Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

  • Konuyu başlatan "barla aşkı"

Mesajlar: 16

Konum: diyarbakır

Meslek: üniv.öğrencisi

Hobiler: risale-i nur,kitap,sinema,internet

  • Özel mesaj gönder

1

26.09.2004, 13:08

Abdülhamid Han üzerine..

kardeşler...

abdülhamid han hakkında ne düşünüyorsunuz..

bazı medya basın organlarının bahsettiği gibi kızıl sultan mı
yoksa tam tersi mi?

bu konudaki düşüncelerinizi paylaşırsanız sevinirim..
Allah göklerin ve yerin nurudur...(nur,35)

2

25.10.2004, 14:34

Hayırlı ramazanlar.Cennet mekan Abdülhamit Han hakkındaki kızıl sultan yakıştırmaları asılsızdır.Osmanlı tarihinin en büyük sultanlarından biridir keza bunu ispatlayan en güzel örneklerden birisi şudur;Alman birligini kurmuş olan Prens Bismark rivâyete nazaran:

"Dünyâda yüz gram akıl varsa, bunun doksan gramı Abdülhamîd Han'da, bes gramı bende, kalan bes gramı da diger dünyâ siyâsîlerindedir..." demistir. selamatle kalın.

Zülfikar

Stajyer

Mesajlar: 117

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci

Hobiler: tasavvuf

  • Özel mesaj gönder

3

28.10.2004, 13:24

Abdülhamit(2.)

Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve ıslam halifelerinin doksan dokuzuncusu.

Saltanatı: 1876-1908
Babası: Abdülmecid Han - Annesi: Tir-i Müjgan Sultan
Doğumu: 21 Eylül 1842 Vefatı: 10 şubat 1918

Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han'ı tahttan indirip şehit ettiren, böylece Osmanlı Devleti'nde idareyi ele geçirin batı kuklası bazı paşalar, V. Murat'ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han'ı sultan ilan ettiler.

Tahta çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalımın eşiğindeydi. Karadağ ve Sırbistan'da savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Girit'te ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876'da Birinci Meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayrimüslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Mebusan'ın ilk işi Rusya'ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için tam bir felaket getirdi. Ruslar ıstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan'dan ıstanbul'a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan Abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren Meclis-i Mebusan'ı kapattı (13 şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastefanos antlaşması ile Osmanlı Devleti Makedonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum'u kaybediyordu. Ancak ıngiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs'ın idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin Konferansı'nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahip oldu.

Abdülhamid Han büyük meseleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti'ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalade bir kudretle yönetti. Düyun-u Umumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsî parasından olmak üzere cami, mescit, mektep, medrese, hastane, çeşme, köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı. Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Girit'te isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan'a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri Termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı. Yunanistan'ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bunda muvaffak oldular.

Yahudilerin Filistin'de bir cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı. Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti. Bu toprakların kanla alındığını, asla terk edilemeyeceğini sert bir dille bildirdi. Filistin topraklarının yahudilere satılmaması için gerekli tedbirleri aldı. Doğu Anadolu'da Ermeni hareketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi temin ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.

Sultan Abdülhamid Han'ı tahttan indirmeden Osmanlı Devleti'ni parçalamanın ve ıslam'ı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultan'ı gözden düşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertip ettiler. Ermeni asıllı Fransız yazar Albert Vandal'ın "Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazı gafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar.

Bu arada Padişah'ın devlet idaresinde nüfuzunu kırmak isteyen batılılar, ıttihat ve Terakki mensuplarını kışkırtarak 23 Temmuz 1908'de ıkinci Meşrutiyeti ilan ettirdiler. Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vakası sebebiyle ıttihat ve Terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik'e gönderildi (27 Nisan 1909). 10 şubat 1918'de Beylerbeyi Sarayı'nda vefat eden Abdülhamid Han'ın naşı Çemberlitaş'ta dedesi Sultan II. Mahmut'un türbesindedir.

II. Abdülhamit Han'ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akıl ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatılmaktadır. Onun tahttan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçünün elden çıkması, memleketi 33 yıl nasıl idare ettiğine en açık delildir. Yine Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen Ortadoğu'da hala huzur tesis edilememiş olup, Arap alemi siyonizmin oyuncağı haline gelmiştir.

Vaktiyle ıttihat ve Terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han'a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazif pişmanlıklarını aşağıdaki şiirliri ile dile getirmişlerdir.


Tarihler adını andığı zaman,

Sana hak verecek hey Koca Sultan,

Bizdik utanmadan iftira atan,

Asrın en siyasî Padişahına.

(Rıza Tevfik)

-------------------------------------------------------

Padişahım gelmemişken ya da biz,

ışte geldik senden istimdada biz,

Öldürürler başlasak feryada biz,

Hasret olduk eski istibdada biz.

(Süleyman Nazif)

ESERLERı

1.Sultan Abdülhamid'in Hatıra Defteri
ısmet Bozdağ
Pınar Yayınları

HAKKINDA YAZILANLAR

1.Abdülhamid'in Son Günlerinde "ıstanbul"
(Constantinople Aux Derniers Jours D'Abdul-Hamid)
Paul Fesch
Pera Turizm ve Tic.Aş.

Paul Fesch'in "Abdülhamid'in Son Günlerinde ıstanbul" adlı bu eseri II.Meşrutiyet'in ilanından sekiz ay önce (Kasım 1907) Paris'te basılmıştır. Yazarın ıstanbul'da bir müddet kaldığı, ıstanbul'daki Avrupalılar yaşayan rejim karşıtlarıyla özellikle Prens Sabahattin ile yakın ilişkiler içinde olduğu da bilinmektedir.

Kitap geleneksel bir gezi kitabı gibi başlamakta ve Simplon Ekspresi ile yapılan Paris-ıstanbul yolculuğunun anlatılması okuyucuya sıradan bir gezi kitabı okuyacağı izlenimi vermektedir. Ama bu ilk bölümden sonra yazar Osmanlı Devleti üzerine ayrıntılı bir incelem yapmaktadır. Basının durumunu anlattıktan sonra, sansür, muhbirlik ve polis örgütünü inceleyen Fesch daha
sonra II. Abdühamid'i, oğlu Burhanettin Efendi'yi veliaht yapma çalışmalarını, peşinden de Vahdettin'in anlatır. ılk Meşrutiyet Meclisi'nin oturumarı üstünde durur. Kitabın en ilginç bölümlerinden biri de genellikle Fransa'da yaşayan Abdülhamid karşıtı Jöntürkler hakkında verdiği bilgilerdir. Fesch bütün bu incelemelerden sonra; Türkiye'nin gücü ve zayıflığını kendi görüşleri çerçevesinde araştırmakta ve ilginç sonuçlara varmaktadır. Ardından o dönemde Osmanlı ımparatorluğu'ndaki Fransız okullarını bağımsız bir bölümde inceleyen yazar ardından Osmanlı topraklarında emperyalist güçler arasındaki mücadeleleri ele alır. Kitabın sonunda ise ıstanbul Fransız Ticaret Odası'nın kaynaklarından da yararlanarak; Osmanlı ımparatorluğu'nun o dönemdeki ticari ve sınai durumunu il il ayrıntılı olarak incelemektedir.

Abdülhamid devri açısından önemli bir kaynak olan bu eseri dilimize kazandıran Erol Üyepazarcı, bugünün bilgileri ışığında eleştirel bir bakışla Fesch'in verdiği bilgileri değerlendirmiş ve çok sayıda dipnotla eseri zenginleştirmiştir.

Abdülhamid Kızıl Sultan mı?
Cilt: 1
Tarihin Hükmü
Mustafa Müftüoğlu
Seha Neşriyat / Tarih Dizisi

Eserleri ve Hizmetleriyle Sultan Abdülhamid
Aydın Talay
Risale Yayınları


Babam Sultan Abdülhamid (Hatıralarım)
Ayşe Osmanoğlu
Selçuk Yayınları

Kavimlerin ömründe "bir an" sayılacak zamanda rejiminden lisanına, kıyafetinden inançlarına kadar değişen bir ülkede tarih yazmak kolay değildir. Çünkü, telaşlı ve genellikle yönlemiş kalemler, tarih mozayiğinin çoğu parçasını yanlış yerlere koyarlar. Tahrif edilmiş tarih ise, sadece masal'dır. 1960'daki ilk baskısı hızla tükenen bu hatırat, tarih yazacakların istifadesine "birinci ağızdan" sunulmuş belgelerdir. Rivayet ve dedikodu değildir. Cumhuriyet Türkiyesi'nde başvekilik yapmış bir başka "birinci ağız"
olan Fethi Okyar, 1978'de neşredilen hatıratıyla Ayşe Osmanoğlu'nu tasdikle kalmamış, elinizdeki kitabın tekrar tekrar basılmasını zaruri kılmıştır.


Harem Penceresinden Sultan Abdülhamit
ısmet Bozdağ


2.Abdülhamit Han’ın Liderlik Sırları
Mehmet Aydın
Okumuş Adam Y. 2.Baskı ıstanbul 2001


Bilinmeyen Sultan
2. Abdülhamid
Joan Haslip
IQ Kültür-Sanat Yayıncılık / Araştırma-ınceleme
Çeviri: Nejlet Öztürk
Türkçe (Orijinal Dili: ıngilizce); 335 s.; ıstanbul Ağustos 2001

"ışte Avrupa'nın herhangi bir yerine gitmenize müsaade eden izin... Tekrar ıstanbul'a gelirseniz. Türkiye artık sadece küçük bir memleket olacak... Demokrasi bir mezhep mücadelesi haline gelecek... Zannetmemki, milletim bu günkünden daha mutlu olsun..."

Kitabın ıçinden;
Sultan Abdülhamid'in Doğumu - ıngiliz Elçisi Sir Stratford Canning - Tirimüjgan'ın Ölümü - Kırım Savaşı - Barış Hayalleri - Sultan Abdülhamid ve Avrupalılar - Avrupa'ya Seyahat - Rus Tehditleri ve Flora Cordier - Saraya Baskın - Sultan Murad'ın Saltanatı - Sultan Abdülhamid'in Zekası - ıstanbul Konferansı - Sultan Abdülhamid Maskesini Çıkarıyor - Yeni Bir Bunalım - Türk-Rus Savaşı - Ayestefanos Andlaşması - Ali Suavi Olayı - Ermeni Meselesi - 1879'da Sultan Abdülhamid - Yeni ıngiliz Elçisi: George Coshen - Mısır'da Arabi Paşa ısyanı - ıngilizler Mısır'da - Alman ımparatoru'nun ıstanbul'u Ziyareti - Ziyaret Günleri - Ermenistan Üzerinde Kara Bulutlar - Ermeni Ayaklanmasının Yarattığı Kanlı Olaylar - 1897 Türk-Yunan Savaşı - Alman ımparatoru'nun ıstanbul'u ıkinci Ziyareti - Hicaz Demiryolu - ıttihat Terakki Komitesi - Karşı ıhtilal Teşebbüsleri (31 Mart Olayı) - Sultan Abdülhamid'in Azledilmesi - Sultan Abdülhamid'in Son Yılları
(Arka Kapak'tan)
Seyfullah Putkıran

4

30.12.2004, 01:03

S,aleyküm !

Bekir Berk Agabey´den naklen ,

" Üstad Hazretleri, Eski$ehirden Ankaraya gelmi$ti. BeyrutPalas Otelinde Zübeyir agabey, Said Özdemir, Tahsin tolla vs. de vardi. Son vasiyetlerinden birini yapiyordu. Zübeyir agabey´de kaleme aliyordu. Birden hic münasebet yokken bana döndü ve Sultan Abdullhamit Han hakkinda konu$maya ba$ladi.Kendisine Yildiz Sarayini darülfünun ( üniversite ) yapmasi teklifinde bulundugunu ve Abdullhamid´in veli oldugunu belirterek onu öven sözler söyledi.

Ertesi gün Samsunda duru$mam vardi.Musafir oldugum evde sohbet vardi oraya katildim.Ders yapan $ahis Üstad´in Abdullhamit Han´a kar$i oldugunu anlatmaya ba$ladi.Zihnimde $im$ekler cakti ´bir Dakika! ´ dedim , ve ba$imdan gecen dünkü olayi aktardim.Yanli$ yaptigini ve Üstadin Abdullhamit ´i övdügünü anlattim.
$ahis mahcup oldu ve özür diledi ! "

Alinti: Hayatini Davasina Adayan Adam " Bekir Berk ", Ihsan Atasoy.Nesil Yayin

Evet arkada$lar, Üstad Hazretleri risale-i nur talebelerine Abdullhamit Han hakkin´da nasil bir tavir almalari gerektigini böylece belirtmi$tir. Fazla izaha gerek birakmiyor bence ! :wink:

Baki Selamlar
Ey Kardes bil ki! Hasenatın hayatı niyet iledir. Onların fesadı ise ucb, riya ve gösteriş iledir.
Mesnevi-i Nuriye

Mesajlar: 36

Konum: diyen dillerini yerim ben senin :)))

Meslek: Öğrenci

Hobiler: Müzik Sinema Bilgisayar Araba

  • Özel mesaj gönder

5

24.01.2005, 18:35

Alıntı sahibi ""canselda""

Cennet mekan Abdülhamit Han hakkındaki kızıl sultan yakıştırmaları asılsızdır.Osmanlı tarihinin en büyük sultanlarından biridir keza bunu ispatlayan en güzel örneklerden birisi şudur;Alman birligini kurmuş olan Prens Bismark rivâyete nazaran:

"Dünyâda yüz gram akıl varsa, bunun doksan gramı Abdülhamîd Han'da, bes gramı bende, kalan bes gramı da diger dünyâ siyâsîlerindedir..." demistir. selamatle kalın.


Fazla söze gerek kalmadığı kanısındayım. Bir insan hem istanbulda hemde Mekke de olabiliyorsa bu insan hakkında kötü konuşmaktan sakınmalıyız.
M.Ali Nurlan abimizinde de soyledigi gibi Üstad Hz. de söyleyecegini söylemis. Kızıl Sultan cok haysiyetsiz bir yakıstırma bence. Bu lafı neden soylerler hic mi baska kaynaklardan tarih okuma alıskanlıgı yok u millette. Allah'ım bizi senin sevdiklerine sovmekten alıkoy. AMıN
ıki Türlü Aç insan vardır. Biri bilimi arıyan, bii parayı arayan...

6

26.02.2005, 01:06

ABDULHAMID

Selam un aleykum

Abdulhamid ile kizil seytan ile arasinda hic bir ilgisi yok bunlari yahudiler uydurdu Abdulmecid toprak vermedi diye.
Ve bu sultan o kadar zeki mis ki prens charles diyor ki
100 gram akil olsa 90 i abdulhamid e 5 i bana 5 i de digerlerine
bi dusunun :)

7

10.03.2005, 01:39

bu cirkin lakabi kimler takti?

S.Aleyküm

1878 tarihli Berlin andlasmasinin 61. maddesine göre Vilayat-i Sitte denilen bölgelerde ( erzurum,diyarbakir,sivas,harput,van ve bitlis ) bulunan Ermeniler lehine Osmanli devleti bazi islahat yapmak mecburiyetindeydi.
Büyük devletlerde bunu takip edeceklerdi.
Bu dönemlerde avrupada bir müslüman memur olamazken,ermeniler osmanli devletinde bakan bile olabiliyorlardi. Buna ragmen hak ve hürriyet diye teror estimeye basladilar ve 1886 ´da Ermeni hincak cemiyeti kuruldu.
Anadoluda binlerce müslümanin katlini yapan bu me$hur cemiyettir.

ISte bu terör ve deh$et üzerine 2´nci Abdülhamit han hazretleri Erzincanda bulunan ordu komutani Mü$ir Zeki Pa$ayi Ermenilerin üzerine , anar$istliyi bastirmak icin görevlendirdi

Bu olaylari yakindan takip eden avrupa ülkeleri,basinlarla Abdülhamit han hazretlerinin aleyhine bir kampanya baslattilar.
Fransizlar " le sultane rouge" lakabini kullanirken,bizim firsatci ittihadcilar bunu " Kizil Sultan " diye tercüme ettiler ve ermenilerle birlikte Abdülhamid´i kötülemiye ba$ladilar.

Bu leke malesef ta Cumhuriyet dönemindeki ders kitablarina kadar yansidi.
Ve halen Osmanli aleyhtarlari tarafindan kullanilmaktadir.

Iste Sultan Abdülhamit han Hazretlerinin bu bilmecburi zaruri kararini menfaatciler kendi leyhlerine cevirip " Kizil Sultan" lakabini kullanmisdirlar ve halen kullanmaktadirlar.

Selamlar...
Ey Kardes bil ki! Hasenatın hayatı niyet iledir. Onların fesadı ise ucb, riya ve gösteriş iledir.
Mesnevi-i Nuriye

8

13.06.2005, 14:59

Abdulhamid Han

lutfen buyuk sair Necip fazil kisakurek in yazmis oldugu (ulu hakan Abdulhamid Han)i okuyunuz butun sorulariniza cevap bulacaksiniz

Cenabi ALLAH in rahmeti uzerinize olsun

9

14.06.2005, 14:25

Re: Abdulhamid Han

bu şiir galiba bir başkasına ait .
ben necip fazılın şiirleri arasında bulamadım..
ulaşabileceğimiz bir adres verirsen memnun olurum..
selamlar..
dün gecti yarın varmı
gencliğinede güvenme
ölen hep ihtiyarmı?

Zülfikar

Stajyer

Mesajlar: 117

Konum: istanbul

Meslek: öğrenci

Hobiler: tasavvuf

  • Özel mesaj gönder

10

23.06.2005, 15:37

ulu hakan 2. abdulhamit adlı eser nacip fazıl kısaküerk'e aittir. Bir biyografi yazarı olarak da dikkati çekmesi gereken Necip Fazıl'ın, güttüğü toplum dâvasında Türk tarihi ve sahte inkılâplar bilmecesinin "anahtar şahsiyeti" gördüğü Abdülhamid Han'ın hayatı, bu eserde bir tez, bir manifest, bir dava çerçevesi halinde ortaya çıkartılmaktadır. Keşif mutlak ve orijinal olarak Necip Fazıl'ındır ve bir aralık sahibini hapse kadar sürüklemiştir. "Marifet, büyük kısmı kursaktan doğma uydurmalarla Abdülhamid'i konuşturmakta değil, Abdülhamid hakkında konuşabilmek ve bir sentez örebilmektedir" diyen Necip Fazıl'a göre: "36 Türk hükümdarı arasında belki en büyüğü ve tarihî hakkı muazzam bir zat mevzuunda yahudi, dönme, mason, kozmopolit ve emperyalizma ajanlariyle el ele, ıttihat ve Terakki eşkiyasının imal ettiği ve Cumhuriyet rejimi boyunca devamına şahit olduğumuz yalancı tarihe paydos!.. Dünyada her şeyin sahtesi görülmüş, fakat ilim ve tarihin devamlı yalancısına rastlanmamıştır!"
Seyfullah Putkıran

11

23.06.2005, 19:05

necip Fazil in yazmis oldugu Ulu Hakan Abdulhamid han Bir siir degil bu buyuk hukumdarin hayati ve biyografisidir

Selamun Aleykum

mavilale

Orta Düzey

Mesajlar: 202

Konum: bir ummandan..

Hobiler: ...

  • Özel mesaj gönder

12

06.08.2005, 22:12

SULTAN ABDÜLHAMiD HAN’A TAVSiYELER (1908)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri (1877-1960) ile Sultan Abdülhamid Han’ın münasebetleri, ilk defa Bediüzzaman Hazretlerinin ıstanbul’a geldiği tarih olan 1907 senesinin son aylarından itibaren başlamıştır.

Bediüzzaman Hazretleri ıstanbul’a şarkın çok meseleleri içinde ve bilhassa Medreset-üz Zehra ismini verdiği Büyük ıslam Üniversitesinin şarkta tesisi için, ıslam Halifesi Padişah ile görüşmeye gelmiş fakat o günün şartları içinde şifahi bir görüşme olmamıştır.

Bediüzzaman Hazretlerinin Mabeyn’e (özel kalem müdürlüğü) verdiği dilekçe ile bu münasebetler başlamıştır. Dilekçe aynen şöyledir:

«“Millet-i Osmaniye meyanında mühim bir unsur[1] teşkil eden Kürdistan ahalisinin ahvâli hükûmetçe ma’Iûm ise de, hizmet-i mukaddese-i ilmiyeye dair bazı metâlibâtı arz etmeye müsaade dilerim. şu cihan-ı medeniyette ve şu asr-ı terakki ve müsabakatta sair ihvan gibi, yek-aheng-i terakki olmak için, hizmet-i hükûmetle “Kürdistan”ın kasaba ve kurasında mekâtip te’sis ve inşa buyurulmuş olduğu ayn-ı şükran ile meşhud ise de, bundan yalnız lisan-ı Türkîye âşina etfâl istifade ediyor. Lisana aşina olmayan evlâd-ı ekrâd, yalnız medâris-i ilmiyeyi ma’den-i kemalât bilmeleri ve mektep muallimlerinin lisan-ı mahallîye adem-i vukûfiyetleri cihetiyle maariften mahrum kalmaktadır. Bu ise; vahşeti, keşmekeşi, doIayısıyla Garb’ın şamatetini davet ediyor. Hem de ahalînin vahşet ve taklid hal-i ibtidaisinde kalmaları cihetiyle, evham ve şükûkün te’siratına hedef oluyor. Eskidenberi her bir vechiyle Ekradın mâdununda bulunanlar, bugün onların hal-i tevakkufta kalmalarından istifade ediliyor. Bu ise ehl-i hamiyyeti düşündürüyor... Ve bu üç nokta, Kürtler için müstakbelde bir darbe-i müdhişe hazırlıyor gibi ehl-i basireti dağ-dar etmiştir.

Bunun çaresi: Nümûne-i imtisal ve sebeb-i teşvik ve terğib olmak için, Kürdistan’ın nikat-ı muhtelifesinde; Biri: Ertûşî aşairi merkezi olan Beyt-üş-şabab cihetinde...

Diğeri: Motkân, Belkân, Sason vasatında...

Biri de: Sipkân ve Hayderân vasatı olan nefs-i -”Van”da medrese nâm-ı me’lufiyle, ulûm-u diniye ve fünûn-u lâzime ile beraber- hiç olmazsa, ellişer talebe bulunmak ve oraca medar-ı maişetleri hükûmet-i seniyece tesvid edilmek üzere, üç dâr’üt-ta’lim te’sis edilmelidir. Bazı medârisin dahi ihyası, maddî, ma’nevî Kürdistan’ın hayat-ı istikbaliyesini te’min eden esbab-ı mühimmesindendir. Bununla ma’arifin temeli te’essüs eder ve bu mebde-i te’essüsden ittihad takarrur edecek, ihtilaf-ı dâhiliyeden dolayı mahvolan kuvve-i cesimeyi hükûmetin eline vermekle, harice sarf ettirilmek için, hakkıyla müstahakk-ı âdalet ve kabil-i medeniyet oldukları gibi, cevher-i fıtrîlerini göstereceklerdir.» (Asar-ı Bediyye sh: 367)

Yukarıdaki yazıda Bediüzzaman Hazretleri: Çeşitli ırklardan meydana gelen Osmanlı Devleti bünyesinde, mühim bir topluluk olan Kürtlerin en evvel eğitim ve öğretime ihtiyaçları olduğu; fakat bu eğitim ve öğretimin mahalli lisan olan Kürdçe yapılmasını ve din ilimleri ile fen ilimlerinin beraber okutulmasının şart olduğu, böyle olmazsa sair ırkların yanında Kürdlerin geri kalacağını ve bunun ise istikbalde çok fena neticeler vereceği nazara veriliyor. -Hal-i alem bunu tasdik etmiştir-

Çare olarak da Kürdistan’ın (şimdiki şark vilayetlerinin o zamanki ismi) muhtelif noktalarında mezkür tarzda okullar açılacak ve birlik beraberlik sağlanacak ve fıtraten cesur olan Kürdler ıslam’a ve Devlet’e çok hizmet edeceklerdir, diye önemli noktalar nazara verilmiştir. Fakat maalesef Bediüzzaman Hazretlerinin maksat ve düşüncelerini anlayamayan o zamanın idareci kadrosu Padişaha da yanlış bilgiler vererek, Bediüzaman Hazretlerinin akıl hastanesine sevk edilmesine sebep olmuşlardır.

Hastanede Doktor ile aralarında uzun bir konuşma geçen Bediüzzaman Hazretleri Doktora der ki:

«Ben değil, memleket ve millet hastadır. Onların tedavisi için geldim. şark memleketi yaratıldığı durumda durmaktadır. Halkı cehâlet bataklığında boğulmaktadır. Onları kurtarmak ümidiyle buraya geldim. Burada bu hususda çalışırken cinnet ile ittiham edildim. Hakikaten deliler içine düşen deli olur ki; ıstanbul’a geldim, ben de deli oldum” der.

“Doktor Bediüzzaman’ı dinledikten sonra, hayret içinde kalır.. Ve onun nasıl maarifperver, vatanperver, hayırhah, eşsiz bir zekâ sahibi olduğunu anlar. Raporunu şöyle tanzim ederek Mabeyne gönderir: “şimdiye kadar ıstanbul’a gelenlerin içerisinde zekâ ve fetanetçe böyle bir nadire-i cihan bulunmuş değildir.”

“Doktorun bu raporu üzerine Mabeyn’e telaşa düşer. Hemen Bediüzzaman’ı çarçabuk tımarhâneden tevkifhâneye aldırırlar. Bir an evvel onu ıstanbul’dan uzaklaştırmak gayesiyle 30 altın lira maaş, bir miktar da para teberru’ hususunda irade-i saniyyeye iktiran ettirilerek Zabtiye Nazırı şefik Paşa ile Bediüzzaman’a gönderirler.» (Mufassal Tarihçe-i Hayat sh: 191)

O zamanın bazı işgüzar devlet adamları tarafından hapishaneye konulan konulan Said Nursi Hazretleri ile Padişah adına geldiğini söyliyen Zabtiye Nazırı (şimdiki Emniyet Genel Müdürü) şefik Paşa ile aralarında geçen konuşmada alınacak dersler vardır. Bu konuşmayı Üstad Hazretlerinin kendi kaleminden takip ediyoruz:

«Devr-i ıstibdadta tımarhaneden sonra tevkifhânede iken Zabtiye Nâzırı şefik Paşa([2]) ile muhaveredir.

Zabtiye Nazırı: -Padişah sana selâm etmiş.. Bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da yirmi otuz lira yapacak dedi.

Cevaben: Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim. Milletim için geldim. Hem de bana vermek istediğiniz, rüşvet ve hakk-ı sükûttur.

Nazır: -ıradeyi reddediyorsun. ırade red olunmaz.

Cevaben dedim: Reddediyorum; Tâ ki Padişah darılsın, beni çağırsın. Ben de doğrusunu söyliyeyim.

Nazır: -Neticesi vahimdir!.

Cevaben: Neticesi deniz olsa, geniş bir kabirdir. ı’dam olunsam bir milletin kalbinde yatacağım. Hem de ıstanbul’a geldiğim vakit, hayatımı rüşvet getirmişim. Ne ederseniz ediniz!..

Bunu da ciddi söylüyorum; ben isterim ki ebna-i cinsimi bilfiil ikaz edeyim ki, Devlete intisap, hizmet etmek içindir. Maaşı kapmak için değildir. Hem de benim gibi bir adamın millete ve devlete hizmeti nasihatladır. O da hüsn-ü te’sir iledir. O da hasbîlikledir, bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da terk-i menafi-i şahsiye iledir. Binâenaleyh, ben maaşın kabulünde ma’zurum.

Nazır: -Senin Kürdistan’da neşr-i ma’arif olan maksadın Meclis-i Vükela’da derdest-i tezekkürdür.

Cevaben: Acaba ma’arifi te’hir, maaşı ta’cil edersiniz, ne kaide iledir. Menfaat-i şahsiyyemi menfaat-ı umumiye-i millete tercih ediyorsunuz.

Nazır hiddet etti!..

Ben dedim: Ben hür yaşamışım. Hürriyet-i mutlakanın meydanı olan Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Bana hiddet faide vermez. Nafile yorulmayınız!.. Beni nefiy edin, Fizan olsun, Yemen olsun râzıyım. Siz de, pineduzluktan ve yamacılıktan kurtulursunuz. Ben de yüksekten düşmekle incinmekten kurtulurum.

Nazır: -Ne demek istiyorsun?

Cevaben dedim: Sigara kâğıdı kadar ince ve nizam namiyle bir perdeyi bu kadar feveran-ı efkâr ve hissiyata karşı herkesin üstüne örtmüşsünüz. Herkes altında sizin tazyikatınızla meyyit-i müteharrik gibi inliyor. Ben acemî idim, altına girmedim. Üstüne düştüm. Suret-i telebbüsüm gibi ahlâkım da sakil idi. Bir kere Mabeyn de yırtıldı. şişli’de bir Ermeni‘nin evine düştüm. Orada da yırtıldı. şekerci Hanı’na düştüm, orada da yırtıldı. Tımarhaneye düştüm. şimdi de tarassuthaneye düşmüşüm.

Hasılı : Siz de o kadar yamacılık yapamazsınız. Ben de incinirim. Hem de Kürdistan’da iken sizi iyi bilirdim. Bu ahvâl sizin serairinizi bana iyi öğretti. Bâhusus tımarhane bu metinleri bana iyi şerhetti.. Hem de bu hallere teşekkür ederim. Zira su-i zan makâmında hûsn-ü zan ederdim.» (Âsâr-ı Bediiye sh: 331)

Sultan Abdülhamid Hazretlerini Hilafet makamında muhafaza etmek için, Bediüzzaman Hazretlerinin matbuat lisaniyle bazı tavsiyeleri olmuştur. Ezcümle, 1909 senesinde verildiği mahkemede ve daha sonra neşredilen bir yazısında aynen şöyle diyor:

«Daire-i ıslâmın merkezi ve rabıtası olan nokta-i hilâfeti elinden kaçırma­mak fikriyle ve sabık Sultan merhum Abdülhamid Han Hazretleri sabık içtimaî kusuratını derk ile nedamet ederek kabul-ü nasihate istidat kesbet­miş zannıyla ve “Aslâh tarik musalâhadır” mülâ­hazasıyla, şimdiki en çok ağraz ve infiâlâta mebde ve tohum olan bu vukua gelen şiddet suretini daha ahsen surette düşündüğümden, merhum Sultan-ı sâbıka ceride lisanıyla söyledim ki:

Münhasif Yıldızı darülfünun et, tâ Süreyya kadar âli olsun. Ve oraya seyyahlar, zebânîler yerine ehl‑i hakikat melâike-i rahmeti yerleştir, tâ cennet gibi olsun. Ve Yıldız’daki milletin sana hediye et­tiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî darülfünunlara sarf ile mil­lete iade et. Ve milletin mürüvvet ve muhabbe­tine itimad et. Zira, senin şahane idarene millet mütekeffildir. Bu ömürden sonra sırf âhireti dü­şünmek lâzım. Dünya seni terk etmeden evvel sen dünyayı terk et. Zekâtü’l-ömrü ömer-i sâni yo­lunda sarf eyle.

şimdi muvazene edelim: Yıldız eğlence yeri ol­malı veya darülfünun olmalı? Ve içinde seyyahlar gezmeli veya ulema tedris etmeli? Ve gasp edil­miş olmalı veyahut hediye edilmiş olmalı? Han­gisi daha iyidir? ınsaf sahipleri hükmetsin.» (Divan-ı Harbi Örfi sh: 30)

Yine aynı mevzuda sultan Abdülhamid Han zamanında, Bediüzzaman Hazretlerinin gördüğü hilafete dair gayet hakikatlı bir rüya:

«“Hilâfete dair bir rû’yadır. Âlem-i menamda Padişah’ı gördüm(48) dedim: Sen zekât-ül ömrü, Ömer-i sani(49) mesleğinde sarfet! Tâ ki, Meşrûtiyet riyasetine lâzım ve bi’atın mânâsı olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanasın!

Padişah dedi: “Ben onun yolunda gideyim. Siz de ol zaman ehlini taklid edebiliyor musunuz?.. Bir de sizde, onlardaki kuvvet-i ıslâmiyet ve safvet ve ahlâk’...”

Ben dedim: -Bizdeki tenbih-i efkâr-ı umumî ve tekmil-i mebadî ve vesait ve ihata-i medeniyet, o noktaların yerini tutmakla; hem o noktaları istihsal, hem de netice-i matlub olan terakkiyi intac edebiliyoruz. Dü-vel-i ecnebiyenin adaleti(50) bunu ispat eder.

O dedi: -Nasıl yapacağım?

Dedim: -ıstibdat, kalb-i memalik olan ıstanbul’da kan bırakmadığından, hüsn-ü niyyeti göster. Pür- şefkat ile Meşrutiyet’i kansız kabul ettiğin gibi, menfur olmuş Yıldız’ı mahbub-u kulûb etmek için, eski Zebanîler yerine, melaike-i rahmet gibi muhakkikin-i ulemayı doldurmak ve Yıldız’ı Dârul-Fünun gibi etmek; Ve ulûm-u ıslâmiyeyi ihya etmek ve meşihat-ı ıslâmiye’yi ve hilâfeti mevki-i hakikisine is’ad etmek.. Ve milletin kalb hastalığı olan za’f-ı diyanet ve baş hastalığı olan cehaleti, servet ve iktidarınla tedavî etmekle; Yıldız’ı süreyya kadar i’la et!

Ta, hanedan-ı Osmanî ol burc-u Hilâfette pertevnisar-ı adalet olabilsin. Hem de havaic-i zaruriyeye iktisat et, ta alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki imamsın!..

Birden uyandım, gördüm ki; asıl bu âlem-i yakaza rü’yadır. Asıl uyanmak (uyanıklık) ve hakikat o rü’ya imiş...”(Asar-ı Bediiye sh: 375)

SULTAN ABDÜLHAMıD HAN ıDARESıNı TENKıD MESELESıNıN HAKıKATı:

Sultan Abdülhamid Han idaresini tenkid eden bazı edip ve siyasi şahsiyetlerin, bir hiss-i kablel-vuku iltibasıyla yanlış hedefe taarruzları olmuştur. Bu iltibasın esas sebebi, aşağıdaki rivayetin te’vili ile anlaşılır. şöyle ki:

«Rivayetlerde her iki Deccal'ın hârikulâde icraatlarından ve pek fevkalâde iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş. Hattâ bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi uluhiyet isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir?

Elcevab: (vel ilmi ındellah) ıcraatları büyük ve hârikulâde olması ise: Ekser tahribat ve hevesata sevkiyat olduğundan, kolayca hârikulâde öyle işler yaparlar ki; bir rivayette "Bir günleri bir senedir" yani, bir senede yaptıkları işleri, üçyüz senede yapılmaz, denilmiş. Ve iktidarları pek fevkalâde görünmesi ise, dört cihet ve sebebi var:

Birincisi: ıstidrac eseri olarak, müstebidane olan koca hükûmetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında tevehhüm edilmeğe sebeb olur. Halbuki hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehasin ve şeref ve ganîmet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Meselâ: Bir tabur bir kal'ayı fethetse, ganîmet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfî tedbirler ile zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.

ışte hak ve hakikatın bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müdhiş başlara ve menfî icraat ve seyyiat bîçare milletlerine verilmesiyle; nefret-i âmmeye lâyık olan o şahıslar, -istidrac cihetiyle- ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.

ıkinci cihet ve sebeb: Her iki Deccal, a'zamî bir istibdad ve a'zamî bir zulüm ve a'zamî bir şiddet ve dehşet ile hareket ettiklerinden, a'zamî bir iktidar görünür. Evet, öyle acib bir istibdad ki; -kanunlar perdesinde- herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hattâ elbisesine müdahale ederler. Zannederim, asr-ı âhirde ıslâm ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kabl-el vuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hata bir cebhede hücum göstermişler.... Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harab ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder.» (şualar sh: 593)

Yukarıdaki ifadelerde Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Sultan Abdülhamid’e yapılan itirazların mahiyetini açıklamaktadır. Namık Kemallerin, Ziya Paşaların hiss-i kabl-el vuku ile çok sonra çıkacak dehşetli hakiki istibdad ve zulmü hissettiklerini fakat yanlış yere ok attıklarını söylemektedir.

Bediüzzaman Hazretleri Sure-i ıbrahim’in başındaki ayetin (elazîzil hamîd) kelimelerinin, Sultan Abdülaziz ve Sultan Abdülhamid devrelerine ima ettiğini müsbet manada ifade etmektedir. (Bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi sh: 104)

Yine Üstad Hazretleri Sekizinci şuanın sonlarında, ıslam Hilafetinin ne kadar devam edeceğini bildiren bir hadîs-i şerifin mana-yı işarilerini yazarken ... cifri ve ebcedi hesabiyle Hicri 1328 (Miladi 1909) Rumi 1326 (Miladi 1909) ederek bu tarihte mana-yı hilafetin sona ereceğine işaret etmiştir. (Bk. Sikke-i Tasdik-i Gaybi sh: 182) Bu tarih Sultan Abdülhamid’in Halifelikten indiriliş tarihi olup Sultan’ın hakiki manada ıslâm’ın son halifesi olduğu ifade edilmiştir.
Bir gömlek düştü bu hikayede bize, yakub’un gözyaşına değen…

  • Konuyu başlatan "barla aşkı"

Mesajlar: 16

Konum: diyarbakır

Meslek: üniv.öğrencisi

Hobiler: risale-i nur,kitap,sinema,internet

  • Özel mesaj gönder

13

22.05.2006, 18:14

hepinizden Allah razı olsun inşallah...
Allah göklerin ve yerin nurudur...(nur,35)

14

28.05.2006, 11:19

peygamber saygısı

Osmanlı, Peygamberine hakaret ettirmezdi

Ne oluyoruz? Danimarka, derken Norveç, Almanya ve Fransa... şu karikatür kuşatmasından bahsediyorum. Kaç gündür sabah akşam bu haberlerle dertleniyoruz. Bazı yazarlarımız Danimarka mallarını külliyen boykot çağrısı dahi yaptılar.


Bu üzücü haberleri işitip de Sultan Abdülhamid’i anmamak mümkün mü? Devletin en müşkil anlarında bile Düvel-i Muazzama’nın idarecilerine sözünü geçirebilen ve ıslamiyet hakkında kalem oynatır veya tiyatroda bir eser sahneye koyarken dinî değerlerimize karşı daha itinalı olmalarını sağlayan bir derin hassasiyetin değişmez adresiydi Halife hazretleri.

ışte onun Peygamber Efendimiz (sav) ve ecdadının haklarını, hem de şu Yıldız Sarayı’ndan dışarıya adımını atmadan nasıl savunduğuna ilişkin birkaç olay.

Yıllardan 1890’dır. Fransız akademisi üyelerinden Marki de Bonnier, “Muhammed” adlı bir dram yazarak Comedie Français’e teslim etmiştir ve alınan haberlere göre oyunun provaları başlamak üzeredir. Sahnede bir aktör Hz. Peygamber rolüne çıkacaktır. Oyunun Efendimiz’in manevî şahsiyetini, dolayısıyla ıslam dinini ve Müslümanları küçük düşüren hakaretamiz bölümler ihtiva ettiği haberleri Abdülhamid’i “Halife-i Müslimîn” sorumluluğuyla derhal harekete geçirecek ve yalnız o tiyatroda değil, bütün Fransa’da sahnelenmesini engelleyecektir oyunun. Nasıl mı? Fransa Cumhurbaşkanı Sadi Carnot’ya Paris Sefiri Salih Münir Paşa eliyle haber uçurarak. Tabii Carnot Cenaplarına, ıslamiyet’e yaptığı bu mühim hizmet karşılığında bir Nişan-ı ımtiyaz takdim edildiğini söylememe gerek yok.

Ancak de Bonnier de işin peşini bırakmaya niyetli değildir. Bu defa eserini Abdülhamid’in diş geçiremeyeceğini tahmin ettiği, devrin ABD’si olan ıngiltere’de oynatmak için girişimde bulunur. Ne var ki, Irving adlı bir aktörle anlaşmış olmasına, bir nevi devlet tiyatrosu olan Lyceum Kraliyet Tiyatrosu’nda oynanması kararlaştırılmasına rağmen, Abdülhamid’in müdahalesinden kurtulamaz. Bu defa diplomatik kanallardan bizzat ıngiltere’nin ılımlı Dışişleri Bakanı Lord Salisbury devreye sokularak piyesin yalnız o tiyatroda değil, bütün ıngiltere’de oynanması yasaklanır.

Marki de Bonnier-Sultan Abdülhamid kovalamacasının böylece noktalanmış olduğunu sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü bu işin bir de üçüncü raundu var.

Devir değişmiş, Lord Salisbury gitmiş, yerine bir başka Lord, ıslamiyet’e daha mesafeli duran Roserbery geçmiştir. Bunun üzerine Marki de Bonnier yeniden atağa kalkar ve bir başka Londra tiyatrosuyla anlaşır. Ancak bu defa da eserini sahneye koydurmayı başaramayacaktır. Velhasıl Abdülhamid’in mahir diplomasisi, bu mel’anetin icrasına müsaade etmeyecektir. Nitekim 1900 yılında Paris’te oynanmak istenen Muhammed’in Cenneti adlı bir başka piyesin ancak ismi ve muhtevası değiştirilerek sahneye konulur hale getirilmesi de onun ince diplomatik girişimlerinin eseridir.

Keza Roma’da oynatılmak istenen Fatih Sultan Mehmed üzerine bir piyes de, Osmanoğullarının küçük düşürüleceği gerekçesiyle yasaklatılmıştır. ışin ilginç yanı, kendi gücünün yetmediği durumda yakın dostu Alman ımparatoru Wilhelm’i devreye sokarak bunu başarmasıdır. Yasaklama olayını haber veren 15 Nisan 1890 tarihli bir ıtalyan gazetesi (Capitan Fracassa) aynen şunları yazmaktaydı: “Bu dramın sahneleneceği haberi üzerine, Sultan [Abdülhamid], kendisine, bir Rus filosunun Boğaziçi’ne doğru hareket halinde bulunduğu bildirilmiş gibi, heyecana kapıldı. ımparator Wilhelm de ilgilenmiş göründü.”

Abdülhamid Han’ın sevgili Peygamberine, ıslamiyet’e ve ecdâdına yönelik küçük düşürücü tavırlara karşı, güçlü Batılı devletleri karşısına alma pahasına, müsamahasız, tavizsiz ve kararlı tutumu kısa sürede etkisini göstermiş ve tiyatrolar ıslamiyet’le ilgili eserleri daha bir titizlikle seçer olmuşlardır. Sonuçta gerek Fransa’da, gerekse ıngiltere ve ıtalya’da, hatta ıngiliz işgali altında bulunan Hindistan’da Peygamber Efendimiz ve Osmanlı padişahlarına yönelik bu tür hakaret içeren eserlerin sahnelenmemesi yolunda bir gelenek oluşmuştur. Nitekim Avrupalı bürokratların Osmanlı’nın hassasiyetini nazar-ı dikkate aldıklarını ve basını da zaman zaman uyardıklarını görüyoruz. Bu da Abdülhamid’in iktidar ve nüfuzunun sadece içeride ve sadece ıslam âleminde değil, Avrupa’da da oldukça yüksek olduğunu gösteriyor.

Bir piyes için koca Alman ımparatoru II. Wilhelm’i bile devreye soktuğuna bakılırsa onun bu işleri ne kadar ciddiye aldığı ve aldırdığı rahatlıkla anlaşılır. Aleyhteki propagandasına son vermek için bir ara ıngiltere’nin ünlü “The Times” gazetesini satın almaya dahi kalkıştığı söylenir Sultan’ın. Neden vazgeçtiğini bilmiyorum. Ama hiç de yabana atılacak bir fikir değil bence. Düşünsenize, “Times” gazetesi bizim olsaydı...

Mabeyn kâtiplerinden Tahsin Paşa’nın yalancısıyım. Sultan Hamid her sabah “Times”, “Temps”, “Kölnische Zeitung”, “Tribune”, “Standard” gibi ıngilizce, Fransızca ve Almanca gazetelerin siyasî makalelerini günü gününe tercüme ettirip inceler, tepki verilmesi veya düzeltilmesi gereken haber ve yazıları işaretler ve bazı ünlü yerli ve yabancı yazarlara cevaplar yazdırarak o gazetelerde yayınlatırmış. Bununla da yetinmeyen propaganda üstadı Abdülhamid, Avrupa gazetelerinin temsilcilerini saraya çağırır, onlara iltifatlar edip hediyeler takdim ettikten sonra, çıkan haberlerin düzeltilmesini rica edermiş. ıtiraz etmek ne mümkün! Birkaç gün sonra bakarmışsınız ki, o muhabirler aynı gazetede bu defa Osmanlı lehine haberler yazmışlar.

şimdikiler ne yapıyor? Biliyorsunuz. Ve biz bu işleri becermiş olan adama, şahsî iktidarı için diktatörlük yaptığı iftirasını atmaya devam ediyoruz. Peygamberinin hakkını savunmanın şahsî iktidar tutkusuyla ne alakası var? Bilen varsa söylesin.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir