Giriş yapmadınız.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

1

17.03.2010, 08:39

Hocam ehl-i velâyet ve keşif idi


Hocam ehl-i velâyet ve keşif idi





Hafız Ali Efendi'nin talebelerinden Hasan Ergünal:

Merhum Hafız Ali Ergün, İslâmköy’ünde (Isparta), babadan kalma, kendisine ait olan kerpiçten yapılı mütevazi bir evde dünyaya gelmiştir. (Hafız Ali’nin evinin yerinde şu anda Kız Kur’an Kursu bulunmaktadır.) Doğumu mahkeme kayıtlarına göre Hicrî 1317, Milâdî 1896’dır.

Hafız Ali Efendinin babasının adı ise Fazlı’dır. Fazlı Efendi’nin oldukça mütevazi, dindar ve dürüst bir yapıya sahip olduğunu Fazlı Efendi’yi bizzat gören zatlardan dinledik.

Hafız Ali Efendinin en büyük hususiyeti, Bediüzzaman Hazretleri 1926 yılında Barla’ya sürgün edildiğinde büyük bir sadakatle iman ve Kur’ân hizmetinde bulunmuş olmasıdır. Risâle-i Nur eserlerinin satır aralarında isminden ve hizmetlerinden çokça bahsedilen ve Nur’un kahramanlarından olan Hafız Ali Efendi’nin hayatını araştırdığımızda, birçok güzel hususiyetlerinin olduğunu gördük.

2007 yılının Aralık ayının son günlerinde bizzat İslâmköy’e giderek yaptığımız araştırmalarda Hafız Ali Efendi’yi daha da yakından tanıma fırsatımız oldu. Onu tanıyan ve bilen canlı şahitlerden ve talebelerinden bazı bilgi ve belgeler elde ettik.

AİLESİ HAKKINDA BİLGİ

Hafız Ali Efendi eşinin ismi, Ümmühan’dır. Salihat-ı nisvândan olan eşi Ümmühan Hanım hayırsever, etrafına iyilik saçan biri olarak bilinmektedir. Ayrıca, bu bahtiyar hanımefendi, Bediüzzaman Hazretlerinin iltifatlarına ve duâlarına mazhar olmuştur. Bediüzzaman Hazretleri bizzat kendisine duâda bulunmuştur.

Hafız Ali Efendinin çocuğu olmamıştır. Eşi Ümmühan Hanım da, rahmet-i Rahman’a kavuşmuştur. Mezarı İslâmköy Kabristanındadır.

İslâmköy’e yaptığımız seyahatlerde İslâmköy Mezarlığı’nda Ümmühan Hanım’ın mezarını çokça aramamıza rağmen bulamadık. Ancak, ruhlarına bir Fatiha göndermekle yetindik. Ayrıca, Hafız Ali Efendi’nin iki kız kardeşi olduğunu, fakat ikisinin de vefat ettiğini öğrendik.

BEDİÜZZAMAN’LA TANIŞMASI

Bediüzzaman’ın 1927 yılında Barla’ya gelmesi, sadece beldenin değil milyonlarca insanın hayatını etkileyecek bir dönüm noktası olur. Kutlu misafir, yıllar sonra Barla’dan ayrıldığında, o güne kadar adı sanı bilinmeyen bu küçük kasaba, artık ülkenin her tarafına kök salmış bir iman hareketinin merkezi hâline gelir.

Barla’daki yılların her ânı, Bediüzzaman ve talebeleri üzerinde çeşit çeşit baskı, takip ve eziyetler altında geçer. Buna rağmen Üstad, yıllar sonra o günleri “hayatının en mesut yılları” olarak yâd eder. Çünkü kader-i İlâhî hayatının en mesut günleri olarak yâd edeceği yıllarını geçireceği insanları etrafında toplar.

İşte bu insanlardan biri de Hafız Ali Ağabeydir. “Bir hoca efendi gelmiş” haberi karşısında Barla’ya giderek Üstadı ziyaret eder. Artık aradığını bulmuştur…

Daha sonra Hafız Ali, Risâle-i Nur Talebelerinin saff-ı evvellerinin mümtaz simalarından biri hâline gelir. Nur’un kahramanı olan bu zât, Bediüzzaman Hazretleri Eskişehir Hapsinden 1936’da çıktıktan ve Kastamonu vilâyetine gönderildikten sonra, İslâmköy’ü ve civarı Nur Talebelerinden bir heyet teşkil eder. Gece gündüz durmadan Nur Risâlelerini bir matbaa gibi el yazılarıyla çoğaltıp neşretmek için, çok büyük gayretler sarf eder. Adeta insanlardan yapılı bir matbaa makinesi gibi Nur Risâlelerini çoğaltmak için sarf ettiği gayret ve yaptığı büyük hizmetlerden dolayı “Nur Fabrikası Sahibi” ünvanını kazanır. Merhum Atabeyli Tahiri Mutlu Ağabey gibi büyük bir velî insan, 1935’lerden sonra, Merhum Hafız Ali Efendi’nin Nur Fabrikası dairesinde yetişen şahsiyetlerden biridir.

TALEBELERİ HAFIZ ALİ’Yİ ANLATIYOR

İslâmköylü Hafız Ali Ergün Efendi’den ders alan, ona talebe olan zâtları araştırırken, bazılarının hâlen hayatta olduklarını, bazılarınınsa vefat ettiklerini öğrendik. Hayatta olan talebeleriyle tek tek görüştük. İşte, talebelerinin bize anlattıkları hatıralar:

Hacı Hafız Hasan Ergünal

Hafız Ali’den Kur’ân ve Kur’ân hattı dersi alan Hasan Ergünal’ın bize ulaştırdığı hatıralar şöyle:

“Ben Üstad’ı 1945’te Emirdağ’da ziyaret ettim. Risâle-i Nur’u 7-8 sene evvel yazmaya başlamıştım. Üstad bizim köye ziyarete geldikten sonra artık tekrar tekrar ziyaretine gittim. İşte bir gün şunu da götüreyim, bunu da götüreyim de duâsını alsın diye çabalıyordum. Üstad’a vardığımda ben hiçbir şey söylemeden dedi ki: ‘Kardeşim! Benim talebelerim kader-i ezelîde tayin edilmişler; onlar bana geliyor, ben hiç kimseyi çağırmıyorum.’

“Üstad, kalbimi okumuştu… Nasıl ki, Üstad Hazretleri Van’dan çıkarılırken, ‘Kader-i İlâhî beni sevk ediyor’ diyor. Öyle de 8. Şuâ’da Gavs-ı Azam tarafından isimleri sayılan 7-8 kişi de kader-i ezelîden sevk edilmiş. Onun için biz çok bahtiyarız. Nasip olmuş… Zannetmeyin ki, herkes kendisi yazmış bu Risâleleri.”

“Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri, her halde 1954 yılı idi, şimdi Isparta’da müzede bulunan o arabayla İslâmköy’e geldi. ‘Ben niye geldim, biliyor musunuz? Ben sizi tebrike geldim. Sizin yazdığınız bu eserlerin dünyaya duyurulmasına ve neşrine sebep olduğunuz için sizi tebrike geldim’ dedi ve gitti. Ben bir müddet sonra Üstad’ı tekrar ziyarete gittim. Şöyle dedi: ‘Kim var sizin İslâmköy’de bu risâleleri yazan, sen hepsine selâm söyleyeceksin. ‘Sizin yazdığınız bu eserlerin dünyaya duyurulmasına ve neşrine sebep olduğunuzdan dolayı Üstad’ınız sizi tebrik ediyor’ diyeceksin’ dedi.

“Risâle-i Nur’u binler kalemlerle en korkulu zamanlarda yazıp neşredenler Isparta ve köylerindeki talebelerdir. Misâl olarak Sav Köyünü göstermek kâfidir. Üstad Kastamonu’da bulunduğu zaman, Isparta’nın yalnız Sav Köyünde bin kadar kalem senelerce Nurları yazmış, çoğaltılmasında çalışmışlardır...“Savlı Marangoz Ahmet (r.h.) diyor ki: ‘Bizim köyümüz, üç yüz elli hanedir. İki hoca, bir hacı, üç adamdan başka bütün evlerimize Risâletü’n-Nur girmiştir. Kadınlara, kız çocuklarına varıncaya kadar yazıyorlar. Hatta ümmîlerden-–kırk yaşından yukarı—yazı yazan on kadar kardeşimiz vardır.’ (Sikke-i T. Gaybi s. 46)

“Bunların yazdıklarının bir kısmı kendi ellerinde kaldı, bir kısmı Türkiye’nin her tarafına dağıldı. Şimdi de Amerika ve Avustralya’ya kadar yayılmaya devam ediyor. Demek ki, Üstad’ın o zamanki müjdesi tahakkuk ediyor İnşallahu Teâlâ.”

......

Hasan Ergünal Ağabey, çok güzel bir yazıyla yazılmış kitabı gösterdi bize. “Bu sizin yazınız mı?” diye sordum.

“Yok! Bu, benim hocamın yazısıdır” dedi. Onun hocası Hafız Ali Ağabey’den başkası değildi.

“Ben beşinci sınıfta yazmaya başladım, hâlâ da yazıyorum. Siz de mümkünse eski yazıyı öğrenin, bunları okuyun. Bakın bu Otuz Üçüncü Söz (Pencereler) Risâlesi, bunu kendim yazdım. Dünyanın fenlerinden istifade ediyoruz. Bende bütün külliyat var, fakat o zamanki ağabeylerin yazıları o kadar güzeldi ki, o yüzden utandım, Üstad’a götürmedim.

“Ahirette Risâle-i Nur Talebelerinin bayraktarı olacak Hafız Ali Ağabey nasıl bir insandı?” diye sordum Hasan amcaya. Şöyle dediler:

“Kendisi imamdı ve hafızdı. Gayet güzel Kur’ân-ı Kerim okurdu. Çiftçilik de yapıyormuş. Onun evi köyün öbür tarafında idi. Risâle-i Nur’a intisaptan sonra devamlı yazar, akşam namazından yatsıya kadar duâlarını okurdu. Yatsıyı talebeleriyle kılar, fazla oyalanmadan yatardı. Şafaktan evvel kalkar, Cevşen’ini okur, sonra talebeleri gelirdi. 10-15 çocuk okutuyordu; dört tane hafız çıkardı. Namazdan sonraki tesbihatı hep bir ağızdan sesli yapıyor, Kur’ân okunduktan sonra da dağılıyorduk. Bir kısmımıza da yazdırıyordu. İşte o yazanlardan biri de bizdik…”

......

“Sene 1943 idi… Ben külliyatın büyüklerini yazmıştım, bir de küçükleri yazmaya başladım. Yirmi Dokuzuncu Söz’ü yazdım, hocamın (Hafız Ali Efendi) yanıma gittim. Yanına oturttu beni; baktı, baktı, dedi: ‘Kardeş! Ben bugün kabristanı ziyarete gittim, onların ahiret azıkları hiç yoktu. Öyle vaveylâ ediyorlardı ki, ben o acıyı gördüm, dağlara kaçsam unutamayacağım…’ Hocam ağlıyordu...

“Hocam Hafız Ali de ehl-i velâyet, ehl-i keşifti, çok defa gelip gidenlerin isimlerini söylerdi... Mübarek öyle bir veliydi. Hatta risâlelerde okumuşsunuzdur; Üstad Barla’da iken, ‘Benim duama âmin diyor, Hafız Ali burada mı?’ diye soruyor. Bazı zaman mektuplar gelmediğinde Santral Sabri Ağabeyin köyüne (Bedre’ye) doğru ‘Ya imam! Mektupları göndermezsen indallah mes’ulsün…’ diye bağırır ve duyururdu. Kastamonu Lâhikası’nda Üstadımızın, Hafız Ali Ağabeyin velâyetine iş’ar eden ifadeleri vardır: ‘Hafız Ali kardeş! Bir zaman Barla’da Cuma gecesinde duâ ederken, senin âmin sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım, dedim: ‘Hafız Ali ne vakit gelmiş?’ Dediler: ‘O burada yoktur.’ Ben şimdi o vakıadan diyebilirim ki, üç dört saat mesafeden duâma âminini işittirmesi, 30 günlük mesafeden buradaki zaif dâvet ve duama kuvvetli ve tesirli bir âmin hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi, çok manidar bir tevafuktur.’ (Kastamonu Lâhikası, s. 30)

“…Hafız Ali’nin bu mektubunu aldığımdan ya altı, ya yedi gün evvel, Karadağ’dan birden diyordum: ‘Yahu! Ata et, aslana ot atma; aslana et, ata ot ver.’ Bu kelimeyi, beş- altı defa, hoşuma gitmiş, tekrar ediyordun. Ya Hafız Ali benden evvel yazmış, bana da söylettirdi veyahut ben evvel söylemişim, ona yazdırmışım… Yalnız bu garip tevafukta bir farkımız var: O, öküze ot demiş; ben ata ot demişim!’

(Kastamonu Lâhikası, s. 255)”

-DEVAM EDECEK-

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

2

18.03.2010, 09:29

Talebeleri, Hafız Ali Ağabeyi anlatıyor:


Talebeleri, Hafız Ali Ağabeyi anlatıyor:


<img src="http://www.yeniasya.com.tr/2010/03/18/resim/ali.jpg" align="left" />


Daima Risâle yazar, Kur’ân'la meşgul olurdu

Hacı Ahmet Lütfi Sönmez

Hfız Ahmed Lütfi Sönmez 1922 İslâmköy doğumludur. 1939’da
hâfızlığa başlarken hocası Hâfız Ali Efendi kendisine, “Önce git,
Bediüzzaman’ın duâsını al” diyerek İslamköy’den Barla’ya gönderir.
İslamköylü Abdullah Çavuş’la beraber giderler. Bediüzzaman Hazretleri
ellerini avucuna alarak küçük Ahmed’e duâ eder…

Üçüncü ziyareti, Hâfız Ali Efendinin vefatından epey sonra
1956’da Isparta’da olmuştur. “Bu ziyaretim çok dokunaklı olmuştu” diyor
kendisi. Bediüzzaman Hazretleri çok sevdiği talebesi Hâfız Ali’nin
hatırasına binâen kendisine çokça alâka gösterir. Üç kere: “Hâfız Ali
benim canım… Hâfız Ali benim canım… Hâfız Ali benim canım…” dedikten
sonra, “O benim yerime gitti” diyerek o çok sevdiği talebesini hasretle
yâd eder.

Nurettin kardeşimin alâkadarlıkları ve kadim dostum Ahmet Cura
Beyin yardımlarıyla Nazilli’deki Hacı Ahmet Lütfi Sönmez’in
hatıralarına ulaştık. Bizzat kendi el yazısı ile bize hatıralarını
gönderme nezaketinde bulundu. Bu muhterem insanın Hafız Ali Efendi ile
alâkalı lûtfettiği hatıraları nazarlarınıza arz ediyorum:

“Muhterem sıddık kardeşim, ben acizden hocam Hafız Ali
Efendi’nin hayatını soruyormuşsunuz. 1992’de İslamköy’de dünyaya
gelmişim. 1934 senesinde ilkokulu bitirdim. Babamlara ‘Hafız olacağım’
dedim. Babam da hemen ‘Hafız Ali Hoca Efendi’ye git ve başla’ dedi.
Gittim, hocamın elini öptüm ve Kur’ân’a başladım. O zaman Üstad
Bediüzzaman bizim köyümüze dört saat yaya olarak uzaktaydı. Abdullah
Amca (Kula) Hocamızın postacısı sayılırdı. Üstad’ın yanında gider,
ondan Risâleleri getirir. Hafız Ali Hocamız da daima Risâleleri yazar
ve dışarıya hiç çıkmazdı. Hafızlığa başlayacağım zaman beni Üstad’a duâ
etsin diye Abdullah Amca (Kula) ile beraber Üstad’a gönderdi. O zaman
Üstad Isparta’da bir bağ evinde idi. Güzel bir evdi. İkindi vakti
vardık, baktık Üstad’ın yanında Hüsrev Ağabey vardı. Üstad söylüyor,
ağabey yazıyordu. İkindi namazını Üstad kıldırdı. Bana işaret etti, ben
bir sandalyeye oturdum. Üstad geldi, ellerimden tuttu, bizim
anladığımız bir duâ etti, bana duâda bulundu. Ve bizim gitmemiz için
yol gösterdi. Ve ben hafızlığa başladım.

“Hafız Ali Efendi, başka bir işle iştigal etmezdi. Onun hayatı
Risâle-i Nur yazmak ve bizi dinlemekle geçti. Öğlen namazını beraber
kılardık. Bazen titreme gelir, namazlardan sonra uzun müddet ağlardı.
Namazları çok ağır kılar ve ağır kıldırırdı. Bayram ve teravih
namazlarını da öyle kıldırırdı. Bir gün Hafız Yaşar’la Isparta’ya
Üstada Risâle götürmemizi söyledi. Biz ikimiz atlara bindik. Isparta’ya
yola çıktık. Isparta’ya yakın bir ağacın yanında biraz oturalım dedik.
Oturduktan sonra ayrıldık. Biraz gittikten sonra baktık ki, Risâleleri
o ağacın altında unutarak bırakmıştık. Hemen geri dönüp ağacın altına
bıraktığımız Risâlelere baktık, orada yoktular. Tekrar köye geldik.
Hafız Ali Hocamız, ‘Keçeliler ne yaptınız?’ dedi, Bizden evvel
Risâleler Hafız Ali Hocamıza geri gelmişti. Tekrar ertesi günü bizi
gönderdi. Vardık, evde yalnızdı. Risâleyi verdik. Hocamızın selâmını
söyledik. Üstad, bize şu yoldan gidin diye yol gösterdi.

“Hafız Ali Hocamızın başka işi yoktu. Daima Risâle yazar,
Kur’ân’la meşgul olurdu. Kur’ân okuduğunda, sanki kırk kişi gibi
okurdu. Öyle sesi güzeldi ki okuyuşunda her zaman ona meftun olurduk.

“Elhamdulillah, Hafız Ali Hocamızın yanında Kur’ân’ı hatmederek
hafızlığı bitirdim. Sonunda bana bazı tembihatlarda bulunarak beni
uğurladı. Sonra Isparta’ya gittim. Üstad’ın talebesi Yüzbaşı Re’fet Bey
vardı. Ondan tecvid dersleri aldım. İki Ramazan boyu Isparta’da
mukabele okudum. Isparta’da o zaman Kur’ân kursu vardı. Oraya da devam
ettim.

“1939 yılında Nazilli’ye geldim. 1950 senesinde Nazilli’de
evlendim ve Nazilli’de kaldım. Hafız Yaşar da 63 yaşında iken âniden
vefat etmiş. Bizden sonra Hocam Hafız Ali Efendi, iki hafız daha
yetiştirmiş. Onlar da Hafız Mehmet Ali ve Hafız Âkif Hocalardır. Onlar
da İslamköy’deler. Hocam Hafız Ali, kimseden bir şey kabul etmezdi.
Benim babam bir gün bir entarilik almış. Hafız Ali Hocam sert bir
şekilde geri iâde etmiştir. Hocam Hafız Ali Efendi’nin işi rızâ-ı Bârî
içinde her işi, her adımı Allah rızasını kazanabilmekti. Üstad’ın İhlâs
Risâlesi’ndeki gibi idi.

“1942 yılında askere gitmeden önce İslamköy’e gidip, hocam
Hafız Ali’yi ziyaret ettim. Ben askerde iken hocam 1944 senesinde
Denizli’ye mahkemeye gittiklerinde hastalanmış ve orada vefat etmiştir.
Mezarını bir iki defa ziyaret ettim. 1957 yılında Isparta’ya gittim.
Üstad’ı ziyaret etmek istedim. Beni içeri almadılar. Ancak ‘Hafız
Ali’nin talebesi Hafız Ahmet gelmiş’ dediler. Üstad, ‘Hemen gelsin’
dedi. Vardığımda sarıldım ‘Hafız Ali benim’ dedi ve ‘Seni de daireme
alıyorum’ diye iltifat etti. Allah onlardan ebediyen razı olsun!”

Recep Gören

İslamköylü Recep Gören’in İslamköy’de Hafız Ali Efendi’ye talebe
olduğu ve ondan ders aldığı yönündeki bilgileri öğrenince onunla
görüşmek maksadıyla köye giderek onu aradım. İslamköy’de yaptığım
araştırmalarda Recep Gören’in hakikaten Hafız Ali’nin talebelerinden
olduğu ve ondan ders aldığı kesinleşmişti. Ancak Recep Gören’in Isparta
şehir merkezinde oturduğunu öğrendim. Kendisiyle görüşmek maksadıyla
Isparta merkezde öğretmen dostum Hasan Yassıkaya’nın yardımlarıyla
ulaşmaya çalıştımsa da, ona o gün ulaşamadım. Ancak, daha sonra Hasan
Yassıyaka dostumun görüşmesi sonucu Recep Gören’le ilgili bilgileri
elde ettim. Recep Gören, 1924 yılında İslamköy’de doğmuş, 1939 yılında
15 yaşında da Hafız Ali’den ders almaya başlamış. Bundan sonrasını
kendi anlattıklarından okuyalım:

“O yıllarda Kur’ân öğrenmek ve öğretmek yasak olduğu için 18
yaşından büyük talebeleri tutukluyorlardı. Ben ise, 15 yaşında
olduğumdan tutuklanmamıştım. Hafız Ali Hocam Denizli’ye götürüldü.
Böylelikle de benim onun yanındaki tahsilim yarım kalmıştı. Onun
yanında öğrenimini tamamlayanlar daha sonra okumuşlar. Ben hâlâ onun
ezikliğini yaşıyorum.”

Hacı Osman Nuri Yassıkaya

Osman Nuri Yassıkaya aslen İslamköylü’dür. 1929 doğumlu olup, küçük yaşlarda Hafız Ali Ergün’den Kur’ân dersi almıştır.

Kendisine ait iki katlı evin üst katına bizi dâvet etti.
Dâvetine icabet edip ikram edilen pastadan yiyip çaylarımızı
yudumlarken Hafız Ali Ağabey’le alâkadarlığını şu şekilde anlattı:

“1943 yılıydı. Ben on beş yaşlarındaydım. Hafız Ali Efendi o
zamanlar risâle yazıyordu. Onunla birlikte, Abdullah Kula postacıydı.
Hasan Ergüner vardı. Ben de o yıllarda onlarla birlikte Risâle
yazıyordum. Ben iki Risâle yazdım. Babamı o yıllarda Hafız Ali’yle
birlikte hapse götürüp ifadelerini alıp salıverdiler. Babamın ismi
Hasan’dı.

“Hafız Ali’den 6 ay kışın Kur’ân dersi aldım. Geceleri ders
alırdık, sabah namazını kılar ayrılırdık. Yasak olduğu için böyle
yapardık. Hafız Ali Efendi, ak benizli, zayıf, az sakallı, uzun boylu
biriydi. Çok dürüsttü. Bizim köyde benim bildiğim o yıllarda iki hafız
yetiştirdi. O yıllarda hapse götürdüler. Orada babamgil ziyarete
gittiler. Onu, o zaman polisler pataklamışlar. O yıllarda Isparta
hapsinden Denizli hapsine sevk ettiler. Orada vefat etti. Hafız Ali’nin
vefatını duyduk, bizler ve bütün köy yas tuttu. Köyde çok sevilen
biriydi.”

Hacı Mehmet Ali Eker

İslâmköy’de Hacı Hafız Mehmet Ali Eker’in kendi evine, Hafız
Ali’den ders alan Osman Nuri amcayla gittik. Osman Nuri amca kapıyı
tıklatıp “Hafız” diye bağırdı. Mehmet Ali Eker Bey, hemen dışarı çıktı
ve bizi içeriye dâvet etti. Kendileri seksen üç yaşındaydı. İçeride
kendisinden üç yaş küçük mübarek eşi Tevhide Hanım vardı. Hafız Ali ile
ilgili hatıralarını sorduğumuzda yaşlılığından bir eser görünmüyordu.
Her sorulan soruya memnuniyetle cevap veriyordu. Hafız Ali Ağabey ile
ilgili hafızasında en canlı olanlarını ise şöyle anlattı:

“Daima evinde oturur dışarı hiç çıkmazdı. Sürekli Risâleleri yazmakla meşguldü.”

Ali Aker Ağabey, Hafız Ali’nin yanında 4 yıl okumuş ve hafızlık
dersi almıştı. Aynı zamanda onunla risâle yazma bahtiyarlığını da
yaşamıştı.

Hacı Tevhide Eker

Ali Eker’in hatıralarını aldıktan sonra, Tevhide Hanım
kendisinin de Hafız Ali’den 3-4 sene Kur’ân dersi aldığını söyledi.
Hafız Ali Ağabey’in mübarek hanımı Ümmühan Hanım da kendisinin
hocasıdır. Ve bu bahtiyar hanım da risâleleri yazmıştır. “Hafız Ali ve
eşi de Cennet’e insan yetiştiren güzel insanlardı, Allah onlardan razı
olsun” dedi.

YARIN: HAFIZ ALİ EFENDİ’NİN VEFATI





18.03.2010












"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bîçare S.V.

Profesyonel

  • "Bîçare S.V." bir erkek
  • Konuyu başlatan "Bîçare S.V."

Mesajlar: 712

Konum: İstanbul/ Çamlıca

Meslek: Gazeteci/ Arşiv-Kütüphane

Hobiler: Kitap okuma (Sesli)

  • Özel mesaj gönder

3

19.03.2010, 09:55

Ben merhum Hafız Ali’yi unutamıyorum


Ben merhum Hafız Ali’yi unutamıyorum




Bediüzzaman Said Nursî:

HAFIZ ALİ EFENDİ’NİN VEFATI

Yine zehirlemişlerdi Üstadı. Bu defa Denizli hapsinde idi.
Zehirin tesiriyle Üstad kendinden geçmiş yatıyordu. Bir acıklı haberin
gelmesi an meselesiydi. Nefesler tutulmuş; kimsenin elinden duâdan başka
bir şey gelmiyordu.

Duâların en içlisi, en müstecab olanı, Hafız Ali’nin
dudaklarından döküldü o gün. Koğuştakileri etrafa dizdi, hepsine el
kaldırttı. Her söylediğine âmin demelerini tembihledi sıkıca. Sonra
başladı yakarmaya: “Ya Rabbi, alacaksan, onun yerine beni al. Eğer o
ölecekse, onun yerine ben öleyim.”

Savaş meydanlarında okların üzerine atılarak kendilerini feda
eden erler çok görülmüştü. Risâle-i Nur Talebesinin şehadet şerbetini
içmesi için ise savaş meydanlarına veya düşman oklarına gerek yoktu.
Onlara bir dua kâfi geliyordu. Çünkü onlar duânın ne olduğunu Risâle-i
Nur’dan öğrenmişlerdi.

Vefat etmişti Hafız Ali Ağabey. Tarih 17 Mart 1944. Hapishanede
rahatsızlanır ve tedavi edilmek üzere kaldırıldığı Denizli Memleket
Hastanesi’nde ebedî âleme göç eder. Mukaddes şehitler kervanına katılır.
Üstadımız bu vefat üzerine çok üzülür. Yıllarca, onun bıraktığı
boşluğun hicrânını duyar ve her fırsatta yâd eder.

“Ben merhum Hâfız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok
sarsıyor. Eski zamanlarda bazen böyle fedakâr zâtlar, kendi dostu yerine
ölüyorlardı. Zannederim, o merhum benim yerimde gitti. Onun fevkalâde
hizmetini eğer sizler gibi o sistemde zatlar yapmasaydı Kur’ân’a,
İslâmiyete büyük bir zâyiat olurdu.” (Şuâlar, s. 292)

Üstad Bediüzzaman Hazretleri onun hastalığıyla alâkalı şunları
ifade eder: “Aziz kardeşim Hafız Ali. Hastalığını merak etme. Cenâb-ı
Hak şifa versin. Âmin. Hapiste her bir saat on iki saat ibadet yerine
bulunmasından, çok kârlısın. İlâç istersen bir kısım dermanlar bende
var, sana göndereyim. Zaten ortalıkta hafif hastalık vardır. Ben
mahkemeye gittiğim gün her halde hasta oluyorum. Belki sen bana yardım
etmek için eski zamanlarda birbirinin bedeline hasta olması ve ölmesi
gibi harika fedakârlık gösteren zatlar gibi benim bir parça
rahatsızlığımı aldın.” (Şuâlar, 290)

Hafız Ali Ağabey vefat edince, Üstad bu durumu şöyle ifade eder:
“Sonra gizli düşmanlar beni zehirlediler. Ve Nur’un şehid kahramanı
merhum Hafız Ali benim bedelime hastaneye gitti ve benim yerimde berzah
âlemine seyahat eyledi. Bizi meyusane ağlattı.” (Lem’alar, s. 163)

Berzahtaki Hafız Ali

Hazreti Üstad, Hafız Ali’nin vefatının akabinde berzah âleminde
onu görür. “Berzahtaki Hafız Ali mânen yanımızdadır” (Lem'alar, 163)
der. Maneviyat sultanı Aziz Üstad’ın Hafız Ali alâkadarlığı mânen
berzahta da devam eder. Bediüzzaman Hazretlerinin dilinden “berzahtaki
Hafız Ali” değerlendirmelerini şu mektuplarda görmek ve anlamak
mümkündür:

“Ben hem kendimi, hem sizi, Risâle-i Nur’u tâziye ve merhum Hafız
Ali’yi ve Denizli Mezaristanını tebrik ediyorum. Meyve Risâlesinin
hakikatini ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve
hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi
yıldızlarda âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp
terhisle istirahate çekildi.

“Cenâb-ı Erhamürrâhimîn, Risâle-i Nur’un bütün yazılan ve okunan
harfleri adedince defter-i a’mâline hasenat yazdırsın. Âmin. Ve onların
sayısınca onun ruhuna rahmetler yağdırsın. Âmin. Ve kabrinde Kur’ân’ı,
Risâle-i Nur’u ona şirin ve enis arkadaş eylesin. Âmin. Ve Nur
fabrikasına onun yerine on kahramanı ihsan edip çalıştırsın. Âmin, âmin,
âmin.

“Siz dahi benim gibi duâlarınızda onu yâd ediniz. Bin lisan onun
lisanı yerine istimal edip, o kaybettiği bir hayat ve bir dil yerinde
mânevî bin hayat kazandı diye rahmet-i İlâhîden ümitvarız.

“Aziz, sıddık kardeşlerim,

“Cenâb-ı Erhamürrâhimîne hadsiz şükür olsun ki; bu acip zamanda
ve garip yerde, talebe-i ulûmun kıymetli şerefini ve ehemmiyetli
hizmetlerini kazanmayı sizler vasıtasıyla bizlere de müyesser eyledi.

“Ehl-i keşf-i kuburun müşahedesiyle, müteaddit vâkıatla, tahsil-i
ulûm ânında vefat eden bazı müştak ve ciddî bir talebe-i ulûm, şehidler
gibi kendini hayatta ve kendi dersiyle meşgul görüyor. Hattâ meşhur bir
ehl-i keşfe’l-kubur, vefat eden ve ilm-i sarf ve nahvi okuyan bir
talebenin kabrinde Münker, Nekir’e nasıl cevap verecek diye murakabe
etmiş. Ve müşahede edip işitmiş ki, melek-i suâl, ondan sordu: ‘Men
Rabbûke? Senin Rabbin kimdir?’ dediği zaman, o nahv dersiyle iştigal
ederken vefat eden talebe, o meleğin cevabında demiş: ‘Men mübtedâdır,
Rabbûke onun haberidir.’ Nahiv ilmince cevap vermiş, kendini medresede
zannetmiş.

“İşte bu vâkıaya muvafık olarak, ben merhum Hafız Ali’yi aynen
hayattaki gibi Risâle-i Nur’la meşgul olarak en yüksek bir ilimde
çalışan bir talebe-i ulûm vaziyetinde ve tam şehidler mertebesinde ve
tarz-ı hayatlarında biliyorum ve o kanaatle ona ve onun gibi Mehmed
Zühdü’ye ve Hafız Mehmed’e bazı dualarımda derim: ‘Yâ Rabbî! Bunları
kıyamete kadar Risâle-i Nur kisvesinde hakaik-i imaniye ve esrar-ı
Kur’âniye ile kemâl-i ferah ve sevinçle meşgul eyle. Âmin. İnşaallah.’”
(Şuâlar, s. 290-291)

Üstad, Hafız Ali’nin mezarı başında

“Ben merhum Hafız Ali’yi unutamıyorum. Onun acısı beni çok
sarsıyor.”

Üstad’ın Hafız Ali’ye olan şiddet-i hasreti bitmek bilmez. Aziz
Üstad, daha 1944 Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı üzerine
tahliyeden hemen sonra bazı talebeleriyle birlikte Denizli Kabristanında
medfun Hafız Ali’nin kabrini ziyaret etmiş ve başucundaki levhaya
şunları yazmıştır:

“Haşirdeki Mahkeme-i Kübra’da Nur Talebelerinin alemdarı Hafız
Ali…”

'Bu şehit bir yıldızdır'

Selahattin Çelebi anlatıyor:

“Denizli Hapishanesinin sıkıntı, meşakkat, rutubet ve betonunun
insan kanını bir sünger gibi emmesine dayanamayan İslamköylü Hafız Ali
(Ergün) hastalandı ve vefat etti.

“Çok zayıf ve nahifti, Allah yolunda, gurbet hapishanesinde şehid
olmuştu. Kıymetli bir Nur Talebesi idi.

“Hapishaneden beraet edip tahliyemizde, Üstadımızın ilk işi
Denizli'nin yeşillikler içindeki kabristanına gitmek oldu. Hafız Ali'nin
kabri başında Kur'ân okundu. Üstad hazin bir dua yaptı. Elini semaya
kaldırdı. ‘Bu şehid bir yıldızdır’ dedi. O sırada gayr-i ihtiyarî
başımızı kaldırdığımızda, semada ışıl ışıl bir yıldız parlıyordu.” (Son
Şahitler, cilt: 2, s. 117)

Üstad Hazretlerini ve Hafız Ali Ağabeyi bir kez daha rahmetle
anıyoruz.

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

m.ozturkozturkcu@hotmail.com




Gündemin nabzını
tutmak için tıklayın!
[url]www.sentezhaber.com
[/url]
"İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."
'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.'
"İnsanlara teşekkür etmeyen, ALLAH'a da şükretmez.!"
'Bırak bîçare feryâdı, Bîçare S.V.

Bu konuyu değerlendir