Atatürk'ün El Yazıları - Din ve ıslamiyet Hakkında Notları
ATATÜRK KÜLTÜR, DıL VE TARıH YÜKSEK KURUMU
TÜRK TARıH KURUMU YAYINLARI
MEDENı BıLGıLER VE M.KEMAL ATATÜRK'ÜN EL YAZILARI
Prof.Dr. A. Afet ınan
3.Baskı
TÜRK TARıH KURUMU BASIMEVı-ANKARA 1998
Syf. 351
Bugünkü Türk Milletine bir resim tablosuna bakar gibi bakalım ve şimdiye kadar edindiğimiz bilgilerin yardımıyla düşünelim, bu tabloda neler görüyorsak, bu tablo bize neler hatırlatıyorsa, onları birer birer söyleyelim.
Syf. 352
(Atatürk, 2. Madde de reşit olan her Türk Vatandaşının istediği dini seçmekte serbest olduğunu söylemektedir.)
2. Türk Devleti laiktir. Her reşit dinini intihapta serbesttir.
Syf. 364
Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk Milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
(Atatürk'ün bu sözlerinden kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Din Birliğinin, Türk Milleti'nin millet teşkilinde etkili olmadığını, tam tersine zararı olduğunu vurgulamaktadır. Yazılarının devamında ise Atatürk, ıslam Dini'ni açık olarak Arap Dini olarak tanımlamakta ve bu tanımlamayı tekrar etmektedir.)
Türkler Arap'ların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türk'lerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir şekilde tesir etmedi.. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi
Syf. 365
milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu arap fikri ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed'in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah'a kendi lisanında değil Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah'a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyyet karşısında Türk Milleti bir çok asırlar ne yaptığını ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin
Syf. 366
manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.
Syf. 367
hırkasıdır diye bir palaspareyi hilafet alameti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular halife oldular. Gah şarka, cenuba, gah garba veya her tarafa saldıra saldıra Türk Milletini Allah için, peygamber için, topraklarını, menfaatlerini benliğini unutturacak, Allah'a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Milli duyguyu boğan, fani dünyaya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler, his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadetin öldükten sonra ahirette kavuşacağını vaat ve temin eden dini akide
Syf. 368
ve dini his millet uyandığı zaman onun şu acı hakikatı görmesine mani olmadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin ahiretteki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek ahiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, dünyanın acısı duyuların tokatıyla, derhal Türk Milleti'nin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti..
Türk vicdani umumisi, derhal yüzlerce asırlık kudret ve küşayişle, büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu..? Türk'ün milli hissi, artık ocağında ateşlenmişti, artık Türk cenneti değil,eski hakiki büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının
Syf. 369
son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. ışte dinin, din hissinin Türk milliyetinde bıraktığı hatıra.
10- Türk Milleti, milli hisi dini hisle değil, fakat insani hisle yanyana düşünmekten zevk alır. Vicdanında milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle muftehirdir.
(Bir çok Müslüman'ın, 'Türk Milleti ıslam aleminin samimi bir ailesidir', şeklinde kullandığı ifade, Atatürk'ün kaleminde şekil değiştirmekte )
Syf. 370
Türk Milleti insaniyet aleminin samimi bir ailesidir.
Syf. 371
Bütün bu söylediklerimizi kısa bir çerçeve içine sokmak istersek şöyle diyebiliriz.
Türk Milleti'nin teessüsünde müessir olduğu görülen tabiri ve tarihi vakıalar şunlardır.
A- Siyasi varlıkta birlik
B- Dil birliği
C- Yurt Birliği
D- Irk ve menşe birliği
E- Tarihi karabet
F- Ahlaki karabet
(Yukarıda görüldüğü gibi Atatürk, 6 ayrı tarihi vakıa saymakta ve bunların arasında din birliği gibi milyonları etkileyen olguyu dahil etmemektedir.)
Syf. 372
Bütün milletler tamamen aynı şartlar altında teşekkül etmemiş olduklarına göre, Türk Milletinde yaptığımız gibi, diğer her millet ayrı olarak mütalaa edilmedikçe, milliyet fikrini umumi ve fenni olarak tarif etmek güçtür.
Syf. 450
Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini mutlak olarak yapabilmesidir. Bu tarif Hürriyet kelimesinin en geniş manasıdır. ınsanlar bu manada hürriyete hiçbir zaman sahip olamamışlardır ve olamazlar. Çünkü malumdur ki insan, tabiatın mahlukudur.
Müslümanların,devamlı olarak söyledikleri, 'ınsan Allah'ın kuludur' deyimi de burada şekil değiştirmektedir.
Syf. 451
ıptidai insanların, tabiatın herşeyinden, gök gürültüsünden, geceden, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz. ılk his ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğinin mutlak surette yapmaya kalkışmış olması düşünülemez.
ıptidai insan kümelerinde ata korkusu ve nihayet büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine kaim olan Allah korkusu insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız memnular yaratmıştır. Memnular ve hurafeler üzerine kurulan bir çok adetler ve ananeler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır, o kadar ki düşünce ve hareket serbestisi gibi bir hak mefhum malum olmamıştır. Cemaatlerin başına geçebilen adamlar, cemaati Allah namına idare ederdi
Syf. 507
Türkiye Cumhuriyetinde herkes Allah'a istediği gibi ibadet eder. Hiçkimseye dini fikirlerinden dolayı birşey yapılamaz. Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Türkiye'de bir kimsenin fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışacak kimse yoktur ve buna müsaade edilmez. Artık samimi mutekitler, ( konuyu bilenler ) derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmiş
Syf. 508
görünüyorlar.
( Atatürk burada önce, derin iman sahipleri, hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir ifadesini kullanmakla birlikte, olmakla, öyle görünmek arasındaki farkı da göz önünde bulundurarak, katiyet ifade eden öğrenmişlerdir ifadesini, daha sonra katiyet ifade etmeyen,öğrenmiş görünüyorlar şeklinde değiştirmeyi daha uygun görmüştür. Bugünkü Türkiyeye baktığımızda, derin iman sahipleri için hürriyetin icaplarını öğrenmişlerdir diyebilmemiz oldukça zor. Atatürkün bu ifadeyi görünüyorlar şeklinde değiştirmekle bu "derin iman sahiplerinden" emin olmadığını göstermiştir.)
Bütün bunlarla beraber, din hürriyetine, umumiyetle vicdan hürriyetine karşı taassup yükünden korunmuşmudur bunu anlayabilmek için, taassupsuzluğun ne olduğunu tetkik edelim. Çünkü bu kelimenin delalet ettiği manayı zihniyeti herkes kendine göre anlamaya çok meyillidir.
Dini hürriyeti bir hak telakki etmeyen acaba kalmadı mı ?
Vicdan hürriyetini, insan ruhunun, Allahın ali hüküm ve nüfuzu altında, dini hayatı idare için malik olduğu haktan ibaret
Syf. 509
olduğunu bellemiş olanlar, acaba bugün nasıl düşünmektedirler ? Bu gibiler kendisi gibi düşünmeyenlere içlerinden olsun kızmıyorlar mı ?
Bu saydığımız zihniyette bulunduğuna ihtimal verilen kimselere hür mütefekkirlerimiz acaba bir tessür hissi ile bir esefle bakmıyorlar mı ?
Bu saydığımız gibi, muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kini nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde taassupsuzluk yoktur, bunlar mutaassıptırlar.
Syf. 510
Taassupsuzluk o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdani inanışlarına karşı hiç bir şekilde kin duymaz, bilakis hürmet eder. Hiç olmazsa başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmemezlikten duymazlıktan gelir. Taassupsuzluk budur. Fakat hakikati söylemek lazım gelirse diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, taassupsuzluk kelimesinin ne demek olduğunu anlayanlar bütün dünyada pek azdır. Heryerde umumi olarak cari olan taassuptur. Heryerde görülebilen sulh manzarasının
Syf. 511
temeli, taassup ile, hür fikrin birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki muvazeneyi tutan fazla kuvvet sayesindedir.
Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet haillerinin ( engelcilerin ) zail olduğuna
( sona erdiğine ) bizim gibi düşünenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm vermek müşküldür. O halde görülen, taassupsuzluk değil zaafın dermansız bıraktığı taassuptur.
Syf. 512
şüphesiz fikirlerin, itikatların başka başka olmasından şikayet etmemek lazımdır. Çünkü bütün fikirleriyle itikatlar, bir noktada birleştiği taktirde, bu hareketsizlik alametidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun içindir ki, hakiki hürriyetçiler, taassupsuzluğun umumi bir haslet olmasını temenni ederler. Fakat hatta hüsnüniyetle dahi olsa, taassup hatalarına karşı dikkatli olmaktan vazgeçemiyorlar. Çünkü hüsnüniyetler, hiçbir zaman, hiçbirşeyi
Syf. 513
tamir edememişlerdir. ınsanların ruhun selameti için yakıldıklarını biliyoruz. Herhalde bunu yapan engizisyon papazları hüsnüniyetlerinden ve iyi iş yaptıklarından bahsederlerdi, belki de, cidden bu sözlerinde samimi idiler. Fakat, bir hamakati, ( beyinsizlik, ahmaklık ) yahut bir hiyaneti iyi bir iş kalıbına uydurmak güç değildir, en nihayet bu bir isim değiştirmek meselesidir.
Syf. 514
ışte bu sebepledirki, aldırmamazlığı kayıtsızlık derecesine kadar götürmemek mühimdir. Gerçi hür olmak herkesin hakkıdır ve bunun için hakiki hürriyetçiler, hürriyetçi olmayanlara karşı da geniş davranılmasını isterler. Fakat bunların hiçbir zaman elleri ayakları bağlı olduğu halde kurbanlık koyun vaziyetine razı olacakları asla kabul olunmamalıdır.
Unutmamalıdır ki, bazı insanlar istikbali, mazinin arasından görmekte musirdirler ( Israrcı ).
Bunlar, alakamızı
Syf. 515
kestiğimiz ananelere karşı behemehal (mutlaka) sadakatin iadesini isterler. Bu gibi insanlar, kendi itikat ettiği gibi, itikat etmeyen kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini cenderede hissederler.
Herhalde, taassupsuzluğun arzu edildiği gibi umimileşmesi, huy haline gelmesi fikri terbiyenin yüksek olmasına bağlıdır.
(Not : Yukaridaki yorumlar bana ait degildir,kaynagindan oldugu gibi iktibas ettim.keske buraya resim yapistirma ozelligi olsa da el yazilarini orjinalinden buraya aktarabilsem... a.j.)