Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

15.10.2010, 07:36

Cuma bayramı



S. A. Herkesin cuma bayramını tebrik eder
iki cihanda mutluluklar dilerim. Bu cuma'da duâlarınızda bizleride unutmamanız
ümidiyle, Allah'a emanet olunuz. Selâm ve duâyla...
[Huzur-u İlâhi'de Bîçare, Huzur-u Nebevi'de Bahtiyar.]
S.Vatansever
__________________
..."İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn.
"'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)
"İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)
'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)
"Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)
'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

2

15.10.2010, 07:55

bizde acizane öncelikle tüm alemi islamın cuma-ı mübarekelerini ,bilhassa muhabbet gönüllü tüm hizmet erlerinin cumalarını tebrik ve te'sid ediyor...hayırlı,nurlu ,huzurlu bir gün diliyorum vesselam /el baki huvel baki....

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

3

21.10.2010, 07:31

Duâ

Allah'ım! "Bismillâhirrahmânirrahîm"in
sırları hürmetine, âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve onun
bütün âl ve ashâbına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır şekilde
salât ve selâm eyle. Bize de, Senden başka, hiçbir mahlûkunun
merhametine ihtiyaç bırakmayacak bir şefkat ve rahmetle merhamet eyle. Âmin. [Bîçare S.V.]
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

4

21.10.2010, 23:24

Amiiin inşaallah....
Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir
Aklın Nuru
fünûn-u mdeniyedir

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

5

22.10.2010, 07:35

Duâ cuma bayramı



Duâ
"Allah'ım, kalplerimizi imân ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Allah'ım,
bizi Sana muhtaç olduğumuzun şuuruyla zenginleştir; Senden müstağnî
durma fakirliğine düşürme. Kendi güç ve kuvvetimizden teberrî ediyor,
Senin havl ve kuvvetine sığınıyoruz. Bizi Sana tevekkül edenlerden kıl.
...Bizi nefsimizin eline bırakma. Bizi, koruyuculuğunla muhâfaza eyle. Bize
ve erkek, kadın bütün müminlere merhamet et. Kulun, peygamberin,
seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, masnuâtının melîki ve sultanı,
inâyetinin gözbebeği, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisânı, rahmetinin
timsâli, mahlûkatının nuru, mevcudâtının şerefi, mahlûkatının çokluğu
içinde birliğinin kandili, kâinat tılsımının keşşâfı, rubûbiyet
saltanatının dellâlı, hoşnut olduğun şeylerin tebliğ edicisi, gizli
isimlerinin tanıtıcısı, kullarının muallimi, âyetlerinin tercümânı,
rubûbiyet güzelliğinin aynası, şuhud ve işhâdının medârı, âlemlere
rahmet olarak gönderdiğin habîbin ve resûlün olan Efendimiz Muhammed'e,
onun bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere,
melâike-i mukarrebîne ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle. Âmin."
************
S.A.
Herkesin ve sizin cuma bayramını tebrik eder, iki cihanda mutluluklar
dilerim. İcabe-i saatte duâ'larınızda bizi de hatırlamanız ümidiyle.
Bîçare S.V.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

6

23.10.2010, 08:23

Duâ

S.A. Herkese hayırlı sabahlar. Güne bir duâ ile başlayalım...
"Bize,
anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün müminlere bu salavâtlar adedince
merhamet et. Bunu rahmetinle yap, ey merhametlilerin en merhametlisi!
Duâmızı kabul buyur. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.




‎"Allahım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve imân ehlinden eyle. Âmin. Allahım,
Efendimiz Muhammed'e, onun âl ve ashâbına, indiği günden itibâren tâ
kıyâmete kadar, onu okuyan her okuyucunun her kelimesini okuması
esnâsında Allah'ın izniyle hava dalgalarının aynasına yansıyan bütün
Kur'ân kelimelerinin bütün harfleri adedince salât ve selâm eyle. Âmin."
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

7

25.10.2010, 07:21

Duâ

"Allahım, bizi saadet, selâmet, Kur'ân ve imân ehlinden eyle.

Âmin.

Allahım,
Efendimiz Muhammed'e, onun âl ve ashâbına, indiği günden itibâren tâ
kıyâmete kadar, onu okuyan her okuyucunun her kelimesini okuması
esnâsında Allah'ın izniyle hava dalgalarının aynasına yansıyan bütün
Kur'ân kelimelerinin bütün harfleri adedince salât ve selâm eyle. Bize,
anne ve babamıza, erkek ve kadın bütün müminlere bu salavâtlar adedince
merhamet et. Bunu rahmetinle yap, ey merhametlilerin en merhametlisi!
Duâmızı kabul buyur. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.


Âmin."

*************

S.A. Herkese hayırlı haftalar, sağlıklı günler diler, duâlarınıza bizleride eklemenizi temenni ederim. [Bîçare S.V.]

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

8

25.10.2010, 22:11

Amiiin inşaallah...
Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir
Aklın Nuru
fünûn-u mdeniyedir

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

9

27.10.2010, 07:14

Duâ

Duâ:

"Rahmân'ın dünya ve Cennetler dolusu salât ve selâmı
onun üzerine olsun. Allahım! Kulun ve resûlün olan, iki cihanın
efendisi, iki âlemin medâr-ı iftiharı, iki dünyanın hayat vesîlesi,
dünya ve âhiret saadetinin sebebi, peygamberlik ve kulluk olmak üzere
iki mânevî kanadın sahibi, ins ve cinnin peygamberi olan Habîbine, onun
bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan diğer peygamber ve resûllere salât
ve selâm eyle. Âmin"

**************

S. A. Herkese hayırlı işler ve sağlıklı günler diliyorum. [S.V.]
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

10

28.10.2010, 07:31

Duâ

Duâ:
Yâ Rab! 'Bunların'
ders ve tâlimlerinin hakkı ve hürmeti için, bize ve Risâle-i Nur
talebelerine imân-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların
şefaatlerine mazhar eyle. Âmin.
[S. A. Herkese hayırlı işler ve sağlıklı günler diliyorum. Bîçare S.V.]



"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Muhammed_ Enes

Orta Düzey

  • "Muhammed_ Enes" bir erkek

Mesajlar: 255

Konum: Ankara

Meslek: Yazılım ve destek uzmanı

Hobiler: Okumak, yürümek. kitap

  • Özel mesaj gönder

11

28.10.2010, 11:56

Elfu Elf amin.. Allah'u teâlâ razı ve memnun olsun..
Nefsiyle mücadele içinde!

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

12

29.10.2010, 07:38

Cuma bayramı

"Allahım, Risâlet
semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.),
onun hidâyet yıldızları olan Al ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize,
erkek ve kadın mü'minlere merhamet et. Amin, âmin, âmin." Herkesin ve sizin cuma bayramını tebrik ederim. Duâ vaktinde bizide dahil etmeniz ümidiyle. Selâm ve duâyla...[Bîçare S.V.]

"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

13

29.10.2010, 08:33

''Cuma günü,günlerin en kıymetlisi,Müslümanların bayramıdırDiğer bayram günlerinden daha kıymetlidir
Adem aleyhisselam,Cuma günü yaratıldıCuma günü Cennetten çıkarıldıCennettekiler Allah'u Teala'yı Cuma günleri göreceklerdir

Allah'u Teala Cuma gününü Müslümanlara mahsus kılmıştırCuma namazı vaktinde alış-veriş günahtır

Cuma günü yapılan ibadetlere,başka günde yapılanların,en az iki katı verilirBuna karşılık,Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır

Cuma günleri,duanın kabul olacağı bir an vardırCuma'nın gündüzü,gecesinden daha kıymetlidir

Hayırlı Cumalar

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

14

30.10.2010, 07:25

Duâ

"Ey Hayy ve Kayyûm olan!
Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster.
Âmin."
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

15

30.10.2010, 09:35

11. söz

On Birinci Söz

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Yemin olsun güneşe ve aydınlığına. � Ve onu takip eden aya. � Ve onu gösteren güne. � Ve onu örten geceye. � Ve gökyüzüne ve onu binâ edene. � Ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene. � Ve insana ve onu intizamla yaratana. (Şems: 1-7.)

Ey kardeş! Eğer hikmet-i âlemin tılsımını ve hilkat-i insanın muammâsını ve hakikat-i salâtın rumuzunu (ince işaretler) bir parça fehmetmek (anlamak) istersen, nefsimle beraber şu temsilî hikâyeciğe bak:
Bir zaman bir sultan varmış. Servetçe onun pek çok hazîneleri vardı. Hem o hazînelerde her çeşit cevâhir (cevherler), elmas ve zümrüt bulunuyormuş. Hem, gizli pek acâib defîneleri varmış. Hem, kemâlâtça sanâyi-i garîbede pek çok mahareti varmış. Hem, hesabsız fünûn-u acîbeye mârifeti, ihâtası varmış. Hem, nihayetsiz ulûm-u bedîaya (güzel sanatlar) ilim ve ıttılâı (bilgi) varmış.
Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o sultan-ı zîşan dahi istedi ki, bir meşher (sergi) açsın, içinde sergiler dizsin; tâ nâsın enzârında (bakışlar) saltanatının haşmetini, hem servetinin şâşaasını, hem kendi san'atının hârikalarını, hem kendi mârifetinin garîbelerini izhâr (ortaya çıkarma) edip, göstersin. Tâ, cemâl ve kemâl-i mânevîsini iki vecihle (yön) müşâhede etsin:
Bir vechi, bizzat nazar-ı dekâik âşinâsıyla (inceliklere nüfuz eden bakış) görsün; diğeri, gayrın nazarıyla baksın.
Bu hikmete binâen cesîm (çok büyük) ve geniş ve muhteşem bir kasrı yapmaya başladı. Şâhâne bir sûrette dairelere, menzillere taksim ederek, hazînelerinin türlü türlü murassaâtıyla (mücevherlerle süslenmiş şey) süslendirip kendi dest-i (el) san'atının en latîf, en güzel eserleriyle zînetlendirip, fünûn-u hikmetinin en incelikleriyle tanzim edip düzelterek ve ulûmunun âsâr-ı mu'cizekârâneleriyle donatarak tekmil (tamamlama) ettikten sonra, her bir taam ve nimetlerinin bütün çeşitlerinden en lezizlerini câmi' sofralar, o sarayda kurdu. her bir tâifeye lâyık bir sofra tâyin etti. Öyle sehâvetkârâne (cömertçe), san'atperverâne bir ziyâfet-i âmme (genel ziyafet) ihzâr (hazırlama) etti ki, güyâ her bir sofra, yüz sanâyi-i latîfenin eserleriyle vücud bulmuş gibi kıymetli hadsiz nimetleri serdi. Sonra aktâr-ı (dört bir yan) memleketindeki ahali ve raiyyetini, seyre ve tenezzühe ve ziyâfete dâvet etti. Sonra, bir yâver-i ekremine (yüksek rütbeli memur) sarayın hikmetlerini ve müştemilâtının mânâlarını bildirerek, onu üstad ve tarif edici tâyin etti. Tâ ki, sarayın sâniini, sarayın müştemilâtıyla ahaliye tarif etsin ve sarayın nakışlarının rumuzlarını bildirip, içindeki san'atlarının işaretlerini öğretip, derûnundaki (içyüz) manzum murassâlar (mücevherlerle süslenmiş şey) ve mevzun (ölçülü) nukuş nedir ve ne vecihle saray sahibinin kemâlâtına ve hünerlerine delâlet ettiklerini, o saraya girenlere tarif etsin ve girmenin âdâbını ve seyrin merâsimini bildirip, o görünmeyen sultana karşı marziyâtı (hoşa giden) dairesinde teşrifât merâsimini tarif etsin. İşte o muarrif üstadın her bir dairede birer avânesi (yardımcı) bulunuyor. Kendisi, en büyük dairede şâkirdleri içinde durmuş, bütün seyircilere şöyle bir tebligatta bulunuyor, diyor ki:

"Ey ahali! Şu kasrın meliki olan seyyidimiz, bu şeylerin izhârıyla ve bu sarayı yapmasıyla, kendini size tanıttırmak istiyor; siz dahi onu tanıyınız ve güzelce tanımaya çalışınız. Hem, şu tezyinâtla (süslemeler), kendini size sevdirmek istiyor; siz dahi onun san'atını takdir ve işlerini istihsan (beğenme) ile kendinizi ona sevdiriniz. Hem, bu gördüğünüz ihsanât ile size muhabbetini gösteriyor; siz dahi itaat ile ona muhabbet ediniz. Hem, şu görünen in'âm (nimet verme) ve ikramlar ile size şefkatini ve merhametini gösteriyor; siz dahi şükür ile ona hürmet ediniz. Hem, şu kemâlâtının âsârıyla, mânevî cemâlini size göstermek istiyor; siz dahi onu görmeye ve teveccühünü kazanmaya iştiyâkınızı gösteriniz. Hem, bütün şu gördüğünüz masnuât ve müzeyyenât üstünde birer mahsus sikke, birer hususi hâtem (mühür), birer taklid edilmez turra koymakla, her şey kendisine has olduğunu ve kendi eser-i desti olduğunu ve kendisi tek ve yektâ (benzersiz), istiklâl ve infirad (tek başına olma) sahibi olduğunu size göstermek istiyor; siz dahi onu tek ve yektâ ve misilsiz, nazîrsiz, bîhemtâ (eşsiz) tanıyınız ve kabul ediniz."
Daha bunun gibi, ona ve o makama münâsip sözleri seyircilere söyledi. Sonra, giren ahali iki gürûha ayrıldılar:
Birinci gürûhu kendini tanımış ve aklı başında ve kalbi yerinde oldukları için, o sarayın içindeki acâiblere baktıkları zaman dediler: "Bunda büyük bir iş var." Hem, anladılar ki, beyhûde değil, âdi bir oyuncak değil. Onun için merak ettiler. "Acaba tılsımı nedir, içinde ne var?" deyip düşünürken, birden o muarrif üstadın beyân ettiği nutkunu işittiler. Anladılar ki, bütün esrârın anahtarları ondadır. Ona müteveccihen (yönelerek) gittiler ve dediler:

"Esselâmü aleyke yâ eyyühe'l-üstad! Hakkan; şöyle bir muhteşem sarayın, senin gibi sâdık ve müdakkik bir muarrifi lâzımdır. Seyyidimiz sana ne bildirmişse, lütfen, bize bildiriniz."
Üstad ise, evvel zikri geçen nutukları onlara dedi. Bunlar güzelce dinlediler, iyice kabul edip tam istifade ettiler. Padişahın marziyâtı (razı olunan şeyler) dairesinde amel ettiler. Onların şu edebli muâmele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden, onları has ve yüksek ve tavsif edilmez diğer bir saraya dâvet etti; ihsan etti. Hem, öyle bir cevâd-ı melike (cömert hükümdar) lâyık ve öyle yüksek mutî (itaatkar) ahaliye şâyeste (layık) ve öyle edebli misafirlere münâsip ve öyle yüksek bir kasra şâyân (yaraşır) bir sûrette ikram etti. Dâimî, onları saadetlendirdi.
İkinci gürûh ise, akılları bozulmuş, kalbleri sönmüş olduklarından, saraya girdikleri vakit, nefislerine mağlûp olup lezzetli taamlardan başka hiçbir şeye iltifat etmediler; bütün o mehâsinden (güzellikler) gözlerini kapadılar ve o üstadın irşâdâtından (nasihatler) ve şâkirdlerinin ikazâtından kulaklarını tıkadılar. Hayvan gibi yiyerek uykuya daldılar; içilmeyen, fakat bâzı şeyler için ihzâr edilen iksirlerden içtiler, sarhoş olup, öyle bağırdılar, karıştırdılar, seyirci misafirleri çok rahatsız ettiler, sâni-i zîşânın düsturlarına karşı edepsizlikte bulundular. Saray sahibinin askerleri de onları tutup, öyle edepsizlere lâyık bir hapse attılar.
Ey benimle bu hikâyeyi dinleyen arkadaş! Elbette anladın ki, o hâkim-i zîşan, bu kasrı, şu mezkûr maksadlar için binâ etmiştir. Şu maksadların husûlü (meydana gelme) ise iki şeye mütevakkıftır (bağlı).
Birisi: Şu gördüğümüz ve nutkunu işittiğimiz üstadın vücududur. Çünkü, o bulunmazsa, bütün maksadlar beyhûde olur. Çünkü, anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibâret kalır.
İkincisi: Ahali o üstadın sözünü kabul edip, dinlemesidir. (NAMAZ KILMAK MUCİZEDİR). Demek, vücud-u üstad, vücud-u kasrın dâîsidir (var olmasına sebep olan) ve ahalinin istimâı (dinleme), kasrın bekâsına sebeptir. Öyle ise, denilebilir ki, şu üstad olmasaydı, o melik-i zîşan, şu kasrı binâ etmezdi. Hem, yine denilebilir ki, o üstadın tâlimâtını, ahali dinlemedikleri vakit, elbette o kasr, tebdil ve tahvil edilecek.
Ey Arkadaş! Hikâye burada bitti. Eğer şu temsilin sırrını anladınsa bak, hakikatin yüzünü de gör.
İşte o saray, şu âlemdir ki, tavanı, tebessüm eden yıldızlarla tenvir edilmiş gökyüzüdür. Tabanı ise, şarktan garba, gûnâgûn (türlü türlü) çiçeklerle süslendirilmiş yeryüzüdür.
O melik ise, ezel ebed sultanı olan bir Zât-ı Mukaddestir ki, yedi kat semâvât ve arzı ve içlerinde olan herşey, kendilerine mahsus lisânlarla o Zâtı takdîs edip tesbih ediyorlar. Hem öyle bir Melik-i Kadîr ki, semâvât ve arzı altı günde yaratarak, Arş-ı Rubûbiyetinde (Allah’ın büyüklüğünün tecelli ettiği yer) durup, gece ve gündüzü siyah ve beyaz iki hat gibi birbiri arkası sıra döndürüp, kâinat sayfasında âyâtını yazan ve güneş, ay, yıldızlar, emrine musahhar (boyun eğen) zîhaşmet ve zîkudret sahibidir.
O sarayın menzilleri ise, şu on sekiz bin âlemdir ki, herbirisi kendine lâyık bir tarz ile tezyin ve tanzim edilmiştir. İşte o sarayda gördüğün sanâyî-i garîbe ise, şu âlemde görünen kudret-i İlâhiyenin mu'cizeleridir. Ve o sarayda gördüğün taamlar ise, şu âlemde, hele yaz mevsiminde, hele Barla bahçelerinde rahmet-i İlâhiyenin semerât-ı hârikalarına (harika meyveler) işarettir. Ve oradaki ocak ve matbah (mutfak) ise, burada kalbinde ateş olan arz ve sath-ı arzdır. Ve orada, temsilde gördüğün gizli defînelerin cevherleri ise, şu hakikatte esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerine misâldir. Ve temsilde gördüğümüz nakışlar ve o nakışların remizleri ise, şu âlemi süslendiren muntazam masnuât ve mevzun (ölçülü) nukuş-u kalem-i kudrettir ki, Kadîr-i Zülcelâlin esmâsına delâlet ederler.
Ve o üstad ise, seyyidimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdır. Avânesi ise, enbiyâ aleyhimüsselâmdır ve şâkirdleri ise, evliyâ ve asfiyâdır.
O saraydaki hâkimin hizmetkârları ise, şu âlemde melâike aleyhimüsselâma işarettir.
Temsilde seyir ve ziyâfete dâvet edilen misafirler ise, şu dünya misafirhânesinde cin ve ins ve insanın hizmetkârları olan hayvanlara işarettir.
Ve o iki fırka ise, burada, birisi ehl-i imândır ki, kitâb-ı kâinatın âyâtının müfessiri olan Kur'ân-ı Hakîmin şâkirdleridir. Diğer gürûh ise, ehl-i küfür ve tuğyandır ki, nefis ve şeytana tâbi olup, yalnız hayat-ı dünyeviyeyi tanıyan hayvan gibi, belki daha aşağı sağır, dilsiz, dâllîn (doğru yoldan sapanlar) gürûhudur.
Birinci kafile olan süedâ (seyyidler) ve ebrâr (iyi insanlar) ise, zülcenâheyn (iki kanatlı) olan Üstadı dinlediler. O Üstad hem abddir (1); ubûdiyet noktasında Rabbini tavsif ve tarif eder ki, Cenâb-ı Hakkın dergâhında ümmetinin elçisi hükmündedir. Hem resûldür (2); risâlet noktasında Rabbinin ahkâmını Kur'ân vâsıtasıyla cin ve inse tebliğ eder.
Şu bahtiyar cemaat, o Resûlü dinleyip, Kur'ân'a kulak verdiler. Kendilerini envâ-ı ibâdâtın (çeşit çeşit ibadetler) fihristesi olan namaz ile, birçok makam-ı âliye içinde çok latîf vazifelerle telebbüs etmiş (giyinmiş) gördüler. Evet, namazın mütenevvi' (çeşitli) ezkâr ve harekâtıyla işaret ettiği vezâifi, makamâtı mufassalan (ayrıntılı olarak) gördüler. Şöyle ki:

Evvelen: Âsâra bakıp, gâibâne muâmele sûretinde, saltanat-ı Rubûbiyetin mehâsinine (güzellikler) temâşâger (seyirci) makamında kendilerini gördüklerinden, tekbir ve tesbih vazifesini edâ edip, ALLAHU EKBER -(Allah en büyüktür, en yücedir.) dediler.

Sâniyen: Esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilveleri olan bedâyiine (harika özellikler) ve parlak eserlerine dellâllık (duyurucu) makamında görünmekle, SübhanAllahi Velhamdulillahi (Allah'ı her türlü kusur ve noksandan tenzih eder ve Allah'a hamd ederiz.) diyerek takdîs ve tahmîd vazifesini ifâ ettiler.

Sâlisen: Rahmet-i İlâhiyenin hazînelerinde iddihar edilen (depolanan) nimetlerini, zâhir ve bâtın duygularla tadıp anlamak makamında, şükür ve senâ vazifesini edâya başladılar.

Râbian: Esmâ-i İlâhiyenin defînelerindeki cevherleri, mânevî cihazât (donanımlar) mîzanlarıyla (ölçü) tartıp bilmek makamında, tenzih ve medih vazifesine başladılar.

Hâmisen: Mistâr-ı kader (kader şablonu) üstünde kalem-i kudretiyle yazılan mektubât-ı Rabbâniyeyi mütâlâa makamında, tefekkür ve istihsan vazifesine başladılar.

Sâdisen: Eşyanın yaratılışında ve masnuâtın san'atındaki latîf incelik ve nâzenin güzellikleri temâşâ ile tenzih makamında, Fâtır-ı Zülcelâl (sonsuz haşmet sahibi), Sâni-i Zülcemâllerine (her şeyi sanatla yaratan) muhabbet ve iştiyak vazifesine girdiler.

16

30.10.2010, 09:37

11.söz (2.kısım)

Demek, kâinata ve âsâra bakıp, gâibâne muâmele-i ubûdiyetle mezkûr makamâtta mezkûr vezâifi edâ ettikten sonra, Sâni-i Hakîmin dahi muâmelesine ve ef'âline (failler) bakmak derecesine çıktılar ki, hazırâne bir muâmele sûretinde, evvelâ Hâlık-ı Zülcelâlin Kendi san'atının mu'cizeleriyle Kendini zîşuura tanıttırmasına karşı, hayret içinde bir mârifet ile mukabele ederek, (Sen her türlü noksan sıfatlardan münezzehsin; Seni gereği gibi tanıyamadık.) dediler: "Senin tarif edicilerin, bütün masnuâtındaki mu'cizelerindir."

Sonra, o Rahmân'ın, kendi rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile mukabele edip, "İyyake Na'budu ve İyyake Nestaiyn" (Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. - Fâtiha Sûresi: 5.) dediler.
Sonra, o Mün'im-i Hakikînin tatlı nimetleriyle terahhum (merhamet gösterme) ve şefkatini göstermesine karşı, şükür ve hamd ile mukabele ettiler. Dediler: "Sübhaneke vebihamdik" (Sana hamd ederek, Seni her türlü kusur ve noksandan tenzîh ederiz. (Duâ))
"Senin hak şükrünü nasıl edâ edebiliriz? Sen öyle şükre lâyık bir meşkûrsun ki, bütün kâinata serilmiş bütün ihsanâtın açık lisân-ı halleri, şükür ve senânızı okuyorlar. Hem, âlem çarşısında dizilmiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bütün nimetlerin ilânâtıyla, hamd ve medhinizi bildiriyorlar. Hem, rahmet ve nimetin manzum meyveleri ve mevzun (ölçülü) yemişleri, Senin cûd (cömertlik) ve keremine şehâdet etmekle, Senin şükrünü enzâr-ı mahlûkat önünde ifâ ederler."
Sonra, şu kâinatın yüzlerinde değişen mevcudât aynalarında, Cemâl ve Celâl ve Kemâl ve Kibriyâsının (büyüklük) izhârına karşı, "Allahu Ekber" (Allah en büyüktür ve en yücedir.) deyip, tâzim içinde bir aczle rükûa gidip, mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip, mukabele ettiler.
Sonra o Ganî-i Mutlakın (sınırsız zenginliğe sahip olan) servetinin çokluğunu ve rahmetinin genişliğini göstermesine karşı, fakr ve hâcetlerini izhâr edip, duâ edip, istemekle mukabele edip, "İyyake Nestaiyn" (Ancak Senden yardım isteriz. - Fâtiha Sûresi: 5.) dediler.

Sonra, o Sâni-i Zülcelâlin kendi san'atının latîfelerini, hârikalarını, antikalarını, sergilerle teşhirgâh-ı enâmda neşrine karşı Mâşaallah deyip takdir ederek, "Ne güzel yapılmış" deyip istihsan (beğenme) ederek, Bârekallah deyip müşâhede etmek, Âmennâ deyip şehâdet etmek, "Geliniz, bakınız-hayran olarak- "Hayya alel felah" (Kurtuluşa gelin.) deyip, herkesi şâhid tutmakla mukabele ettiler. Hem, o Sultân-ı Ezel ve Ebed, kâinatın aktârında kendi Rubûbiyetinin saltanatını ilânına ve Vahdâniyetinin izhârına karşı tevhid ve tasdik edip, "Semi'na ve Eta'na" (İşittik ve itaat ettik.) diyerek, itaat ve inkıyad ile mukabele ettiler.
Sonra, o Rabbü'l-Âlemînin Ulûhiyetinin izhârına karşı, zaaf içinde aczlerini, ihtiyaç içinde fakrlarını ilândan ibâret olan ubûdiyet ile ve ubûdiyetin hulâsası olan namaz ile mukabele ettiler. Daha bunlar gibi, gûnâgûn (türlü türlü) ubûdiyet vazifeleriyle, şu dâr-ı dünya denilen mescid-i kebîrinde, farîza-i ömürlerini ve vazife-i hayatlarını edâ edip, ahsen-i takvîm sûretini aldılar. Bütün mahlûkat üstünde bir mertebeye çıktılar ki, yümn-i İmân (inanmanın getirdiği bereket) ile, emn-i emânet ile mücehhez (donanmış) emîn bir halîfe-i arz oldular. Ve şu meydan-ı tecrübe ve şu destgâh-ı imtihandan sonra, onların Rabb-i Kerîmi, onları, imânlarına mükâfat olarak saadet-i ebediyeye ve İslâmiyetlerine ücret olarak Dârü's-Selâma dâvet ederek, öyle bir ikram etti ve eder ki, hiç göz görmemiş ve kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutûr (hatıra gelmek) etmemiş derecede parlak bir tarzda rahmetine mazhar etti; ve onlara ebediyet ve bekâ verdi. Çünkü, ebedî ve sermedî olan bir cemâlin seyirci müştâkı (düşkün) ve âyinedar âşıkı, elbette bâkî kalıp, ebede gidecektir. İşte Kur'ân şâkirdlerinin âkıbetleri böyledir. Cenâb-ı Hak, bizleri onlardan eylesin, âmin.
Ammâ, füccâr ve eşrâr (şerli) olan diğer gürûh ise, hadd-i bülûğ ile şu âlem sarayına girdikleri vakit, bütün Vahdâniyetin delillerine karşı küfür ile mukabele edip ve bütün nimetlere karşı küfrân ile mukabele ederek ve bütün mevcudâtı kıymetsizlikle kâfirâne bir ittiham ile tahkir ettiler ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tecelliyâtına karşı red ve inkâr ile mukabele ettiklerinden, az bir vakitte nihayetsiz cinâyet işlediler; nihayetsiz bir azaba müstehak oldular. Evet, insana, sermâye-i ömür ve cihazât-ı insaniye, mezkûr vezâif için verilmiştir.
Ey sersem nefsim ve ey pürheves arkadaşım! Âyâ, zannediyor musunuz ki, vazife-i hayatınız yalnız terbiye-i medeniye ile güzelce muhâfaza-i nefs etmek, ayıp olmasın, batın (mide) ve fercin (üreme organı) hizmetine mi münhasırdır? Yahut, zannediyor musunuz ki, hayatınızın makinesinde derc edilen şu nâzik letâif ve mâneviyât ve şu hassas âzâ ve âlât ve şu muntazam cevârih (organlar) ve cihazât ve şu mütecessis (araştıran) havâs (duygular) ve hissiyâtın gâye-i yegânesi, şu hayat-ı fâniyede, nefs-i rezîlenin, hevesât-ı süfliyenin (aşağılık arzular) tatmini için istimâline (kullanma) mi münhasırdır (sınırlı)? Hâşâ ve kellâ! Belki, vücudunuzda şunların yaratılması ve fıtratınızda bunların gâye-i idhâli (yerleştirilme), iki esastır:
Biri: Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin bütün nimetlerinin her bir çeşitlerini size ihsâs ettirip (hissettirip) şükrettirmekten ibârettir. Siz de hissedip şükür ve ibâdetini etmelisiniz.
İkincisi: Âleme tecellî eden esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin bütün tecelliyâtının aksâmını, birer birer, size o cihazât vâsıtasıyla bildirip, tattırmaktır. Siz dahi, tatmakla tanıyarak, İmân getirmelisiniz.
İşte, bu iki esas üzerine, kemâlât-ı insaniye neşv ü nemâ bulur; bununla, insan, insan olur.
İnsaniyetin cihazâtı (duygular), hayvan gibi hayat-ı dünyeviyeyi kazanmak için verilmemiş olduğuna, şu temsil sırrıyla bak:
Meselâ, bir zât, bir hizmetçisine yirmi altın verdi. Tâ mahsus bir kumaştan, kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın âlâsından mükemmel bir libas aldı, giydi.
Sonra gördü ki, o zât, diğer bir hizmetkârına bin altın verip, bir kâğıt içinde bâzı şeyler yazılı olarak, onun cebine koydu; ticarete gönderdi.
Şimdi, her aklı başında olan bilir ki, o sermâye, bir kat libas almak için değil. Çünkü, evvelki hizmetkâr, yirmi altınla en âlâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan; elbette bu bin altın, bir kat libasa sarf edilmez. Şâyet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya, bir kat libas için verip hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim, nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için, şiddetle tâzib ve hiddetle te'dib edilecektir.
Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermâye-i ömür ve istidad-ı hayatınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa, sermâyece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednâsından (basit) elli derece aşağı düşersiniz.

Ey gâfil nefsim! Senin hayatının gâyesini ve hayatının mahiyetini, hem hayatının sûretini, hem hayatının sırrı-ı hakikatini, hem hayatının kemâl-i saadetini bir derece anlamak istersen, bak; senin hayatının gâyelerinin icmâli dokuz emirdir.
� Birincisi şudur ki: Senin vücudunda konulan duygular terazileriyle, rahmet-i İlâhiyenin hazînelerinde iddihar (biriktirilen) edilen nimetleri tartmaktır ve küllî şükretmektir.
� İkincisi: Senin fıtratında vaz' edilen cihazâtın anahtarlarıyla, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin gizli defînelerini açmaktır, Zât-ı Akdesi o esmâ ile tanımaktır.
� Üçüncüsü: Şu teşhirgâh-ı dünyada, mahlûkat nazarında, esmâ-i İlâhiyenin sana taktıkları garip san'atlarını ve latîf cilvelerini bilerek, hayatınla teşhir ve izhâr etmektir.
� Dördüncüsü: Lisân-ı hal ve kâlinle Hâlıkının dergâh-ı Rubûbiyetine ubûdiyetini ilân etmektir.
� Beşincisi: Nasıl bir asker, padişahından aldığı türlü türlü nişanları resmî vakitlerde takıp, padişahın nazarında görünmekle onun iltifatât-ı âsârını gösterdiği gibi, sen dahi, esmâ-i İlâhiyenin cilvelerinin sana verdikleri letâif-i insaniye murassaâtıyla (süslenmiş şeyler) bilerek süslenip, o Şâhid-i Ezelînin nazar-ı şuhud ve işhâdına (görme ve gösterme bakışı) görünmektir.
� Altıncısı: Zevi'l-hayat (hayat sahibi) olanların tezâhürât-ı hayatiye (hayat belirtileri) denilen, Hâlıklarına tahiyyâtları (tebrikler); ve rumuzât-ı hayatiye (hayatın işaretleri) denilen, Sâni'lerine tesbihâtları; ve semerât ve gâyât-ı hayatiye (hayatın gayeleri ve meyveleri) denilen, Vâhibü'l-Hayata (hayatı veren) arz-ı ubûdiyetlerini bilerek müşâhede etmek, tefekkür ile görüp, şehâdetle göstermektir.
� Yedincisi: Senin hayatına verilen cüz'î ilim ve kudret ve irâde gibi sıfat ve hallerinden küçük numunelerini vâhid-i kıyasî ittihaz ile, Hâlık-ı Zülcelâlin sıfat-ı mutlakasını ve şuûn-u mukaddesesini (mukaddes özellikler) o ölçüler ile bilmektir. Meselâ, sen, cüz'î iktidarın ve cüz'î ilmin ve cüz'î irâden ile bu hâneyi muntazam yaptığından, şu kasr-ı âlemin senin hânenden büyüklüğü derecesinde, şu âlemin ustasını o nisbette Kadîr, Alîm, Hakîm, Müdebbir bilmek lâzımdır.
� Sekizincisi: Şu âlemdeki mevcudâtın her biri, kendine mahsus bir dil ile Hâlıkının vahdâniyetine ve Sâniinin Rubûbiyetine dâir mânevî sözlerini fehmetmektir.
� Dokuzuncusu: Acz ve zaafın, fakr ve ihtiyacın ölçüsüyle, kudret-i İlâhiye ve gınâ-i Rabbâniyenin (Allah’ın sonsuz zenginliği) derecât-ı tecelliyâtını (görünüm dereceleri) anlamaktır. Nasıl ki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın envâı miktarınca, taamın lezzeti ve derecâtı ve çeşitleri anlaşılır. Onun gibi, sen de nihayetsiz aczin ve fakrınla, nihayetsiz kudret ve gınâ-i İlâhiyenin derecâtını fehmetmelisin.
İşte senin hayatının gâyeleri, icmâlen, bunlar gibi emirlerdir. Şimdi, kendi hayatının mahiyetine bak ki; o mahiyetinin icmâli (özet) şudur:
Esmâ-i İlâhiyeye âit garâibin fihristesi, hem şuûn ve sıfât-ı İlâhiyenin bir mikyâsı (ölçek), hem kâinattaki âlemlerin bir mîzanı, hem bu âlem-i kebîrin bir listesi, hem şu kâinatın bir haritası, hem şu kitâb-ı ekberin bir fezlekesi (neticesi), hem kudretin gizli defînelerini açacak bir anahtar külçesi, hem mevcudâta serpilen ve evkâta (vakitler) takılan kemâlâtının bir ahsen-i takvîmidir. İşte mahiyet-i hayatın bunlar gibi emirlerdir.
Şimdi, senin hayatının sûreti ve tarz-ı vazifesi şudur ki:
Hayatın bir kelime-i mektûbedir (yazılmış kelime), kalem-i Kudretle yazılmış hikmetnümâ bir sözdür; görünüp ve işitilip, Esmâ-i Hüsnâya delâlet eder. İşte hayatının sûreti, bu gibi emirlerdir.
Şimdi, hayatının sırr-ı hakikati şudur ki: Tecellî-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete aynalıktır. Yani, bütün âleme tecellî eden esmânın nokta-i mihrâkiyesi (odak noktası) hükmünde bir câmiiyetle, Zât-ı Ehad-i Samede aynalıktır.
Şimdi, hayatının saadet içindeki kemâli ise, senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelînin envârını hissedip, sevmektir. Zîşuur olarak Ona şevk göstermektir, Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir, kalbin göz bebeğinde aks-i nurunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meâl-i şerifi olan,
"Ben göklere ve yere sığmam. Hayrettir ki, mü'minlerin kalbine sığarım." denilmiştir.
İşte, ey nefsim! Hayatının böyle ulvî gâyâta müteveccih olduğu ve şöyle kıymetli hazîneleri câmi' olduğu halde, hiç akıl ve insafa lâyık mıdır ki, hiç ender hiç olan muvakkat huzûzât-ı nefsâniyeye (nefsin hoşlandığı şeyler), geçici lezâiz-i dünyeviyeye sarf edip zâyi edersin. Eğer zâyi etmemek istersen, geçen temsil ve hakikate remzeden "Yemin olsun güneşe ve aydınlığına. � Ve onu takip eden aya. � Ve onu gösteren güne. � Ve onu örten geceye. � Ve gökyüzüne ve onu binâ edene. � Ve yeryüzüne ve onu yayıp döşeyene. � Ve inonu intizamla yaratana.� Sonra da ona kötülüğü bildirip ondan sakınmayı ilham edene. � Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir. � Nefsini günaha daldıran da hüsrâna düşmüştür. (Şems Sûresi: 1-10.)" sûresindeki kasem ve cevab-ı kasemi düşünüp amel et. "Allahım, risâlet semâsının güneşi, nübüvvet burcunun ayı olan yüce Peygambere (a.s.m.), onun hidâyet yıldızları olan Al ve Ashâbına salât ve selâm eyle. Bize, erkek ve kadın mü'minlere merhamet et. Amin, âmin, âmin." (Duâ)

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

17

01.11.2010, 08:34

Duâ

Rahmân-ı Rahîm olan Allah'ın, Furkan-ı Hakîmi
Arş-ı Azîmden üzerine indirdiği zât olan Efendimiz Muhammed'e (a.s.m.)
ümmetinin iyilikleri adedince milyon salât ve milyon selâm olsun.

Risâletini
İncil, Tevrat ve Zebûr'un müjdelediği; nübüvvetini doğduğundan hemen
önce ve doğumu ânında meydana gelen hârikulâde hallerin, cinnî
hâtiflerin, insanlardan evliyâ ve kâhinlerin haber verdiği; işaretiyle
ayın ikiye bölündüğü Efendimiz Muhammed'e (a.s.m.) ümmetinin alıp
verdiği nefesler sayısınca milyon salât ve milyon selâm olsun.

Çağırmasıyla,
ağaçların, yanına geldiği, duâsıyla yağmurun süratle yağdığı, bulutun
sıcaktan korumak için başında gölge yaptığı, bir kilelik yiyeceğinden
yüzlerce insanın doyduğu, parmakları arasından suyun üç defa Kevser gibi
aktığı; Allah'ın kertenkeleyi, ceylanı, kuru hurma direğini, koyun
paçasını, deveyi, dağı, taşı ve çakıl taşlarını onun için konuşturduğu;
Mi'racın ve, "Göz ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı" (Necm Sûresi:
17.) âyetinin sahibi Efendimiz ve şefaatçimiz Muhammed'e, (a.s.m.) ilk
indiği andan itibâren Kıyâmete kadar Kur'ân'ın, her okuyanın okuduğunda
hava dalgalarının aynalarında Allah'ın izni ile temessül eden her
kelimesindeki her harfi sayısınca salât ve selâm olsun. Bu salâvâtların
her birisi hürmetine bizi bağışla, bize merhamet et, ey İlâhımız!

Âmin.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

18

03.11.2010, 08:24

Duâ

Allahım!
Kur'ân'ı,
bizim için, onu yazan ve benzerleri için, her türlü hastalıktan şifâ,
bize ve onlara hem dünyada, hem de âhirette dost, dünyada yoldaş,
kabirde arkadaş, Kıyâmette şefaatçi, Sırat üzerinde nur, Cehenneme karşı
perde ve örtü, Cennette arkadaş ve bütün hayırlara bizi sevk eden
rehber ve önder kıl. Bunu fazlın, cömertliğin, keremin ve rahmetinle yap
ey merhametlilerin en merhametlisi ve ey bütün cömertlerden daha cömert
olan!

Duâmızı kabul buyur.
Allahım!
Kendisine hakla bâtılı ayırt eden Kur'ân-ı Hakîmin indiği zâta, onun bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle.
Âmin, âmin.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

19

03.11.2010, 14:23

Allah kabul etsin ....amiiiiin
Vicdanın ziyası ulûm-u diniyedir
Aklın Nuru
fünûn-u mdeniyedir

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

20

04.11.2010, 08:07

Duâ

Allahım!
Sevdiğin ve râzı olduğun şekilde Kur'ân'ın sırlarını anlamayı nasip eyle. Ona hizmet etmeye bizi muvaffak kıl. Âmin. Bunu rahmetinle yap ey merhamet edenlerin en merhametlisi!
Allahım!
Kur'ân-ı Hakîmin indiği zâtın kendisine, bütün âl ve Ashâbına salât ve selâm eyle.
Âmin.
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir