Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

101

13.11.2006, 21:47

Atatürkçülük demokrasiye izin vermez

Atatürkçülük demokrasiye izin vermez

Yakın dönem siyasi tarih üzerine çalışan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Cemil Koçak’la Cumhuriyet dönemini, bu dönemin sırlarını, Atatürk’ün kişiliğini, devletle Atatürk’ün ilişkilerini ve bugünkü durumu konuştuk.

Atatürk’ün bazı sözleri toplumdan bilinçli bir şekilde saklanmış olabilir mi?

şu olabilir. Atatürk’ün bazı sözleri, konjonktüre uygun düşmeyebilir. Biz, Atatürk’ü ‘büyük devlet adamı, büyük kumandan, ulu önder’ sıfıtlarıyla anıyoruz. Oysa en önemli özelliği olan siyasetçi tarafını unutuyoruz.. ısmet Paşa, ‘Atatürk’ün siyasetçiliği kumandanlığından üstündür’ diyor. Gerçekten Atatürk öngörüsü yüksek olan çok iyi bir siyasetçi. Ve bir siyasetçi, yerine ve zamanına göre aynı konuda farklı şeyler söyleyebilir, kurduğu ittifakları değiştirebilir. Bu, siyasetin doğasında var. Atatürk’ün de farklı zamanlarda aynı konuda farklı görüşleri var.

Hangi konular bunlar?

Mesela Atatürk’e Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi hakkında ne düşünüyorsunuz diye soruyorlar. 1919’da sorduklarında ‘Savaşa girilmemesi diye bir ihtimal yoktu’ diyor. Çünkü Atatürk o zaman ıttihatçı’larla birlikte davranmak zorundaydı ve onları koruyor. Zaman geçiyor, Cumhuriyet kuruluyor. Aynı soru yine soruluyor. ıttihatçılar için,’Bunlar cahildir. Birinci Dünya Savaşı’na girip memleketin altını üstüne getirdiler’ diyor. Atatürk’ün Sovyetler Birliği’yle ilişkisini ve sözlerini alın, emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkan çok Bolşevik Che Guevera tarzı bir Atatürk kurabilirsiniz kafanızda. Ama aynı Atatürk camiden çıkıp Meclis’i açıyor. Hocalarla birlikte dua ederek kurbanlarla, besmelelerle Meclis’i açıyor. Meclis Osmanlı’da böyle hiç açılmadı.

Atatürk bugün Meclis’i böyle açabilir miydi? Açsaydı ne olurdu?

ırtica denirdi buna. Atatürk siyasetçi olarak böyle yapmak zorunda olduğunu düşündü. Çünkü o dönemde ıslami bir dayanışmaya ihtiyacı vardı.

Atatürk’ün dinle ilgili sözlerinin de Türk Tarih Kurumu tarafından sansür edildiğini okudum gazetelerde. Bu mümkün mü?

Mümkün. Atatürk’ün meşhur Medeni Bilgiler kitabındaki dinle ilgili bazı sözleri sansürlenmiş. Atatürk bu kitabında, ‘ıslam Arapların dinidir... Biz ise Türküz... ıslam bizi geriletti... Bizden uzak dursun’ havasında bir söz ediyor. 1930’larda söylenmiş bir söz bu. Bizim için hangi Atatürk geçerli, bunu söyleyen Atatürk mü, Meclis’i duayla açan Atatürk mü? Atatürk gidip camide halka hutbe de okuyor. Balıkesir’de bir camide konuşuyor. Yapacaklarını, ıslam da bunları emrediyor diye anlatıyor. Atatürk ondan sonra hiç camiye gitmiş mi? Gitmemiş.

Bir yandan devlet bütün kurumlarıyla Atatürkçü, bir yandan devletin kurumları Atatürk’ün sözlerini sansürleyip saklıyor. Bu çelişki nereden kaynaklanıyor?

Çünkü farklı konjontürlerde farklı Atatürkçülük versiyonları var. Herkesin kendine göre içini doldurabileceği boş bir kutudan bahsediyoruz. Atatürk’ün aynı konuda farklı yaklaşımları var. Eğer Atatürk’ün siyasetçi olarak söylediği bir söz, o günkü konjonktüre uymuyorsa sansür ediliyor.

Atatürkçülük, Atatürk’ün ölümünden sonra mı ortaya çıktı?

Aslında Atatürkçülük diye bir şey yok. Atatürk var. Atatürkçülük diye bir ideoloji hiçbir zaman olmadı. Atatürk’ün aklından bir ideolojik paket hazırlamak hiç geçmedi. Atatürk’ün siyaseti, duruma göre hareket etmek oldu. Mesela iktisat siyasetinde, özel sektör de devletçilik de arka arkaya denendi. Atatürkçülük bir pragmatizmdir. Dolayısıyla biz bunu söyledik, angaje olduk, bu programın dışına çıkamayız gibi teorik bir platformdan tamamen uzak bir sistemdir. Kazanmak için gereken neyse o yapılır. Gerekirse ittifaklar kurulur ve bozulur. Mesela Türk Tarih Kurumu, Atatürk’le ilgili başka şeyler de sansür etti.

TTK başka neyi sansürledi?

Atatürk’ün 1923’te ızmit’te basın mensuplarıyla yaptığı çok uzun bir görüşme var. Atatürk orada Kürt meselesine değiniyor. 1960’larda Atatürk’ün söylev ve demeçleri toplanırken, o tarihte gazetelerde yayımlanmış olan konuşmasının bu bölümü çıkarılıyor. O konuşmasında Atatürk, Milli Mücadele’nin başında da, Teşkilat-ı Esasiye’de de olduğu gibi ‘Kürtlere yerel özerklik, otonomi ya da ona benzer bir şey verilecek’ diyor. Zaten ‘Türk milleti’ ve ‘Bu memlekette Türkler yaşar’ tanımlaması da 1925’teki şeyh Sait isyanından sonra ortaya çıkıyor.

Niye?

şeyh Sait isyanı dönüm noktasıdır. Bu isyanın ikili bir yüzü var. Kürtler hem Cumhuriyet’in reformlarına karşı ayaklanıyorlar, hem de bir Kürt milliyetçiliği ayaklanmasını gerçekleştiriyorlar. 1925’e dek Atatürk Meclis’teki konuşmalarında, ‘Türk, Kürt, Çerkez hepimiz ıslam’ın unsurlarını oluşturuyoruz’ diyor. 1925’ten sonra ise ‘Türkiye’de yaşayan herkes Türk milletidir, herkes Türktür. Cumhuriyet’i Türkler kurdu’ deniyor. Yani, ‘Herkes kendine Türk diyecek ve Türkçe konuşacak’ deniyor. Oysa Atatürk’ün 1925’e kadar bir Türk tanımı yoktu. Kanunlarda da Türk tanımı yoktu, çoğu zaman ‘Türkiye halkı’ diye geçiyordu ve Atatürk de çok defa böyle diyordu.

Atatürk Kürtlerle yapmış olduğu ittifakı bozdu mu?

şeyh Sait ayaklanmasının temel nedeni, bu ittifakın bozulmasıdır zaten. Bu ittifakın bozulmasına tepkidir ayaklanma. Kürtleri yanına alarak verdiği Milli Mücadele’yi başarıyla sonuçlandırdıktan sonra Atatürk, bir siyasetçi olarak Kürtlerin desteğine ihtiyacı kalmadığını düşündü. Bu ittifakı, ileride yapmak istediklerine engel olarak görmeye başladı ve muhtemelen de kafasında nihai hedef olarak Kürtlere özerklik vermek gibi bir şey yoktu. Onun nihai hedefi bizim bugün anladığımız üniter devletti. Aslında Atatürk’ün Kürt sorununa bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi.

Eğer her dönem konjonktüre uygun farklı bir Atatürkçülük varsa, bugünkü Atatürkçülük nedir?

Bugün Atatürkçülerin dile getirdiği bir ‘cumhuriyet ilkesi’ var. Oysa cumhuriyetçilik, devlet başkanının hanedan üyesi olmayıp, bir şekilde seçimle gelmiş olmasından ibaret bir yönetim şeklidir. Yani saltanata son vermektir. Cumhuriyeti bu şekilde tanımlarsanız, ‘cumhuriyetçi’ olmanın manası pek yok. Ama bizde bir de ‘cumhuriyetin temel ilkeleri, değerleri’ diye bir lakırdı var. Cumhuriyetin içi, kendisiyle ilgili olmayan laiklik meselesiyle doldurulmaya çalışılıyor. Aslında Atatürkçülük, laiklik meselesidir. Bugün Atatürkçülük’ten geriye ne kaldı derseniz, laiklik meselesi kaldı. Atatürkçülüğün içinde demokratik bir mesele hiç yok.

Atatürkçülük’te niye demokrasi yok peki?

Aslında demokrasi ve laiklik ayrılamaz. Laiklik demokrasi için ne kadar gerekliyse, demokrasi de laiklik için o kadar gereklidir. Atatürk hayatı boyunca aslında özgür aklı vurguluyor. ıslam’ın getirdiği zihniyet dünyasını, dinin sosyal baskısını yıkmadan, insanların özgür bir akla sahip olmasının mümkün olamayacağını ve din hâkimiyetini yok etmeden demokra-tik bir düzenin kurulamayacağını düşünüyor. Dinin insanlar üzerindeki baskısının ancak otoriter bir düzende ortadan kaldırabileceğine inanıyor. Atatürkçülük esas itibarıyla budur ve tipik bir aydınlanma felsefesidir. Atatürkçülük siyasi felsefe olarak otoriterliğin dışında asla tanımlanamaz.

Atatürkçülük çağdaş demokrasiye izin verir mi?

Korkarım vermez.

Bugünkü Atatürkçülük’le, Atatürk’ün gerçek kimliği ve sözleri ne kadar örtüşüyor?

Atatürkçülük, Atatürk’e çok haksızlık ediyor. Atatürk böyle ayet düzeyinde birtakım sözlerden ibaret bir insan değil. Onun Birinci Meclis’te milli mücadeleye yön verebilmek ve insanları ikna edebilmek için yaptığı konuşmalar çok önemli. Çok akıllı, öngörü sahibi, kararlı iyi bir siyasetçi Atatürk. Eğilip bükülmüyor mu? Evet eğilip bükülüyor. ınanılmaz bir eğilip bükülmesi var, esnekliği çok yüksek Atatürk’ün. Atatürk iyi bir siyasetçi. Ama biz Atatürk’ü bizim yaptıklarımızı yapmayan insan üstü bir varlık, bir süpermen olarak düşünüyoruz.

Atatürk’ün pek çok sözü niye topluma yansıtılmıyor?

‘Nutuk’ dahil, Atatürk’ün yaptığı konuşmaların geniş kesimlerce okunduğunu söyleyemeyiz. Biz, Atatürk’ün söylediklerini, ‘ıstikbal göklerdedir. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ gibi, ‘ayetler’ tarzında biliyoruz. Mesela ‘Nutuk’, yıllardır en çok basılan kitaptır. Bir üniversite mezununun önüne koysanız, ne anlattığını anlatamaz. Çünkü ‘Nutuk’u tam anlayamaz.

Niye? ‘Nutuk’ o kadar anlaşılmaz mı? Biz yakın tarihimizi ‘Nutuk’tan öğrenemez miyiz?

Öğrenemeyiz. ‘Nutuk’ sekiz yıllık bir otobiyografidir. Atatürk ‘Nutuk’ta, 1919’da Samsun’dan başlayarak 1927’ye kadar geçen sekiz yıllık hadiseleri, sadece kendi açısından anlatıyor. ‘Nutuk’, sadece telgrafnamelerden kurulu bir metindir. ‘Nutuk’u profesyonel tarihçinin dışında kimsenin anlaması mümkün değlidir. Ortalama bir vatandaş ‘Nutuk’tan bir sonuç çıkaramaz. Bu yüzden biz ‘Nutuk’un ‘Ey Türk Gençliği’ diye başlayan sadece son satırlarını biliyoruz ve onu da ‘ayet’ gibi asıyoruz.

(...)

Toplumdan saklanan sırların kaynağında ıttihatçılar mı var? Onları mı korumaya çalışıyoruz?

Cumhuriyeti kuran kadronun ıttihatçı olmasının da payı var tabii. Normalde cumhuriyetçilerin Osmanlı saltanatında olan her şeyi suçlaması gerekirken, savunmak durumunda kalıyorlar. Çünkü ıttihatçılar, geçmişlerini silip atamıyorlar. Çünkü Cumhuriyet bir kopuş değil, bir geçiş aslında. Fransız ihtilalindeki gibi gelenler gidenleri giyotinle kesmiş olsalardı, önceki dönemle bir kopuş olurdu. O zaman Enver Paşa, Sarıkamış’ta ölen 90 bin asker için 90 bin kere didiklenirdi. Ama durum öyle değil. Enver Paşa’nın yaveri, Cumhuriyet’te Atatürk’ün yaveri. Yaverler düzeyinde bir devamlılığı var işin. Aynı kadro, aynı zihniyet Cumhuriyeti devam ettiriyor. ışte o zaman da rejim değişikliği olmuyor, iktidar değişikliği oluyor.

Osmanoğulları’nın saltanatı bitiyor, Cumhuriyet kuruluyor. ıttihat Terakki Partisi isim değiştiriyor ve ittihatçılar Cumhuriyet Halk Partisi oluyor. ıttihatçılar Osmanlı’yı batırıyorlar ama Cumhuriyeti de kuruyorlar.

Osmanlı’nın son döneminde yaşanan acı olayları gizlemenin nedeni de, Cumhuriyeti kuran kadronun ıttihatçı olması mı?

Evet. Kopuş olmadığı için, Ermeni katliamı da bu yüzden tartışılamıyor.

Radikal, 13.11.2006

Konuşan: Neşe Düzel
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

102

14.11.2006, 00:04

Re: Atatürkçülük demokrasiye izin vermez

Alıntı sahibi ""@bdullah""


‘ıslam Arapların dinidir... Biz ise Türküz... ıslam bizi geriletti... Bizden uzak dursun’ havasında bir söz ediyor. Atatürk ondan sonra hiç camiye gitmiş mi? Gitmemiş.

[[b]Radikal, 13.11.2006


Konuşan: Neşe Düzel




Bismillahirrahmânirrahîm

1. şüphesiz biz sana Kevseri verdik.

2. O Halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes.

3. Doğrusu sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir.


Bismillahirrahmânirrahîm

1. Ebû Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu.

2. Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı.

3. O, bir alevli ateşe girecektir,

4, 5. Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sırtında odun taşıyarak karısı da (o ateşe girecektir).


Ben susuyorum. Kuran okunurken sukunet icinde olalIm ki merhamete erelim.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

103

22.11.2006, 09:23

Risale-i Nur'un bir mahrem parçası, şimdiki zaman tamamıyla tayin ettiği bir hadisin hakikatini tefsir bahsinde şeflerin başı Lozan Muahedesinde hiçbir zaman hiçbir Müslüman hakikî Türkü, hiçbir Nasraniyete ve Yahudiliğe ve başka dine girmeyen ve ıslâm kahramanları olan Türkleri Protestan yamaya malûm Hahambaşı ile ittifak ederek rey veren o adam, bütün ulemâ-yı ıslâmın "Cevazı yok" diye ittifakan hükmettikleri halde, on cihetle kanunlarla onu bütün bu vatandaki mâsum Müslümanlara cebren giydirdiği ve tarih-i beşerde bu çeşit mânâsız acip bir cebr-i umumî yapmak ve hiçbir kanuna uymayan keyfî kanun namına kanunla onu bu millet-i ıslâmiyeye cebren giydirmek; elbette o adama, o Lozan Muahedesinde verdiği dehşetli fikrini ispat etmiş ki, din-i ıslâma gayet muzır olarak hadisin haber verdiği adam bu zamanda o şeftir.
ışte hakikat böyleyken Afyon Mahkemesi, adalet namına değil, belki o ölmüş adamın muhabbeti taassubu namına, eski harfle de neşredilen kararnamenin âhirinde bizi mahkûm etmek için en mühim sebep, savcının garazkârlığı sebebiyle, mahkeme heyeti demişler ki: "Said ve arkadaşları, Mustafa Kemal'e 'din yıkıcı, süfyan' demişler ve kalblerdeki sevgisini bozmaya çalışmışlar. Onun için mahkûm ediyoruz." Acaba, ölmüş gitmiş bir adamın şahsına karşı bin defa böyle itiraz da olsa şahsî bir dâvâ oluyor. Mahkeme-i adalet buna dair böyle bir hükmü vermek, elbette pek acip bir mânâ, iş içinde vardır.

http://www.risaleara.com/oku.asp?id=3708&a=o%20şef&t=1&b=2&k=10&sp=&ep=&s=1 0&l=2

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

104

22.11.2006, 16:30

Atatürk uçaktan korkar mıydı?

Bu ne biçim soru böyle? Kendimden şüphe ederim de bundan etmem. Atatürk değil miydi daha 1925 gibi erken bir tarihte “ıstikbal göklerdedir; çünkü göklerini koruyamayan milletler yarınlarından asla emin olamazlar” vecizesini söyleyen? Senin Atatürk’ten zorun var anlaşılan...

Konu üzerindeki ilk şüphelerimi beyan etmek gafletinde bulunduğum zatın öfkesini kabartmamak için alttan alıyorum ama olmuyor. Rengi kızarıyor, hafiften köpürüyor mu ne? Elini masanın üzerindeki kitaplara vurup, “Allah’tan korkun, ahiret var, ahiret!” diyor tehdit yollu. Âhiret şimdi mi aklınıza geldi diyeceğim, yutuyorum.

Neyse diyorum, nasılsa anlatacak birini bulurum şu geniş arz üzerinde. Karar verdim, siz Haber7 okurlarına dökeceğim içimi.

Mesele şu: Atatürk’ün ata, otomobile, vapura, trene bindiğini biliyoruz da, nedense uçağa bindiğine dair en ufak bir bilgi, bir işaret, bir ize rastlamıyoruz. Ne hatıratlarda geçiyor herhangi bir bilgi, ne kayıtlarda, ne de gazete havadislerinde. Hatta 1933’den itibaren günü gününe tutulan Nöbet Defteri’nde dahi Atatürk’ün uçağa bindiğine dair bir kayıt bulunmuyor. Binlercesini gördüğümüz Atatürk fotoğraflarında da uçağa bindiğine dair tek bir kareye tesadüf edemiyoruz. Yok, yok...

Affedersiniz var bir iki tane. Onlara da Pars Tuğlacı’nın tuğla gibi üç ciltten müteşekkil Çağdaş Türkiye adlı binlerce Atatürk fotoğrafı içeren kitabında rastlıyorum.




Bu iki resimde Atatürk 1937’de ıngiltere’den satın alınan bir uçağa binerken ve inerken görüntülenmiş (ıstanbul 1990, Cem Yayınevi, cilt 3, s. 1696-7). Lakin işin garabeti şurada ki, bu uçak uçmamış, yani yerden havalanmamıştır! Atatürk sadece bu yeni uçağın içini teftiş etmiş, sonra da bir yetkilinin elinden destek alarak merdiveninden aşağı inmiştir. O kadar...

Atatürk’ün havacılığı teşvik ettiği doğru olmasına doğru. Ancak sorun, Atatürk’ün uçağı ve uçmayı sevmemesinden kaynaklanmıyor. Daha açık konuşalım: Kişisel bir sorunu vardı uçaklarla. Daha düz bir deyişle söylersek, uçak fobisi vardı Atatürk’ün; uçağa binmekten korkuyordu.

Neden acaba? Havacılığımızı teşvik eden, Türk Hava Kurumu’nu kurduran ve bir kadın olarak Sabiha Gökçen’i pilotluğa teşvik eden birinin ayağının yerden kesilmesi konusunda bu kadar çekingen davranmasının daha derin bir sebebi olmalıdır.

ışte Atatürk’ün uçak korkusunun gerçek sebebi:

General Celal Erikan, ilk cildi 1964 yılında Türkiye ış Bankası Yayınları’ndan çıkmış olan Komutan Atatürk adlı kitabının önsözünde Atatürk’ün uçak fobisini açıklayan ilginç bir anıdan bahsediyor.

Yıl 1934, Cumhuriyet Bayramı törenlerindeyiz. Yer, Ankara’da Ordu Evi. 29 Ekim gecesi düzenlenen baloya Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı subaylar da katılmıştır. Etrafında havacılar olunca Atatürk’ün de havacılıkla ilgili hatıraları coşmuş ve başlamıştır anlatmaya: “1910 yılındaydı. Ali Rıza Paşa ile birlikte Fransa’daki Picardie manevralarına davet edilmiştik. Manevra sonunda, daha çocukluk çağında olan uçaklarla gösteriler yapıldı. Bundan sonra, manevraya katılan yabancı subaylardan isteyenlerin bu uçaklara bindirileceği bildirildi. Ben de hemen uçaklardan birine doğru yöneliyordum ki Ali Rıza Paşa bileğimden tuttu ve:

- Bilmediğin aş, ya karın ağrıtır, ya baş, diye beni uyardı. Uçağa, benim yerime bir başka ülkeden bir subay bindi. Bu uçak, havada bir dönüş yaptıktan sonra düşüp yere çakıldı. Ölümden kurtulmuştum.”

General Celal Erikan’ın naklettiği bu olayı doğrulayan emekli Tümgeneral Cumhur Evcil, Önce Vatan gazetesinde (15 Mayıs 2006) olayı başka ağızlardan da teyid etmiştir. Mesela:

“Türk Tarih Kurumu eski başkanlarından Sayın Uluğ ığdemir, olayı Atatürk'ten dinlediğini belirterek, bir görüşmede bana biraz daha değişik anlattı. Söz konusu manevrada Fransızlar uçakla gezinti yapmak isteyen yabancı subayları sıraya koymuşlar. Mustafa Kemal'in sırası geldiğinde, manevranın takip edilmesi gereken önemli bir bölümü cereyan ettiğinden, Mustafa Kemal sırasını bir Rumen subayla değişmiş. Havalanan Romen subayın bindiği uçak kısa bir süre sonra yere çakılmış ve binenler ölmüş... Atatürk'ün uçağa hiç binmediğini, rahmetli Sabiha Gökçen; güvenlik nedeni ile hükümetin izin vermemesini neden göstererek bir sohbetimizde teyit etmişti.”

ışte bu şok edici olay, Atatürk’ün psikolojisi üzerinde derin izler bırakmış ve o günden sonra, havacılığı her fırsatta teşvik etmiş olmasına rağmen bir daha uçağa binmemiş, o uzun ve yıpratıcı yurt gezilerinde bile genellikle daha rahat bir vasıta olan yataklı trenleri tercih etmişti.

Büyük ve genel tarihin içinde gözden yiten pek çok hurda ayrıntıdan biridir bu olay. Ama unutmayalım ki, tarih, ayrıntıda gizlidir.

Allah’tan bunların hepsini anlatmamıştım yazımın başında sözünü ettiğim zata...

Not: Nedense Celal Erikan’ın kitabının iki defa yapılan yeni baskılarında burada yararlandığımız önsöz çıkarılmış, dolayısıyla Atatürk’ün uçak fobisinin kaynağı da karartılmış durumdadır. ış Bankası Yayınları’nın bu üzücü durumdan haberi var mı?

m.armagan@zaman.com.tr

http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=135815
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

105

23.11.2006, 22:51

Birinci Cumhuriyetten ıkinci Cumhuriyete


1920-1924 arasında teşekkül ettiği şekliyle Cumhuriyetin ana karakteri böyleydi. Biz buna 1924'ten sonraki tasfiyeler ve köklü değişikler sebebiyle "Birinci Cumhuriyet" diyoruz. Bu tarihten sonra 1928, 1931, 1934, 1937, 1945 müdahaleleriyle birlikte "ıkinci Cumhuriyet"in inşa edildiğini görüyoruz. 1924'ten önce sade ve yalın bir şekilde anayasal bir kavram olarak kullanılan "Cumhuriyet", bu müdahalelerle CHP'nin altı oku ile nitelendirilmiştir. 1924'ten önce "varlık" olarak kabul edilen Cumhuriyet, 1924'ten itibaren "mahiyete" büründürülmüştür. Oysa aslolan mahiyet değil varlıktır. Mahiyet, siyasi düşünce hareketlerine (partilere) bırakılmalıydı. Hatta anayasaya karakterini veren ikinci maddedeki "Din-i ıslam" tabiri dahi bir tür mahiyet önerdiği için siyasi düşünce hareketlerine bırakılmalıydı. Cumhuriyet her tür nitelemeden arındırılmış olmalıydı. Devletin güvenlik güçleri Cumhuriyetin "varlığını" savunmalıydı, "mahiyetini" değil. Zira "kurucu efsanenin" ve "büyük uzlaşmanın" sürdürülebilmesi ancak bu şekilde mümkündür.

1945'lere gelindiğinde anayasaya karakterini veren yukarıdaki ikinci madde şu hale gelmişti; "Türkiye devleti milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve devrimcidir. Devletin dili Türkçe'dir. Başkenti Ankara'dır." 1961 anayasası ile madde şu şekli aldı; "Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti..." 1982'de ise şöyle oldu; "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti..."

1928'den önce meclise iltihak edenler şöyle yemin ediyorlardı; "Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilakaydu şart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime ve Cumhuriyet esaslarına sadakatten ayrılmayacağıma "Vallahi..." 1928 tarihli değişikle milletvekilleri "Allah üzerine" değil "namusum üzerine" diyerek yemin etmeye başladılar. Keza 1928'den önce TBMM'nin görevleri arasında "şeriat ahkâmının uygulanması" da vardı.

En son şekliyle artık Meclis yemini şöyle oldu; " Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik, laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim"

1924 anayasasındaki milletin egemenliğini ancak "Meclis" eliyle kullanılacağı hükmü 1961 anayasasında şu şekilde değiştirildi; "Millet egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır..." 1972'de general Muhsin Batur, Demirel'e karşı yaptıkları darbeyi, kendilerinin de anayasal bir "yetkili organ" olduklarını ileri sürerek bu maddeye dayandırmıştı.
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

106

23.11.2006, 22:59

"Türkiye Cumhuriyetinin" ilk maddeleri


(1920) " Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, bir kere seçilen üyeleriyle ıstanbul Meclis-i Mebusan'ından katılan üyelerden oluşmasına karar verildi."

(1921) "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. ıdare usulü halkın geleceğini bizzat kendisinin belirlemesi esasına dayanır (mad. 1). Yürütme gücü ve yasama yetkisi milletin yegane ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi'nde belirir ve toplanır. (madde. 2) Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca seçilmiş üyelerden oluşur. (madde. 4) şeriat hükümlerinin uygulanması, genel kanunların çıkarılması, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması, anlaşma ve barış imzalanması ve ülke savunması gibi temel görevler Büyük Millet Meclisi'ne aittir. Kanun yapımında halka yararlı olan, zamanın ihtiyaçlarına uygun fıkıh ve hukuk hükümleri ile adap ve muamelat esas kabul edilir (madde. 7).

(1922) "Osmanlı ımparatorluğunun sona erdiğine ve Büyük millet Meclisi Hükümeti oluştuğuna ve yeni Türkiye Hükümetinin Osmanlı ımparatorluğu yerine geçtiğine, onun milli sınırlar dahilinde yeni varisi olduğuna ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile egemenlik hakkı millete verildiğinden, ıstanbul'daki padişahlığın sona erdiğine ve tarihe intikal ettiğine ve ıstanbul'da meşru bir hükümet olmayıp ıstanbul ve civarının Büyük Millet Meclisi'ne ait olduğu, dolayısıyla oraların yönetiminin de Büyük Millet Meclisi memurlarına devredilmesine ve Türk Hükümetinin meşru hakkı olan Hilafet makamını esaret altında olduğu yabancılardan kurtaracağına karar verildi"

(1922) "Hilafet, hanedan-ı al-i Osman'a ait olup Halifeliğe Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, bu hanedanın ilmen ve ahlaken en üstün olanı seçilir. Türkiye Devleti Hilafet makamının dayanağıdır" (mad. 2)

(1923) "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. ıdare usulü halkın geleceğini bizzat kendisinin belirlemesi esasına dayanır Türkiye devletinin hükümet şekli Cumhuriyettir (mad. 1). Türkiye Devleti'nin dini, din-i ıslam'dır. Resmi lisanı Türkçe'dir. (mad. 2)

(1924) "Halife tahttan indirilmiştir. Hilafet hükümet ve cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen içkin olduğundan hilafet makamı kaldırılmıştır.

(1924) "Türkiye devleti bir Cumhuriyettir. Türkiye Devleti'nin dini, din-i ıslam'dır; resmi dili Türkçe'dir; makarrı Ankara şehridir. (mad. 2) Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir (mad. 3) Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. (mad. 4)
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

107

25.11.2006, 09:32

Mustafa Kemalin hazırlattığı tarih kitabından islamla alakalı bölümler


http://www.geocities.com/islampencereler…tarih_kapak.htm

lise 2 tarih kitabı sayfa 90:


108

30.11.2006, 10:05

Kurtuluş savaşı hürmetine saygım var..

Hasan_Sinan

Moderatör

  • "Hasan_Sinan" bir erkek

Mesajlar: 2,136

Konum: Almanya

Meslek: Uzman Pazarlamaci

Hobiler: Okumak Okumak Okumak

  • Özel mesaj gönder

109

30.11.2006, 12:49

Alıntı sahibi ""Farakled""

Kurtuluş savaşı hürmetine saygım var..


Kime? SaygIyI herkes hak etmez. SaygIya deger isler yapiyor GÖRÜNSEDE!
Kur’an’a hücum edilecek; î’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.Ve şu î’câzın bir nevini şu zamanda

izhârına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak.Ve namzet olduğumu anladım.

pegasoszaza

Orta Düzey

Mesajlar: 206

Konum: ANTALYA

Meslek: TOPTAN

Hobiler: HıZMET

  • Özel mesaj gönder

110

01.12.2006, 09:43

bundan bir sene önce kadar;
ntv radyoda halkın sesi programı....
canlı yayın.......
konu: eğitim sistemi (yanlış hatırlamıyorsam)
bir bayan katılımcı......çocuğum okula yeni başladı diyor ve ekliyor..........
(kanı donduracak bir ifade)
çocuğum eve geldi ve bana sordu; anne.Allah mı büyük yoksa atatürk mü? (haşa)




yoruma ihtiyaç yok elbette.....
ilköğretim sisteminde alfabe ile beraber o öğrenilir ve nerede ise matematikte de o vardır.....
neden acaba?
Sözlerin kalbinin sesi ve yansıması değil ise, gevezeliğin manası ne...?...

111

10.12.2006, 23:02

Alıntı sahibi ""m_eyyub""

Mustafa Kemal ve din

Atatürk’ün dine bakışı hep tartışılmıştır.Gerçi bu ülkede onunla ilgili şeyler tartışılırken tüm gerçekler ifade edilemez ama yine de az çok tartışılmıştır.Laik devletimizin resmi ve dini makamı olan diyanet işleri mustafa kemal Atatürk’ün islamla olan ilişkilerini bir çok kez anlatmıştır.Özellikle cuma hutbelerinde ağaç sevgisi,böcük aşkı,vergi ödemenin farziyeti gibi konulardan geriye kalan zamanda bu tür konular da ele alınmıştır.Hatta geçenlerde sabah gazetesinde hatırlıyorum,bir önceki diyanet işleri başkanımız yazısında atatürk’ün islamiyeti ne kadar çok sevdiğini,övdüğünü anlatıyordu.Tabi ki mustafa kemal’in dinle olan irtibatı kendisini ilgilendirir diyecek oldum ki bu ülke atatürkçü düşüncüye hakim olduğu söylenen kişiler tarafından yönetildiğinden onun düşüncüleri bu ülkede yaşayanları da etkiliyor.Dolayısıyla tüm halkı ilgilenidirir.

Bu konuda yazmak fikrini bana ilham eden ise kemalist bir site.Bu siteye bazen girerim ve onların penceresinden hayata bakmayı denerim.Dikkatimi çeken şeylerden biri -çok ilginçtir- buradaki adamların ağızları biraz bozuk galiba.Bir de ben kemalist değilim.Buraya sadece öğrenmek için geldim diyen bir kişiyi sadece bir mesaj atmış olmasına rağmen siteden şutladıklarına şahit olmuştum.Tabi mustafa Kemale bu adam diye hitap etmeyi saygısızlık olarak niteledikleri halde Efendimiz-sallahü aleyhi ve sellem-e Muhammed yada arap,çöl bedevisi gibi hitapları demokratik hak olarak dillendirenlerin de bu kişiler arasından çıkması ilginç bir nottur.Zaten bu konuda yazmama sebep olan şey de kemalist site de laiklik ile ilgili bir başlık altında islama hakaret edenlerin olması,mustafa kemalin sözlerinden hareketle islamın eleştirilmesi ve bunun benim zoruma gitmesi olmuştur.Bu yüzden mustafa Kemal’in dine bakışını tarafsız bir şekilde değerlendirmek için kendi ağzından tek yönlü olmayan açıklamaları buraya aktarmaya niyetlendim.Aktarma işleminin ilk ayağı tartışmanın yaşandığı forumun alınan ikinci sayfasından mustafa kemale aitsözlerle başlasın.

1) “Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.” (Atatürk-1924)

2)“Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir.”
(Atatürk-1930)

3)“Zaman süratle ilerliyor. Milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişmesini inkar etmek olur..” “Asırlardan ve asırlardan beri, zavallı beşeriyeti mesut etmek için tutulan yolların, kullanılan vasıtaların verdikleri neticelerin ne derece emniyetbahş oldukları tetkike şayan değilmidir ?”

“Aziz Millet Vekilleri,

Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz”

Kamâl ATATÜRK

4)Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve mel’anetten gelmiştir.” (MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

5)Mustafa Kemal Atatürk’ün Balıkesir Zağnos Paşa Camiinde verdiği hutbe

ılk bakışta birbiriyle çelişen şeyler söylenmiş gibi.Aslında benim merak ettiğim en önemli konu mustafa kemalin bu sözleri hangi olaylar üzerine söylediği.Yada bu sözleri söylediğinde şartlar ne durumdaydı.Çünkü siyaset bazen bu tip şeyler yapmak zorunda bırakır insanı.Tabi bu ahlaki midir? tartışılır.Pragmatik olabilir.

Bu arada söylemekte fayda görüyorum.Bu konuyu buraya aktarmama ilham veren konudan bahsetmiştim.Konunun sadece iki sayfasını okudum.Bu yazıyı sizlerin okuması için bloga gönderdikten sonra yazıların tamamını okumaya çalışacağım.Hem bu sayede kemalist kardeşlerimizin fırtınalı beyinleriyle olaylara nasıl açıkılık getirdiklerine şahit olurum.Hemi de akıl ve bilim doğrultusunda demokratik ve ilerici bir bakış açısıyla bir konu nasıl ele alınır bunuda öğrenirim.

Dua edinde iyi faydalanayım.

(alıntı)
"We are the Warriors of Love, We Have no Time For Enmity"

112

14.12.2006, 17:02

‘şu şapka var ya! Ha bu şapka meselesi yüzünden binlerce alim asıldı ki, eşi benzeri yok. [b]Baktılar ki Mustafa Kemal Paşa hepsini asacak, kıracak…

Türk tarihçilerin yakın Cumhuriyet tarihi hakkında objektif araştırma yapabilme hakkı ne yazıkki bulunmuyor. Resmi ideolojiye aykırı olabilecek her türlü çalışma ‘Atatürk Düşmanlığı’ ile yaftalanıp engelleniyor. Türkiye’de bu konuda araştırma hürriyeti tam olarak bulunmuyor.
Oysa gerek cephelerde savaşmış, gerekse cumhuriyetin kuruluş sürecini görmüş insanlar hâlâ yaşıyor. Hâlâ canlı tanıkları var yakın Cumhuriyet tarihimizin. 103 yaşındaki Bilal Dede onlardan birisi. Bilal Dede, Vatan Gazetesi’nden Mine şenocaklı’nın ‘Asırlık çınarlardan hayat dersleri’ başlıklı yazı dizisine öyle şeyler söylemiş ki, okuyanların kanını donduruyor. Atatürk’ün devrimlerini yerleştirmek için ne tür metodlar kullandığını anlatıyor Bilal Dede. Aradan seksen şu kadar yıl geçmiş olmasına rağmen bugün rejimin vatandaşlarına reva gördüğü bir kısım antidemokratik yasakların kaynakları bu röportajın satır aralarında kendisini gösteriyor. Satır aralarından beliren silüet mesela bugünkü başörtüsü yasağının kökenlerini resmediyor.
103 yaşında Bilal Dede diyor ki:
‘ Mustafa Kemal büyük adamdı. Dal kırılmadan ucundaki yaprağın düşeceğini bilirdi… Bu adam asılacak dedi mi derhal! Vurulacak dedi mi derhal!
Sen şahit oldun mu?
‘Gözümlen gördüm’
Nerede?
‘şu şapka var ya! Ha bu şapka meselesi yüzünden binlerce alim asıldı ki, eşi benzeri yok. Baktılar ki Mustafa Kemal Paşa hepsini asacak, kıracak… şapkayı koydular başlarına. Sen ne diyon?
Dedeciğim peki sen şapkayı hemen giydin mi?
‘Giymem mi? Millet giydi hep. Bu iş nereden çıktı biliyor musun? Cumhuriyet ilan olunacağı zaman ecnebiler hep ayağa kalktılar. ‘Sen 12.5 milyon nüfusla cumhuriyet kuramazsın’ dediler Mustafa Kemal Paşa’ya. ‘Bize uyarsan kurarsın, uymazsan kuramazsın. Bizim altı maddemiz var. Bu maddeleri kabul edeceksin’ dediler. Maddeleri sordu Mustafa Kemal Paşa. ‘Burada söylenmez, Lozan’a gelip öğreneceksiniz’ dediler. Mustafa Kemal Paşa, ısmet Paşa’ya ‘Git bunların altı maddesi ne öğren. Kabul edileceği kabul et, gerisini reddet’ dedi. ısmet Paşa Lozan’a gitti. ‘Sizin bize Cumhuriyeti kuramazsınız demenizdeki sebepler ne oluyor? ‘ diye sordu, masaya vurdu. Masanın tahtası çatladı. Biz yanlarında yokuz. Ama öyle söylediler sonra… ‘Birinci maddemiz şu: Karılar açılacak. Tabii bizim karılar peçe, çarşaf, börük geziyordu, ikinci madde, fesi atacaksınız başınıza şapka koyacaksınız dediler. Üçüncü madde, sizin tarih 1300′den başlıyor, bizim gibi 1900′ü alacaksınız dediler. Geldik dördüncü maddeye. Sizin yazınız Osmanlı yazısı, bizim yazıdan yazacaksınız dediler. Yani Latince. Beşinci madde: Sizin tatiliniz cuma günü. Bizim gibi pazara alacaksınız dediler. Altıncı madde: Sizin yılbaşı martta bizim gibi ocağa alacaksınız dediler. ısmet Paşa geldi, anlattı. Mustafa Kemal Paşa hemen birinci emri verdi vilayetlere. Karılar açılacak. Burada, polis, jandarma, sokakta gezen karıların börüğünü hep dağıttı. Kimisi direndi, polis cop ilen vurdu.
Senin karın da açtı mı börüğünü?
Tabii… Herkes açtı.
Yoksa korktun mu karşı çıkmaktan?
Ne karşı çıkacağız? Karılar hep açıldı. Sonra şapka işinde alimler ‘Böyle namaz kılınmaz’ dediler. şapkayı koymadılar başlarına… Kavgaya durdular. Bu sefer çok alim asıldı. Köy ağalarının, hocaların hepsi asıldı…
Bir tek şapka yüzünden mi?
He, bir şapka yüzünden.
Yazık değil mi?
Yok canım… Öyle gerekiyordu bu millete. Sonra ‘tarih’ kabul edildi. Öyle kabul edildi ki yağdan kıl çekmiş gibi… Hiç laf olmadı. Yazı, yılbaşı, tatil 4 sene ertelendi. Sonra bu üçü de kabul edildi.
Burada da şebinkarahisar’da da adam asıldı mı şapka takmadı diye…
Asılmaz mı? Caminin oraya darağacını çektiler. ıki genç alim asıldı. Sonra Cumhuriyet kuruldu. ıstiklal Mahkemeleri’ni Mustafa Kemal Paşa Ankara’dan Menemen’e kaldırdı. Menemen’i işittin mi?
ışittim…
ışte bu ıstiklal Mahkemeleri orada 10 sene kurulu kaldı. Kabahat edenlerin, suçu olanların hepsi oraya sevk edildi. Asılan orada asılırdı Cumhuriyet kurulandan sonra…
Atatürk’ten korkuyor muydunuz?
Korkulmaz mı? Atatürk öyle bir adamdı ki, cumhuriyet kurulduktan sonra Erzurum’a, Trabzon’a, Giresun’a her yere hafiye bıraktı. Hafiye ne biliyon mu? Bir yanda adam konuşuyordu. Bu hafiyeler senin benim ağzıma bakıyordu. ‘Cumhuriyetin aleyhine konuşuluyor mu, konuşulmuyor mu? ‘ diye… Erzurum’da 6 kişi yakalandı. Biri asıldı, üçünü de sürgün ettiler.
Suçsuz yere adam astılar mı peki?
Söyleyenleri astılar. Dil konuşuyor… Bizim Giresun’da da dört kişi çıktı. Üçünü affettiler de, bir Çıtlakkaleli Abdullah Usta vardı, onu da Amasya’ya sürgün ettiler.
Sen de Atatürk’ten korktuğun için mi şapka taktın?
Bize bir şey dediği yoktu Atatürk’ün. Ama şapkayı hemen koyduk başımıza…
ıstersen koyma başına değil mi?
Öyle! Geldi geçti hep. Millet öyle bir korktu ki Mustafa Kemal Paşa’dan, kurt ile koyun dağda yayıldı.
Anlayamadım…
Kurt bile koyuna dalamıyordu dağda. şimdi kurt koyuna dalıyor değil mi? O zaman dalamıyordu.
Bu anlattıkların şimdi bile rahat konuşulamıyor Bilal Dede… Atatürk diktatördü diyorsun ya… O zaman diyebilir miydin böyle?
Öyle diyenlerin hep kafası gitti. ‘Böyle cumhuriyet kurulmaz, böyle Atatürk olmaz’ diyen ne kadar adam varsa, Erzurum’da, Trabzon’da, Giresun’da hep asıldı. Hep sürgün oldu gitti… Atatürk tek laf söyletmedi.
Öyle mi yapması lazımdı?
Milleti islah etmek için öyle yapmak lazımdı.
şimdi de bir Atatürk lazım mı?
şimdi lazım ama gelmez daha… şimdiki millet hep avukat. Kimseye laf söylenmiyor. Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir Paşa, ısmet Paşa… Ahh ah hepsi akıllı büyük adamlardı… (Röportajın bu son bölümünün Vatan’ın ınternet sayfasında yayınlanan kısmı böyle. Ancak gazetede basılı bölümünde bu bölüm şöyle: ‘Bu ülkeye bir reisicumhur bir de başbakan geldi zaten. Biri Atatürk diğeri Menderes. Gerisini boşver gitsin kızım.’ Ve ınternette yayınlanan yazının başlığı ‘Atatürk Herifin tekiydi’ cümlesi. Oysa gazete de yayınlanan bölümün başlığı ‘Atatürk öyle bir adamdı ki, kurt kuzuya bile dalamazdı korkudan’ şeklinde.
Anlaşılan röportaj daha sertmiş, anlaşılan vatan yazı işleri röportaja bir miktar yumoş eklemiş. Yoksa internetteki röportajla gazetedeki röportaj arasında fark olmazdı!


15 NıSAN 2005

Müellifi: irtica

http://tefekkur.wordpress.com/2006/09/15/su-sapka-var-ya-ha-bu-sapka-

113

16.12.2006, 22:05

Atatürk islamı yok etmek istedi mi?

Atatürk islamı yok etmek istedi mi?



Kazım Karabekir şöyle anlatıyor:

10 Temmuz 1923 Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus binasında Fırka nizamnamesini müzakereden sonra, Gazi ile yalnız kalarak hasbihallere başlamıştık.

“Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkumdurlar” dediler. Kendisini hilafet ve saltanat makamına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan, din ve namus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla latife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklifimi hoş görmeyen Mustafa Kemal Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu izahatı verdi:

“Dini ve namusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkumdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve namus anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!”

Bkz. Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: ısmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.143.

Aynı hatıraları Uğur Mumcu “Kazım Karabekir Anlatıyor” ismiyle neşretmişti. Oradaki ifade şöyledir: “Bunun için önce din ve namus telakkisini kaldırmalıyız.” ısmet Bozdağ ifadeyi kendine göre yumuşatmış olabilir. Devam edelim:

Karabekir 14 Ağustos 1923 tarihinde Türk Ocağı’nda verilen bir çay ziyafetine gitmeden önce şu bilgileri işitdiğini bildiriyor:

“Gazi Kur’an-ı Kerimi bazı ıslamlık aleyhdarı züppelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kur’anın Arapça okunmasını namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak! Ve o züppelerle işi alaya boğarak, güya Kur’anı da, ıslamlığı da kaldıracaktır!” (s.158)

Akşam M. Kemal’e bu konudaki itirazlarını bildirince olanları şöyle anlatıyor:

“M. Kemal paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü:

Evet Karabekir; Arapoğlunun yavelerini Türkoğullarına öğretmek için Kur’anı Türkçeye tercüme ettireceğim ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakda devam etmesinler!…

şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kur’anı ve Peygamberi her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu.” (s.159)

Kazım Karabekir’in hatıralarında şu satırlar da dikkat çekiyor:

“19 Ağustos Pazar akşamı, Mustafa Kemal ve ısmet Paşalar-Latife Hanım ile birlikte bana akşam yemeğine geldiler. Keçiören’e giderken sağ tarafta kubbeli köşk denen mevkide, bol suyu ve büyücek havuzu olan bir köşkte kira ile oturuyordum. ısmet Paşa Lozan’da iken Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’la birlikte, bir kere daha bana akşam yemeğine gelmişlerdi. Münakaşayı ısmet Paşa ile ben yaptım. Mustafa Kemal Paşa sükunetle bizi dinledi. Mustafa Kemal Paşa, Lozan’dan da aldığı hızla, ne ıktisat Kongresi’nin ve ne de heyet-i ilmiye’nin hazırladığı programlara ilgi göstermeyerek müthiş bir inkilap hamlesi teklif etti:

“Hocaları toptan kaldırmadıkça hiç bir iş yapamayız. Bugünkü kudret ve prestijimizle bugün bu inkılabı yapmazsak, başka hiçbir zaman yapamayız.”

ılk Fethi Bey Grubundan sonra da Mustafa Kemal Paşa’dan işittiğim bu yeni inkilap zihniyetini ısmet Paşa bir çırpıda tamamlıyordu. Aradaki zaman fasılaları kendiliğinden ortadan kalkarak, bu üç şahsiyetin üç maddelik programları kulaklarımda tekrarlandı.
1- ıslamlık terakkiye manidir
2-Arapoğlu’nun yavelerini Türklere öğretmeli
3- Hocaları toptan kaldırmalı ! ” (s.165)

Bakınız

114

24.12.2006, 15:29

"Keyfini bozarım hoca"

“Keyfini bozarım hoca!”

M. Kemal’in has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilâfetin kaldırılması kararının alınışının şâhidi olarak şunları anlatmaktadır.

“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilâfeti kaldırıyoruz” dedi.

“Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’ dedik.

“Peki öyleyse, dedi Atatürk. Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.

“Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toparlanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takririne’ ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik. Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:

“Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı”

“Çağırdılar Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı. Mustafa Kemal yüzüne bile bakmaksızın:

“Hoca şu takriri imza et, dedi

“Ama paşam, Hilâfetin ilgası gibi ciddi bir konuda, müzakere filan olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu istemi…”

“Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra..”

“O günlerde ıstiklâl Mahkemeleri, her gün birçok kişiyi sallandırmakta zaten… Sonradan Diyanet ışleri Başkanı olan Rıfat [Börekçi] Hoca biraz yutkundu, ama mecburen imzaladı. Üzgün, öfkeli bir halde aşağı inince hocalar etrafını sardılar. Onun, ‘şöyle bağırdı, böyle zor kullandı’ demesine vakit bırakmadan:

“Neee? Yoksa takriri imzaladın mı? Diye bağırdılar. Hoca:

“Canım, imza değil de, ne yaparsın! şöyle bir boktan Rıfat attık işte”.

Bu anekdotu nakleden Ahmet Kabaklı 15 Ağustos ’90 tarihli tercüman’daki köşesinde şu ilaveyi ve yorumu yapmaktadır:

“Falih Rıfkı, bu olayı kahkahalarla anlatırken: ‘Bu mürteci heriflere, ne demokrasisi be! Dermiş. Nitekim öbür mebus hocalar da birer birer Gazi’nin odasına çıkarak, Hilâfeti kaldıran o takrire boktan imzalarını attılar’.

“Unutulmaması gereken nokta: Bu hocalar da Falih Rıfkı gibi ‘devrimci’ de, tayinle gelmiş olan 2. TBMM’nin mebusları idi. Tayinle gelen milletvekilleri ancak o kadar demokrasi yapabilirler”.

şimdi milletvekiline “ımza et. Yoksa keyfini bozarım!” diyen birisine demokrat denilebilir mi? Devrimci mahkemelerinin düzinelerle adam astığı bir vasattan istifade ile kafasındakileri gerçekleştirmeye çalışana Cumhuriyetçi denilebilir mi?

şu “keyfini bozarım” tehdidi, o devirdeki cumhuriyetin ne biçim bir cumhuriyet olduğunu ortaya koymaya kâfidir.

(Kaynak: Kim Cumhuriyetçi, Bediüzzaman mı, M. Kemal mi? Burhan Bozgeyik, s. 214)

115

04.02.2007, 18:32

İsmail Cem'in Kemalizm eleştirileri

Cumhuriyetin bürokrasisine göre tek bir düşünce sistemi, tek bir ideoloji, tek şef, tek bir ülkü, mutlak ve tek bir hakikat vardır.

Önce şu paragrafı okuyun: ‘Bürokratik ideolojinin süregelen bir özelliği kendini ‘memleketin sahibi’ olarak görmekse öteki özelliği de kendini sınıflarüstü bir ‘hakem’ şeklinde tanıtması, sanmasıdır.

Bu tarihsel ve saygıdeğer görevleriyle, kimin haklı kimin haksız olduğuna ancak bürokratlar karar verecek, doğru vasatı onlar belirleyecektir.’

Sonra şununla devam edelim: ‘Bu ölçülerin eşliğinde ideolojinin öteki özellikleri uyarınca kendine her yerde ve her durumda geçerli olan bir yanılmazlık ve mutlaklık takınması, kendi dışındaki bütün düşünceleri reddetmesi olağandır.

Nitekim, gerek tek partinin gerek 12 Mart iktidarının açısından, herkes ‘Atatürkçü’ olmak, yani bürokrasinin ideolojisini benimsemek zorundadır.’

***

Gerisini de okuyalım:

‘Devlet Atatürkçü olacaktır,

Hükümetler Atatürkçü olacak,

Sendikalar,

ışçiler,

Hatta partiler Atatürkçü olacak,

Üniversite Atatürkçü olacak,

Anlayış Atatürkçü olacak,

Yazarlar,

Basın,

Özel sektör,

Her şey ve herkes Atatürkçü olacaktır.’

***

Ya olunmazsa..

Onun cevabını da okuyalım:

‘Bu çerçevenin dışına çıkıldığına bürokratların karar vermesi halinde ise, ideolojinin sağladığı gerekçe ve müeyyide hazırdır.

Bürokrasinin ideologlarından Em. Amiral Sezai Orkunt, her zaman ve her durumda hazır ve kullanılabilir gerekçeyle müeyyideyi şöyle açıklıyor:

‘Ordu rejime tasallut etmez. Dışarıdan ve içerden tasallut edenlere karşı korur ve kollar. Müdahale ettiği zaman mutlaka rejime bir zarar ika edilmiş demektir.

Ordu Kemalist felsefeye bağlı kaldıkça da bu böyle olacaktır.’

***

Devam edelim mi?

‘Bürokrasinin bu sonuçları veren nitelikteki ideolojisi, tabiatıyla ‘gökten indirilmiş’ bir düşünce sistemi değildir.

Bütün ideolojiler gibi, belirli bir toplumsal sınıf veya zümrenin yararınca biçimlenmiştir; onun önceliklerini korumaya yahut yaratmaya dönüktür.’

***

‘Bürokrasinin ‘Atatürkçü’ diye sıfatlandırdığı kendi ideolojisinde, bu ‘hakikat’ anlayışı ve mutlak doğrunun tekeline sahip bulunmak iddiası aynen sürdürülmüştür.

Cumhuriyetin bürokrasisine göre tek bir düşünce sistemi, tek bir ideoloji, tek şef, tek bir ülkü, mutlak ve tek bir hakikat vardır.’

***

Bunları kim söylüyor?

Dün sonsuzluğa uğurladığımız ısmail Cem..

Nerede söylüyor?

‘Tarih açısından 12 Mart’ adlı kitabının ikinci cildinde..

Baktım kendisini ‘kardeş’ kabul edenler de dahil kimse bunlardan söz etmedi..

Düşünce dünyamıza çok parlak katkıları olan ısmail Cem’e haksızlık edilsin istemedim.


Star, 27.1.2007 Mehmet ALTAN
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

pegasoszaza

Orta Düzey

Mesajlar: 206

Konum: ANTALYA

Meslek: TOPTAN

Hobiler: HıZMET

  • Özel mesaj gönder

116

12.02.2007, 10:36

eski said ve yeni said sanırım hepimizin bilgisi dahilinde..
üstadın 1926 sonrası hayatı yeni olarak adalandırdığını biliyoruz.bunun hikmeti vesilesi şudur:
üstad ankara ya gittiğinde malum şahsı görür,ve amacının islamı yıkmak,tahrip etmek olduğunu anlar ve geleneksel müslüman alim zatların yöntemlerini bırakıp tehlikeye girmiş iman mevzusunda sıfırdan başlayarak ilham beslenmeli iman hakikatlerini yayma gayretine girmiştir.
malum şahıs süfyandır....
süfyan müslümanların içinden çıkar.deccal küfrün....
5, şua aslında buna muhalif değildir.çünkü yahudi dönmesidir.
görüntü müslüman ama kalp ateistdir.....
Sözlerin kalbinin sesi ve yansıması değil ise, gevezeliğin manası ne...?...

117

09.03.2007, 03:52

Atatürk'ün sır vasiyeti neydi?

Araştırmacı Aytunç Altındal, Atatürk'ün 50 yıl sonra açıklanmasını istediği vasiyetinin, 1988'de Kenan Evren ile Turgut Özal tarafından gizlendiğini iddia etti.

AB'nin gizli şifrelerini açıklayan Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, Atatürk'ün 'siyasi, toplumsal, tarihsel vasiyeti'nin gizlendiğini düşünüyor. Altındal'a göre, Atatürk, bazı notlarının ölümünden 50 yıl sonra açıklanmasını vasiyet etmişti. Atatürk'ün notlarında, 'ılelebet payidar kalacaktır' dediği Cumhuriyet için ileride neler yapılması konusundaki görüşleri bulunuyordu.


KENAN EVREN ıZıN VERMEDı

Ata'nın sır vasiyetinin 1988'de yani Atatürk'ün ölümünün üzerinden 50 yıl geçtikten sonra açıldığını belirten

Altındal, 'Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve o günkü Başbakan Turgut Özal, bunları okudular. Ancak bu görüşlere, bu fikirlere 'toplumun henüz hazır olmadığını' öne sürerek bunların açıklanmasını engellediler' dedi. 1988'de Atatürk'ün vasiyetinin üstüne 25 yıllık yeni bir yasak konulduğunu söyleyen Altındal, vasiyette neler olduğuna dair ipuçları olduğunu düşünüyor.


HıLAFET DÜşÜNCESı

Altındal'a göre, Atatürk'ün notlarında Hilafet'le ilgili ilginç fikirleri yeralıyordu. Atatürk hilafetin kişi bazında değil,

Bütün ıslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini söylüyordu. Altındal'a göre, bu vasiyeti 1958'de öğrenen Adnan Menderes, sonunu hazırlayan o cümleyi; 'Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz'i bu nedenle söylemişti. Altındal, Atatürk'ün '1920'lerde sadece 3 Müslüman devlet var. Türkiye, ıran ve Afganistan. Bu sayı ileride 40'a 50'ye çıkarsa, bu devletler kendileri biraraya gelerek bir Hilafet Meclisi oluştururlar'dediğini öne sürdü.


FıKRı BUGÜN GERÇEKLEşTı

Mustafa Kemal'in saltanata karşı olduğunu, ancak Hilafet'e bir müessese olarak karşı çıkmadığını savunan Altındal, Atatürk'ün fikirlerinin aslında bugün hayata geçtiğini düşünüyor. Bugünkü ıKÖ'nün ana hatlarını 1920'lerde çizdiğini söyleyen Altındal,'Mustafa Kemal'in Hilafet'in 5 güçlü ıslam üyesinin daim” konseyi oluşturmasını, bunların belirli süreler içinde rotasyonlu olarak Hilafet'i temsil etmesini istediğini düşünüyorum' dedi. ABD ve ıngiltere'nin Hilafet'i kişi bazında yeniden kurmak çabasında olduğunu söyleyen Altındal, 'Bizim tezimiz, Mustafa Kemal Atatürk'ün tezidir, yani 'Hayır; babadan oğula geçen Halifelik olmaz. Bu akıldışıdır' diyoruz. Biz atak davranamazsak, onların istediği Hilafet'e gider' dedi.


VATıKAN GıBı

ıslam ülkelerinin tesis edeceği bir hilafet sistemine dünyada terörizmin önlenmesi için ihtiyaç duyulduğunu söyleyen

Altındal, 'Bu sistemde en yüksek bir fetva makamı olacaktır. Böylelikle bir ıslam Adaleti tesis edilir. Bir tarafın Vatikan'ı var öteki tarafın bir gücü yok. Bu ıslam ülkelerinin gücünü arttıran birşey olacak. Örneğin Hilafet, tank alacak Bangladeş'e bu ülke ıslam'a daha yakın, oradan al diyecek. Bu ıslam'a saygıyı da arttıracak' dedi.


ATATÜRK NUTUK'TA NE DEMışTı?

Aytunç Altındal, Nutuk'taki hilafetle ilgili bazı sözlerin kendi fikrini desteklediğini düşünüyor. Atatürk'ün,1963 yılında Ankara Üniversitesi Basımevi'nde basılan Nutuk'unun 490'ıncı sayfasında aynen şu sözleri yeralıyor: ...Ortak ilişkileri korumak ve bu ilişkilerin gerektirdiği koşullar içinde birlikte iş görmeyi sağlamak için ilgili Müslüman devletlerin delegelerinden bir Meclis kurulacaktır. Bu meclisin başkanı, birleşmiş Müslüman devletleri temsil edecektir diye bir karar alınırsa, işte o zaman, istenirse o birleşik Müslüman Devleti'ne Halifelik adı verilir. Yoksa herhangi bir Müslüman devletin bir kişiye bütün Müslümanlık Dünyası işlerini yönetip yürütme yetkisini vermesi us ve mantığın hiçbir zaman kabul edemeyeceği bir şeydir.'


ışte zabıtlar

Atatürk 1 Kasım 1922'de Meclis'te düzenlenen gizli oturumda konuşmuş, saltanatı yerden yere vururken hilafet ile cumhuriyetin birarada varolabileceğini söylemişti. Atatürk konuşmasında hilafeti TBMM'nin temsil edeceğini vurgulamıştı. Hilafet 3 Mart 1924'te kaldırıldı.


CELAL BAYAR DA BıLıYORDU

Vasiyetle ilgili 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın da bilgisi olduğunu söyleyen Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, 1967'de Bayar'a 'Atatürk'ün gizli vasiyeti var mıydı?' diye sorduğunu, Bayar'ın da kendisine, 'Muhtemeldir. Açıklanması şimdi doğru olmaz, Türkiye hazır değil' dediğini söyledi. Kenan Evren'in, Atatürk'ün fikirlerini gizlemesindeki amacı mutlaka açıklaması gerektiğini söyleyen Altındal, Atatürk'ün notlarının Anıtkabir'de olduğu yolunda kendisine güvenilir bilgiler geldiğini de sözlerine ekledi. Altındal, Atatürk'ün sır vasiyetinin, Cumhurbaşkanlığı'nın ardından Meclis'te Atatürk'ü Koruma Komisyonu'nun kararıyla, Genelkurmay Başkanlığı'nın oluru alındıktan sonra açıklanabileceğini de sözlerine ekledi.

Kaynak: AKşAM Gazetesi 10-11-2004
Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur.

118

14.03.2007, 15:52

Mesajınız forum kurallarından 4.2.2 maddesinin ihlali sebebiyle silinmiştir.

-Webmaster-


Alıntı sahibi ""Forum kuralları""

4.2.2 Mesaj gönderme yoluyla tehdit etmek, sövme, hakaret, aşağılayıcı bilgi ihtiva eden mesaj göndermek vb. gibi fiilleri işlemek.

119

14.03.2007, 16:01

Bu sözlerinizin hicbiri yerde kalmiycaktir!
O küfür yagmuruna tuttugunuz büyük Zat size tokadini indirirse görürsünüz insallah!!!
Ben beni biraktigim zaman, sen beni birakma Yarab! Yunus Emre

120

14.03.2007, 16:41

Mesajınız forum kurallarından 4.2.2 maddesinin ihlali sebebiyle silinmiştir.

-Webmaster-


Alıntı sahibi ""Forum kuralları""

4.2.2 Mesaj gönderme yoluyla tehdit etmek, sövme, hakaret, aşağılayıcı bilgi ihtiva eden mesaj göndermek vb. gibi fiilleri işlemek.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir