasfiye ediyor.
Şöyle bir şey var. Böyle bir zulme ortak olabilmen için bir
miktar ahmak olman lâzım. Yoksa angaje edilemezsin. Onun için bunlar
konjonktürün değiştiğini idrak edemezler. Bunlar sürüler. Sürü
refleksiyle hareket ediyorlar. Bir tek çobanları görür eyyamın
değişmekte olduğunu. Onlar da sür'atle yeni konumlarını belirlerler.
Değişen şu. Artık savaş enerji ve doğal kaynaklar üzerinden. Bunlar
hâlâ milliyetçilik ve antikomünizmdeler.
Anti-Amerikancı değiller mi yani?
Yok, değiller. Zaten çarşaf çarşaf çıkıyor naylon anti-Amerikancı oldukları.
Sanatçılar darbeyle hesaplaşmakta ne kadar başarılılar?
Ya da neden, örneğin sinemada darbeler hesaplaşılacak şeyler olmak yerine dolgu malzemesi olabiliyor?
Beynelmilel’de olabilen, zulmün ifşası, neden diğerlerinde olmuyor?
Ne desem gurur olacak. Kibre kadar yolu var... Zekâ lâzım bir kere.
Olanlar ortaya konsa en azından. Bu da zekâ gerektirmez her halde?
Sinema olanları göstermek değildir. Yeniden üretme biçimidir.
Birinin öldürüldüğünü göstermek sinema değildir. Nakletmektir. Üstad’ın
Muhakemat’ta ifade ettiği bir hakikat var. “Takarrur etmiş usuldendir;
akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil
olunur.” Yani akla bırakmak gerektir. Sorunu tek başına göstermek bir
şey değildir. Çok çok zulümdür dersin. Gereğinden fazla görürsen de
yabancılaşırsın. Artık o ölüm sana hiçbir şey hissettirmez. Bu
nakilciliktir. Mekanizmasını açıklamak gerekir. Bunu yaptığında bir
reçete de elde etmiş olursun. Bu mânâ da bir zekâ meselesidir. Hadi
tevazuyu bir kenara bırakalım. Allah affetsin. (Gülüyoruz) Sinema
hayatın yeniden üretilmesidir. Nakledilmesi değil. Hayatı “yeniden
üretmektir”. Yeni bir forma sokmaktır. Yoksa yaratmak değil.
Esmaü’l-hüsnaya ortak olacak değildir.
12 Eylül’ün etkilerine dönersek?
Bediüzzamansız Nurculuk demiştik. Tabiî bu sadece Nurculuk için
geçerli değil. Hayatın her alanında böyle. Dinamiği olan, işin
lokomotifi olan, ruhu olan şeyleri ayıklamakla başladılar. Egemenlerin
en başarılı işleri budur. Tehdit ve tehlike arz ettiğini düşündükleri
her şeyi ya imha ettiler ya da buna muktedir değillerse içini
boşalttılar. Bundan Nurculuk da nasibini aldı sosyalistler de. Tüm
kavramların içini boşalttılar. Bu gelişigüzel yapılmış bir şey değildi.
Antiemperyalist dili diri tutmanın rahatsız edebildiğinin farkındayım,
başka bir açıklaması yok mu diyebilirsiniz. Fakat Engels,
Ekonopolitik’in önsözünde yazar, ekonomiyi çok ön plana çıkardığı
eleştirilerine karşı. “Ekonomiyi o kadar yok saydınız ki, biz de
mecburen biraz abarttık.” Durum bugün de böyledir. Öyle bir zehirli
eğilim var ki, toplumu iç dinamiklerle ve sudan sebeplerle açıklamaya
dönük, biraz bıraksanız kıblesi çok rahat kayacak.
Peki anti-Amerikancı bir dille toplumu tek düşmana odaklayıp müesses nizamı gözden kaçırmış olmuyor muyuz?
Bahsettiğimiz şey bir mekanizma. Bir ülke ya da o ülkenin
vatandaşları değil. Emperyalist nizamın en büyük hamisi Amerika’dır. Bu
yüzden ismi çok telâffuz ediliyor. Amerika demem zaten. Amerikan
emperyalizmi derim. Bunun böyle olduğunu ispat gerekmez. Kendi
coğrafyamıza üç yüz km ötede hükmünü icra ediyor. Normal insan idraki
sormaz mı “Kardeşim ne işin var senin Irak’ta?” diye. Oraya 480.000 ton
bomba yağdıran bir zihniyetin bizim ülkemizde sıdk-i sâlâ ile
davranacağını düşünmek çok safdillik olur.
Siyasal İslâma gelirsek?
Brezinsky’ydi sanırım. CIA ideologu. Yeşil kuşak fikrini ilk
ortaya atan. Sovyet yayılmacılığına karşı siyasal İslâmcıları
silâhlandırdı. Bizim meselemiz kullanılabiliyor olmaları. Her Müslüman
oturup düşünmeli. Biz bundan nasıl vareste olabilirdik ya da nasıl
olabiliriz? İslâm da şunu gösterdi ki, kullanma ilişkisi gayet sorunlu
bir alan. Bir müddet sonra vaktiyle silahlandırdığı siyasal
yapılanmalar birer uçak oldu, geldi kalplerinde patladı.
Komplo teorisi yanı da var.
Onda değilim ben. Bilimsellik iddiam da yok. Ancak sezgi
diyebilirim. Şöyle ki, Arap Yarımadasının çocukları, babalarından
annelerinin intikamını alıyorlar. El Kaidenin yönetici kadrosunun
sınıfsal kökenine bakarak söylüyorum. Çünkü bunların hepsi hanedan
ailelerinin çocukları. Bu çocukların babaları ise bu coğrafyanın
iliğini sömüren, Avrupa’da sefih bir hayat yaşayan krallar...
Bizim görmemiz gereken, bu tablonun tamamında en büyük zulme
maruz kalanlar, kadınlardır. Bu çocuklar, bu kadınların büyüttüğü
çocuklar. Babalarından analarının intikamını alıyorlar.
Beşer zulmeder, kader adalet eder...
Dolayısıyla, bu ülkede yaşananlar coğrafyamıza göre çok karikatür kalıyor. Efendisini bilmeyen kölelerin zulmü bu.
“12 Eylül parti içi demokrasiyi ilga etmiştir” Bu, 12 Eylül’ün mirası değil midir?
12 Eylül’ün en büyük icraatı siyasî partiler yasasıdır.
Parti içi demokrasi ilga edilmiştir. Yetkinin tümünü parti merkezine verdiğin
anda parti içi demokrasi bitmiştir. Parti tabanının tavan üzerindeki
etkisi kalkmıştır. Böylece ülkede ne olmayacağı tayin edilmiş oldu.
Demokrasi olmayacaktı. Siz bir partiye üye olduğunuzda o partinin
politikalarına etkiniz zerre miskal yoktur. Hüseyin Avni Ulaş’ın bir
anektodu vardır. Cumhuriyetin ilk yılları. Mecliste meclisin gücünün ne
kadar olduğu tartışılıyor. Hüseyin Avni Ulaş, şöyle esaslı bir tesbitte
bulunuyor: “Tâkatiyle mukayyettir.” Darbeciler şöyle düşünmüştür on
kişiyi ikna etmek binlercesini ikna etmekten kolaydır. Reel politik,
kişisel çıkarlar... Parti içi demokrasi kalktığında partiler çok daha
kolay yönlendirilebilmişlerdir.
12 Eylül’ün en büyük kalıntısı nedir peki?
Solcusu solcu gibi, sağcısı sağcı gibi olmayan partiler bırakmıştır.
Bu çarpık sistemi teşvik etmiştir. Bir tek faşisti faşist gibidir.
Onun da sadece zorbalık kısmı geçerli. İdeolojik bir birikim söz konusu değil.
Hulâseten şöyle toparlayabiliriz. Bir ülkenin kaderini nasıl
olumsuz etkileyebilirsiniz? Şöyle ki, seçim yasasının içindeki
demokrasinin garantisi olan unsurları ayıkladığınızda bir ülkenin
geleceğinin ne olmayacağına karar vermiş oluyorsunuz. “Asla bundan
hayırlı bir şey çıkmaz. İçimiz rahat” diyebilirsiniz. Demokrasi
olmayacaktır.
(Genç Yaklaşım Dergisi, Eylül 2009)
ŞENER BOZTAŞ / FARUK SAİM AKHA
12.09.2009