Giriş yapmadınız.

  • "Sükrü Bulut" bir erkek
  • Konuyu başlatan "Sükrü Bulut"

Mesajlar: 60

Konum: Köln / İstanbul

Meslek: Eğitimci - Yazar

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

1

22.02.2005, 22:20

İstikametle özdeşleşen çizgi: Yeni Asya

Anadolu’nun dünyanın en hareketli coğrafyalarından birisi olduğundan elbette şüphemiz olamaz. Bu coğrafyadaki yıkılışlar, çöküşler, yangınlar, helâket ve felâketler son iki asırdan bu yana şiddetlenerek devam edegeliyor. Bazıları doğruların bu coğrafyada mütemadiyen renk ve şekil değiştirdiğini zannedebilirler. Hakikat mi değişiyordu, yoksa hakîkati savunurlarken çeşitli rüzgârlarla savrulanlar mı?

Anadolu fırtınalarının şiddetini yaşayanlar bilir. Yeni Asya’ya; bu helâket ve felâket asrının şahikalarında, beyaban ve uçurumlarında; dehşetli, insafsız ve dinsiz düşmanların ateşi altında Kur’ân ve Sünnetin bayrağını dalgalandırmaya çalışan; garip, musîbetzede ve “gözü kara” bir serdengeçti nazarıyla bakmak istiyorum.

Türkiye’nin yakın tarihi ortadadır. Matbuat tarihimizde “doğru fikri” seslendirdiğini söyleyebildiğimiz gazete ve dergilere geriye dönüp bir bakalım. Fırtınaların halden hâle yuvarlayarak değiştirdiği ve tanınmaz kılıklara soktuğu yüzlerce gazete ve dergi ile karşılaşıyoruz. Bizdeki “sürekli neşriyat”, kuvvetini ya devlet ve hakim güçlerden, ya menfaat organizelerinden veya “sayısal çoğunluğa sahip” kitlelerden almıştır. Yeni Asya’nın tarihçesini mercek altına alanlar, onun sözkonusu üç gruba da dahil olmadığını göreceklerdir. Yeni Asya’nın, Kur’ân ve iman dâvâsına teslim olmuş, Kur’ân’ın asrımızdaki hakîki tefsiri olan Risâle-i Nur’da kaynağını bulan; samimî, sebatkâr, fedakâr ve hamiyetperverlerin mütevazi imkânlarıyla otuz beş seneyi geride bıraktığını müşâhade edeceklerdir.

Helâket felâket asrında doğru fikirleri eğilip bükülmeden ifadenin zorluğunu “fikirle” uğraşanlar daha iyi bilirler. Doğu ve batıdan esen kasırgalara kapılanların defterlerindeki siyah ile beyazın yerlerini devamlı değiştirmelerine de kızmamamız gerekiyor. Çok samimî ve halis niyetlerle doğruyu seslendirmenin yoluna girenlerin global cereyanlarca başka vadilere uçurulduklarını gözlerimizle gördüğümüz şu günlerde, Yeni Asya’nın bunca zamandır genel cereyanların zıddına, dahilî ve haricî “dinsizlik” hareketlerinin salvolarına aldırmadan tebriğe şayan biçimde yoluna devam etmesinin sırrını merak edenler Risale-i Nur’u bir kezcik de olsa dikkatli okurlarsa, meraklarını gidermiş olurlar.

Yeni Asya, misyon olarak kendisine, Kur’ân’ı müdafaa, Kur’ân’ın hayattaki izdüşümü ve tatbikatı olan Sünnet-i Seniyyeyi ihya ve tüm insanlığa güzeli, faydayı ve iyiyi takdimi esas aldığı ilk günden bu âna kadar pek az gazetenin maruz kaldığı dahiye ve darbeleri yaşayarak gelmiş.

Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur mektebi cihanşümûlleştikçe Yeni Asya “istikamet çizgisiyle” gökkuşağı gibi dünyanın her yerinde karşımıza çıkacaktır. Bir küçük köye dönüşen dünyada “Yeni Asya”ya ulaşamayan coğrafyaların çok az olduğunu iddia edebiliriz. Dâvânın sınırlı, mahallî, yani zaman ve mekânla mahdut olmadığını Anadolu’dan yükselen Yeni Asya’nın sesinin dünya merkezlerinde yankı bulmasıyla daha iyi anlıyoruz. Çekirdeğin küçüklüğüne, mayanın azlığına ve nurun yakmamasına taaccüp edenler Yeni Asya’yı bilerek veya bilmeyerek meçhule gömmek istediler. Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşık bir asır önce seslendirmeye başladığı “Doğru ıslâmiyeti” biz Müslümanlar Yeni Asya paralelinde hiç olmazsa on yirmi sene önce insanlığa sunabilseydik; insanlık düşmanları belki de cennet-mekân kutsal vatanları pis ayaklarıyla kirletmeyeceklerdi. Diktatör zalimler, mazlumlara hürriyet ve adalet nutku çekmeyeceklerdi. Otuz beş sene önceki Yeni Asya’ya ve ona dayelik etmiş ıttihat, Uhuvvet ve Zülfikâra göz atanlar bu çizginin tam kırk beş senedir “doğru ıslâmiyeti” musibetzede insanlığa haber vermeye çalıştığını göreceklerdir.

şefkatli Yeni Asya… Muasırlarınca anlaşılamayan Bediüzzaman Hazretleri gibi Yeni Asya da akranlarınca anlaşılmadı. Onun garipliği ve zamandaşlarınca anlaşılmaması bazen hakaret, bazen istihza, bazen küfür, bazen gıybet ve bazen de beddua şeklinde ona döndü. Rabbimizin Rahim isminin tecellisi olan Risale-i Nur’dan ders almaya çalışan Yeni Asya, kardeşlerine çok çok merhametli davrandı. Doğruyu anlayabilmeleri için sabır ve sebat tavsiye etti. ıslâmiyet ve insaniyet düşmanlarınca akranlarına atılan taşlara karşı öne çıktı. Ve imkânları nisbetinde kol kanat gerdi. Mücerred görünen bu iddiayı müşahhaslaştıracak yüzlerce örneği Yeni Asya’nın geçmiş nüshalarında bulabilirsiniz. Yeni Asya ahirzamanın mânâsını, helâket ve felâket asrının farkını esas alarak yürüdü. Yüz yirmi dört bin peygamberin ve onları takip eden yüz yirmi dört milyon evliyânın yürüdüğü Kur’ân’ın en büyük caddesinde yürüyerek geldi. Tâlî yolların, yan sokakların ve patikaların bir süre sonra ana caddeye çıkacağını hiç zihninden çıkarmadı. Zaman onu hep haklı çıkarmasına rağmen o kardeşlerini üzecek şekilde “haklılığını” kimsenin başına kakmadı. Onu bu istikamet üzre ömr-ü müebbetle müjdeliyoruz.


Not: Tencere ticaretinden onursuz ve kesat bir Kemalizm ticaretine “terfî” eden ve mensubiyet iddia ettiği tarikat mânâsını da lekeleyen zavallı bir güruhun saldırgan tetikçilerinden biri, geçen yazımızı bahane ederek çamur atmaya kalkmış. Seviyesizliğinin muhatabı değiliz. Üstada da yönelen çirkin sataşmalarını ise Sahib-i Kur’ân’a havale ediyoruz.
Şükrü Bulut

2

22.02.2005, 22:29

Yeni Asya´yı farklı kılan

Yeni Asya’yı farklı kılan

19. yüzyılın bütün karmaşık yapısını devralan 20. yüzyıla çözüm üreten ve bunu 21. yüzyıl vasatında hâlâ bakir bir gerçek tazeliğinde bize sunan Risale-i Nur fikriyatına dayalı bir Yeni Asya’yı tanımlamak gerekirse;

1- Risale-i Nur eksenli bir yayın çizgisi ile farklı, özgün ve kendine has bir yayın grubudur.

2- ıslâm ve demokrasi bileşenlerini güçlü tezlerle gündemde tutmayı başarmıştır.

3- Kur’ân’la barışık bir kalkınma ve meşveret içinde sistemleşme uygulamasıdır.

4- Otoriter hiçbir kaynağa iltifat etmeden, fikrini söyleme ve sonuçlarına da katlanma medeniliğidir.

5- Düşünce ve inanmış insanlar dışında hiçbir direk ve dolaylı, maddî destek kaynakları olmayan ve bunu şuurlu bir tercih olarak yaşayan bir organizasyondur.

6- Okuyucusunun ortak olduğu ve maddî-manevî bütün karar süreçlerinde katılımcı olup, cebindeki harçlıklarla ayakta tuttuğu bir yayın işletmeciliğidir.

7- Rejimin her zaman gadrine uğramış kitlenin vakarlı duruşunun ve her şeye rağmen aksiyon fikir zemininde kalma sabrının tescilidir.

8- Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan ilk günkü nüshasına sadık kalarak, ıslâm coğrafyası ile batı arasında manevî ve fikrî zeminde müzakereyi ve “ifsat komiteleri”ne karşı işbirliğini 100 yıldır savunan ileri dürbünün gözümüze vuran büyütecidir.

9- Yazarını yetiştiren bir okuldur.

10- Hiçbir yerli ve yabancı zümrenin kontrol sınırlarına sığmayacak kadar sivil, tabandan organizeli, katılımcı kitlesinin değerlerini yansıtan ve onun sadece yönettiği ve “okuyucunun patron olduğu” tek gazetedir.

11- Teknik, maddî ve meslekî rekabet eksikliklerinin yanı sıra, sistemin dışladığı ve onunla beslenenlerin görmezlikten gelme psikolojisini fazlasıyla yaşattıkları bir düşünce hareketinin, son 40 yıllık yayın ve son yüzyıllık fikir yolculuğunun “zaman ve zeminin merhametsizliğine” hedef olmuş insanların, “buz üstünde yürüme” riskine adanmış dâvâ adamlarının kararlılığıdır.

12- Dışarıdan anlaşılamayacak kadar köklü, zahiren yanıltacak kadar masum, düz akıllara şaşırtıcı gelecek kadar orijindir, orijinaldir ve müstebitlere karşıdır, “aykırı”dır.

13- “Gelenin keyfi için geçmişe sövemem” diyen mirastır.

14- Mağduriyeti boyunu aşmış, çevreci dostların hafif tebessümüne ve ilgisizliğine maruz kalmış bir yalnızlıkta kendini ve misyonunu bulma ve bunu koruma zorluğudur.

15- En çok kopyalanan ve ismine atıf yapılmayan Risale-i Nur’u konuşturma iletişimidir.

16- Evrensel hukukî ve insanî bütün normların, kâinat gerçeği ile örtüşen ve inancımızın kabullendiği ortak insanlık değerleri olduğu iddiasını, tepki aldığı ezberci anlayışlara rağmen sürdürmüştür.

17- Asgarî müşterekler açısından, laik sistemin devlet gücü içinde tarafsız ve eşit kalması gerektiğini her ortamda söyleyegelmiştir.

18- ımtiyazsız bir inanç ekseninde hizmet etme basiretini ortaya koymuştur. 20. yüzyıl harikası Risale-i Nur eserlerinin, harika sonuçlarını sessiz-sedasız insanlığa ve ülkemize sunma iradesidir.

ısmail BERK

3

22.02.2005, 22:32

Doğum günün kutlu olsun Yeni Asya´m

Doğum günün kutlu olsun Yeni Asya’m

Otuz beş yıldır yollardasın. Otuz altıncı yıla ayak bastın. Yolların taşlı, dikenli, karlı, buzlu. Ama sen, yollardan yılmadın, yürümekten yılmadın, yorulmaktan yılmadın, ağlamaktan yılmadın, mücadeleden yılmadın.

Çünkü sen, elindeki hakikat bayrağını Mahşerin burçlarına dikmeye yeminlisin. Dünyanın taşı, dikeni, karı, buzu da ne ki? Engel mi senin için? Sen biliyorsun ki, dünyanınkisi engel değil; sadece sevap arttırıcı cilve.

Gücünü inancından aldın. Ülkünden aldın. Mefkurenden aldın. Meşalenden aldın. Allah yardım etti; hep yürüdün, yürüdün, yürüdün.

Soluğunu kesmek isteyenler çok oldu. Yoluna taşlar atanlar, dikenler serenler, karlar yağdıranlar, buzlar döşeyenler çok oldu. Ama sen, taşları kırmadan, dikenleri yakmadan, karları eritmeden, buzlara ilişmeden taşlarla, dikenlerle, karlarla, buzlarla birlikte yaşamasını bildin, onlara gül atıp yoluna devam etmesini bildin, onlara selâm verip başını dik tutmasını bildin, onlara zeytin dalı uzatıp eğilmemesini bildin.

Ne başı dik tutmanın hırçınlık, ne onlara zeytin dalı uzatmanın taviz vermek olmadığını dünya âleme gösterdin. Ne yolda yürümenin isyan, ne onlara gül atmanın hainlik olmadığını dünya aleme ispat ettin.

Senin ellerin hep herkese açık oldu Yeni Asya’m. Fakat seni anlamayanlar senden ellerini hep kaçırdılar. Ama olsun; önemli olanın, senin yüzünü hep herkese dönük tutman, ellerini hep herkese açık tutman değil mi zaten? Dileyen el uzatır, dileyen yüz çevirir; öyle değil mi? Bu seni artık Mahşerde mesul tutmaz ki!

Süleyman KÖSMENE

4

22.02.2005, 22:33

Hakikatin gür sesi

Hakikatin gür sesi

Hak ve hakikatler hayat iksiridirler. Su gibi girdikleri yeri yeşertir, hayat dağıtırlar.

Hak ve hakikatler güçlü ve etkilidirler. Matkap gibi batıl ve yanlışları delip geçerler.

Hak ve hakikat dolu sözlerin bir ok, mızrak gibi tesirli olmalarının sebebi taşıdıkları özelliklerdendir. Güçlerini üstlendikleri misyondan alırlar.

Yücelikleri, büyüklükleri sebebiyledir ki “Hakkın hatırı âlidir. Hiçbir hatıra fedâ edilmez,” saygı duyulur, ayakta tutulurlar.

“Hak yücedir. Ona üstün gelinemez” Nebevî hakikati de hakkın galibiyet sırrını simgeler.

Dinin bütün emir ve tavsiyeleri hakkın bu özelliğinin dikkate alınması, daima omuzlar ve başlar üstünde tutulması içindir. Hz. Ebû Bekir halife seçildiğinde hakkın yüceliğine vurgu yapıyor, “Sizin yanınızda hakkı çiğnenip de zayıf düşen hakkı alınıncaya kadar benim yanımda en kuvvetli olanınızdır” diyordu. Allah Resûlü de (asm) güçlü birinin suç işlediğinde affedilmesi, zayıf biri işlediğinde ise cezanın hemen uygulanmasını milletlerin helâk sebepleri arasında saymıştı. Zayıfa uygulanıp güçlünün göz ardı edildiği hak ve adalet adalet sayılmazdı.Yine haksızlık yapan bir idareciye karşı boyun bükmeyip doğruyu, hak ve hakikati haykırma en üstün cihad olarak gösterilmişti. Kuvvetli haklı değil, haklı kuvetliydi. Kuvvet hakka hizmetkâr olmalıydı.

Sonra hak ve hakikatler zayıf ellerde zayıf düşerlerdi. Onun için büyüklükleri, yücelikleri güçlü ellerde olmalarını da gerektirirdi. Ona sahip çıkanlar o sayede güçlenirlerdi. Tarih boyunca her ne kadar zaman zaman zayıf düşse de zafer hak ve hakikatin olmuştu.

ışte 35 yıldır yayın hayatında boy gösteren, “Hak ve hakikatin gür sesi” sloganıyla gündemde yerini alan, baskılara boyun bükmeyip doğruları haykıran, haykırmaya devam eden Yeni Asya bu yüce misyonla ortaya çıktı. Eğilmedi, bükülmedi; dimdik ayakta kalıp canla başla hak ve hakikati, doğruları savundu, bu uğurda riskleri göğüsledi, aylarca kapanmayı göze aldı.

şu veya bu şekilde gerçeklerin su yüzüne çıkması lâzımdı. Cesaretle, kahramanca hakikatler dile getirilmeliydi. Gücünü ömrü boyunca hak ve hakikati haykıran Üstadından alan Yeni Asya, “Bir hakikat var, hiçbir şeye fedâ edilmez, ehl-i dalâlete başını eğmez, mağlup olmaz” hakikatini bayrak edinmiş; yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir mercî, bir mürşit, bir hüccet olduğunu âleme göstermişti. Onca imkânsızlıklara rağmen emsallerinden nicelerinin tükendiği, söndüğü, battığı yıllar boyunca Yeni Asya ayakta kalabilmişse gücünü hakikatten aldığının bir delilidir.

Onu bayrak edinenler daha güçlü omuzlarla şerefle, iftiharla sonraki yıllara da götürmeye devam edeceklerdir.

Ey yüce misyon sahibi Yeni Asya yolun açık olsun. Daha nice nice hizmetlere dileklerimle binler tebrik…

şaban DÖğEN

5

22.02.2005, 22:35

Kucaklaşma zamanı

Kucaklaşma zamanı

Yeni Asya bugün, yayın hayatındaki 35. yılını da geride bırakarak yeni bir hizmet yılına giriyor.

36. yıla girerken, öncelikle, onca zorluk ve engeli aşarak bugünlere erişme nimetini bize bahşeden Rabbimize sonsuz hamd ü senalar ediyoruz.

Ve hemen ardından, 1960’lı yıllarda Zülfikar-Uhuvvet-ıhlâs-ıttihad çizgisiyle başlayıp, 21 şubat 1970’ten bugüne kadar Yeni Asya ile devam eden süreçte bu hizmete omuz veren tüm okuyucularımıza bir kez daha şükranlarımızı sunuyoruz.

Geçen zamanda rahmet-i Rahman’a kavuşmuş bütün hizmet erbabını da rahmetle yad ediyoruz.

Tabiî, bu listenin en başında, dar-ı bekaya irtihalinden birkaç yıl evvel “Risale-i Nur’un matbuat lisanıyla konuşmak zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim” diyerek, yıllar öncesinden Yeni Asya’ya işaret eden Üstad Bediüzzaman var.

Onun hemen ardından gelen isim, Risale-i Nur ölçüleri istikametindeki neşriyat hizmetinin temellerini atan unutulmaz hizmet ve dâvâ adamı, Yeni Asya’nın manevî mimarı Zübeyir Gündüzalp.

Ve Yeni Asya’nın öncü isimlerinden Mustafa Nezihi Polat ile bahtiyar doktor Sadullah Nutku.

Bu babda, on üç yıl önce ahirete uğurladığımız, nurun unutulmaz avukatı, eski başyazarlarımızdan Bekir Berk ile, 2001’de genç yaşta rahmete kavuşan eski genel yayın müdürlerimizden Hüseyin Demirel’i de zikretmemiz icab ediyor.

Diğer isimsiz kahramanlarla birlikte hepsini rahmetle ve minnetle anıyoruz.

Tabiî, Yeni Asya tarihinde derin izler bırakan ve halen hayatta olup değişik yerlerde hizmetlerini devam ettiren birçok değerli zevat da mevcut.

Onları da bu yıldönümünde muhabbetle selâmlıyoruz.

Kader, Yeni Asya ailesinde hizmet etme bahtiyarlığına erişmiş insanları bugün çeşitli sebep ve hikmetlerle değişik yerlere dağıtmış olabilir. Ama biz inanıyoruz ki, bu dağılma, onların gönlündeki Yeni Asya ideal ve hasretini söndürmüş değildir. şahs-ı manevîde tekrar kucaklaşma iştiyakı derinden derine gönülleri yakmaktadır.

Aslında böyle bir kucaklaşmaya hiçbir ciddî engel yok. Dağılma ve ayrılıkların sebebi olan konjonktürel ve ârızî sebepler çoktan geride kaldı. Girdiğimiz yeni çağın gerekleri ise, büyük ölçüde hissî gerekçelerle sürdürülen ayrılıkların bir an önce aşılmasını ve dağınık haldeki güçlerin âcilen birleştirilmesini gerekli kılmakta.

Zaten aynı kaynaktan beslenen insanların ayrı durmaları akla da, mantığa da, hikmete de ters düşüyor. Ve yaşanan ibret dolu hadiselerden, herkesin aldığı ve alacağı dersler var. Bu derslerden çıkarılacak netice ise, sivriliklerin törpülendiği, ifrat ve tefrit gibi aşırılıkların bertaraf edildiği bir istikamet çizgisinde tekrar buluşma zaruretini getiriyor.

Esasen ortak değerlerimizi öne çıkararak oluşturacağımız bir zeminde farklılıklarımızı ancak birlikteliğimize ayrı bir zenginlik katacaklarsa ortaya sürerek, aksi halde ise kendimize saklayarak yeniden kucaklaşma ve aynı şahs-ı manevî havuzunda erime süreci çoktan başladı, derinden derine devam ediyor.

Bize düşen, Bediüzzaman Hazretlerinin yaptığı geniş mânâdaki “ıttihad-ı Muhammedî” tarifi çerçevesinde o özlenen buluşma için samimiyetle gayret göstermek.

Yeni Asya’nın 36. yılının elinizdeki bu ilk sayısı işte böyle bir hassasiyetle hazırlandı. Aynı duyarlılık, bundan sonraki sayılarda da samimiyetle ve titizlikle sürdürülecek.

Her gün yeni sürprizlerle...

Kazım GÜLEÇYÜZ

6

22.02.2005, 22:36

Yeni Asya bir markadır

Yeni Asya bir markadır

Türkiye’deki medyanın önemli bir kısmı—ne yazık ki—resmî ideolojinin, çarpık sistemin borazanı durumunda. Bunun görünen sebebi şudur:

Sistem, rejim, tek şahsın görüşleri istikametinde, yarı askerî, tek partiye dayanan, anayasası yasaklarla dolu bir rejim üzerine oturtulmuş. 1950’lerde çok partili hayata ve demokrasiye geçilmesine rağmen; hâlâ hak ve hürriyetlerin kemaliyle işlemiyor, demokratik bir anayasa ve sisteme sahip değiliz. Güç ve para, özellikle silâhlı bürokrasinin elinde. Meclis bile, bütçenin ancak yüzde 5’i üzerinde bir tasarrufta bulunabiliyor!

Bu durum, yalnızca gazeteler için değil, üniversite, partiler ve sivil örgütler için de geçerli. Çünkü, kimin hangi ilkeler çerçevesinde yayın yapacağı, hattâ, neye inanacağı, ne giyineceği, hangi kelimeleri kullanacağı, nasıl bir milliyetçilik anlayışı taşıyacağı anayasa maddeleri ile belirlenmiş.

Basın-yayın organları resmî ideolojiye şirin görünme zorunluluğu hissetmiş, silâhlı bürokrasinin şakşakçılığını yapmış. Böylece Anadolu insanın düşüncesinin ve problemlerinin çok uzağında kalmıştır. Dinî hassasiyetlerle çıkan bazı gazeteler bile; zaman gelmiş dik duramamıştır. Bazıları için demokrat, hürriyetçi, müstebit, baskıcı, totaliter, solcu iktidar önemli değildir. Kim olursa olsun, “ıktidar olsunlar yeter!” demiş, alkışlamış, desteklemiştir.

Ancak, Yeni Asya bir istisnadır. O, hakkı müdafaa eden gür bir ses, tepkisizlik içinde anlamlı ve olumlu bir tepkidir. Yeni Asya’yı farklı kılan Bediüzzaman’ı ve eserlerini bir bütün olarak kabul ederek imanî, ahlâkî görüşlerinin yanında içtimaî, siyasî hizmet stratejisini neşre çalışmasıdır.

Yeni Asya’nın farkı, sosyal olaylara koyduğu isabetli teşhislerde yanılmaması ve yanıltmaması; hayatında zikzakların bulunmaması; düşüncelerinde asla taviz vermemesi; söylediklerinin arkasında durması; insan hak ve hürriyetlerini kemaliyle müdafaa etmesi, müstebitlere asla taraf çıkmaması, tasvip etmemesidir. Yeni Asya rotasını, konjonktürel şartlara göre değil, Bediüzzaman’a göre çizmesi, bütün ınkırazlara, dahilî-haricî darbelere maruz kalmasına rağmen ayakta kalmayı başarabilmesi; siyasî veya maddî baskılara boyun eğmemesi; tirajının az olmasına rağmen ses getirmesi, yönetim ve hizmet organizasyonunda meşvereti-şûrayı esas almasıdır.

Yeni Asya’nın en önemli özelliklerinden birisi de, Risale-i Nur perspektifinde entelektüel bir kitlenin yetişmesi için bir ekol olmasıdır. Dışarıda kendisini boğmaya, yok etmeye çalışan devlerle mücadele ederken; içerden de, “Risale-i Nur varken başka kitap okumaya ne gerek var, gazete ve dergi asla Nur dershanelerine giremez!” diyen bir zihniyetle de mücadele etmiş ve başarılı olmuştur. Bu ekolden yetişen binler, on binlerce yetişmiş eleman, başta yayın sektörü, eğitim ve üniversite camiası olmak üzere hemen her dalda hizmetlerini vermeye devam ediyor.

Ali FERşADOğLU

7

22.02.2005, 22:38

Sizlere hizmet şerefi

Sizlere hizmet şerefi

Yayın hayatının üçüncü yılında (1973) tanıdık ve okumaya başladık, Yeni Asya'yı.

O tarihte, henüz çocuk denilecek yaştaydık. Türkçe'yi dahi rahatça okuyamıyor, yazamıyor, anlayamıyorduk.

Fakat, buna rağmen Yeni Asya'da fıtratımıza uygun bir fikir kulvarının olduğu, bir istikrar çizgisinin bulunduğu kanaatine vardık ve bağlandık.

Maaliftihar, o gün bugündür aynı çizgide, aynı kulvarda yürümeye devam ediyoruz.

* * *

Yeni Asya'da bilfiil çalışma maratonunda ise, bu yıl 27. kilometreye varmış oluyoruz.

Yani, yaklaşık 27 senedir bu müessesenin muhtelif ünitelerinde çalışageliyoruz.

Ayrıca, 14 seneye yakındır fikir çarşımız, fikir bahçemiz olan "Bedesten"de sizinle hasbihal ediyoruz.

Bizler, fikir alış verişini, şevk, muhabbet ve uhuvvet paylaşımını sağlayan bu hasbihalden memnunuz. ınşaallah, sizler de memnun olmaktasınız.

Bizim memnuniyetimizi sağlayan ve ziyadeleştiren en mühim nokta, sizlere sunduğumuz hizmetten aldığımız "şeref pâyesi" dir.

* * *

Evet, hangi kademede, hangi ünitede olursa olsun, bu müessesede sizlere hizmet sunmak, bizler için paha biçilmez bir şeref pâyesidir.

Bunu da hiç çekinmeden, hemen her yerde, her vesileyle ifade ediyoruz.

Muhasebe ve murakabesini her daim yaptığımız husus ise şudur: Acaba, sizlere sunduğumuz hizmetin hakkını verebiliyor muyuz? Kezâ, bu hizmete lâyık olabiliyor muyuz, yahut liyâkat kesb edebiliyor muyuz?

Sizlerin de duâ ve teveccühünü arkamıza alarak diyoruz ki: Cenâb-ı Hak, bizi bu makbul hizmette lâyıkıyla istihdam etsin ve bunun için de bize sarsılmaz bir sebat, tesanüt ve mukavemet duygusu versin.

Bilvesile, sizlerle birlikte, inşaallah daha nice nice yıllara diyoruz.

M. Latif SALıHOğLU

8

22.02.2005, 22:41

Tebrik


Yeni Asya´yı can-ı gönülden tebrik eder, 36. hizmet yılında muvaffakiyetler dileriz...

Risale Okuyorum

Üyeliği İptal Edildi

  • "Risale Okuyorum" bir erkek
  • "Risale Okuyorum" adlı kullanıcı yasaklandı

Mesajlar: 663

Konum: Ankara

Meslek: Öğrenci

Hobiler: İnternet, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

9

23.02.2005, 12:33

ıyi ki varsın Yeni Asya'm...

Kışta doğdun Yeni Asya'm... Baharın öncesinde... Aynı üstad Bediüzzaman gibi... Ayrılıklar, imkansızlıklar, haksızlıklar, iftiralar, zulümler... Hiç birine boyun eğmeden, dim dik durdun... Baharın müjdesini verdin her daim... "Ümitvar olunuz ...." diye başlayıp, "Asya'nın bahtının miftahı,..." diyen sözlerinle hem ümit verdin, hem de yapmamız gerekeni hatırlattın, daima...

Ve Yeni Asya'm, 35 yılını doldurdun. Kuru bir 35 yıl değil bu... şairin dediği gibi, kim bilir yolun yarısı da değil. Evet yolun yarısı değil. Bu davaya baş koymuş insanlar oldukça, bu bayrak inmeyecek. Ve kıyamet gelenedek bu davaya baş koymuş insanlar eksilmeyecek... şahıslar değişse de , tavizsiz istikrar çizgin değişmeyecek...

Sen bir sevdasın Yeni Asya'm... Bulutlu gözlerin, imanlı yüreklerin, cesur bileklerin ve hakkaniyetli kalemlerin sevdasısın. Bir umudun bayrağısın. Bir davanın sembolüsün. Firavun'a Musa(asm), Nemrut'a ıbrahim(asm)'sin... Ahirzaman putlarını kıran, Kuran'ın nurunu kainata haykıransın.

Sen bir pusulasın Yeni Asya'm... Bu dağdağalı zamanda, bataklıkta yolunu şaşıranların pusulasısın. Elindeki "Nur"la yol gösterir, yolumuza "Nur" saçarsın. Senin topuzlarla işin yok. Yirmiyi topuzla uyandırmak yerine, sekseni Nur'a çağırırsın. Müsbet hareket tarzını korur, gerektiğinde zalimlere de gereken cevabı verirsin.

Senin amacın Yeni Asya'm... Senin amacın üç kuruşluk menfaatler değil... Hak'kın hatırını yüce tutup hiç bir hatıra değişmeyerek bugünlere geldin. Sahabe mesleği olan ortayolu, hadd-i vasatı yol tuttun. Sloganist yaklaşımlarla ahkam kesenlere bir mihenk, kötü amaçlarla Nur'a sed çekmeye çalışanlara da bir kabus oldun...

Bu yüzden uğraştılar seninle... Maddi sıkıntılarla can damarlarını keseceklerini sandılar, zavallılar... Bilemediler ki, sen maddiyatla inşa edilmedin ve maddiyatsızlıkla da yıkılmazsın. Parçanlandın, horlandın, dışlandın... Ama yıkılmadın, Hak'tan ayrılmadın, her zaman şâha kalktın...

Ve Yeni Asya'm... Bugün seni bir başka güzel gördüm. Süslenmişsin yeni bir gelin gibi... Sanki bana yeni bir dönemin müjdesini vermek niyetindesin... Öyle güzel bir dönem ki; artık uzun süre uğraşamayacaklar seninle ve sana inananlarla... Hani o yıllardır müjdesini verdiğin ümit edilen günler var ya... Hani şairin "Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın..." dediği günler var ya... ışte o günlere gelinlik giymişsin Yeni Asya'm...

Sanki bu dönemde sesin daha bir gür çıkacak Yeni Asya'm...

ıyi ki varsın, iyi ki doğdun Yeni Asya'm...

Cihan KOÇ - 23.02.2005
"şimdi oku, kabirde okuyamazsın!" (Zübeyir Gündüzalp)

10

26.02.2005, 17:03

Yeni Asya buluşmaları

Yeni Asya deyince kendim için tarifim “Denize döküldüm” oluyor. Bir derenin denize dökülmesi ve kavuşması öncelikle dere için önemlidir, zira dereler her zaman denize çıkmayabilir. Elinde kalem ve kırık yüreğiyle çıkagelmiş biri olarak kendim açımdan benim buluşmam, epey garip, rahmetli, hikmetliydi. Bir yerlerde omuz omuza, birlikte duamızı, hizmetimizi ortaya koyacağımız arkadaşlar bulmak! ışte onları arıyordum ben.

28 şubat süreci denen, siyasetle işim olmadığı için tam idrak edemediğim garip bir zaman dilimine girmiştik. Hizmet etmeye çalıştığım yerden ‘konjonktür gereği’ çıkarılmıştım. Ne menem süreçmişse bu, artık radyoda tefekkür değil, magazin programı yapmam istenince, evde oturup deliler gibi kendinle konuşmak daha akıllıca gelmişti. Bir sel akıp geliyordu ve ya direnecek ya bir yanlarını uçuracaktın! Çıkan kitaplarla hizmet bir yana okuyucuyla sıcak temas, dualı, katkılı, daha canlı kılan süreli yayın hizmeti olarak kala kala Bizim Aile dergisi kalmıştı elimde. Çok şeyler yapabilme kabiliyeti varken az şeyler yapmak zorunda olmak kendi içinde ayrı bir sancı.

Ayrıldığımdan beridir garip bir sevinç vardı içimde ve ajandama da not alıp yazmıştım. “Kalbim bana Yeni Asya’da köşe yazarlığı diyor. Hiç bilmediğim ve okumadığım bir gazeteye sevgi duymaya başladım. Vermek istendiği için mi bu istemek verilmiş? Ya da mevcut konjonktür sonunda beni deli yapmış da olabilir. Ama yazarlığa ağırlık vermeliyim kişisel gelişimim için ve hayâlimde sadece Yeni Asya duruyor.” (20 Ekim 1998, Salı)

Yazı götürmek ve arkadaşlarla görüşmek için gittiğim Bizim Aile dergi bürosunda, bir gün numune olarak Yürekçe köşe başlıklı iki, üç yazı da verdim Yasemin Ablaya. Birkaç ay sonra arkadaşlar arayıp “Gazetede yazın çıkmış, hayırlı olsun” deyince ilk defa gidip gazeteyi aldım bakmak için. Uzaktan görmüşlüğüm vardı. Hakkı eniştenin (Yavuztürk) gözü gibi koruduğu, bazen Yasemin Ablayı okurken gördüğüm, eşi Kâzım Abinin yayın müdürü olduğu gazete! Mehmet Kutlular, şaban Döğen gibi çocukluktan aşina olduğum isimler. Temmuz 99’du. Artık her sabah kapıma bir dost, bir mektup geliyordu! Yeni Asya ile buluşmam böylece başladı!

Gazetedeki ilk toplantımız, ben onlara onlar bana şaşkın ve tanıma amaçlı bakışlarımız, ekip olarak Kutlular Abi eşliğinde binayı gezişimiz. O gün en unutulmaz buluşma günüydü benim için. Hepsini çok sevmiştim. Kutlular Abi bambaşka biriydi. ıhlâslı, cesaretli, şefkatli, muhabbetli, mutevazı, dosdoğru bir adam! “Tamam” demiştim içimden. “Burası tam bana göre bir yer! Burada ihlâs var!”

Ben geldiğimde kasırga vardı. Biraz daha anlamıştım şu ‘sürecin’ aslında ne anlama geldiğini! Yazarlarımıza cezalar yağıyor, gazete kapatılıyor, Kutlular Abi hapiste! Hiç rüyasında Üstadı görmeyen ben, buraya geldiğimden beri kim bilir kaç kere görmüştüm. Bir keresinde işaret ve orta parmağını bana doğru uzatıp (küs işareti gibi) “Mabeynindeki küsmekleri kaldırmak şartıyla seni talebeliğe kabul ediyoruz” demişti. Lügati açıp mabeyne bakmıştım ne demek diye. ‘Ben küs değilim, kırgınım sadece’ diye sonradan düşünsem de, kırgınlığın küslük ve iç yollarını kapamak olduğunu fark etmiştim.

Açmışlar hapishanenin kapılarını, ne kadar suçlu varsa salmışlar dışarı af diye! Böylesine sîreti güzel bir insan parmaklıklar ardında! Artık zırdeli olmamak işten değildi! Aklım istifa edecek de bu haksızlıklardan, bana lâzım diye gidemiyor bir yere! Ama öyle bir ‘iç muhabbet ve kenetlenme’ manevî bağların kuvvetlenmesini tetikleyen garip bir şeydi ki bu. Bir gün bir arkadaşla karşılaştım. Ayak üstü sohbet ederken “Gazete maceran nasıl gidiyor? Takip edemiyorum” dedi. “Yazarlarımıza ceza yağıyor. Kutlular Abi hapiste. Yakında beni de götürecekler. Hapishane yazıları yazacağım!” diye takıldım. “Geçen gün Mehmet Birinci Abiden duydum. Üstadın hanım talebelere hapse girmesinler diye özel duası varmış, sen girmezsin ki!” dedi. “Hadi ya! O zaman yazarlarımıza söyleyeyim, ne diyeceklerse bana desinler, ben onların yerine yazayım!” dedim. Espriydi, ama çok da ciddiydim de. Yap deseler yapardım! Aynı gece Üstadı gördüm, bir kürsüde gazeteyi açmış ayakta tebessümle okuyor. Sayfalar nurlu ve ben de onunla bakıyorum. O aralar Hülya isimli üç yazar aynı sayfada yazıyorduk. Hülya isimlerine bakıyordu Üstad. Sonra tebessümle bana dönüp “Kurnaz talebem!” dedi. Çileyi en çok onlar çekti, hele Kutlular Abi, bana da bu rüya hediye olarak kaldı.

Ne fırtınalar geçmiş bu gazetenin üzerinden. Ben sadece son beş senesine şahit oldum da, o bile bana yetti! Allah çok şükür ki beni buraya sevk etmiş, burada beni yeşertmiş. Böylece Yeni Asya’ya ‘bir yazar’ eklenmiş olmadı. ‘Bir yazar’ Yeni Asya’yla buluşmuş oldu. 36. yılın mübarek olsun!

Hülya KARTAL

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir