Giriş yapmadınız.

1

04.01.2009, 13:26

Kazım GÜLEÇYÜZ ve pazar

Bu başlıkta Yeni Asya gazetesi yayın yönetmeni Kazım Güleçyüz'ün pazar günü yayınlanan yazıları yayınlanacak isteyen, yayınlanan yazılara yorum yaparak foruma başka bir güzellik katabilir.

Kazım GÜLEÇYÜZ

Berzaha bir adım daha





Yaş ilerledikçe, özellikle de 40’ı devirdikten sonra zamanın akışının daha da sür’at kazandığı, bu yaşı idrak edip geride bırakan herkesin ortak düşüncesi ve kanaati olsa gerek.

Çocukken “Bir an önce büyüsem” diye sabırsızlanan, gençlik döneminde vaktin kıymetini idrak edemeyen insanoğlu, orta yaş kuşağına intikal ettikten sonra durumun farkına varıyor.

Ve görüyor ki, sel dolaplarını çalıştırarak hızla geçen zamanı durdurmak veya yavaşlatabilmek mümkün değil. Yıllar su gibi akıp gidiyor.

Geride kalan yılın ilk günü daha dün gibi tazeyken yeni bir yılbaşı gelip çatınca, bu akıştaki baş döndürücü hızı daha derinden hissediyor.

Bu sür’atli akış esnasında ailesindeki, dost ve akraba çevresindeki boşalmalar da insanı ayrı bir noktadan sarsarak bu hissiyatı perçinliyor.

Yakın çevredeki her bir vefat, yakınlık derecesine göre artan bir tesirle, insana kendi zamanının da azaldığını ve bu dünyadaki misafirlik müddetinin sonuna yaklaştığını haber veriyor.

Üstad Bediüzzaman “40’tan sonra kabir tarafına nüzûl başlar” diyerek, 40’ı takip eden yaşlarda kabir yolculuğunun hızlandığını söylüyor.

Ancak ruhlar âleminde başlayıp, bedenin ana rahmine düşmesiyle dünya hayatına uğrayan bu yolculuk kabirde sona ermiyor, berzah âleminde başka bir boyuta intikal ediyor; ondan sonra kıyamet ve haşir sabahıyla birlikte sonsuz bir hayata, ebedü’l-âbâd memleketine taşınacak.

Önemli olan, bu akıştaki kesintisizliğin farkına varıp, ahiret yolculuğunda bir han ve bekleme salonu mahiyetindeki bu dünyayı ahiretin tarlası olarak iyi değerlendirebilmek ve fâni ömür dakikalarını bâkileştiren bir hayat yaşamak.

Hadisteki ölçüye göre: “Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz.”

Tam bu noktada, matbaa imkânının bulunmadığı ve Risale-i Nur’un ıslâm harfleriyle, elle yazılarak çoğaltıldığı günlerde risale yazarken ‘Lâilâhe illallah’ kelime-i tevhidini kâğıda işlediği an ruhunu teslim eden Hafız Mehmed isimli ihtiyar ve bahtiyar Nur talebesi ile Denizli hapsinde Meyve Risalesiyle meşgulken vefat edip kabirde sual meleklerini bu eserdeki hakikatlerle cevaplayan Hafız Ali örnekleri aklımıza geliyor.

Eminiz ki, onlar haşir sabahına da bu hal üzere uyanarak, Cennete oradan intikal edecekler.

Cenâb-ı Hak bizlere de onlar gibi olmayı ve son ânımıza kadar onların ihlâs ve samimiyetiyle istikamet çizgisinde yürümeyi nasip eylesin.

40 yaştan bahis açmışken, Kasım ayı sonunda Denizli’de tertiplenen üçüncü mevlidle bir kez daha rahmetle yad ettiğimiz, kendi hayatlarını Üstadları için feda eden nur kahramanlarındanHafız Ali’nin 46, Hasan Feyzi’nin 51 yaşında rahmet-i Rahman’a kavuştuklarını hatırlayalım.

Yine Üstadın “kurmay” talebelerinden Ceylan Çalışkan’ın 34, Zübeyir Gündüzalp’in 51 yaşında, Üstadın onlar hayattayken müjdelediği şehadet rütbesiyle vazifelerini tamamlayıp berzah âlemindeki menzillerine intikal ettiklerini de.

Aynı şekilde Yeni Asya’nın ilk Genel Yayın Müdürü Mustafa Polat’ın henüz 28 yaşındayken terhis belgesini alıp şehitliğe uçtuğunu da.

Bu listeyi ilânihaye uzatmak mümkün.

Diyeceğimiz o ki, Risale-i Nur’da “ömür sermayesi” olarak ifade edilen bu dünyadaki misafirlik süresi, her insan ve her canlı için ayrı ayrı takdir edilmiş. Kimisi, Gazze’de ısrail bombalarıyla can veren bebekler gibi, daha yeni geldiği dünyaya gözünü dahi açmadan, doğruca Cennete uçuyor; kimisi gençliğinin baharında, kimisi ortayaş kuşağında, kimisi de beli bükülmüş ihtiyarlık aşamasında fâni hayata veda ediyor.

Burada asıl olan, çocuk-genç-ihtiyar ayırmadan her an Azrail Aleyhisselâmın can emanetini bizden almak üzere kapımızı çalabileceği gerçeğini hiçbir zaman hatırdan çıkarmayıp, bunun şuuru içinde ömür sermayesini heba etmemek.

Yegâne kurtuluş vesilesi olan ihlâsı elde edip korumanın da en güvenli yolu buradan geçiyor.

04.01.2009

E-Posta: irtibat@yeniasya.com.tr

2

04.01.2009, 13:30

Üstad Bediüzzaman “40’tan sonra kabir tarafına nüzûl başlar” diyerek, 40’ı takip eden yaşlarda kabir yolculuğunun hızlandığını söylüyor.


ınsan gerçekten 40'lı yaşa gelince hazırlanması lazım. çünkü günün nasıl geçtiğini, olayların hızına yetişmekte zorlandığını ancak anlıyor.
Hazırlıklı olmak lazım.
düşünün bir dağın zirvesine çıkmışsınız. tekrar inmeniz lazım. Çıkmak mı zor, inmek mi? nefsimize bir soralım. ıNşAALLAH

3

10.01.2009, 10:48

Cok istifade ettigim bir bolum olacak.Okuyoruz birde mutalaa edersek harika olacak.
Allah razi olsun.

4

10.01.2009, 23:16

Belâları hizmetle aşmak

Kazım GÜLEÇYÜZ

Belâları hizmetle aşmak





Ubudiyet imtihanları için gönderildiğimiz bu dünya hayatında sevinçli ve coşkulu anlar da elbette vardır, ama genel itibarıyla baktığımızda sıkıntılı zamanların daha çok olduğunu ifade etmemiz herhalde yanlış olmaz.

Kabz-bast hallerinin birbirini takip etmesi veya bazan iç içe geçmesi, hem imtihan sırrının bir icabı, hem de Esma-i ılâhiyenin farklı tecellîleri bunu gerektiriyor. Meselâ Bâsıt isminin tecellî ettiği anlarda yaşadığımız inşirah ve sevinç halleri, Kàbız ismi hükmünü icra ettiğinde yerini sıkıntı, daralma ve kasvete bırakabiliyor.

“Cemal ve Celâl tecellîleri” tabiri de aynı mânâyı daha değişik boyutlarıyla dile getirmekte.

Bu gibi hallerde bize düşen görev, inşirah ve sevinç hallerini şükürle, sıkıntı ve kasvet durumlarını da sabırla karşılayıp, her iki halden de bizi Rabbimize yakınlaştıracak neticeler almak.

Bunu yapabilmek, tabiî ki, iman mertebelerinde kat edeceğimiz merhale ve derinliğe bağlı.

ımanımız ne kadar sağlam ve kuvvetli olursa, hayatta başımıza gelecek ve karşımıza çıkacak halleri Allah’a daha da yaklaşma vesilesi kılmamız o derece imkân dahiline girer ve kolaylaşır.

şer gibi görünen hadiselerin arkaplanındaki hayırları keşfederek, Erzurumlu ıbrahim Hakkı Hazretleri gibi “Hak şerleri hayreyler/ Zannetme ki gayreyler/ Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler” deme huzurunu elde etmenin anahtarı, böyle bir iman mertebesine erişmekte.

Yine ıbrahim Hakkı’nın “Hoştur bana Senden gelen/ Ya gonca gül, yahut diken/ Ya hayattır yahut kefen/ Nârın da hoş, nurun da hoş/ Kahrın da hoş, lütfun da hoş” mısraları da imandaki derin teslimiyetin huzurunu terennüm ediyor.

“ıman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder” diyen ve hakikî imanı elde eden bir insanın kâinata meydan okuyup, imanının kuvvetine göre hadiselerin tazyikinden kurtulabileceğini vurgulayan Üstad Bediüzzaman da, kabz-bast hallerinin intibah ehline geldiğini ve terakkîye vesile olduğunu söylüyor (Kastamonu Lâhikası, s. 10)

Çünkü sürekli bast hali insanı “Ben işi bitirdim, Cenneti garantiledim” fikriyle gaflete, bitmeyen bir kabz ise ümitsizliğe düşürebilir. Oysa insanın istikamet üzere devamı, havf-reca, yani korku-ümit dengesinin muhafazasına bağlı.

Her namazdan sonra tesbihatta ve sair dua ve münâcatlarda tekrarladığımız “Allahümme ecirnâ minen-nâr” (Allah’ım, bizi Cehennem ateşinden koru” yakarışı bu dengenin korku ayağını, “Allahümme edhılne’l-Cennete maal-ebrar” (Allah’ım, bizi hayırlı kullarınla beraber Cennete koy” duası ümit ayağını ifade ediyor.

Yanılmıyorsak Hz. Ömer’e (r.a.) atfedilen “ışitsem ki, Cehennemde sadece bir kişilik yer kalmış, acaba orası benim için mi diye titrerim; ve yine işitsem ki, Cennette bir kişilik yer kalmış, oraya da ben gireceğim diye ümitlenirim” mealindeki söz de bu hassas dengenin ifadesi.

Bu dengeyi yakalayıp, ınşirah Sûresinde dikkatimize sunulan ve “Her zorluğun beraberinde bir kolaylık ve her kolaylığın beraberinde bir zorluk vardır” mealiyle aktarabileceğimiz prensibi hiç hatırımızdan çıkarmayarak, zorlukları sabır, kolaylıkları şükürle karşılama olgunluğuna erişebilirsek saadetin anahtarını elde ederiz.

ışte serâpa Kur’ân’dan alınmış bir iman dersi niteliğindeki Risale-i Nur, bizlere bu mesajı sunuyor ve hiçbir beşerî “mutluluk formülü”nün veremeyeceği rahatlatıcı tesellîleri bahşediyor.

şu sözler de zorluk, engel ve sıkıntılara karşı nasıl davranmamız gerektiğine ışık tutuyor:

“Madem şimdiye kadar ekseriyet-i mutlaka ile Risale-i Nur şakirtleri Risale-i Nur hizmetini her belâya, her derde bir çare, bir ilaç bulmuşlar; biz her gün hizmet derecesinde maişette kolaylık, kalbde ferahlık, sıkıntılara genişlik hissediyoruz; elbette bu dehşetli yeni belâlara, musibetlere karşı da yine Risale-i Nur’un hizmetiyle mukabele etmemiz lâzımdır.” (Kastamonu L., s. 182)

11.01.2009

E-Posta: irtibat@yeniasya.com.tr

5

12.01.2009, 18:10

Kemal Yaşı Kırk

Evet kırk yaşı kemal yaşıdır ve Peygamber Efendimiz (as) de kırkında risalete ve vahye mazhar olmuştur.

Allah kırkından sonra azmayanlardan eylesin, amin.

6

17.01.2009, 23:11

Kazım GÜLEÇYÜZ

ınşirah dersi




Kabz-bast hallerini ve Celâl-Cemal tecellîlerini anlatmaya çalıştığımız geçen haftaki yazımızda, konunun akışına kendimizi kaptırıp ınşirah Sûresindeki âyetlerden “Her zorluğun beraberinde bir kolaylık ve her kolaylığın beraberinde bir zorluk vardır” şeklinde bir mesaj çıkarmamız üzerine, Risale-i Nur nüshaları üzerindeki titiz çalışmalarıyla tanıdığımız müdakkik okurumuz muhterem Bilal Tunç’tan nazik bir uyarı mesajı aldık.

Mezkûr sûrenin 5-6. âyetleri için farklı kaynaklarda verilen mealleri şöyle sıralamış Tunç:

“FKB’de 1965/66 ders yılında Fizik dersimize giren çok değerli Prof. Dr. Dilşâd Elbruz’dan aklımda kalan meâl şöyle: ‘Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Muhakkak her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.’ Diyânet Meâlinde: ‘Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla berâber bir kolaylık daha vardır.’ Elmalılı Mealinde: ‘Demek ki, zorlukla beraber kolaylık var. Evet, o zorlukla beraber bir kolaylık var.’ Yeni Asya Meâlinde: ‘şüphesiz, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır...’”

Muhterem okuyucumuz Bilal Beye çok teşekkür ediyor ve zühul eseri olarak yaptığımız yanlışlıktan dolayı Sahib-i Kur’ân’dan af ve mağfiret, değerli okurlarımızdan da özür diliyoruz.

Ancak gayr-i kasdî ve tamamen dalgınlık eseri olarak yapılan bu hatanın, söz konusu âyetlerle bize verilmek istenen ılâhî mesaj ve müjdeyi daha derinden düşünüp tahlil etme ve biraz daha iyi kavrama fırsatı vermesi cihetiyle hayra vesile olacağını da ifade etmek gerekiyor.

Gelin, sûrenin 8 âyetine birden bakalım:

“ 1. Biz senin göğsüne genişlik vermedik mi? 2-3. Sana kuvvet ve metanet vererek, belini büken bir yükü üzerinden kaldırmadık mı? 4. Biz senin şânını da yücelttik. 5. şüphesiz, zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 6. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır. 7. Bir işi bitirince bir başkasına giriş. 8. Ve yalnız Rabbine yönel.”

Aslında bu âyetler, çeşitli sebeplerle daralan, bunalan, inkıbaz haline giren herkes için son derece tesirli bir reçete niteliğinde. Bunlardaki mesajları kavrayıp gereğince amel eden bir insan ne stres yaşar, ne depresyon ve bunalıma girer, ne de “kadere isyan” edip şirazeden çıkar.

Birinci muhatap olarak Peygamberimize seslenen bu mesajlardan gereğince istifade edebilmenin anahtarı, elbette ki iman ve teslimiyet.

ımanlı insan, hayat imtihanının cilvesi olarak zaman zaman yaşadığı daralma ve bunalma hallerini, Allah’tan istemesi gereken gönül ferahlığıyla; zorlukları da yine Allah’ın vereceği kuvvet, dayanma gücü, sebat ve metanetle aşabilir.

Bir sıkıntı, engel ve zorluğu aştığımızda söyleyegeldiğimiz “Üzerimden ağır bir yük kalktı” sözünde dile gelen hafifleme ve ferahlama hissinin bu sûredeki 3. âyette “Belini büken bir yükü üzerinden kaldırmadık mı?” şeklinde beyan buyurulması ne kadar mânâlı ve rahatlatıcı bir müjde ifadesi...

Bir sonraki âyet ise ikram-ı ılâhînin bununla kalmadığını ve üzerindeki ağır yükü sabırla taşıyarak imtihanı başarmanın bir büyük mükâfatının da, bu imtihana muhatap olan insanın şânını, manevî derecesini yükseltmek olduğunu bildiriyor.

ınsanlar içinde en fazla belâ, musibet ve sıkıntıya maruz kalanların, peygamberler başta olmak üzere Allah’ın makbul kulları olmasının bir sırrı da bu. Sabırları ölçüsünde dereceleri yükseliyor.

Peşinden, önemine binaen ve başka birçok hikmetlerle iki kez tekrarlanan “Zorlukla beraber kolaylık vardır” dersi, zaman zaman çok zorlaşan bu sabır imtihanını başarmanın yolunu gösteriyor.

“Sadece zorluklara takılmayın, beraberinde gizlenmiş kolaylıkları da fark edin” mesajını veriyor.

Sonrasındaki “Bir işi bitirince bir başkasına giriş” emri ise, zorluk ve engellere takılmayıp hizmetten hizmete koşma dersini verirken, “Yalnız Rabbine yönel” fermanı tevhid temelli bir “başarı programı”nın ana eksenine dikkatimizi çekiyor.

18.01.2009

E-Posta: irtibat@yeniasya.com.tr

7

25.01.2009, 11:30

Said Nursî ve ABD

Kazım GÜLEÇYÜZ

Said Nursî ve ABD





20. yüzyılda dünyanın süper gücü olarak öne çıkan ve Sovyetler Birliğinin çöküşünden sonra bu özelliği, yanına rakipsizlik sıfatı katılarak iyice pekişen ABD, genel ve yaygın değerlendirmelerde, daha ziyade uyguladığı politikalarla ölçülüp tartılıyor.

Ve bu politikalar özellikle Bush dönemindeki uygulamaların sonucu olarak dünya genelinde yaygın bir ABD nefretini doğurmuş durumda.

Bu da normal. Zira insan fıtratı zulme, haksızlığa, katliâma, sömürüye itiraz ve isyan eder.

Kur’ân’ın çağımıza dersi ve mesajı niteliğindeki Risale-i Nur’da da Amerika’ya atıflar yapılır. Ama bunların tamamı, külliyatın ana mesajı olan iman ve Kur’ân hizmeti ekseninde, siyasî olaylardan bağımsız bir perspektifle dile getirilir.

Maksat, şeriat-ı fıtriyenin kanunlarına riayet ederek bu güce erişen Amerika’nın dine ve insanlığa hizmet hedefine yönlendirilip teşvikidir.

Bununla ilgili bahislerden kısa bir derleme:

* “Leyle-i Kadir’de ihtar edilen bir mes’ele-i mühimme” bahsinde “Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli dinî cemiyeti gibi, rû-yi zeminin (yeryüzünün) geniş kıt'aları ve büyük hükümetleri Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh-u canlarıyla sarılacaklar” (Sözler, s. 141) tesbiti var.

* Üstadın talebesi Hüsrev’in imzasını taşıyan bir mektupta “Mesmuata (duyduğumuza) göre, bugünkü Amerika, aktar-ı âleme (dünyanın her tarafına) tetkikat için gönderdiği dört heyetten birisini, bugünkü beşeriyetin saadetini temin edecek salim bir din taharrîsine (araştırmasına) memur etmiştir” deniliyor ‘Emirdağ L., s. 128)

* “Amerika’nın en yüksek ve meşhur feylesofu olan Mister Carlyle”ın “Başka kitaplar hiçbir cihette Kur’ân’a yetişemez. Hakikî söz odur, onu dinlemeliyiz” beyanı aktarılıyor (a.g.e., s. 461).

* Üstadın talebe ve hizmetkârı Zübeyir Gündüzalp, Ankara Üniversitesinde verdiği konferansta, “Amerika’da, Beyaz Saray’da bütün dünyanın ve kâinatın güneşi olan Kur’ân-ı Hakîm yeşil ipekliler arasında lâyık olduğu yüksek mevkiye konuyormuş” (Gençlik Rehberi, s. 210) diyor.

* “Eskiden Hıristiyan devletleri ittihad-ı ıslâma taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ân’a ve ittihad-ı ıslâma taraftar olmaya mecburdurlar” (Emirdağ L., s. 577) tesbiti, konunun bir başka önemli boyutunu veriyor.

* Menderes’e yazılan bir mektuptaki “Bütün âlem-i ıslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i ıslâmiye (ıslâm kardeşliği) ile 400 milyon (şimdi 1.5 milyar) kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, iman ve ıslâmiyetle olabilir” (a.g.e., 816) tavsiyesi, aynı gerçeğin Türk hükümetine bakan cihetine vurgu yapıyor.

* “Amerika buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır” (a.g.e., s. 383), ifadesinde de, aktardığımız diğer hususları tamamlayan önemli bir tesbit mevcut.

Bu son cümleyle irtibatlı gelişmeler ayrı bir fasıl ve bunlar yazımızın kalan kısmına sığmayacağı için müstakil olarak ele alınması daha uygun olur.

Ve yukarıda yaptığımız nakiller, Risale-i Nur perspektifinde Amerika’ya nasıl bakılması gerektiğinin belli başlı parametrelerini veriyor.

“Ben talebeyim, onun için herşeyi mizan-ı şeriatla muvazene ediyorum” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 18) diyen bir Üstadın talebeleri de, herşeyi şeriat mizanlarının en mükemmel şekilde ortaya konulup izah edildiği Risale-i Nur’daki evrensel ölçü ve prensiplere göre değerlendirirler.

Haliyle Amerika da buna dahildir.

Hakkın değil, kuvvetin esas olduğu günümüz dünyasında yapılacak siyaset, ekonomi v.s. gibi dünyevî eksenli yorumlarda ABD yandaşlığı veya karşıtlığı gibi kategoriler ortaya çıkabilir.

Ama Nur talebesinin bakışını belirleyen ölçüler bunların üzerine çıkan bir derinliğe sahip olmalı.

25.01.2009

E-Posta: irtibat@yeniasya.com.tr

8

31.01.2009, 23:26

Kazım GÜLEÇYÜZ

Risale-i Nur ve ABD





Üstadın ABD’ye bakışını ortaya koyan temel parametrelerden bir kısmını geçen hafta aktarmıştık. şimdi de Risale-i Nur hizmetine bakan mesajlarına göz atalım.

Ama onlardan önce, Lozan antlaşmasıyla ilgili olarak Büyük Doğu’dan aktarılan yazıdaki, konumuz açısından önemli detaya temas edelim.

Orada, Lozan’daki Türk heyetine müşavir olarak sızan ve daha sonra Mısır’da hahambaşı olan Hayim Naum’un, konferans öncesi Amerika’da Türkler lehine verdiği seri konferanslarda “Türkün maddesini serbest bırakmaları, buna mukabil ruhunu, tâ içinden ve kendi öz adamlarına yıktırma fikrini telkin ettiği” anlatılıyor.

Sonrasını ise, ıngiltere Avam Kamarasında “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” itirazlarına Lord Gürzon’un verdiği cevapta görüyoruz:

“Asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz...” (Emirdağ L., s. 539)

Bu tarihî anekdotun konumuzu ilgilendiren yönü, Türkiye’yi ve âlem-i ıslâmı hedef alan ifsad planlarının önce Amerika’da pişirildiğini ve bunlardaki Yahudi etkinliğini ortaya koyması.

Buna karşı verilecek mücadele ise ancak Risale-i Nur’la başarıya ulaşabilir. Nitekim 19. yüzyılın sonunda yine ıngiliz Parlamentosunda seslendirilen ve otuz yıl sonra Lozan’da uygulamaya konulan “Kur’ân’ı ortadan kaldırma veya Müslümanları ondan soğutma” planı, Anadolu’da Risale-i Nur hizmetiyle akamete uğratıldı.

Sonrasında ise bu hizmetin Türkiye sınırlarını aşıp bütün dünyaya açılması süreci yaşandı.

Amerika da bu sürecin dışında kalmadı.

Mustafa Sungur imzalı bir mektupta “Amerika ve Avrupa’da Nur Risalelerini istemeleri ve oralarda intişarı”ndan söz edilmesi (Emirdağ L, s. 792) ve bizzat Üstadın bir mektubunda yer alan “Risale-i Nur’un emsalsiz bir mazlûmiyet ve âcizlik haletinde telif edilmesi ve şimdi âlem-i ıslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da tesirini göstermesi” (a.g.e., s. 842) ifadeleri, sürecin önemli kilometre taşlarına iki örnek.

Selâhaddin’in (Çelebi) Amerika misyonerlerine dört-beş ay okutturduğu Asâ-yı Musa ve Mû’cizat-ı Ahmediye’den bahseden mektupla (s. 315), “Amerika’da siyasete alet değil, belki dini din için mutaassıbane iltizam edenler çok vardı. ınşaallah Asâ-yı Musa’yı alan, o dindarlardandır” (s. 272) ve “Amerika âlimleri elbette Asâ-yı Musa Risalesine lâkayt kalmayacaklar. Eğer dini din için seven kısmının ellerine geçse fütuhat yapar” (s. 277) ifadeleri de diğer örneklerden üçü.

Aynı konuyla ilgili bir başka mektupta da son derece önemli bir ölçüye dikkatimiz çekiliyor:

ABD’deki Müslüman heyetine ıstanbul’daki Amerikan sefiri vasıtasıyla Zülfikar ve Asâ-yı Musa göndermek isteyen bir zata Üstad diyor ki:

“Sefirlerin (diplomatların) kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. Hem Risale-i Nur, müşterileri aramaz, müşteriler onu aramalı, yalvarmalı. Amerika buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır.” (s. 383)

Demek ki, Üstad eserlerinin Amerika’ya da ulaştırılması gayretlerinde, bu çalışmalara siyasetin gölgesini düşürmemek ve Risale-i Nur’un sadece din için çalışan insanların eline geçmesini sağlamak için özel bir hassasiyet gösteriyor.

Öyle ki, iki eserinin ABD’deki Müslüman bir heyete gönderilmesine aracılık etmesi için dahi konsolostan yardım istenmesine razı olmuyor.

Hakim cereyanların bu hizmeti de kendi amaçları için kullanmaya kalkışmaları, bu hassasiyetin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.

Bu ince ölçülere riayet etmeden yapılan çalışmaların ne gibi mahzur ve sıkıntılara yol açtığını ise, yaşanan gelişmelerde açıkça görüyoruz.

Ve Risale-i Nur kendi yolunu kendisi açıyor.

01.02.2009

E-Posta: irtibat@yeniasya.com.tr

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir