Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

18.07.2008, 00:29

düğün nasıl olmalı?

s.a.merak ediyorum düğün nasıl olmalı yani çalgı çalınmalı mı?oyun oynanmalı mı?kadın erkek ayrı mı olmalı?türbanlı gelinlik giyilecekse 1 güne mahsus makyaj yapılmalı mı?topuklu ayakkabı giyinilmeli mi?bide o gün gelinlikle nasıl namaz kılınır?gerçekten kayınbabanın yanında açık gezebilirmisin?bide 23 yaşında fakat zihinsel özürlü ama çok şeyide anlayan bir erkeğin yanında açık gezilir mi?insan evlendikten sonra yatak odasına evlilik resimlerini asmasında bi sakınca var mı?bide bunun konuyla bi ilgisi yok ama başımız uzun süre örtülü kaldığında boneden dolayı saçımız iniyor bunun çözümünü bulan biri varmı?sorularım bu kadar. yanıtlayanlara şimdiden teşekkür ederim.

2

18.07.2008, 10:35

Re: düğün nasıl olmalı?

Alıntı sahibi ""ssibel""

s.a.merak ediyorum düğün nasıl olmalı yani çalgı çalınmalı mı?oyun oynanmalı mı?kadın erkek ayrı mı olmalı?...


Aleykümselam.Öncelikle Allah mesut bahtiyar etsin inşallah kardeşim.Sorunuzun bir kısmına cevap aşşağıda,inşallah faydalı olur...

Düğünlerimizde eğlence
“Yakın akrabalarımızın kadın erkek karışık orkestralı, oyunlu, davullu, zurnalı düğünleri oluyor. Bu düğünlere gidelim mi? Gitmez isek darılıyorlar, alınıyorlar. Ayrıca akrabalık hukuku da var. Fakat bu tür düğünlerde onlarla aynı ortamda bulunmak günah değil midir? Nasıl davranmalıyız?”


Bir yandan akrabalık hukuku var, diğer yandan günah işlememe hakkımız var. Hiç şüphesiz, akrabalarımız bizim günah işlememe hakkımıza saygı duyacaklardır. Fakat onları düğünleri sebebiyle de tebrik etmemiz gerekiyor.

Bu ikisini bir arada yapmak, yaşamak ve başarmak zor olmasa gerek.

Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, düğünlerde eğlence düzenlemek sünnette de vardır. Sünnetteki ölçülere uyulması halinde; meşru sınırlar içinde eğlenceye karşı koymamalıdır. Eğlencede sünnet ölçüleri şunlardır:

1) Eğlence kadın-erkek karışık olmamalı; kadınlar kendi aralarında ve erkeklere kapalı alanlarda, erkekler de kendi aralarında helâl sınırlar içinde –içkisiz, kavgasız, kargaşasız- olmak şartıyla eğlenebilirler.
Nitekim Resulullah Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm: “Gayr-i meşrû birleşme ile meşrû evliliği birbirinden ayıran şey, def çalmak ve ilân etmektir.” buyurmuştur. 1

Rubey binti Muavviz radiyallahü anhâ anlatmıştır ki: Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm evlenme törenime geldi. O sırada küçük kızlarımız deflerini çalmakta ve Bedir günü şehit düşen atalarının kahramanlıklarını nağme ile dile getirmekte idiler. Nihayet içlerinden biri: “Aramızda bir Peygamber vardır.” dedi. Bunun üzerine Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm:

“Bu sözü bırak da, şu söylediklerini söylemeye devam et.” buyurdu.2

2) Eğlencelerde nefsi şımartan, şehevî duyguları tahrik eden, yetimâne hüzünler veren ve ulvî duyguları tahrip eden parçalar çalınmamalıdır.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, hiç şüphesiz evlenen çiftler tebrik edilmeli ve hayır duâ edilmelidir. Nitekim Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz evlenen kişiyi “Allah mübarek etsin. Tebrik ederim. Allah sizi mutlu kılsın ve sizi hayırla bir araya getirsin.” Diyerek tebrik ederdi.3

Öte yandan akrabalarımıza düğünlerimizdeki bu ölçüler hatırlatılır ve onlara düğünlerini meşru sınırlar içinde yapmaları hususunda yardımcı olunursa iyi olur. Böylece en azından gidemeyeceğimiz bir düğün kâbusunu önlemiş oluruz.

Fakat kimi yerlerde öyle yerleşmiş görenekler var ki, düğün denince kendiliğinden bu göreneklerden geçilmesi gerekiyor gibi bir emir ortaya çıkıyor. Sanki bir yüksek makam çıkmış emrediyor: Düğünleriniz salonda orkestralı olacak, kadınlı erkekli danslı oyunlu olacak, su gibi içki içilecek, havaya silâhlar sıkılacak… Vs. Bunlar yapılmasa düğün olmuyor. Ele güne karşı, ne deriz sonra? Öyle ya, el gün bu düğünü konuşacak ve aferin diyecek.

şu görenekçiler, Allah ne diyor diye soruyorlar mı acaba?

Eğlenceye tamam, ama bu kadarı değil. ıçinde haram unsur taşımayanına bir diyeceğimiz olmaz. Haram unsur varsa, dost ve akrabalarımızı öncelikle incitmeden uyarmamızda yarar var. Söz dinlenmiyorsa, küsmek yok. Ama düğünün içinden haram unsurları ayıklama gayretimizi sürdürürüz. Ayıklayabildiğimiz kadar ayıklarız. Meselâ içki olmayacak, silâh olmayacak denebilir. Bir de kadınlarla erkeklerin salonları ayrılsa mesele kalmayacak. Fakat başaramadığımız yerde küsüp elimizi çekmemize de gerek yok. Demek yapabildiğimiz bu kadar. Daha sonra başka yapabileceklerimiz için kapıları kapamadan, akrabalık hukukumuz çerçevesinde, içinde bir miktar bidat da olsa, bidati yaşamamak kaydıyla, akrabalarımızın düğününe gideriz. Gideriz çünkü aksi takdirde, akrabalık ilişkilerinin kesilmesi gibi daha büyük yaraların açılmasına fırsat vermemek lâzım. Küsmeden, tavır koymadan, incitmeden, kırmadan yanlış bulduklarımızı, doğru bildiklerimizi söylemeye devam ederiz. Olabildiği kadar.

Allah düğünlerimizi, derneklerimizi haramlardan ve bidatlerden korusun. Âmin.

Dipnotlar:
1. Tirmizî, Nikâh, 6;ıbn-i Mâce, Nikâh, 1896
2. Tirmizî, Nikâh, 1096
3. Tirmizî, Nikâh, 7

Kaynak: http://www.saidnursi.de/fikih/v3/kategor…de-eglence.html
''Ey gönül!Canına üflenen nefhayla yan da kavrul!Amma lale gibi ol ki;halinden sadece ''yar'' haberdar olsun.''

3

18.07.2008, 15:31

Re: düğün nasıl olmalı?

Alıntı sahibi ""ssibel""

s.a.merak ediyorum düğün nasıl olmalı yani çalgı çalınmalı mı?oyun oynanmalı mı?kadın erkek ayrı mı olmalı?türbanlı gelinlik giyilecekse 1 güne mahsus makyaj yapılmalı mı?topuklu ayakkabı giyinilmeli mi?bide o gün gelinlikle nasıl namaz kılınır?gerçekten kayınbabanın yanında açık gezebilirmisin?bide 23 yaşında fakat zihinsel özürlü ama çok şeyide anlayan bir erkeğin yanında açık gezilir mi?insan evlendikten sonra yatak odasına evlilik resimlerini asmasında bi sakınca var mı?bide bunun konuyla bi ilgisi yok ama başımız uzun süre örtülü kaldığında boneden dolayı saçımız iniyor bunun çözümünü bulan biri varmı?sorularım bu kadar. yanıtlayanlara şimdiden teşekkür ederim.


ve aleyküm selâm,
öncelikle inşaAllah hakkınızda hayırlı olur diyelim,

Düğünde eğlenmenin ölçüsü nedir?

Düğünlerimiz pek tabi sünnet-i seniye ye uygun olmalı fakat önümüzde de örnek bi düğün formatı yok nasıl yapacağız acaba?

Düğünde erkekler ayrı ve kadınlar ayrı olmak üzere birbirini görmeyecek derecede davul zurna eşliğinde oynamaları caiz midir?

Peygamberimiz düğün merasimlerine katılmış mıdır?

Kadın ve erkek ayrı olursa sazlı düğün caiz mi?

Gelinlik giymek caiz midir? “Nikah merasiminde gelinlik giyilebilir mi? Gelinlik tesettüre aykırı düşer mi? Tesettüre uygun gelinliğin yabancı erkeklerin görmesinde bir mahzur var mıdır?”

Dinimizde bir bayanın makyaj yapması caiz midir? Süslenmekle ilgili bilgiler var ama özellikle makyajı vurgulamak istiyorum.

Topuklu ayakkabılar giymek haram mı. Ses çıkaran topuklu ayakkabıları giyen kadın günah işlemiş olur mu?

Gerdek gecesinde neler yapmamız gerekir. Dinimizin bu konu hakkındaki emirleri tavsiyeleri nelerdir?

Bir kadın için kayınpederinin hükmü nedir? Eşi öldüğünde veya boşanma durumunda bu hüküm değişir mi?

Kızımın resmini büyütüp salona asmamda bir sakınca var mı.


Bone ile ilgili soruyu anlayamadım, onu biraz daha açarsanız iyi olur, sanırım onu hanım kardeşlerimiz cevaplayacak.

Verdiğim linklerde aradığınız cevaplar ya da cevaplarınıza da ayrıca linkler var, kullanımı basit. Takıldığınız nokta olursa haber edin.

duygu

Profesyonel

  • "duygu" bir kadın

Mesajlar: 966

Konum: istanbul

Meslek: ev hanımı

Hobiler: hat ve ebru sanatı, tasarım, araştırmak ve farklılık.ney çalmak

  • Özel mesaj gönder

4

18.07.2008, 17:52

said abim ve nuriye kardeşim yeterince bu konu hakkında istişarede bulunmuşlar zaten.Allah razı olsun..
sizede hayırlı olur inş. ssbel
Sus gönlüm...
Seni senden daha iyi bilen, Rabbinin hükmü vuk'u buluncaya kadar sus
...

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

5

18.07.2008, 20:20

kim evleniyor cok pardon :roll: :mrgreen:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

6

18.07.2008, 20:30

Alıntı


kim evleniyor cok pardon

ben inşallah :oops:

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

7

18.07.2008, 20:34

amaninn cok hayirli olsun insaallah :D

Rabbim mesud bahtiyar etsin.. :çiçek2:
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

8

19.07.2008, 00:19

amin çok teşekkür edrim

9

19.07.2008, 00:28

tekrar sorum olacak çok özür dileyerek sorularla islamiyette hanımların elbiselerinin üstüne cilbab giymeleri söyleniyor .ben etek ceket giyoyorum şimdi bu tam tesettür sayılmıyormu gerçekten emeklerim boşuna mı gitti :?

10

19.07.2008, 00:33

Kardeşim dikkatsiz okumuşsundur, tesettür tanımı yaparken o sitede, belirli tip kıyafet ile sınırlamıyorlar. Haram olan tarzı söylüyorlar, örtülmesi gereken kısımları söylüyorlar, tavsiyelerde bulunuyorlar. Sen yine de linkini ver bakalım.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

11

19.07.2008, 01:15

Dikkat edileceği gibi, Ahzap Suresinin 59. ayetinde kadınların mahrem yerlerini örten elbisenin dışında bir de sokağa çıkarken ayrıca giyecekleri bir örtünün giyilmesinin gerektiği ifade edilmektedir. Gerçek manada tesettür ancak bu şekilde mümkün olmaktadır. Yoksa, ev içinde kadının mahremleri arasında giydiği elbise ile dışarı çıkması, Kur'an'ın istediği şekilde bir tesettür değildir. Bu örtünün adı ne olursa olsun, esas olan bedeni bütünüyle örten bir dış örtü olmasıdırhttp://www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=2597

12

19.07.2008, 05:28

Kardeşim biraz devamına bak:


Alıntı

Gelinin vücut hatlarını örtmeyecek kadar şeffaf, başı, kolları ve diğer yerlerini kapatmayacak ölçüde dikilmiş gelinliklerin tesettür yerine geçmeyeceği açıktır. Kadın ve erkeklerin karışık olarak bulundukları nikah salonlarında ve düğün merasimlerinde dinen bu tarz gelinliklerin giyilemeyeceği bellidir.

Ancak böyle gelinliklerin sırf hanımlar arasında yapılan merasimlerde, erkeklerin bulunmaması şartıyla giyilmesi caiz olabilir. Buna rağmen bu meselede hassas olan kimselerin böylesine tesettür ölçüsünden uzak gelinlikleri giymemeleri uygun olur.

Gelinlik giymekte arzulu olanlar tesettürü yerine getiren gelinlikler giymek şartıyla merasimlerde ve törenlerde bulunurlar. Dini hassasiyet taşıyan aileler zaten bugün düğün merasimlerinde de kadın ve erkeklere farklı salonlarda ağırladıklarından muhtemel mahzurlar da böylece ortadan kalkmış bulunmaktadır.

13

19.07.2008, 19:26

anladım da, siz benim dediğimi anlamadınız.ve cevabınızı okurken sanki sinirleniyormuşsunuz gibi konuşuyorsunuz ben sadece aklıma takılan bişeyi sordum.ve kastettiğim gelinlikten ziyade sokağa çıkarkenken elbisenin üstüne bide cilbab giyin denilmesiydi.bunu sordum.yani normal kıyafetin üstüne bide cilbab mı giymek gerekiyor demek istemiştim.

14

19.07.2008, 21:15

Kardeşim sinirlendiğim falan yok. Öyle olsa hiç cevap yazmam. Ben senin aklındaki soru işaretlerini gidermek için yazıyorum. Cümlelerimi yanlış yorumluyorsun anlaşılan. Kardeşim yerine siz mi demeliydim, belki de bundan yanlış anlaşılıyorum şu an. Ben sizin dediğinizi anladım, devamını okuyup görmenizi istedim ki, tesettüre uygun gelinlik tanımı yapılmış son paragrafta.. Hal böyleyken, normal kıyafetinizle ilgili niye bir sorun hissedeceksiniz ki, bunu anlatmak istedim. Tesettür nasıl olmalı o sitenin arama motorunda aratıp okuyabilirsiniz, yine de bir iki tanesini buraya koyayım.

Ahzab suresinde kadınların dışarı çıkarken tesettür açısından üzerlerine dış giysilerini (cilbab) almaları gerektiği yazıyor ama ilmihallerde dış giysi ifadesi yoktur?
(Son kısımlarına bakınız.)

Cilbab nedir. Ayet de geçen cilbab ile günümüzde örtünün aynı olduğu ve başörtüsünde de omuzlardan sarkıtmanın aynı olduğu söylenebilir mi?

15

19.07.2008, 21:49

Alıntı sahibi ""ssibel""

yani normal kıyafetin üstüne bide cilbab mı giymek gerekiyor demek istemiştim.


Evet.
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

16

19.07.2008, 22:11

kusura bakmayın sizin dediğiniz gibi kardeşim kelimesini yanlış anladım.ve normal kıyafetimle ilgili sorun hissetmemin nedeni;çok bilgili olmamam ve en küçük bi kelimede şimdi bu mu doğru ben yanlış mı yapıyorum diye düşünmem. dün gece yarısına kadar sorularla islamiyetteki tesettür metinlerini okudum ve pek tatmin edici gelmedi.yani kesinlikle cilbab giyeceksiniz demiyor ama etek ve cekete de sıcak bakmıyor. cidden kusura bakmayın ben bunları sorularla islamiyetede sorabilirim fakat soru sınırı var.

Alıntı


Evet.evet demişsiniz bu konuda tam ayrıntılı bir kaynak verirmisiniz eğer elinizde mevcut ise.

17

19.07.2008, 22:20

Onlar şöyle yakarırlar:) Rabbimiz! Bizi doğru yola iletdikden sonra kalblerimizi eğriltme. Bize, tarâfından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin. ÂL-ı ıMRÂN 8

“Dış giysi” veyâ “dış elbise” veyâ “dış örtü” diye tercüme edilen kelimenin aslı, Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle “CıLBÂB”dır. Bu kelimenin Türkçemizdeki karşılığı ise “ÇARşAF”dır. ıslâmiyyet’i, herkes kendi anladığına göre kabûl eder ve kendi kafasına göre yaşarsa, “Böyle de olur cânım !” diyerek, Yüce Allah’ın nasıl istediğine değil de, kendi işine geldiği tarzda dîni tatbîk ederse ; bundan iki netîce hâsıl olur :

Evvelâ Müslümânlar dünyâda kayba ve hüsrâna uğrayıp, bütün ıslâm memleketleri birer birer Haçlıların ve Emperyalist Siyonistlerin işgâline uğrar ; hem mâddî, hem de ma’nevî felâketlerin, rezâletlerin, mağlûbiyetlerin, ihânetlerin ardı arkası kesilmez. Müslümânlar, dünyânın “ENÂYıSı” olurlar. Her devlet üzerlerinden geçer. Herkes yapar, Müslümân bakar ; Herkes vurur, Müslümân siner ; Herkes yürür, Müslümân durur ; Herkes yaşar, Müslümân ölür ve öldürülür. ıslâm toprakları çiğnenir ; Câmi’ler bombalanır ; Ümmet 70 parçaya bölünür ; ıslâm eserleri yağmalanır ; Beyinler boşaltılır ; Âlimler kovalanır, ayak takımı tepeye çıkartılır ; Müslümânın emeği fâize kurbân gider ; rüşvetler, hortumlar, yolsuzluklar ve iç karışıklıklar halkı cânından bezdirir…

(Boşuna) özür dilemeyin; çünkü siz imân etdikden sonra tekrâr kâfir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir topluluğu afv etsek bile, bir topluluğa da suçlu olduklarından ötürü azâb edeceğiz. TEVBE 66

ıkinci olarak, Allah’ın emirlerine itâat etmek yerine, kendi nefslerinin fânî arzû ve heves-lerinin peşine düşen ve Yüce Allah’ın “çirkin ve günâh” olarak bildirdiği şeyleri yavaş yavaş hayâtlarında yaşamağa ve bunlarla gurûrlanmağa başladıkları için Müslümânlar, dünyâda olduğu gibi, âhiretde dahî kayba ve hüsrâna uğrarlar.

Mü’minler arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzûlayan kimseler için dünyâda da, Âhiretde de çetin bir ceza’ vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. NÛR 19

Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm. LOKMÂN 15

Nihâyet o gün (dünyâda faydalandığınız) ni’metlerden elbette ve elbette hesâba çekileceksiniz. TEKÂSÜR 8

Onlar için dünyada rezillik vardır ve âhirette onlara mahsûs büyük bir a’zâb vardır. MÂıDE 41



DıYANET VAKFI
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
DıYANET ışLERı
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
SUAT YILDIRIM
O halde sizin dininiz size, benim dinim bana.
ALı BULAÇ
'Sizin dininiz size, benim dinim bana.'
Y. NURı
“Sizin dininiz size, benim dinim bana!"
ELMALILI
Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
E.YÜKSEL
"Sizin dininiz size, benim dinim bana."
MUHAMMED ESED
“Sizin dininiz size, benimki bana!”
ÖMER NASUHı
«Sizin dininiz sizin içindir, benim dinim de benim içindir.»
S.ATEş
Sizin dininiz size, benim dinim banadır.
GÖLPINARLI
Size, sizin dininiz, bana, benim dinim.
şABAN PıRış
Sizin dininiz size, benim dinim bana!
G. ONAN
"Sizin dininiz size, benim dinim bana."
KÂFıRÛN 6
NÛR / 31

DıYANET VAKFI
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nÂmus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.

DıYANET ışLERı
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesnâ, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar.

SUAT YILDIRIM
Mümin kadınlara da bakışlarını kısmalarını ve edep yerlerini açmaktan ve günahtan korumalarını söyle.Yine söyle ki mecburen görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler.Başörtülerini yakalarının üzerini kapatacak şekilde örtsünler.

ALı BULAÇ
Mü'min kadınlara söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar.

YAşAR NÛRÎ
Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar. Süslerini/zînetlerini, görünen kısımlar müstesnâ, açmasınlar. Örtülerini/başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.

ELMALILI
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.

E.YÜKSEL
ınanan kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, iffetlerini korusunlar ve açıkta olması gereken yerleri hariç, alımlı yerlerini göstermesinler. Örtülerini göğüslerinin üzerine kapasınlar. Vücutlarının alımlı yerlerini kimseye göstermesinler;

MUHAMMED ESED
ınanan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; iffetlerini korusunlar; [örfen] görünmesinde sakınca olmayan yerleri [ eller, yüz, ayaklar ] dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar; ve bunun için, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar.

ÖMER NASÛHÎ
Ve mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler ve ziynetlerini açmasınlar, onlardan her zâhir olanı müstesnâ ve başörtülerini yakalarının üzerine sarkıtsınlar ve ziynetlerini açıvermesinler.

SÜLEYMÂN ATEş
ınanan kadınlara da söyle: "Bazı bakışlarını kıssınlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünenler hâriç. Baş örtülerini (göğüs) yırtmaçlarının üstüne koysunlar. Süslerini kimseye göstermesinler.

ABDÜLBÂKÎ GÖLPINARLI
ınanan kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar ve açığa çıkanlardan, görünenlerden başka ziynetlerini göstermesinler ve örtülerini, göğüslerini örtecek bir tarzda omuzlarından aşağıya doğru salsınlar;


şÂBÂN PıRış
Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını sakınsınlar ve mahrem yerlerini korusunlar. Açıkta olan kısmı hâriç ziynetlerini göstermesinler. Başörtüleri ile yakalarının üzerini de kapatsınlar.


G. ONAN
ınançlılara da söyle: Gözlerini (harama çevirmekten) kaçın-dırsınlar ve ırzlarını korusunlar, süslerini açığa vurmasınlar; ancak kendiliğinden görüneni hâriç. Baş örtülerini yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar.


YAZARI MECHÛL
Mü’min kadınlara da söyle ; gözlerini bakılması harâm şey’lerden çevirsinler ve ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görünen kısmı müstesnâ, süs yerlerini açmasınlar. Başörtülerini yanaklarının üstüne, kapatacak şekilde koysunlar ...


1977 ELMALILI MUHAMMED HAMDÎ YAZIR
Mü’min kadınlara de ki gözlerini önlerine diksinler ( helâl olmayan şeylere bakmasınlar ), utanacak yerlerini korusunlar. ış zamanın-da görünen şeylerden ( yüz, el, ayak, yüzük, elbise, gibi ) maada ziynet yerleri olan bedenlerini göstermesinler. Başörtülerini yakaları üzerine çeksinler ( gerdânlarını, göğüslerini, başlarını örtsünler ).


1997
Mü’min kadınlara da söyle ; gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını muhâfaza etsinler, kendiliğinden görüneni başka ... Başörtülerini göğüslerine kadar salıversinler. Ziynetlerini ( bedenî güzelliklerini ) başkalarına açmasınlar.


1985
Mü’min kadınlara söyle ; gözlerini ( harama çevirmekden ) kaçınsınlar ; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendinden görüne-ni hâriç. Başörtülerini yakalarının üstüne ( kapatacak şekilde ) koysunlar.


1982 MıLLıYET GAZETESıNıN HEDıYESı
ınanan kadınlara da söyle ; gözlerini harâmdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Süslerini kendiliğinden görünen kısım hâriç açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine çıkarsınlar ...



1993 YAşAR NÛRÎ ÖZTÜRK
Mü’min kadınlara da söyle ;bakışlarını yere indirsinler. Irzlarını \ eteklerini korusunlar. Süslerini \ ziynetlerini, görünen kısımlar müstesnâ, açmasınlar. Örtülerini \ başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar ...
AHZÂB / 59

DıYÂNET VAKFI
Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.

DıYÂNET ışLERı
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü almalarını söyle; bu, onların hür ve nâmuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.

SUAT YILDIRIM
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mümin kadınlara söyle: Ev dışına çıktıkları zaman dış elbiselerini üzerlerine salıversinler. Böyle yapmaları onların iffetli tanınmaları ve kendilerine sarkıntılık edilerek incitilmemeleri yönünden en uygun bir davranıştır.

ALı BULAÇ
Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına dış elbiselerinden (cilbablarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.

Y. NÛRÎ
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Bu, onların tanınmaları ve incitilmemeleri için çok daha uygun bir yoldur.

ELMALILI
Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır.

E.YÜKSEL
Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve inananların kadınlarına örtülerini üzerlerine salmalarını söyle. Bu, onların (erdemli kadınlar olarak) tanınıp hakarete uğramamaları için daha elverişlidir.

MUHAMMED ESED
Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve [öteki] bütün mümin kadınlara [toplum içine çıktıklarında] dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle: bu, onların [temiz kadınlar olarak] tanınmalarını ve rahatsız edilmemelerini temin eder.

ÖMER NASUHı
Ey Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına de ki, üzerlerine feracelerini sıkı örtsünler. Bu, onların tanınmalarına ve eza edilmemelerine en yakın (en muvafık) bir sebebdir.

S.ATEş
Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üstlerine salsınlar; onların tanınıp incitilmemesi için en elverişli olan budur.

GÖLPINARLI
Ey Peygamber, eşlerine ve kızlarına ve inananların kadınlarına söyle; dışarı çıkacakları vakit dışarıya mahsus elbiselerini giysinler; bu, onların tanınıp incinmemelerini daha iyi sağlar

şABAN PıRış
Ey peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerini üzerlerine örtsünler. Bu tanınmaları ve incitilmemeleri için en uygundur.

G. ONAN
Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inançlıların kadınlarına dış elbiselerinden (cilbâblarından) üstlerine giymelerini söyle; onların (özgür ve iffetli) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.

YAZARI MECHÛL
Ey peygamber ! Zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle ; dışarı çıkarken elbiseleriyle sımsıkı örtünsünler. Bu onların tanınıp da incitilmemeleri için daha uygundur ...

1977 ELMALILI
Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına de ki çarşaflarını üzerlerine giysinler, bu hâl onların tanılıp da taarruza uğramamalarına daha hâdimdir. ( faydalı olur)

1997
Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle ; dış elbiselerini üzerlerine alıp örtünsünler ! Bu onların iffetli tanınmalarına, ezâ edilmemelerine en elverişli olandır.

1985
Ey peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına dış elbiselerinden ( cilbâblarından ) üstlerine giymelerini söyle ; onların ( hür ve iffetli ) tanınması ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur. [ cilbâb: çarşaf, kamîs, gömlek ]

1982 MıLLıYET
Ey peygamber ! Eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına dışarı çıkacakları vakit dış elbiselerini giymelerini söyle. Bu onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini te’mîn eder ...

1993 YAşAR NÛRÎ
Ey peygamber ! Eşlerine, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle ; dış giysilerini üzerlerine alsınlar. Tanınıp incitilmemeleri için bu çok daha uygun bir yoldur ...


FERÂCE : Kadınların sokakta giydiği, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, eteklere kadar uzanan, vücûd hatlarını belli etmeyen dış giysisine verilen isimdir. Baş kısmına beyaz baş-örtüsü de sarılabilir. Ege ve Marmara köylerinde, Balkan Türkleri arasında hâlen
revâcdadır.
CıLBÂB : Allâhû Teâlâ bu âyet–i kerîmede mü’min kadınlara, evlerinden çıkarken yabancı erkekler karşısında vücûdlarını iyice örten cilbablarını, dış elbiselerini üzerlerine örtünmelerini emretmiştir. Bu hicâb âyeti, kadınların avret mahallerini örtmeleri istikrar kazandıktan sonra nâzil olmuştur ( vâhiy edilmişdir ). Demek ki, bu âyette emrolunan tesettür, daha evvel farz kılınan setr–i avretten başka fazla ( ekstra ) bir örtünmedir. Dolayısıyla âyet–i kerimede geçen "Cilbâb" kıyafeti hakkında, müfessirler değişik tefsirlerde bulunsalar da, mefhûmda ( concept’de ) birleşmişler ve "cilbab"dan maksadın; kadının elbiseleri üzerine giyilen ve vücûd hatlarını belli etmeyecek şekilde bütün vücûdu örten bir elbise olduğunda ittifak etmişlerdir.


Allâhû Teâlâ burada kadının örtünmesiyle alâkalı olarak pek çok elbise şekli emir buyurabilecekken, acaba n’için bilhassa "cilbâb" giyilmesini emretmektedir?.. Elbette bunun pek çok hikmetleri vardır. En mühim hikmeti ise, kadınların tesettüründe en arzû edilen ( ideal ) örtünme kıyafeti olmasındandır. Çünkü cilbab, kadını baştan ayağa kapatmakta ve fitneye sebebiyet verecek hiçbir açık kapı bırakmamaktadır.
Böylece kadın ile, art niyetli, kötü düşünceli ve kalplerinde maraz ( ahlâkî hastalık ) olan kişiler arasına bir perde çekilmiş, bu tür ahlâksız kişilerin sataşmasına fırsat verilmemiş olacaktır. Nitekim bu maksat âyet–i kerimede de:

"Bu cilbâbı giydiğiniz zamân ki hâliniz, tanınıp eziyet edilmemenize daha uygundur." şeklinde zikredilmiştir. Gerçi bu husûsda eziyet etmeyi, kadınlara sataşıp ta’cizde bulun-mayı bir huy edinmiş olan, alçak şahsiyetli ba’zı kanı bozukları, örtü engelleyecek değil-dir. Fakat imânlı, temiz kadınların, bu tür şehvânî ve kirli bakışlardan, yuvalarında gizli inciler gibi korunmuş kalmalarına en uygun olan şekil de budur. Hâl böyle olunca, kadın bu husûsdaa son derece suçsuz ve ma’sum, onlara eziyet ve ta’cizde bulunacak olan nef-sinin zebûnu ( kölesi ) kimselerin ise, çok açık bir vebâl yüklenmiş oldukları ortaya çıkar.

Kur’ân-ı Kerîm’de “Çarşaf” Geçiyor : Tesettür emri ile alâkalı olarak Nur sûre'si 31. âyette geçen "başörtüsü" ( Hımar–Humur ) ve Ahzab sûresi 59. âyette geçen "Dış giysi" ( cilbâb–celâbîb ) ifadeleri birlikte mütâlaa edilince, kadın için iki parçalı bir giysi şekli ortaya çıkıyor. Birincisi; saç, boyun ve göğüsleri örten ve omuzlara doğru yakaların üstüne serbest bırakılan "başörtüsü"dür. ıkincisi ise: "Dış giysi" olup, bunun şekli de iki türlü ta’rif edilmiştir. Başörtüsünün üstünden, bedeni aşağıya kadar örten büyük parça bir giysi veya başörtüsünün altında, boyundan aşağı topuklara kadar örten dış giysi… Peki, ulemâ ( âlimler ) bu mevzu’da ne diyor ve hangisini tercih ediyor?

Ulemânın bu konudaki beyânlarına geçmeden önce, hazır yeri gelmişken bazı Müslüman kardeşlerimizin sıkça sorduğu "Kur'an–ı Kerim'de çarşaf geçiyor mu?!" suâline açıklık getirelim. Evet, Kur'an–ı Kerim'de çarşaf geçiyor!

Çarşafın adresi ise, Ahzab sûresinin 59. âyet–i kerimesidir. şayet, "Bu âyet–i kerime çarşaftan değil, cilbabdan bahsetmektedir." derseniz, şöyle açıklayayım. Evet, âyette "cilbab" kelimesi geçmekte ve "celâbîb" diye zikrolunmaktadır. "Celâbîb" kelimesi "cilbab"ın çoğuludur. Cilbab ise, Türkçe'de çarşaf mânasına gelir. Bu arada, "Kur'an'da çarşaf geçmiyor." diyenler, şâyet birebir "çarşaf" kelimesinin geçmesini kastediyorlarsa, o zaman doğru söylüyorlar, Kur'an'da "çarşaf" kelimesi geçmez! Çünkü "çarşaf" Farsça bir kelimedir. Ama Türkçemizde de kullanılmaktadır. Oysa Kur'an–ı Kerim Arapça indirilmiştir. Ya’ni bu mantığa göre, yanlış anlaşılmasın ama, Kur'an'da "namaz" kelimesi de geçmez, "oruç" kelimesi de… Ya nasıl geçer? "Salât ve savm" şeklinde geçer. Namaz kelimesi Farsçadır.

Bazı tefsirler ise "cilbab" kelimesini "milhafe" diye tefsir ederler ki, "milhafe" lügatta çar ve çarşaf mânasına gelir. şimdi ulemânın bu âyetle alâkalı yaptıkları tefsirleri zikrettiğimizde, ta’riflere en uygun kıyafetin çarşaf olduğu görülecektir.

Ulemâ âyet–i kerimede "cilbâb" diye geçen, bu tesettürün nasıl olacağı husûsunda bir-kaç görüşe ayrılmışlardır. ınşallah şimdi bizler kenara çekilip onların görüşlerine yer vere-lim. Son devrin âlimlerinden Elmalılı, bu âyeti tefsir ederken "cilbab"ı şöyle ta’rif etmiştir:
"Baştan aşağı örten çarşaf, ferace, çâr gibi dış elbisenin adıdır." "Tepeden tırnağa örten giysidir." "Çarşaf ve peçedir."

Âyet–i kerimede geçen "ıDNÂ" kelimesi: Yaklaştırmak demek ise de, âyette "Alâ" harf–i cerri ile kullanılması, kapsamak sûretiyle sarkıtmak mânasını da ifade ettiğinden, üzerinden sıkıca örtmek demek olur. "Cilbab örtmek" ta’birinde de iki şekil vardır. Bunlardan birincisi; cilbablarından birisiyle bütün bedenini örtmek; diğeri ise, cilbabın bir tarafıyla başından yüzünü örtmek demek olur.

Elmalılı, âyet–i kerimede geçen "cilbab idnâsını", bu şekilde ta’rif ettikten sonra şöyle devâm ediyor: "Bu beyânda da iki sûret vardır. Birisi kaşlarına kadar başını örttükten sonra büküp, yüzünü de örtmek ve yalnız tek bir gözünü açık bırakmak." Elmalılı bunu söyledikten sonra, "Bizler yetiştiğimiz zaman memleketimizde vâlidelerimizin tesettür tarzı bu idi." der.
ıkincisi de alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra, burnunun üzerinden dolayıp gözlerin ikisi de açık kalsa bile, yüzün büyük bir kısmını ve göğsü tamâmen örtmüş bulunmaktır. Bu açıklamadan sonra da, "Hicri 1310'da ( milâdî 1894 ) ıstanbul'a geldiğim zaman ıstanbul hanımlarının bir peçe ilâve edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları bu idi." demektedir.

Evet, Elmalılı merhum "cilbâb"ı böyle ta’rif ediyor.Yine bu husûsda Konyalı Mehmed Vehbî Efendi "Hulâsatü'l–Beyân" isimli tefsirinde: "Kadınların ziynetlerini örtmeleri için çarşafa bürünmelerinin lâzım ve vâcib ( farza yakın ) olduğunu zikretmektedir."

Ömer Nasûhî Bilmen Efendi de kendi tefsirinde "Cilbâb"ı çarşaf olarak tefsîr etmişlerdir. Gördü-ğümüz gibi son devrin âlimlerinden, herkesçe tanınan ve kabûl gören üç tâne tefsir âliminin "cilbab" hakkındaki görüş ve tefsirleri bu şekildedir… şimdi de diğer ulemâ bu âyeti nasıl tefsir ediyor ona bakalım: Taberî, ıbn Sîrîn'den şöyle rivâyet eder:

"Âbide es–Selmânî'ye, "…Dış elbiselerinden üstlerine giymelerini söyle…" âyetinin mânasını sordum. O hemen büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücûdunu örttü. Başını da kaşlarına kadar kapattı. Yüzünü de tamâmen kapattı. Yalnız sol gözünü açık bıraktı. Böylece âyeti fiili olarak tefsir etti."

Taberî ve Ebû Hayan, ıbn Abbas'tan şöyle rivâyet etmişlerdir: "Kadın cilbâbını alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamâmen kapamalıdır."

Ebu's–Suûd Efendi: "Cilbab"tan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin mânası, 'Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman, bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücûdlarını örtsünler.' olur." demiştir.

Cevherî de "Cilbab"ı çarşaf diye tefsir etti. Ve "Cilbab çarşaftır." denildi. Ümmü Seleme annemiz şöyle demiştir: "Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler' âyetinin nüzulünden ( inmesinden ) sonra ensâr ( Medîneli müslümân ) kadınları siyah çarşaflara büründüler. Öyle bir ağırbaşlılık ile çıkmışlardı ki, sanki hepsinin başına birer karga konmuştu."

Verilen kaynaklardan da anlaşıldığı üzere ıslâm âlimlerinin çoğunluğu çarşaf üzerinde durmakta ve tesettürün çarşafla daha güzel olacağını belirtmektedirler. Açıkça "çarşaf" demeyen müfessirler ise, âyet–i kerimede geçen "cilbab" ile, kesintisiz bütün bedeni baştan aşağı örten geniş bir elbiseyi ta’rif etmektedirler ki, bu ta’rife en uygun olan kıyafet çarşaf, ferâce ve çardır. Bu kıyafetler, Türkiye'nin çeşitli yörelerinde, "ehram, peştamal–dolama, şalvar–atkı" gibi farklı isimlerle de zikredilmektedir. Tabiî bu kıyafetlerin kumaşının kalitesi, ince veya kalın oluşu örfe, beldelere ve mevsimlere göre değişiklik gösterebilir. Ancak dikkat edilecek husûs, kadının boynu, omuzu, göğüs, kol, koltuk altı, bel gibi, kısaca vücûd hatlarının belli olmaması gerekmektedir. ıçini gösterecek kadar şeffaf, vücûd hatlarını belli edecek kadar ince ve dar olmamalıdır. Çünkü kadınların örtünmesinden maksat bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadın-ların kalplerinde dolaşan vesveseyi ( kuruntuları ) bertaraf etmektir. Bu arada, âyet–i kerimede örtünmenin, "iffet ve nâmûsu koruması, tanınıp eziyet edilmemesine daha uygun olması" gibi ba’zı hikmetlerinin açıklanması, bu gâyenin bulunmadığı veya başka şekilde elde edildiği hâllerde, örtünmek gerekmez gibi yanlış bir düşünce hatıra getirmemelidir. Çünkü esas itibariyle örtünmek, Allah'ın emri ve dînin gereğidir. Evli kadınların örtünmesinden kocaları mesûl olduğu gibi, kız çocuklarının evleninceye kadar örtünme ile alâkalı meselelerden birinci derecede babası mesûldür. Çocukla uzun süre birlikte olan, onun eğitim ve terbiyesi ile yakından ilgisi bulunan anne de ikinci derecede mesûl olur. Âyet–i kerimede Allahu Teâlâ bizlere şöyle ikâz etmekdedir:

"Ey imân edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kendinizi ve ailenizi koruyun" Tahrîm Sûresi : 6
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

18

19.07.2008, 22:29

Yirmidördüncü Lem'a (Tesettür Hakkında)
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَن&#161 6; الرَّحِيمِ
يَآاَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَآءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيهِنَّ
Ahzâb 59


ilâ âhir.. âyeti tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise (sefih medeniyet/dünyevî zevk düşkünü Batı anlayışı ise), Kur'ânın bu hükmüne karşı muhâlif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor (yaradılışa uygun görmüyor). "Bir esârettir." diyor (Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaâtından bir parça) :
Elcevap: Kur'ân-ı Hakiymin bu hükmü, tam fıtrî olduğuna ve muhâlifi, gayr-i fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız "Dört Hikmeti"ini beyân ederiz.
BıRıNCı HıKMET: Tesettür, kadınlar için fıtriydir ve fıtratları iktizâ ediyor (yaradılış icâbı örtünmek lâzımdır). Çünkü: Kadınlar hilkaten zâife ve nâzik olduklarından, kendilerini ve hayâtından ziyâde sevdiği yavrularını himâye edecek bir erkeğin himâye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak (soğuk muâmeleye uğramamak) için fıtrî bir meyli var. Hem kadınların on adetten altı-yedisi; ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır; kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecâvüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyânetle müttehem olmamak (ihânetle suçlanmamak) için, fıtraten tesettür isterler.
"Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üçyüz elli milyon insanların hayât-ı içtimâiyesinde (social hayatlarında) en kudsî ve hakiykatli bir Düstûr-u ılâhiyi (ılâhî prensibi), üçyüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinâden (dayanarak) ve bin üçyüz elli sene zarfında geçmiş ecdâdımızın i’tikadlarına iktidâen (inançlarına uygun olarak) tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir karârı, elbette rûy-i zemiynde (şu yeryüzünde), âdalet varsa, o karârı red ve bu hükmü nakz edecektir (bu hükümden kurtaracaktır)!"
  Hattâ dikkat edilse, en ziyâde kendini saklıyan ihtiyarlardır. Ve on adetten, ancak iki-üç tanesi bulunabilir ki; hem genç olsun hem güzel olsun, hem de kendini göstermekten sıkılmasın. Malûmdur ki insan sevmediği ve istiskal ettiği (hoş bakmadığı) adamların nazarlarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık-saçıklık kıyâfetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki-üçü varsa, (buna karşılık) yedi-sekizinden istiskal eder (rahatsız olur). Hem tefahhuş ve tefessüh etmiyen (çirkin ve nâmûssuz işlere bulaşmıyan) bir güzel kadın, nâzik ve seriütteessür (tez kırılgan rûhlu) olduğundan maddeten te’siri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır.
Hattâ işitiyoruz: Açık-saçıklık yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak. "Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar." diye polislere şekvâ ediyorlar (şikâyette bulunuyorlar). Demek, medeniyetin ref-i tesettürü (örtüleri açması), hilâf-ı fıtrattır (yaradılışa ters düşmektedir). Kur'ânın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o (âilesine ve yavrularına karşı merhamet ve şefkât hazinesi olan) mâden-i şefkât ve kıymetdar birer refiyka-i ebediyye (paha biçilmez birer hayat arkadaşı) olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan (ma’nevî ve bedenî iflâstan), zilletten (rezil rüsvaylıktan) ve mânevî esâretten ve sefâetten kurtarıyor.
Hem kadınlarda, ecnebî (yabancı) erkeklere karşı fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf (çekingenlik) ise, fıtraten tesettürü iktiza (örtünmeyi icâb) ediyor. Çünkü, sekiz-dokuz dakiyka (sürecek) bir zevki, cidden acılaştıracak (tadını kaçırtacak), sekiz-dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmet ile çekmekle berâber, hâmîsiz (himâyesiz) bir veledin terbiyesiyle (bakma, büyütme, yedirme, içirme, yetiştirme vs..), sekiz-dokuz sene, o sekiz-dokuz dakiyka gayr-ı meşrû (şeraîte aykırı) zevkin belâsını çekmek ihtimâli var. Ve kesretle vâki olduğundan (ekseriyetle vukûa geldiğinden), cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettür ile nâmahremin iştihâsını açmamak ve tecâvüzüne meydan vermemek, zaif hilkatı emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve (her türlü rahatsızlık verici unsura karşı sığınacak) bir siperi ve kal'ası, çarşafı olduğunu gösteriyor.
 << Ey (sevgili) peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına hep söyle de çarşaflarını üzerlerine giysinler, cilbâblarından (ferâcelerinden, asıl elbisenin üzerine giydikleri islâmî dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu, onların (temiz/sâlihâ Müslüman kadınlar olarak) tanınmalarını/bilinmelerini ve rahatsız edilmemelerini te’min eder.>> Ahzâb 59

Mesmuatıma göre: Merkez ve payitaht-ı hükûmette (meselâ çankaya’da), çarşı içinde (tenhâda bile değil, kalabalık halk arasında), gündüzde (karanlıkta ve gecede bile değil), ahâlinin gözleri önünde (herkes göre-bile), gâyet âdi bir kundura boyacısı (en basit bir sefil adam), (âhiret nazarında değil ama) dünyâca rütbeten büyük bir adamın (meselâ milletvekilinin) “açık bacaklı karısı”na bilfiil sarkıntılık etmesi (gibi bir davranış); tesettür aleyhinde olanların (örtüyü istemiyenlerin) hayâsız (arsız, nâmûssuz, utanmaz) yüzlerine bir şamar vuruyor (ibret tokadı nakşediyor)!
ıKıNCı HıKMET: Kadın ve erkek ortasında gâyet esaslı ve şiddetli münâse-bet (ilişkiler), muhabbet (sevişmeler) ve (ilgi) alâka; yalnız dünyevî hayatın ihtiyâcından ileri gelmiyor. Evet bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyye’ye mahsus (sâdece bu dünya hayatına tahsis edilmiş) bir refika-ı hayat (hayat arkadaşı) değildir. Belki hayat-ı ebediyye’de dahî bir refiyka-i hayattır. Mâdem hayat-ı ebediyye’de dahî kocasına refiyka-i hayattır; elbette ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayri ( âhiret hayatında ebediyen berâber olacağı kocasının bakışlarından başka), başkasının nazarını kendi mehâsinine celbetmemek (yabancı erkeklerin iştihâlı bakışlarını kendi güzelliklerine baktırtmamak) ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Mâdem mü’min olan kocası, sırr-ı îmana binâen (iman sırrına göre), onun ile alâkayı (karısıyla ilişkiyi), hayat-ı dünyeviyye’ye münhasır (bu dünyâ ile sınırlı) ve yalnız hayvanî ve güzellik vaktine mahsus ( körpe ve tâze olduğu yıllara âit) muvakkat (geçici) bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyye’de dahî bir refiyka-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddi hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil (bu anlayışa bir karşılık olarak), o da kendi mehâsinini (öz güzelliğini) onun nazarına tahsis (erkeğinin gözlerine sunması) ve muhabbetini ona hasretmesi (sevgisini tamâmen kocasına ayırması) muktezâ-yı insâniyettir (insanlığının bir şartıdır). Yoksa pek az kazanır. Fakat pek çok kaybeder.
şer'an (şeraîte göre) koca, karıya küfüv olmalı, Yâni; birbirine münasip olmalı (dengi dengine olmalı). Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi (din) diyânet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki, kadının diyânetine bakıp taklid eder (kendisi de karısına uyar, dindâr olur), refiykasını hayat-ı ebediyye’de kaybetmemek (cennette de berâber olabilmek) için mütedeyyin olur (din ehli olur, dindâr olur).
  Bahtiyârdır o kadın ki, kocasının diyânetine bakıp "Ebedî arkadaşımı kaybetmiyeceyim" diye takvâya girer (kadın, erkeği için Allah’ın emir ve yasaklarında hassâsiyet gösterir).
Veyl o erkeğe ki (yazıklar olsun o adama ki), sâliha kadınını (tertemiz mü’min karısını) ebedî kaybettirecek olan sefâhete girer (zevk ü sefâya, eğlenceye dalar). Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklid etmez (takvâ ile yaşıyan kocasına riâyet etmez), o mübârek ebedî arkadaşını (cennette) kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye (karı-kocaya) ki, birbirinin fıskını ve sefâhetini taklid ediyorlar (birbirlerini doğru yola sevk ediceklerine, aynı günâhları berâberce işliyorlar). Birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar!..
ÜÇÜNCÜ HıKMET: Bir âilenin saadet-i hayâtiyye’si, koca ve karı mâbeyninde (aralarında) bir emniyet-i mütekaabile (karşılıklı emniyet vermek) ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devâm eder. Tesettürsüzlük (örtüsüzlük) ve açık-saçıklık o emniyeti bozar. O mütekaabil hürmet ve muhabbeti (karşılıklı sergilenen sevgi ve saygıyı) da kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tânesi bulunur ki, kocasından daha güzel (bir erkek) görmediğinden, kendini ecnebiye (yabancı erkeklere) sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından (dinç, genç, yakışıklı, zengin) daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tânesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samiymi muhabbet ve hürmet-i mütekaabile (yok olup) gitmekle berâber, gâyet çirkin ve gâyet alçakça bir hiss uyandırmaya sebebiyet verebilir. şöyle ki:
  ınsan, hemşîre misillü (nikâhlanması haram olan kızkardeş, abla, teyze, hala, ana, kayınana gibi) mahremlerine karşı fıtraten şehevâni his taşıyamıyor. Çünkü; mahremlerin sîmâları (yüz hatları), karâbet ve mahremiyet cihetindeki (akrabâ oluş ve haram kılınmışlık yönünden) şefkat ve muhabbet-i meşrûayı ihsas ettiği cihetle (meşrû olan sevgiyi ortaya çıkarttığı için); nefsî ve şehevânî temâyülâtı (azgın bakışları) kırar. Fakat “bacaklar” gibi şer'an mahremlere de göstermesi câiz olmayan yerlerini açık-saçık bırakmak, süflî nefislere (belden aşağıyla ilgilenenlere) göre, gâyet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü, mahremin sîmâsı (akrabânın yüzü) mahremiyetten haber verir (insan, halasını, teyzesini tanır, kendisine haram olduğunu, o masûm ve âşinâ yüze bakınca anlar) ve nâmahreme benzemez. Fakat, meselâ açık bacak, mahremin gayriyle müsâvidir (her kadının bacağı gibidir). Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i fârikası (fark ettirecek bir iz) olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak (bâzı şehvet düşkünü akrabâlarda da hevesli bakışlara sebep vermek, yâni “yan gözle bakmak”) mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir (insanlıktan çıkmaktır)!..
DÖRDÜNCÜ HıKMET: Malûmdur ki: Kesret-i nesil (neslin çoğalması), herkesce matlûbdur (arzû edilen şeydir). Hiçbir millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenâsüle (nesillerin artmasına) tarafdar olmasın. Hattâ Rasûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm fermân etmiş:
تَنَاكَحُو&#157 5; تَكَاثَرُو&#157 5; فَاِنِّى اُبَاهِى بِكُمْ اْلاُمَمَ
-Ev kemâ kal- Yâni: “ızdivâc ediniz (nikâhlanınız), çoğalınız. Ben kıyâmette, sizin kesretinizle (çokluğunuzla) iftihâr edeceğim.” Hâlbuki tesettürün ref'i (örtülerin açılması), izdivâcı teksîr etmeyip (nikâhlanma sayısını arttırmayıp), (bilakis) çok azaltıyor. Çünkü, en serserî ve asrî (başına buyruk ve çağa göre yaşıyan) bir genç dahî, refiyka-i hayâtını (hayat arkadaşı olacak kızı), nâmuslu (bir âilenin temiz kızı olarak nikâhlamak) ister. Kendi gibi asrî, yâni açık-saçık olmasını istemediğinden, bekâr kalır. Belki de fuhşa sülûk eder (zinâyı alışganlık edinir).
Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz (kocasını çok fazla zapt edemez). Çünkü kadının- âile hayatında müdîr-i dahilî olmak (dâhilî işleri idâre eden taraf olmak) haysiyetiyle, kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhâfaza me'muru olduğundan- en esaslı hasleti (sâhip olduğu en büyük fazileti); sadâkattir, emniyettir. Açık-saçıklık ise, bu sadâkati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azâbı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet (erkek için üstünlük vasfı olan cesur ve yiğit olmak hâlleri), kadınlarda bulunsa; bu (hâller) emniyete ve sadâkate zarar olduğu için (yâni cesur bir kadına, pek fazla güvenilmiyeceği için, işbu hâllerin kadında bulunması) ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar (Kadın dediğin arsız, korkusuz, yırtık, sulu, utanmaz, her lâfa karışır, her işi görüşür vs.. cinsten olmamalıdır. Böyle olanları makbûl değildir. Bu hâller bâzen erkekler için lâzımdır). Fakat kocasının vaziyfesi, karısına (karşı) hazînedarlık ve sadâkat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir. Onun için, o erkek inhisar altına (tekel idâresine) alınmaz. Başka kadınları da nikâh edebilir.
<< Eğer yetimlere karşı âdil davranamamaktan korkuyorsanız, o zaman, size helâl olup arzû ettiğiniz diğer kadınlarla iki, üç veya dört hanım olmak üzere evlenin. Ama onlara âdil bir tarafsızlıkla muâmele edemiyeceğinizden korkarsanız, o zaman (sâdece) bir tâne ile– yâhut meşrû şekilde mâlik olduklarınız ile (evlenin). Bu, doğru yoldan sapmamanız için daha uygundur.>> Nîsâ Sûresi 3
Memleketimiz Avrupaya kıyas edilmez. Çünkü orada “düello” gibi çok şiddetli vâsıtalarla, açık-saçıklık içinde (de olsa) nâmus bir derece muhâfaza edilir. ızzet-i nefs sâhibi birisinin karısına (kötü emelleri için) pis nazarla bakan ; boynuna kefenini takar (öldürülmeyi göze alır), sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan (nisbeten soğuk iklimli) Avrupadaki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmidirler (soğuk ve serttirler). Bu Asya, yâni Âlem-i ıslâm kıt'ası, ona nisbeten memâlik-i hâredir (sıcak memleketlerdir). Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde te'siri vardır. O bârid memlekette soğuk insanlarda hevâsât-ı hayvâniyye’yi tahrik etmek (hayvânî hevesleri uyandırmak) ve iştihâyı açmak (şehvetleri canlandırmak) için açık-saçıklık, belki çok sû-i istimalâta (kötüye kullanmaya) ve isrâfâta (lüzûmsuz vakit ve nakit isrâfına) medâr (vesiyle) olmaz. Fakat serîütteessür (tez tepkili) ve hassas olan memâlik-i hârredeki (sıcak memleketlerdeki) insanların hevâsât-ı nefsâniyyesini (nefsî heveslerini) mütemâdiyen tehyic edecek (devâmlı bir sûrette heyecâna getirecek) açık-saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta (kötüye kullanmalara, kötü emellere âlet olmağa) ve isrâfâta (maddî, ma’nevî isrâfa) ve neslin zâ'fiyetine (gençliğin zayıf düşmesine) ve sukut-u kuvvete (kuvvetsiz kalmağa) sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyâc-ı fıtrî’ye mukaabil (yaradılış itibâriyle 15-20 günde bir canının arzûlıyacağı şehevî zevkler yerine), her birkaç günde kendini bir (maddî ma’nevî) isrâfa mecbûr zanneder (devâmlı açık-saçıklık gördüğünden, aklı fikri hergün şehvâniyetle meşgûl olur, saçıyla, başıyla, ayağıyla, kıçıyla uğraşıp durur).
Olvakit, her ayda onbeş gün kadar hayız gibi ârızalar münâsebetiyle (nikâhlı hanımının aylık takrîben 15 günlük bedenî engel –âdet kanaması, soğukluk, yorgunluk, hastalık- içinde bulunması sebebiyle) kadından tecennüb etmeye (uzak durmağa) mecbûr olduğundan, nefsine mağlûb (olmuş) ise fuhşiyata da meyleder (başka kadınlarla, türlü vesiylelerle – konuşarak, bakışarak, şakalaşarak, buluşarak, arkadaşlık ederek, dansla, eğlenceyle vs..- zevklenmeğe yönelir).
  şehirli (kimse)ler; köylülere ve bedevîlere bakıp (“-oralarda örtünmeye daha az dikkat ediliyor, o hâlde biz de bu kadar hassas olmayalım” diyerek) tesettürü kaldıramaz. Çünkü; köylerde ve bedevîlerde, derd-i maişet (rızık tedârik etmek) meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münâsebetiyle, hem, şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celbeden mâsûme işçileri (şehirli kadınlara kıyasla, bakışları çok daha az üzerine çeken, ismetli köylü kadınları) ve (yine şehirli kadınlara kıyasla, bir derece kaba (etli, butlu, kollu, kuvvetli) kadınların (belki kollarının, boyunlarının, ayaklarının vs..) kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsaniyye’yi tehyice medâr olamadığı (nefsânî hevesleri heyecânlandırmağa yetmediği) gibi; (oralarda) serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mehâsinin (güzelliklerin) onda biri onlarda bulunmaz. Öyle ise onlara kıyas edilmez (şehirlerde daha ziyâde örtünmek icâb eder).
* *

Elmalılı Muhammed Hamdî Hazretleri, Ahzâb Sûresi 59uncu Âyet-i Keriyme’de lafzı geçen “CıLBAB”ı şöyle ta’rif etmiştir: "Baştan aşağı örten çarşaf, ferâce, çâr gibi dış elbisenin adıdır." "Tepeden tırnağa örten giysidir." "Çarşaf ve peçedir."

"Bu beyânda da iki sûret vardır. Birisi kaşlarına kadar başını örttükten sonra büküp, yüzünü de örtmek ve yalnız tek bir gözünü açık bırakmak." Elmalılı bunu söyledikten sonra, "Bizler yetiştiğimiz zaman memleketimizde vâlidelerimizin tesettür tarzı bu idi." der. ıkincisi de alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra, burnunun üzerinden dolayıp gözlerin ikisi de açık kalsa bile, yüzün büyük bir kısmını ve göğsü tamâmen örtmüş bulunmaktır. Bu açıklamadan sonra da, "Hicrî 1310'da (milâdî 1894 târihinde) ıstanbul'a geldiğim zaman, ıstanbul hanımlarının bir peçe ilâve edilmek ve elde açık bir şemsiye bulundurmak şartıyla tesettür tarzları bu idi." demektedir.

Konyalı Mehmed Vehbî Efendi, "Hulâsatü'l-Beyân" isimli tefsirinde: "Kadınların ziynetlerini örtmeleri için çarşafa bürünmelerinin lâzım ve vâcib (farza yakın) olduğunu zikretmektedir."

Ömer Nasûhî Bilmen Efendi de kendi tefsirinde "Cilbâb"ı çarşaf olarak tefsîr etmişlerdir.

Tâberî ve Ebû Hayan, ıbn Abbas'tan şöyle rivâyet etmişlerdir: "Kadın cilbâbını alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünün kalan kısmı ile göğsünü tamâmen kapamalıdır."

Ebu's-Suûd Efendi: "Cilbab"tan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Buna göre âyetin mânası, 'Kadınlar dışarıya veya yabancı bir erkeğin karşısına çıkacakları zaman, bu örtüyle yüzlerini ve bütün vücûdlarını örtsünler.' olur." demiştir.

Ümmü Seleme annemiz şöyle demiştir: "Cilbablarından üzerlerini sıkı örtsünler' âyetinin nüzûlünden (inmesinden) sonra ensâr (Medîneli müslümân) kadınları siyah çarşaflara büründüler. Öyle bir vakar/ağırbaşlılık ile çıkmışlardı ki, sanki hepsinin başına birer karga konmuştu."

Kadınların örtünmesinden maksat, bütün şüpheli yolları kesmek, erkek ve kadınların kalplerinde dolaşan vesveseyi (kuruntuları) bertaraf etmektir. Dikkat edilecek husûs, kadının boynu, omuzu, göğüs, kol, koltuk altı, bel gibi, kısaca vücûd hatlarının belli olmaması ve içini gösterecek kadar şeffaf, vücûd hatlarını belli edecek kadar da ince ve dar olmamasıdır. Ve en başta Allah’ın rızâsıdır.. Çünkü esas itibariyle örtünmek, Allah'ın emri ve dînin gereğidir. Evli kadınların örtünmesinden kocaları mesûl olduğu gibi, kız çocuklarının evleninceye kadar örtünme ile alâkalı meselelerden, birinci derecede babası mesûldür. Çocukla uzun süre birlikte olan, onun eğitim ve terbiyesi ile yakından ilgisi bulunan anne de ikinci derecede mesûl olur.
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz , bileklerinin dört parmak yukarısını işâret ederek, “Allah’a ve âhiret gününe iymân eden bir kadına, buluğ çağına gelince, yüzü ve şuraya kadar elleri hâriç, herhangi bir yerini açması câiz değildir.” buyurmuştur; fitne bahis konusu olduğunda, yüzüne de peçe takarsa iyi olur, diye de bir hüküm vardır. Orası mecbûr değil ama, fitne olacaksa, bakılacak, sataşılacak vs. gibi durumlar olursa örtmesi iyi olur denmiş.
Tesettür ille de çarşafla değil, hasırla bile olur. Dışardaki namaz kılınan hasırı bürünse, hasırla bile olur. Mühim olan, insan günâh yerlerini, ayıp yerlerini örtmesidir. Bu örtmeyi nasıl sağlarsa, olur. Bizim Hanefî fıkhında, ille belli bir kıyafet olacak, ille belli bir renk olacak diye şart yoktur. Muhtelif şekillerde olabilir. Çarşaf olur, harmânî olur, bol manto olur... Daha başka şekiller olur, bol şalvar olur... şalvarı medhetmiş Peygamber Efendimiz; "Allah, rahmetine erdirsin şalvar giyenleri!.." Erkek için de öyle, kadın için de öyle... hem vücûdu örtüyor, hem de bol oluyor diye... Mühim olan vücudun hatlarının belli olmaması ve kumaştan öbür tarafının görünmemesi... Öbür tarafı göründü mü, içi belli oldu mu, kalın kumaş olsa bile olmaz! Asıl ince tesettür ise, hassas, tam böyle takvâya uygun tesettür, erkeklerin gözüne hiç görünmemek... En güzeli o... Yâni, giyimli de olsa ortada görünmemek...
<< Hem vakarla (edeb ve sükûnetle) evlerinizde oturun da, daha evvelki Câhiliye devrinde olduğu gibi süslenip püslenip dışarı çıkmayın. Namazı hakkıyla edâ edin, zekâtınızı verin, hülâsa Allah ve Rasûlüne itâat edin. Ey Peygamberin şerefli hâne halkı, ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip, sizi tertemiz kılmak istiyor.>> Ahzâb 33
<< Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; nâmus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesnâ olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler.>> Nûr 31

TESETTÜRLE ıLGıLı HADıS-ı şERıYFLER :

1- “şüphe yok ki Allah, Âdemoğluna zînâdan payını yazdı (yâni onun kendi irâdesini kullanarak işleyeceği zînânın türünü, levh-i mahfuz’da belirtti, diğer bir tefsire göre şehvet sevgisini onun fıtratına yerleştirdi) Artık Âdemoğlu yazılan payına muhakkak ulaşır. Gözlerin zînâsı (şehvetle) bakmak, dilin zînâsı (haramı) konuşmaktır. Nefis de (zînâyı) temennî edip, şehvetlenir ve nihâyet ilgili âzâ (organ) bunların müşterek arzûlarını yerine getirmek sûretiyle onları tasdik eder ve arzûlarını gerçekleştirmekten imtinâ etmekle onları tekzib eder.” buyurur.

2- Ashabdan Cerir bin Abdullah el-Becelî (radiyallâhü anh)’den: şöyle demiştir: “Ben Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vessellem)’e (harama) ânî bakışın hükmünü sordum. O, bana, gözümü başka yöne çevirmemi emretti”.

3- “Ey Ali! Harama (tesâdüfen) bakışın ardından (kasıtlı) olarak tekrar bakma; çünkü, şüphesiz (tesâdüfen olan) birincisi sana (muaf)tır ve (kasıtlı olan) sonuncusu sana muaf değildir”.

4- Hazret-i Âişe (radiyallâhü anha) “Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet eyleye! Allah “Mü’min kadınlar başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar!” âyetini indirince onlar eteklerinden (bir rivâyette en kalın olanı) kesip onunla başlarını örttüler.” der.

5- Hazret-i Âişe (radiyallâhü anha) bir gün ensâr kadınlarından sitâyişle bahsederken buna benzer bir ifâde ile başörtüsü emrine nasıl uyduklarını anlatır.
6- “Hazret-i Âişe (radiyallâhü anha) şöyle demiştir: “Ebû Bekr (radiyallâhü anh)’ın kızı Esmâ (-ki Âişe vâlidemizin ablasıdır) ınce bir elbise ile örtülü olarak Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi vessellem’in) huzûruna girdi. Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi vessellem) ondan yüzünü çevirdi ve kendi mübârek yüzünü ve ellerini işâret ederek; “Ey Esmâ! Kadın buluğ çağına ulaşınca, vücûdunun şurası ve burası dışında kalan yerlerinin görülmesi (gösterilmesi) câiz değildir. buyurdu.

7- Yine Hazret-i Âişe (radiyallâhü anha)’den: şöyle demiştir: “Rasûlüllah (sallallâhu aleyhi vessellem) bileklerinin dört parmak yukarısını işâret ederek “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadın ebuluğ çağına varınca yüzü ve şuraya kadar elleri dışında herhangi bir yerini açması helâl değildir!” buyurdu.

8- “Ebû Hureyre (radiyallâhü anh)’den: şöyle demiştir: “Rasûlullah (sallallâhu aleyhi vessellem) “Ateş ehlinden olup, görmediğim iki sınıf insan vardır: (Birisi) yanlarında bulunan sığır kuyruklarına benzer kamçılarla insanları döğen (işkence yapan) bir kavimdir. (Diğeri) giyinik, çıplak birtakım kadınlardır...” buyurdu.

NETıCE :
1. Hem erkeklerin ve hem de kadınların, gözlerini haramdan korumaları,
2. Kadınların, vücûdun el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında diynen evlilik câiz olan erkekler yanında, vücûd hatlarını ve rengini göstermiyecek evsafta bir elbise (örtü) ile örtmeleri,
3. Başörtülerini ; saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salmaları, diynimizin; Kitâb, Sünnet ve ıslâm Âlimlerinin ittifaakı ile sâbit olan kat’i emridir. Müslümanların bu emirlere itaat etmeleri diynî bir vecîbedir.

<< Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize iymân edin!" diye iymâna çağıran bir dâvetçiyi (Peygamberi ve Kur'an'ı) işittik, hemen iymân ettik (inandık). Artık bizim günâhlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, rûhumuzu sâlihkerke berâber al, ey Rabbimiz! >> Âl-i ımrân 193

<< Onlar: “ışittik velâkin ısyân ettik !” dediler.>> Bakara 93

<< Onların kalblerinde bir hastalık vardır.>> Bakara 10

<< Kim Allah'a ve Peygamberine karşı isyân eder ve haddini aşarsa Allah onu, ebediyyen kalacağı bir ateşe (cehenneme) sokar ve onun için alçaltıcı bir azâb vardır.>> Nîsâ 14

<< Ey iymân edenler! Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden, kendinizi ve âilenizi koruyun.>> Tahrîm 6

<< şüphesiz ki Allah'a isyândan sakınanlar, cennetlerde ve pınar başlarında bulunacaklar.>> Zâriyat 15
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

19

19.07.2008, 23:25

çok teşekkür ederim Allah razı olsun. çok ayrıntılı ve açık bilgiler verilmiş.yani büyük şehirlerde çarşaf daha dikkat çekeceğinden bol manto giymek gerekiyor heralde.

20

19.07.2008, 23:56

herkez anlamak istediğini anlar veya anlamak istediğini yorumlayabilir...
buradaki çeşitli yazılarla neyi anlamak istiyorsan onu anlayacaksın...

[img:879:390]http://img529.imageshack.us/img529/157/adsznf1.jpg[/img]

Profesör Doktor Mahmud Es'ad COşAN Radiyallâhü anh :



Suâl : ıslâm'da kadının tesettürü nasıl olmalıdır?
ıslâm'da kadının tesettürü, el hariç bilekten, ayak bileğinden ayak hariç, yüz hariç her tarafını örtmek tarzında olmalıdır. Fıkıh kitaplarında, fitne bahis konusu olduğunda yüzüne de peçe takarsa iyi olur diye de bir hüküm vardır. Orası mecbur değil ama, fitne olacaksa, bakılacak, sataşılacak vs. gibi durumlar olursa örtmesi iyi olur denmiş.
Örtü bol olacak; el hariç, ayak hariç, yüz hariç bütün vücudunu örtecek, vücudunun hatlarını belli etmeyecek!.. şimdi --streç diyorlar galiba-- dar bir blue-jean pantolon giyiyorlar; bu tesettür değil!.. Neden?.. Bütün her şeyi belli... Veyahut üstüne dar bir blûz giyiyor, her tarafı belli... Olmaz! Veyahut şeffaf, altı görülüyor. Olmaz! Bir hadis-i şerifte okumuştuk, Peygamber Efendimiz: "Kaasiyâtün, âriyâtün" diyordu. Ahir zamandaki bazı insanları anlatırken, "Giyinmiş ama çıplak!.." Nasıl giyinmiş ama çıplak?.. Elbisenin kumaşı şeffaf, dar.. görünüyor alt tarafı da ondan... Örtecek, altını göstermeyecek, vücut hatlarını belli etmeyecek!.. Yüzü, eli, ayağı hariç her tarafını güzelce kapatması lâzım! ıslâm'da örtü böyledir.
Hocam, ben öyle örtünürsem patlarım!
Hiç bir şey olmaz. Ben senden daha fazla örtünüyorum. Erkekler daha fazla örtünüyor. Öyle değil mi?.. Erkekler maşaallah kadınlardan daha fazla örtünüyor. Daha az örtünme hakları varken, erkekler daha fazla örtünüyor. Bol giyersin. Bol olduğu zaman havalanır içi, hiç bir şey olmaz. Böyle güzelce örtünmesi lâzım geliyor. Tesettür böyle...
Asıl ince tesettür ise, hassas, tam böyle takvaya uygun tesettür, erkeklerin gözüne hiç görünmemek... En güzeli o... Yâni, giyimli de olsa ortada görünmemek...
<< Hem vakarla (edeb ve sükûnetle) evlerinizde oturun da, daha evvelki Câhiliye devrinde olduğu gibi süslenip püslenip dışarı çıkmayın. Namazı hakkıyla edâ edin, zekâtınızı verin, hülâsa Allah ve Rasûlüne itâat edin. Ey Peygamberin şerefli hâne halkı, ey Ehl-i Beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip, sizi tertemiz kılmak istiyor.>> Ahzâb 33
Erkeklerin gözünün önünde geziyor, çarşıyı dolaşıyor, pazarı dolaşıyor, alışveriş yapıyor, kumaş beğeniyor, başörtü beğeniyor... Sütyenini, acaba bu numarası bana uyar mı, uymaz mı diye sorarak alıyor, ediyor... Olmaz!.. Mümkün olduğu kadar, böyle şeyler yapmayacak. Nazarlara, gözlerin dikildiği bir duruma gelmemeğe gayret edecek. Güzel olanı bu!.. Çarşı pazar işini kocası yapsın, oğlu yapsın, akrabası yapsın...
E, iyi kumaşı bilemezler!
Biraz kötü kumaş giy, Allah rızası için!.. ıyi tarif et!.. Muvakkat olarak getirsinler; beğenirsen alırsın, beğenmezsen iâde edersin... Ama, çarşıya pazara gidip de, elin adamıyla alışveriş, konuşma vs. olmasın.
Ben şimdi hoca olduğum için, zaman zaman gösterip anlatıyorum: Bakın, çarşıya gitmiş şu kadıncağız... Başı örtülü mü, örtülü... Mantosu var mı, var... Bak, biberleri almak için eğildi, neresine kadar görünüyor!.. Tesettür olmuyor. Beyler hanımlarına dikkat edecekler. Altına şalvar giyinecek, eğilse de görünmemesini sağlayacak.
Uzun mantom var ya, dizimin altında!..
Dizinin altı da zaten nâmahrem... Orasını da göstermemen lâzım, bileğine kadar...
Naylon çorap giyiyorum!
Naylon çorap örtü değil... Naylon çorap hiç bir şey değil... Ne ısıtır, ne örter. Yalnız bir işe yarar: Parmakların arasında mantar üremesine yarar, kaşıntı yapmağa yarar. Ayağının sırtı kaşınmak isteyen naylon giysin!.. O kadar. Başka bir işe yaramıyor. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Allah rahmetine erdirsin şalvar giyenleri!.." Erkek için de öyle, kadın için de öyle... şalvar giydiği zaman eteği isterse açılsın, isterse otursun, ister dizini kaldırsın, ister tarlada çalışsın... Neden bizim Adana'mızda, Urfa'mızda, Antalya'mızda halkımız şalvar kıyafetini benimsemiş?.. Tarlada da çalışıyor, her işi yapıyor. Bol, gayet güzel, gayet rahat... O sıcak şehirlerde, o sıcaklığa rağmen gayet rahat çalışılabiliyor. ıslâm'ın tesettürü böyle aziz ve muhterem kardeşlerim!..
Suâl : Tesettür sadece çarşafla mı olur, mantoyla tesettür sağlanamaz mı?
Hayır! Tesettür çarşafla değil, hasırla bile olur. Dışardaki namaz kılınan hasırı bürünse, hasırla bile olur. Mühim olan, insan günah yerlerini, ayıp yerlerini örtmesidir. Bu örtmeyi nasıl sağlarsa, olur. Bizim Hanefî fıkhında, ille belli bir kıyafet olacak, ille belli bir renk olacak diye şart yoktur. Muhtelif şekillerde olabilir. Çarşaf olur, harmânî olur, bol manto olur... Daha başka şekiller olur, bol şalvar olur... Mühim olan vücudun hatlarının belli olmaması ve kumaştan öbür tarafının görünmemesi... Öbür tarafı göründü mü, içi belli oldu mu, kalın kumaş olsa bile olmaz! Bu iki şarta dikkat ederek, vücudun hatları belli olmayacak ve içi görünmeyecek tarzda; kadınlar için yüz ve eller, ayaklar hariç her tarafın örtülmesi lâzım gelir. Naylon çorap, altı göründüğü için tesettür değildir. O çorabın göründüğü her yerde, vücudu görünüyor demektir. Tesettür olmamış oluyor. Zâten de, o çorabı giydiği zaman, giymediğinden daha da cazib olduğunu cümle cihan halkı biliyor. Çorapçılar da reklam yaptırırken bu hususu öne çıkarıyorlar. O bakımdan, böyle öbür tarafı görünen naylon çorap tesettür olmaz; güzelce örtünmesi lâzım! Bunu böylece bilesiniz.
Suâl : Örtünme için belli bir kıyafet şartı var mı?
Örtülmesi gereken yerleri örten her kıyafet olabilir. Çarşaf veya abaye, veya pardesü, veya sâye dediğimiz çok çeşitleri var... ıranlılar başka, Afganlılar başka türlü giyiniyor. şalvarı medhetmiş Peygamber Efendimiz; hem vücudu örtüyor, hem de bol oluyor diye... şalvar hakkında hadis-i şerif var... şalvar giyenlere duası var Peygamber Efendimizin...
Cübbe-sarık yine vücudu iyi kapattığı için makbul... Ve sarık ile kılınan namaz, sarıksız kılınan namazdan yetmiş kat daha sevaplı... Meleklerin sîmâsı, alâmeti, kıyafeti deniliyor. O bakımdan yanınızda sarık gezdirirseniz, namazlarda sarık sararsanız iyi olur. Kıyafetiniz uzunca olursa, cübbe olmasa bile uzun pardesü şeklinde dizinizden aşağıda olursa, namazda secdeye vardığınız zaman arkanızı örtecek tarzda olursa, ıslâmî bakımdan uygun olur. Peçe de, şöyle yüzü bir miktar örtmek, o da güzel... Çünkü, insanın güzellikleri mümkün olduğu kadar saklaması ve fitnelere fırsat vermemesi lâzım!..
Kâinatın Efendisi;

-SEN YARDIMSIN-

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir