Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

07.09.2009, 13:22

Keyfiyet (Kalite)

Kalite ve kaliteli yaşam..ve kaliteli anlayış.. Her şeyde bir uygulanır ve kullanılır bir yön görmektir belki..Ve Belagatte ifade muktezayı hale mutabakat gibi...konum gereği en yerinde davranışı belirleyip yapmak…
En kısa ve en doğru yoldan gitmek...ve malumdur ya; yolların en selametlisi en kısa olanıdır…

Ve en doğru kitabı okumaktır…Yanlızca bir’i bilmeye faydası olanları okumak belki..
Bir düşünce ve kanaati..hakikatin ruhunda olan gelişme ve yükselme gibi isnat ve ihata yeteneği ile kavramak ve onu gelişme niteliği ile ömrün her yerine taşıyabilmek gibi…
Mesela vaktin kıymetini bilmek…Bulunduğun anın en kıymetli an olduğunu anlamak gibi..."Bir ân-ı seyyâle vücud-u münevver, milyon sene bir vücud-u ebtere müreccahtır."denildiğini bilerek sağlamak sanki...
Mesela her doğruyu işlemekten alı koyan cüce doğrulara aldanmamak…
Örneğin bir güzel iş yaparken başka ve daha basit bir güzel işin fikre gelmesi..ona yöneldiğinde daha başka bir basit ve güzel işin onun yanına gelmesi.. ve o gelmenin müreccih iradeye ver yansın ettiği tercihler tercihler...Ve tercihlerle bir şey yapamamış bir niyetin atıl ve neticesiz boyun bükmesine izin vermemektir belki…
Doğru insanlarla beraber olmaya çalışmak gibidir doğruluk hatveleri…
Ve kaçmatır dolu dolu vakarla, boş boş konuşmalardan…
Ve yine lebalep muhabbetlerin içinde özelliksizce kaybolmaktır belki…
Kendince boy vermiş zanların cuntası altında Hususileşmemek mesela..Belki de insan hususileştikçe imtihanı özelleşiyor gibi…
Kişisel sancılar kişisellik ağrıları sağır ve aksak...
Kendini beğendirmeklerden kaçmak mesela..Bana da bakın !..ben de varım gibi taaffün etmiş emellerden kurtulup..Varım Var’ına kurban diyerek bir marifet ve muhabbet ikliminde nefeslenmek..nefeslemek gibi..
Mesela tenezzül etmemek..tezellül de etmemek..Mesela boyun eğmemek fani ve fena şeylere…
Örneğin sabırlı olmak… Ne olursa olsun şükrün geniş kapısını bulmak ve önünde şakir durmak gibi…
Belki yitiğine bulduğun bir manayla söküğünü yamayıp.. üstünü başını temizleyerek bir meclisi irfana taşımak..Belki o irfan meclisinden de taşıdığını üleşecek birkaç talibin eşiğine götürmek…Bak kitab-ı kâinatın safha-i renginine…diyebilmek bir çift ve yorgun göz önünde…
Yanlışa yamuğa bakmamak mesela.. "Neden bakmıyorsun?" Denildiğinde;
"İlmin izzetini muhafaza etmek, beni baktırmıyor." Diyebilmek mesela…
Ve izlensen acabalarla.. sonra söylense ki;
"Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın."
Diyebilsen ki;
"Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin âkıbeti elemler, teessüfler olmasından, istemiyorum."
Mesela ..korkmasan halklardan;
çünkü;
Hâlbuki halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir. söylenmişliğini işitmek gibi örneğin…Mesela Kendini sevdirmeye için şirin görünmeye çalışmamak gibi…
Sorgulamadan yaşamamak mesela..Neden nereden tedirginliklerine cevaplar bulmak..feleğin gözünün içine içine bakmak mesela…
Aklı kullanmak mesela…
Kalbini de..Ruhuda ıtlaka taşımak örneğin..Bir birine karıştırmak ve bu mecz meclisinden bir ahenk ile ileriye bakabilmek örneğin…
Ömrünü güzel kullanmak mesela…
Hayatın ne istediğini anlayabilmek… Hayattan ne istediğini bilebilmek mesela…
Vaat edilenlerin akıbetini görmek…Vaad edilene akıl erdirmek örneğin…Oluşan kanaatin iz sürümünde izden yürümeye azmetmek mesela..
Vaz geçmemek caymamak örneğin…
Zamanın kalburunda eler ve elenirken elinde kalanı senden kalanı görebilmek örneğin…
Dünyanın akıbeti ne olursa olsun lezaizi terk etmek evladır fikrini arzuna gem eyleyebilmektir örneğin…
Kariyenin peşinde koşar beynini patlatırken uhraya giden baki adımlarını emekleme seviyesinde durağanlığa mahkum etmemektir mesela…
Efkarı muammaya meşru sebepler üretip..teklifi yorumunla hafifleştirip ruhsatları tevilliyerek surlarda gedik açmamaktır beklide…
Firak bekaya kalbolup başkalaşmıyor…
Aczi beşeri fakrı insani değişmiyor..
Beşer yolculuğu kesilmiyor… Sürat peyda ediyor…
Sende beraber gidiyorsun bak ihtiyarlığın alameti beyaz kıllar başının yarısından fazlasını kaplamış…
Farkına varmak mesela…
Örneğin;
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere,
Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber
Gibi…
Mesela;
Dil bekası, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,
Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.
Gibi..
Örneğin..
Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,
Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.
Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,
Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.
Gibi…
Yetmez mi dert derman sana…
Hem;
Bırak biçare feryadı, belâdan kıl tevekkül. Zira feryat, belâ ender hata ender belâdır bil.
Belâ vereni buldunsa eğer, safâ ender vefâ ender atâ ender belâdır bil.
Madem öyle, bırak şekvâyı, şükret; çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.
Ger bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender hebâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan, gel tevekkül kıl.
Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.
Konu başında da geçtiği gibi;
1. Yani, yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faydasızdır.
6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

Söylemiş ..ne güzel ne doğru söylemiş…

Birinci Levha

Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır..diyerek;

Beni dünyaya çağırma,
Ona geldim fenâ gördüm.
Demâ gaflet hicab oldu,
Ve nur-u Hak nihan gördüm.
Bütün eşya-yı mevcudat
Birer fâni muzır gördüm.
Vücut desen, onu giydim,
Ah, ademdi, çok belâ gördüm.
Hayat desen onu tattım
Azap-ender azap gördüm.
Akıl ayn-ı ikab oldu,
Bekayı bir belâ gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu,
Kemal ayn-ı heba gördüm.
Amel ayn-ı riya oldu,
Emel ayn-ı elem gördüm.
Visal nefs-i zeval oldu,
Devâyı ayn-ı dâ gördüm.
Bu envar zulümat oldu,
Bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar nây-ı mevt oldu,
Bu ahyâyı emvat gördüm.
Ulûm evhâma kalb oldu,
Hikemde bin sakam gördüm.
Lezzet ayn-ı elem oldu,
Vücutta bin adem gördüm.
Habib desen onu buldum,
Ah, firakta çok elem gördüm.

ifade etmiş...
Ve;
İkinci Levha

Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder bir levhadır.. diye söyleyerek;

Demâ gaflet zeval buldu,
Ve nur-u Hak ayan gördüm.
Vücut burhan-ı Zât oldu,
Hayat, mir'ât-ı Haktır, gör.
Akıl miftah-ı kenz oldu,
Fenâ, bâb-ı bekadır, gör.
Kemâlin lem'ası söndü,
Fakat şems-i cemal var, gör.
Zeval ayn-ı visal oldu,
Elem ayn-ı lezzettir, gör.
Ömür nefs-i amel oldu,
Ebed ayn-ı ömürdür, gör.
Zalâm zarf-ı ziya oldu,
Bu mevtte hak hayat var, gör.
Bütün eşya enis oldu,
Bütün asvat zikirdir, gör.
Bütün zerrat-ı mevcudat
Birer zâkir, müsebbih gör.
Fakrı kenz-i gınâ buldum,
Aczde tam kuvvet var, gör.
Eğer Allah'ı buldunsa
Bütün eşya senindir, gör.
Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen
Onun mülkü senindir, gör.
Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen
Bilâ-addin belâdır, gör,
Bilâ-haddin azaptır, tad,
Belâ gayet ağırdır, gör.
Eğer hakikî abd-i hüdâbin isen,
Hudutsuz bir safâdır, gör,
Hesapsız bir sevap var, tad,
Nihayetsiz saadet gör.

beyan eylemiş........
Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. âmin. Sözler

2

07.09.2009, 13:22

Ve bağlamaktır talebi belki..;

Ey nefsim! Kalbim gibi ağla ve bağır ve de ki:

Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem. Ruhumu Rahmân'a teslim eyledim; gayr istemem. İsterim, fakat bir yâr-ı bâki isterim. Zerreyim, fakat bir şems-i sermed isterim. Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim...demiş....

Ve "Vermek istemeseydi istemek vermezdi"..........

Ve..Akar su gibi aktığı halde donmuş gibi görünen ömür nehirleri..Dünya görüşü ..alemin işleri elalemin iş oğlu işleri..Çakal cambaz oyunları..:sobe ebe bir devinim …

"Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden elli gündür hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?"

Cevaben dedim ki:

Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.

Birinci noktaya cevap ise: Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvâsından daha ehemmiyetli bir dâvâ, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.

İşte, o dâvâ ise, yüz bin meşâhir-i insaniyenin ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, Kâinat Sahibinin ve Mutasarrıfının binler vaad ve ahdlerine istinaden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki:

Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?

İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var.

Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim, sizler, benimle beraber gelen eski kardeşlerim gibi Risale-i Nur'u görmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirtleri şahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki:

O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur'ân-ı Hakîmın mu'cize-i mâneviyesinden neş'et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur'dur. Bu on sekiz senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyyumlar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerle hükümetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur'un çelik kalesinde yüz otuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler. Demek avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter.

Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz. Hükümet-i Cumhuriyenin mebusları ve erkânlarının ellerinde mühim risaleleri, iki, üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı. İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.

Beliki de;

Yani, mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:

Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek.

Zahmeti at, safâyı bul.

Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.

Ve;

Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli.

"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin"

demeli ve Ona yalvarmalı..............

Evet;

İ'lem eyyühe'l-aziz! İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.
Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür'atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür'atle giderken ayetini okuyor. Sefine-i arz sür'atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh, o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firâkın elemi, telâki lezzetinden ağırdır.

Ey nefs-i emmârem! Sana tâbi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana musahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâle abd olurum.
Ve keza, kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdut ve tünellerinden şimşekvâri geçen zamanın şimendiferine bindirerek ebedül'âbad memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevk eden Hâlık-ı Rahmânü'r-Rahîmden medet istiyorum.

Ve keza, hiçbir şeyi dualarıma, istigâselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren, felek çarklarını durdurmaya ve şems ve kamerin yerleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeye ve vücudun şahikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sakin kılmaya kadir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelâle dualarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünkü, herşeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır.

Ve keza, kalbime vaki olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyûl ve emellerini tatmin ettiği gibi, akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeye kadir olan Zât-ı Akdesden maada kimseye ibadet etmiyorum.

Evet, dünyayı âhirete kalb etmekle kıyameti koparan kudret muktedirdir, âciz değildir. Bir zerre o kudretin nazarında gizlenemez. Şems, büyüklüğüne güvenerek o kudretin elinden kurtulamaz. Evet, onun mârifetiyle elemler lezzetlere inkılâp eder. Evet, Onun marifeti olmazsa, ulûm evhama tahavvül eder. Hikmetler illet ve belâlara tebeddül eder. Vücut ademe inkılâp eder. Hayat ölüme ve nurlar zulmetlere ve lezâiz günahlara tahavvül eder. Evet, Onun marifeti olmazsa, insanın ahbabı ve mal ve mülkü insana a'dâ ve düşman olurlar. Beka belâ olur. Kemal hebâ olur. Ömür hevâ olur. Hayat azap olur. Akıl ikab olur. Âmâl, alâma inkılâp eder.

Evet, Allah'a abd ve hizmetkâr olana herşey hizmetkâr olur. Bu da, herşey Allah'ın mülk ve malı olduğunu iman ve iz'an ile olur.
Evet, kudret, insanı çok dairelerle alâkadar bir vaziyette yaratmıştır. En küçük ve en hakir bir dairede, insanın eli yetişebilecek kadar insana bir ihtiyar, bir iktidar vermiştir. Ferşten Arşa, ezelden ebede kadar en geniş dairelerde insanın vazifesi, yalnız duadır.

Evet "De ki: Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?" Furkan Sûresi, 25:77.,âyet-i kerîmesi, bu hakikati tenvir ve isbata kâfidir. Öyleyse, çocuğun, eli yetişemediği birşeyi peder ve validesinden istediği gibi, abd de, acz ve fakriyle Rabbine iltica eder ve Hâlıkından ister.

Vb..Vd……………………………………….
Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. âmin. Sözler

3

07.09.2009, 13:23

……………mevcudatı kendileri hesabına hizmetten azlederek Fâtır-ı Zülcelâl hesabına istihdam edip Esmâ-i Hüsnâsının mazhariyet ve aynadarlık vazifesinde istimal ederek, mânâ-yı harfî nazarıyla onlara bakıp, mutlak gafletten kurtulup huzur-u daimîye girmektir; herşeyde Cenâb-ı Hakka bir yol bulmaktır. Elhasıl, mevcudatı mevcudat hesabına hizmetten azlederek, mânâ-yı ismiyle bakmamaktır……………

Halkın dünyasının devam ve bekasının senin devam ve bekana bir faydası yoktur……….gibi…


Bir gün yalnız kaldığında..
Etrafındaki debdebe hükmünü yitirdiğinde…
Ele güne sap samana karıştığında…
Gençliğin yerini yaşlılığa bıraktığında ve uyuşmuş kış çiçeğine benzediğinde...
Yüzüne bakılmadığında..sözün geçmediğinde..maaşın yetmediğinde..mevsim ler altı ay kış gittiğinde..Başında çıkan yara geçmediğinde..Kimse kimsin nesin diye sormadığında..Yalpaladığında yani..ruhunu yaslayacağın asaların bakım ve onarımını hiç ihmal etmemek belki…
Malayaniyle iştigal maksadı geri bırakır…
Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir ..göz ise maneviyatta kördür…

...................

İşte, Bismillâhirrahmânirrahîm, Fâtiha'nın fihristesi ve Kur'ân'ın mücmel bir hülâsası olduğu cihetle, bu mezkûr sırr-ı azîmin ünvanı ve tercümanı olmuş. Bu ünvanı eline alan, rahmetin tabakatında gezebilir. Ve bu tercümanı konuşturan, esrar-ı rahmeti öğrenir ve envâr-ı Rahîmiyeti ve şefkati görür...de demiş...

hem de;

Ey hadsiz acz ve nihayetsiz fakr içinde yuvarlanan biçare insan! Rahmet ne kadar kıymettar bir vesile ve ne kadar makbul bir şefaatçi olduğunu bununla anla ki:

O rahmet, öyle bir Sultan-ı Zülcelâle vesiledir ki, yıldızlarla zerrat beraber olarak, kemâl-i intizam ve itaatle ordusunda hizmet ediyorlar. Ve o Zât-ı Zülcelâlin ve o Sultan-ı Ezel ve Ebedin istiğnâ-yı zâtîsi var. Ve istiğnâ-yı mutlak içindedir. Hiçbir cihetle kâinata ve mevcudata ihtiyacı olmayan bir Ganiyy-i Alel'ıtlaktır. Ve bütün kâinat taht-ı emir ve idaresinde ve heybet ve azameti altında nihayet itaatte, celâline karşı tezellüldedir.

İşte rahmet seni, ey insan, o Müstağnî-yi Alelıtlak'ın ve Sultan-ı Sermedînin huzuruna çıkarır ve Ona dost yapar ve Ona muhatap eder ve sevgili bir abd vaziyetini verir. Fakat nasıl sen güneşe yetişemiyorsun, çok uzaksın, hiçbir cihetle yanaşamıyorsun; fakat güneşin ziyası, güneşin aksini, cilvesini, senin aynan vasıtasıyla senin eline verir. Öyle de, o Zât-ı Akdese ve o Şems-i Ezel ve Ebede biz çendan nihayetsiz uzağız, yanaşamayız. Fakat Onun ziya-yı rahmeti Onu bize yakın ediyor.

İşte, ey insan! Bu rahmeti bulan, ebedî, tükenmez bir hazine-i nur buluyor. O hazineyi bulmanın çaresi, rahmetin en parlak bir misali ve mümessili ve o rahmetin en beliğ bir lisanı ve dellâlı olan ve Rahmeten li'l-Âlemîn ünvanıyla Kur'ân'da tesmiye edilen Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın sünnetidir ve tebaiyetidir. Ve bu Rahmeten li'l-Âlemîn olan rahmet-i mücessemeye vesile ise, salâvattır.

Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li'l-Âlemînin vüsulüne vesiledir. Öyleyse, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li'l-Âlem-îne ulaşmak için vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân'a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li'l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.

Elhasıl: Hazine-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi Bismillâhirrahmânirrahîm'dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvattır.

Allahım! "Bismillâhirrahmânirrahîm"in hakkı için, âlemlere rahmet olarak gönderdiği zâta ve bütün âl ve ashabına, Senin rahmetine ve onun hürmetine yaraşır bir şekilde salât ve selâm et. Bize de, Senden gayrı, Senin mahlûkatından hiç kimsenin merhametine muhtaç olmayacağımız bir rahmetle merhamet et...amin deyip bab-ı rahmetin kapısını dak etmiş...


İyi bir ayakkabı almaktır beklide..Örneğin sıkmayan.. bol da durmayan bir kalıp bulmak gibi….Keyfiyet hikmetin sırrında tahakkuk eden alemin esrarını nutka getirmektir.. sessiz sakin ihtimalen muhtemelen belki...............ki; Ramet yar İnşaallah............



Allahummeihdinassıratelmüstekim..Amin…………

m_safiturk
Ey Hayy ve Kayyûm olan! Hayy ve Kayyûm isimlerin hürmetine, bu perişan kalbe bir hayat ver, bu müşevveş akla doğru yolu göster. âmin. Sözler

Bu konuyu değerlendir