Giriş yapmadınız.

1

18.08.2003, 21:11

Tarih boyu kadın

Bizim aile Dergisin yazarlarindan Nurdan Damlanin konuyla ilgilenenler icin önemli bir calismasi.Tarihsel bir gezintiden sonra Islamiyette Kadin konusuna isik getirilmistir.

Tarih boyu kadın
insanlık tarihine baktığımızda kadını yüzyıllar boyu gerçek kimliğini bulamamış bir varlık olarak görürüz. Kadın hep horlanmış, yıpranmış, itilmiş bir şahsiyet olarak çıkar karşımıza. Daha gerilere gidersek bazı toplumlarda kadının insan olup olmadığı konusunda da ciddi handikaplar yaşandığına şahit oluruz.
Onun adî bir hayvan olduğunu kabul etmiş toplumlar bile gelip geçmiştir dünya yüzünden. Tarih sürecinde kadının yeri ve kimliği konusunda şöyle bir gezinti yapalım istedik:
Eski Hind’de kadın murdar kabul edilirdi. Hiçbir hayat hakkı tanınmadan kâh kocasına, kâh babasına, akrabasına, hatta oğluna esir olarak verilirdi. Mamu kanunlarına göre ise kocası öldüğü aynı günde o da öldürülür ya da diri diri yakılırdı.
Budizmin kutsal kitabı Veda’larda kadın kasırgadan, ölümden, zehirden, yılandan daha kötü, uğursuz bir mahluk olarak kabul edilir ve öyle muamele görürdü.
Kadının tarih sürecindeki yeri ve kimliği konusunu araştırırken bir dizi hazin tabloyla karşılaşırız. Mezopotamya çevresinde Sümerler, Akadlar, Babiller ve Hititlerde, hatta eski Yunan’da ve Romalılarda kadın hep esir bir varlık olarak çıkar karşımıza. Bütün bu toplumlarda kadın; hiç bir hayat hakkı olmayan, aşağılık bir mahluk olarak toplumdan dışlanmıştır.
Tarih sürecinde kadının yeri ve değeri konusundaki arayışımız sürerken eski Çin’de kadının insandan bile sayılmadığı, bir isminin dahi olmadığı, sayı ile çağrıldığını ve “domuz” lakabıyla anıldığına şahit oluyoruz.
Eski Roma toplumunda ise yaygın fuhuş rezaletinin vahim sonuçlar doğurması üzerine din adamları tarafından “iblisin silahı” olarak dışlandığını görüyoruz. Kadın bir musibet, bir şer varlık olarak nitelendirilmiş, toplumdan uzaklaştırılmıştır. Hatta işi daha ileri bir boyutlara vardırmış toplumlar, Ruhbaniyet prensibinde, mücerret kalma fikrindeki anlamsız ısrarın kadın hakkındaki bu menfi görüş müvacehesinde ortaya çıktığını anlıyoruz.
Fransız tarihinde kadın, “ınsan mıdır, değil midir?” tartışmasıyla çıkar karşımıza. Fransız mahkemesince alınan karar aynen şöyledir:
“ınsandır, fakat erkeğe hizmet için yaratılmış bir hizmetçidir.” Fransız ıhtilâli insanlığın zilletten kurtuluşunu ilân ederken dahi “kadın, sabi ve mecnun kısıtlıdır,” nassından vazgeçmemiştir. Tarihin en değişken akışında bile kadının itilmiş kimliğinden sıyrılamayışına şahit olmak oldukça keder vericidir.
ıngiliz tarihine baktığımızda kadının vatandaş olarak sayılmadığı gerçeği ile yüz yüze geliyoruz. Mülkiyet hakkından yoksundur. Kutsal kitap olan ıncil’e dokunamamaktadır. Kadının hep aşağı, hep zelil bir varlık olarak gördüğü muamele devam etmektedir.
Ordan Eski Arap Yarımadasına uzanıyoruz. Bu kez kadın için çok katı bir hükümle karşılaşıyoruz:
“Kadın, at ve ev uğursuzdur.” Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülüş gerçeği insanlığın yüz karası olarak geçer tarih sayfalarına. Kız babaları toplumda başı eğik dolaşmaktadır. Yaşadıkları toplumun vahşiyane gelenekleri mucibince suçlu pozisyonundan bir türlü kurtulamamışlardır.
Görüldüğü üzere kadın, tarihte zikrettiğimiz süreç içersinde asla asli vechesini bulamamıştır. Bütün bu taassubî ve katı tutumlara maruz kalan, en ağır tahakkümlere tâbi tutulan kadına lâyık bulunduğu değeri bihakkın iade eden tek bir hüküm çıkar karşımıza.
Tarih sürecindeki arayışımız ancak o kesin hükümlerin aydınlığında sükun bulur. Alemi adalet kavramıyla ayağa kaldıran, yerdeki karıncanın dahi hayat hakkını koruyan bir dinin yerinde icraatıyla soluklanırsınız. Kadının başına insanlık tacını takıp onu annelik kürsüsüne oturtan ıslâm dini, o narin varlığı himaye kanatları altına aldığında, kadının gerçek vechesine kavuşmuş olamasından dolayı nihayetsiz bir sevinç duyuyoruz.
ıslâm hükümleri dünyayı titreten bir kararlılıkla kadını içinde bulunduğu yoksun kimlikten sıyırıp ona latif ve yüce bir varlık gözüyle bakar. Haya, namus, incelik mücevherleriyle onu donatır. Onun değerli bir varlık ünvanıyla şereflenmesiyle insanlığa ışık tutar. Yüzyıllar boyu itilip horlanmış o aşağılık mahluk(!) erkeğinin hizmetçisiyken bir anda nasıl sultanı olduğuna dikkat kesilirsiniz. Bir yanda Cennet ayaklarının altına serilirken öte yanda ilim, sanat, marifet kapılarında ilerlemesi için hedef ve teşvik kapıları önüne açılmıştır. Erkekle aynı hizada, her konuda eşit bir çok noktada daha rahattır kadın. Artık nafakası erkeğin sırtındadır. Çocuğuna öğretmen, yuvasına hakimdir Alemin sevgi güneşi Muhammed Mustafa´nın(a.s.m.) kurtarıcı hükümleriyle birlikte kadının aslî kimliğine kavuşmuş olduğunu görüyoruz.
O güne kadar kadına dünyanın hiçbir yerinde bu aslî değer hak ve hürriyetler verilmemiştir. O horlanan, itilen, ezilen nahif şahsiyete şefkat himayesini bir tek ıslâm dini germiştir. Yüce Resul (a.s.m.), “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Güzel koku, kadın ve gözümün nuru namaz,” buyururken kadının tiksinilecek değil sevilecek bir varlık olduğuna dikkat çeker. O güne dek aksi yaptırımlar içinde olan insanlık şaşkındır. “Bu kadar mı kıymetli?” sorularıyla kadına bakış çehresi büsbütün değişir. Kadını çok sevdiği namaz ve güzel, hoş kokularla bir zikreden yüce Resul (a.s.m.) kadının ruh inceliğini, asaletini, latifliğini, yaradılış inceliğini insanlığa bu şekilde bildiriyordu.
Ona gerçek kimliğini tek din olan yüce ıslâm biçmişti. ınsanlık hayretler içinde bu kesin gerçeği kabul etmekten başka kurtuluş bulamamıştır. Kadına verilen ehemmiyet öylesine mükemmeldir ki adına sure, Nisa Sûresi indirilir. Kadının hakkı ve hukuku en güzel şekilde gözetlenirken yüce Nebi (a.s.m.) kadının erkekle eşit olduğunu, hatta takva noktasında daha üstün olabileceğini vurgulamak üzere şöyle buyurmaktadır:
“ınsanlardan en çok sevdiğim Aişe, erkeklerden de onun babasıdır.”
Aişe’nin yaşıtları henüz bebekken diri diri toprağa gömülmüş, emsalleri köle pazarlarında satılmışlardı. şimdi ise onun şahsında kadın en yüce mevkiye yerleştirilerek insanlığa bir adalet dersi veriliyordu. Kadını en değerli mücevherlerden daha kıymetli tutuyor, onu tesettür muhafazası içinde islenmeyecek elmas pahasında olduğunu bildiriyordu. Toplumun her kesiminde kadının asli bir yerinin olduğu ikazıyla nafakasını eşine, babasına ve yaşlandığında evladına yükleyerek onu her bakımdan rahata erdiriyordu. Kadından her türlü nimeti esirgeyen en bedevi toplumlara şu ikazda bulunurken kadına verdiği himayekâr sahiplenişi şöyle tahattur ettiriyordu:
Erkek, hanımına su dahi içirse, ondan sevap kazanır.”
Onu horlayıp hakir görenlere, “Kadınları ancak kötüleriniz döver,” nassıyla indirdiği kati hükümler kadının en güzel muamelelere layık olduğunu bildiriyordu. ınsanlık tarihi boyunca kadına hakkıyla mülkiyet hakkı tanıyan, seçme ve seçilme özgürlüğü sunan tek sistem ıslâm ne kadar da mükemmeldi. Bu insanlık tarihinde vuku bulan en büyük rönesanstı.
Diğer taraftan büyük Fransız ıhtilâli sonunda Batıda ezilen, horlanan, aşağılanan kadına sözde özlük hakları doğmuştu. Kadın yüzyıllar boyu mahrum bırakıldığı hak ve hürriyetlerine kavuşmuştu. Lâkin Batılı bu kez bir ifrat tefrit ikileminde idi. Bir zamanlar alabildiğine horlanıp aşağılanan kadına sınırsız ve ölçüsüz özgürlükler tanındı. Kadın gücünün yetip yetmediği her alana “korkusuz şövalye” cüretiyle atıldı. Bu ikilem sürecinde yine kadının korkunç esaretlere maruz bırakılış acısı ne kadar da hazindir... Evinden, eşinden, yuvasından bigâne bırakılarak “medeniyet” denen zahirde medenî, özde “esaret” zincirinin görünmez ağlarına düşürülen kadın, ıslâm denen bir kurtarıcıyı tanımamanın bedbahtlığına düşmüştür. Bir zamanların insan dahi sayılmayan varlığı, şimdi etinden ve zerafetinden yararlanılan bir hilkat garibesi olmuştur.
Yeni yüzyıl medeniyetlerinde kadın ne idüğü bilinmez hainane güçlerin pençesinde ufaldı. Kadın yorgun, kadın, çaresiz, kadın bitap kaldı. Çağdaş kadın sınırsız özgürlük adına atıldığı macera dolu yaşayıştan ne kadar mutsuz, ne kadar da yorgundur. Tarih boyu olduğu gibi bu çağ kadını da aldatılıyor, kınanıyor, yararlanılıyor. Özgür değildir kadın. Erkeğin bazı his ve hevesatlarına hitab etmiyorsa kovuluyor, horlanıyor, atılıyor toplumdan hâlâ. Gücünün kapasitesinin çok üstünde performanslara tâbi tutuluyor. Çalışıyor, didiniyor, doğuruyor, koşturuyor, soyunuyor yine de mutlu olamıyor kadın.
Tarihten günümüze kadına bakış sürecimizde çağ kadınını iki ayrı prototipte gözlemliyoruz. Bu bağlamda dinin hükümlerini benimsemiş kadının mutlu ve huzurlu hayatı dikkat çekicidir. Çünkü o anlamıştır ki ona gerçek kimliğini ve aslî değerini bir tek hüküm vermiştir:

ıslâm dini. Akıllı kadın kurtuluşunu ve hakiki değerini onda bulduğu için dört elle dine sarılmıştır. Ne horlanıp dışlanmış bir mahlûk muamelesi ne de alabildiğine ölçüsüz bir muamele istiyor kadın. Onun tek ve yek mutluluğu yüce dini ıslâmın ona verdiği ölçülü yaşayışlar ve ölçüsüz ilim tahsil hakkıdır.
Kalplerin en lâtifi, en şefiki olan kadın kalbi yalnız ıslâm ölçülerinde huzur bulmaktadır. O hem yuvasının sultanı, hem kocasının arkadaşı, hem yavrusunun candaşı olmalıdır. Dinin ona verdiği her türlü hayat hakkını o da yaşamalıdır. ılim öğrenmeli, iyi yetişmelidir kadın. Elinde yetişecek nesil fidelerini en güzel yetiştirecek olan o değil midir? Kadın insanlığın ilk mürebbisi, ilk insan mühendisidir. Onun elinde insan yavrusu doğar. Onun elinde şekil alır, onun ilmiyle büyür. Toplum bireyleri onun kültürüyle yoğrulur. Bu kadar ehemmiyetli varlığın ilimden mahrum bırakılması, horlanıp itilmesi hangi kanun iledir? Günümüz hak ve hukuk kısıtlamalarını yaşadıkça kadının bazı güçler tarafından tıpkı ilk çağ medeniyetlerinde olduğu seviyelere indirildiğini görmek hakikaten elem vericidir.
Yüzyıl kadınının yaşadığı handikaplar ise büsbütün içler acısıdır. Dünyanın kuzey yarımküresinde, Türkiye denilen bir ülkede erkekler her türlü özlük haklarından istifade ederken kadın aynı hakları kullanamamaktadır. Dinin gereklerini yaşayan bir erkek hakim, avukat, doktor, öğretmen olabiliyorken kadın üniversite kapılarından kovulmaktadır. Uzay çağında bir ülkede başı örtülü küçücük kızların cılız bileklerine ve narin ellerine hâlâ kelepçe vurulmaktadır. En akıl almaz hakaretler, manevi baskılar, akıl almaz tezatlarla kadın bir dizi işkenceye maruz kalmaktadır. Terü taze genç kızlar karakol kapılarında, okul bahçelerinde coplanıp, gözyaşı dökmekle perişanlar. En tabiî seçme hakkı olan inandığı ve rahat ettiği gibi yaşamak hakkı elinden alınan kadın, ortaçağ zihniyetinin uygulandığı tek kahraman olma ünvanına ne yazık ki yeniden layık görülmüştür.
Demokratik hak ve hürriyetlerin temelden sarsıldığı bir ülkede kadın yine horlanmakta, yine itilip aşağılanmaktaysa eğer, çağdaş medeniyet seviyesi dediğimiz o çok hayalini kurup teranesini dilimize pelesenk yaptığımız sözlerin neden çok uzağındayız? Kadının bunca horlanıp itilmesine artık tahammül edemiyoruz. Bırakalım ülkemiz insanı istediği ve inandığı gibi yaşasın. Aynı tarz hayatı yaşayan bir erkek ne kadar özgür ve rahatsa, hiç değilse o kadar hak tanınsın. Gözyaşları dinsin, kana belenen yürekler huzura kavuşsun artık. Ümitler sönmesin tazecik yüreklerde. On üçünde genç kızların gözleri, hayatları boyu unutamayacakları manzaralara dehşetle açılmasın.
Bizim de insanımız medeni ölçüler içinde yaşasın. Kadın artık hür olsun. Dininin ona verdiği ilim öğrenme hakkını o da kullansın. Ve kadın tarih sürecindeki yerini artık onun dilinde alsın. Dünyamızdan kendine sevdirilen üç şeyden biri olmak kıymetindeki kadın yüce Resulün (a.s.m.) emaneti değil midir? Üzülmesin kadın, artık ağlamasın. Yaşlı gözleri silinsin artık... Sevgi, saygı, demokratik hak ve hürriyetlerden sonuna dek istifade etsin kadın. O hiçbir şey istemiyor. O kedilerin, kuşların, kelebeklerin, erkeklerin ve insanların elde ettiği bir hakkı istiyor. Bunun için ağlıyor. Bunun için tarih sürecindeki yerini ve kimliğini bulamıyor. Bunun için inkişaf edemiyor. Bunun için dışlanıyor. Evet o sadece tek bir şey istiyor: Kişisel hak ve hürriyetlerini... Sadece kişisel hak ve hürriyetini. Sadece onu istiyor.
Uzay çağında artık tarih boyu ezilip horlanan kadının yüce dininin ona verdiği gerçek değerle huzura erdiği bir modele ihtiyacı var. Dileğimiz kadının toplumun her kesiminde kadınlığının gereklerini dinin emrettiği ölçüde rahatça yaşayarak toplumun her kesiminde aktif hayat girmesidir. Kadına gerçek hak ve hürriyetlerinin en kısa zamanda iade edilmesi dilek ve ümidiyle!...

yesghost

Stajyer

Mesajlar: 154

Konum: istanbul zeytinburnu

Meslek: derici

Hobiler: risale-i nur

  • Özel mesaj gönder

2

17.09.2003, 02:26

ıngiliz tarihine kadar göz atın aynen devam ediyor dünyada yani mal olarak ama hangi kadın diyince ehli dünya kadını ehli ahiret içinse sultandır

3

05.05.2007, 12:41

Eski arşivleri karıştırayım dedim bu yazıyı gördüm :)
yüce dinimizin gelmesiyle nede güzellikler gelmiş...ALLAH 'a şükür olsun...paylaşı için de ALLAH razı olsun.. :wink:
şu âlemde mü'minin mü'mine karşı en büyük yardımı dua iledir.Barla -247

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir