Giriş yapmadınız.

41

03.08.2008, 10:46

Yukarıdaki bilgiler ışığında Asr-ı Saadette Müslümanların sığınağı,talim yeri,Kur'anı okuma,tefekkür etme evi ve ilim meclisi olarak kullanılar Erkam'ın evinden bu gün alacağımız dersler olmalıdır.Çünkü Efendimiz(sav) "Bu ümmetin sonu,başının kurtulduğu gibi kurtulur." buyurmuştur.Bu cihetten de baktığımızda Dârü`l-Erkâm daha bir önem arzetmektedir.

Günümüzün Dârü`l-Erkâmı nereleri olur diye düşünürken elbetteki Üstadımızın mesleğimiz "sahabe mesleği ve onun bu asırdaki bir cilvesidir" izahları çerçevesinde Risale-i Nur medreseleri aklıma geliyor.Çünkü Risale-i Nur dersanelerinde bu asrın Kur'an dersleri olan iman hakikatleri talim ediliyor ve tefekkür ediliyor.Aynen Dârü`l-Erkâm'ın evinde yapıldığı gibi.

Hem Üstadımız Emirdağ Lahikası'nda Mesleğinin sahabe mesleği olduğunu şöyle ifade ediyor.

Hem, "Risale-i Nur mesleği, tarikat değil, hakikattir, Sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır." Risale-i Nur, bu hizmeti lillâhilhamd en müşkül ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor. Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyin'in (r.a.) ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) ihbarat-ı gaybiyeleriyle, şakirtlerinin bu zamanda bir dairesidir. Çünkü Hazret-i Ali, üç keramet-i gaybiyesiyle Risale-i Nur'dan haber verdiği gibi, Gavs-ı Âzam (k.s.) da kuvvetli bir surette Risale-i Nur'dan haber verip tercümanını teşcî etmiş. Bu mahrem dört Risale-i Keramet-i Aleviye ve Gavsiyeye ait dört risale inşaallah bir vakit size gönderilebilir. Mahkeme ehl-i vukufu, onlara itiraz edememiş. Yalnız "Bu yazılmamalıydı" diye küçük bir tenkit etmişler. Ben de cevap verdim, onlar sustular. Zaten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı Âzamdan (k.s.) ve Zeynelâbidîn (r.a.) ve Hasan, Hüseyin (r.a.) vasıtasıyla ımam-ı Ali'den (r.a.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir.(Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 37)

42

03.08.2008, 10:54

Alıntı

Hatta zehir insanı öldürürken 21 kez zehirlenen Üstada bir şey yapmamıştır.Çünkü zehirde Allahın emri ile zehirlemektedir.Çünkü zehirde sebeptir zehirleyenler de sebeptir.O zaman sebeplerin tesiri olmadığını artık nefsimize de kabul ettirmemiz gerekmez mi?O zaman Sahibüzzaman'ın eserlerini okuyanlar Bediüzzaman gibi duruşlar yapmak zorundadır çünkü onlara böyle duruşlar yakışır.


Sadakte..

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

43

03.08.2008, 16:20

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""

Alıntı sahibi ""Zehracan""

Abdulbaki abi, derslerinizi özledik :(


ınşallah katılacağız kardeşim inşallah.Rabbim yar ve yardımcımız olsun cümleden.Bizleri hizmet-i Kur'aniyede istihdam etsin.ıstikametten ayırmasın.Rabbim bu asrın çok kaygan olan zemininden bizleri kaydırmasın.Selame ve dua ile...


amin amin amin...

Allah razi olsun abi.. Risale bölümlerimiz senlensin artik.. :)

siz büyüklerimizden daha cok ögreneceklerimiz var insaallah ..
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

  • "yrd_doç" bir kadın

Mesajlar: 14

Konum: izmir

Meslek: öğrenci

Hobiler: davam!

  • Özel mesaj gönder

44

06.08.2008, 19:48

Mukaddeme

Ateşin dumana olan delâleti gibi, müessirden esere yapılan istidlâle "bürhan-ı limmî" denildiği gibi; dumanın ateşe olan delâleti gibi, eserden müessire olan istidlale de "bürhan-ı innî" denir. Bürhan-ı innî, şüphelerden daha salimdir.

Bu âyetin, Sâni'in vücud ve vahdetine işaret eden delillerinden biri de, "ınayet Delili"dir. Bu delil; kâinatı ve kâinatın eczasını ve enva'ını ihtilâlden, ihtilaftan, dağılmaktan kurtarıp bütün hususatını intizam altına almakla kâinata hayat veren nizamdan ibarettir. Bütün maslahatların, hikmetlerin, faidelerin, menfaatlerin menşei, bu nizamdır. Menfaatlerden, maslahatlardan bahseden bütün âyât-ı Kur'aniye, bu nizam üzerine yürüyor ve bu nizamın tecellisine mazhardır. Binaenaleyh bütün mesalihin, fevaidin ve menafiin mercii olan ve kâinata hayat veren bir nizam; elbette ve elbette bir nâzımın vücuduna delalet ettiği gibi, o nâzımın kasd ve hikmetine delâlet etmekle, kör tesadüfün vehimlerini nefyeder.

Ey insan! Eğer senin fikrin, nazarın şu yüksek nizamı bulmaktan âciz ise ve istikra-i tâm ile, yani umumî bir araştırma ile de o nizamı elde etmeye kadir değilsen, insanların telahuk-u efkâr denilen fikirlerinin birleşmesinden doğan ve nev-i beşerin havassı (duyguları) hükmünde olan fünun ile kâinata bak ve sahifelerini oku ki, akılları hayrette bırakan o yüksek nizamı göresin.

Evet kâinatın herbir nev'ine dair bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibarettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder. Zira nizamı olmayanın külliyeti olamaz. Meselâ: ''Her âlimin başında beyaz bir îmâme var''. Külliyetle söylenilen şu hüküm, ülema nev'inde intizamın bulunmasına bakar. Öyle ise, umumî bir teftiş neticesinde fünun-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcudatın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvalin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâni'in kasd ve hikmetini ilân ediyorlar. Âdeta vehim şeytanlarını tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır. Yani bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlar.

Ey arkadaş! O nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misale dikkat et, matlubun hasıl olur: Göz ile görünmeyen bir mikrop, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve garib bir makine-i ılahiyeyi hâvidir. O makine mümkinattan olduğundan, vücud ve ademi mütesavidir. ılletsiz vücuda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücuda geldiği zarurîdir. O illet ise, esbab-ı tabiiye değildir. Çünkü o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir. Esbab-ı tabiiye ise ilimsiz, şuursuz, câmid şeylerdir. Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbab-ı tabiiyeden neş'et ettiğini iddia eden adam, esbabın herbir zerresine Eflatun'un şuurunu, Calinos'un hikmetini i'ta etmekle beraber; o zerrat arasında bir muhaberenin de mevcud olmasını itikad etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaîyi bile utandırıyor. Maahaza esbab-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i câzibe ile kuvvet-i dâfianın inkısama kabiliyeti olmayan bir cüz'de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir. Halbuki bunlar birbirlerine zıd olduklarından, içtimaları caiz değildir. Fakat câzibe ve dafia kanunlarından maksad, "Âdâtullah" ile tabir edilen kavanin-i ılahiyye ise ve tabiatla tesmiye edilen şeriat-ı fıtriye ise, câizdir. Lâkin kanunluktan tabiata, vücud-u zihnîden vücud-u haricîye, umûr-u itibariyyeden umûr-u hakikiyyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartıyla makbuldür. Aksi takdirde câiz değildir.

Ey arkadaş! Misal olarak gösterdiğim o küçük hurdebinî hayvancığın yani mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak! Emin ol ki, kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zâhir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksın.

Ey arkadaş! Kâinatın sahifelerinde "Delil-ül Înâye" ile anılan nizama ait âyetleri okuyamadı isen, sıfat-ı kelâmdan gelen Kur'an-ı Azîmüşşan'ın âyetlerine bak ki; insanları tefekküre davet eden bütün âyetleri şu delil-ül inayeyi tavsiye ediyorlar. Ve nimetleri ve faideleri sayan âyetler dahi, delil-ül inaye denilen o yüksek nizamın semerelerinden bahsediyorlar. Ezcümle: Bahsinde bulunduğumuz şu âyet اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَا&#156 9;َ بِنَاءً وَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَا&#157 8;ِ رِزْقًا لَكُمْ cümleleriyle, o nizamın faidelerini ve nimetlerini koparıp insanlara veriyorlar.

ışARAT'ÜL ı'CAZ

45

08.08.2008, 21:37

Bu bölümde bazen peygamber kıssaları ve günümüze bakan yönlerinden dersler çıkarmaya çalıştık.Yine böyle bir tefekkür dersi ile devam edelim inşallah.

Hz.ıbrahim (as)'ın hayatından önemli derslerle dolu bir ayatle başlayalım.

"Allah, kendisine mülk verdi, diye Rabbi konusunda ıbrahim'le tartışmaya gireni görmedin mi? Hani ıbrahim: "Benim Rabbim diriltir ve öldürür" demişti; o da: "Ben de öldürür ve diriltirim" demişti. (O zaman) ıbrahim: "şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir, (hadi) sen de onu batıdan getir" deyince, o inkârcı böylece afallayıp kalmıştı. Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." (Bakara;Sure:2,Ayet:258)


Hz.ıbrahim(as) muhakkik bir peygamberdi.Araştırır,inceler ve çok tefekkür ederdi.Yukarıdaki ayette de görüldüğü gibi Nemrud'u çok zor durumda bırakmıştı.

Nemrud,hapishaneden getirttiği iki kişiden birini öldürüp diğerini serbest bıraktırdı ve güya kendisinin de öldürme ve hayat verme gücüne sahip olduğunuı göstermeye kalkıştı.Hz.ıbrahim(as) ise,cüz'î öldürme ve hayat verme fiillerinden külli hayat verme ve öldürme fillerine intikal ederek şu manalarla onu susturdu.

-"Öldürme ve hayat verme,Alemlerin Rabbinin,bütün kainatı kuşatan bir faaliyetidir.Bu fiillerde iştirak sahibi olduğunu iddia eden adam,herkesin gücü dahilinde olan bir cinayeti işleyerek değil,bütün kainatı kuşatan bir faaliyete ortaklığını göstermek suretiyle iddiasını ispat edebilir.ışte Rabbimin yeryüzüne hayat dağıtmak için vazifelendirdiği güneşe,elinden geliyorsa sen de söz geçir ve onun hareketini değiştir.Yoksa haddini bil ve yıldızları hükmüne boyun eğdiren bir Yaratıcının kudretiyle boy ölçüşmeye kalkma."


ışte,tıpkı Nemrud gibi insanı iman nurundan mahrum ederek küfür ve tabiat karanlıklarına sürüklemek için çeşitli kılıklar altında faaliyet gösteren tağutların hilelerine karşı,Hz.ıbrahim(as)'in yaptığı gibi,azamet ve kibriya hakikatlerine sarılmak gerekir.Bu ise bu zamanda ancak ve ancak Risale-i Nurlarla hakiki manada Kur'an hesabına olabilir.


Yani,herhangi bir varlık veya hadise üzerinde Allah'ın bir isminin tecellisini gördüğümüz zaman,başımızı kaldırıp aynı ismin kainat çapındaki tecellilerine de dikkat etmemiz icab eder.Yoksa,o cüz'i fiil ile kainatı kaplayan o muazzam faaliyet arasındaki ilgiyi ihmal edersek,o fiili maddi sebeplere,kör kuvvete,şuursuz tabiata isnat etmek gibi bir hataya düşme ihtimali vardır.


Kur'an'ı Kerim iman edenleri tağutu reddetmeye ve tağutlara karşı uyanık bulunmaya çağıran ayetlerinden hemen sonra,tağutların en mühim bir hile ve cerbezesine karşı en emin ve sarsılmaz bir yol olan azamet ve kibriya hakikatini,Hz.ıbrahim'in diliyle bize böylece ders vermektedir.


Özellikle asrımızın Nemrudlarına karşı sarsılmaz hüccetlerle dolu olan azamet ve kibriya hakikatlerini en müşaşalı bir şekilde izhar eden Kur'an hakikatlerine müracat etmek elzem gözüküyor.Hem Üstadımız"Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. "cümlesi ile bize bu manada bir işaret ve beşaret veriyor.


Asrımızın tağutlarını kırmak için başka bürhanlar aramak sanırım zaman kaybı olacak.Ne mutlu "Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir." diyebilenlere.Çünkü cümlenin devamı çok manidardır."Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü'l-esası, samimî ihlâstır. Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz."(Yirmi Birinci Lem'a)

46

08.08.2008, 21:52

Alıntı

en civanmert kardeş olmak iktiza eder.


Bu ifadeyi az izah etseniz Aziz Abimiz..

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

47

08.08.2008, 22:12

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""



Yani,herhangi bir varlık veya hadise üzerinde Allah'ın bir isminin tecellisini gördüğümüz zaman,başımızı kaldırıp aynı ismin kainat çapındaki tecellilerine de dikkat etmemiz icab eder.Yoksa,o cüz'i fiil ile kainatı kaplayan o muazzam faaliyet arasındaki ilgiyi ihmal edersek,o fiili maddi sebeplere,kör kuvvete,şuursuz tabiata isnat etmek gibi bir hataya düşme ihtimali vardır.



[img:180:48]http://www.saidnursi.de/images/forum/smilies/vecize01.png[/img]



Allah razi olsun abi...
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

48

08.08.2008, 22:34

Alıntı sahibi ""ruhefza""

Alıntı

en civanmert kardeş olmak iktiza eder.


Bu ifadeyi az izah etseniz Aziz Abimiz..

Kardeşlerine karşı iyilikte,fedakarlıkta ve ikram etmekte en ileride olmak.En kelimesi zirve noktayı işaret ediyor olmalıdır.Bizim mesleğimiz haliliye olduğu için,meşrebimiz hıllettir demiş Üstadımız.

Bu hılleti ise "en"lerle başlayan;

en yakın dost ve
en fedakâr arkadaş ve
en güzel takdir edici yoldaş ve
en civanmert kardeş olmak iktiza eder.
şeklinde tamamlamış.

49

09.08.2008, 19:26

" Hani ıbrahim: "Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona "ınanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım), ancak kalbimin tatmin olması için" dedi. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları (parçalayıp) her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir."(Bakara;Sure:2,Ayet:260)

Hakikaten Hz.ıbrahim(as)'ın mesleği muhakkik mesleğidir.Hem Hz.ıbrahim(as) ekser peygamberlerin soyunun nesebi başıdır.Kendi döneminde müşriklere verdiği cevaplar çok enterasandır.Putları parçalaması ve baltayı büyük putun boynuna bırakması ve sonunda itirazlara karşı verdiği cevaplar yine çok hikmet ve derslerle doludur.

"La ühıbbül afilin" diyerek "Ben batıp gidenleri sevmem" deyip tek bir yaratıcıyı araması ve sonunda bir Allah'a ulaşması da muhakkik oluşunu gösteriyor.

Yukarıdaki ayette de yine Hz.ıbrahim(as) Allah'tan ölüleri nasıl dirilteceğini göstermesini istemiştir.Bu isteyişte bir itiraz ve tepki kesinlikle yoktur.Bir istifsar ve öğrenmek için sormak vardır.Elbetteki Hz.ıbrahim(as) ayetin de tasdikiyle Allah'ın inanmıyor musun? sorusuna karşı;"Hayır inandım ancak kalbim tatmin olması için dedi" cümlesi çok enterasandır.

Yüce Allah bir peygamberin lisanı ile bizlere itikadi ve imani meselelerde şüphemiz olmaması gerektiğini ve kalbimizin mutmain olması için araştırıp sormamız gerektiği dersini vermektedir.Yine ayetin devamında Yüce Allah Hz.ıbrahime yakından uzağa bilinenden hakikate geçmemiz için günlük hayattan kuşların öldürülüp parçalarının değişik dağlara bırakılıp tekrar diriltilmesi misalini vermektedir.Böylece bizlere de yakın çevremizde tevhit delillerine dikkat etmemiz dersi verilmiş olmalıdır.

Daha sonra ise Hz.ıbrahimin kalbinin mutmain olması yine ayet ile izhar edilmektedir.

Risale-i Nur külliyatının bir diğer husisiyeti de ayetlere bizler asrımız itibari ile nasıl muhatap olacağız ve asrımızda günlük hayatımıza ayetlerden düşen dersleri nasıl tatbik edeceğiz derslerini vermesidir.

Demek bu ahirzaman asrında imanların fen ve felsefenin tasallutu ve dinsizlik cereyanlarının maddi ve manevi ifsadatı ile yaralanan kalb ve akıllarımızın tedavi edilmesi ve özellikle imani ve itikadi vechemizin mutmain edilmesi ancak ve ancak Kur'anın manevi bir mucizesi ve dersleri olan Risale-i Nur hakikatlerinin tatbikatı ile olabilir.Mesela haşir risalesindeki dersler ve misaller Hz.ıbrahim(as)'e Allah'ın kuşları parçalayıp her bir parçasının birer dağ başına bırakıp tekrar diriltilerek kalbinin mutmain edilmesi hadisesinden hissesi olması gerekir diye inanıyoruz.

50

10.09.2008, 21:10

Alıntı

Önce Üstadın bu konudaki şu ifadelerini nazara sunmak isteriz:

“Risale-i Nurun mayası ve meşrebi tefekkür ve şefkat olduğu cihetle Hazret-i ıbrahim’in (A.S.) hususî meşrebi olan tefekkür ve şefkat noktasında tam tevafuk etmek sırrıyla…” (şualar,723)

Hz. ıbrahime "halilullah" denir. Bu, "Allah ıbrahimi halil / dost edindi." ayetine dayanır. (Nisa 125)

Hz. ıbrahim, Cenab-ı Hakkın cemalî isimlerine mazhar biri olduğundan yumuşak huylu, son derece merhametli idi. Onun bu durumunu, putlara tapanlara beddua etmeyip Allahın ğafur ve Rahim isimlerine havale etmesinde görebiliriz.
Nur talebeleri "muhabbet fedaileri" olduğundan onların meslek ve meşrebi Hz. ıbrahime daha yakındır. Bundan dolayı mesleğimiz "Haliliye" olmaktadır.

Bedir savaşında esir alınan müşriklere ne muamele edileceği konuşulurken, Hz. Ebu Bekir, fidye karşılığında serbest bırakılmalarını teklif eder. Hz. Ömer ise, öldürülmelerini söyler. Hz. Peygamber (a.s.m), Hz. Ebu Bekir`i Hz. ıbrahim ve Hz. ısa`ya; Hz. Ömer`i de, Hz. Nuh ve Hz Musa`ya benzetir.

Hz. ıbrahim, Cenab-ı Hakk`a şöyle yalvarmıştır. "Ya Rabbi, kim bana tâbî olursa, bendendir. Kim de bana karşı gelirse, şüphesiz Sen Gafur`sun, Rahim`sin" (ıbrahim,36)

Hz. ısa, ümmetinden olup da, zamanla tevhidi bırakıp teslise sapanlar hakkında şöyle der: "Ya Rabbi, onlara azab edersen, şüphesiz onlar Senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen Aziz`sin, Hakim`sin" (Maide, 118).
Görüldüğü gibi, cemali tecelliye mazhar bu iki peygamber, ümmetlerinden haddi aşanlar için beddua etmemişlerdir.

Celâlî tecelliye mazhar olan Hz. Nuh ve Hz. Musa`nın duaları ise, farklıdır. Hz. Nuh, hakkı kabulden kaçan kavmi hakkında yaptığı duada şöyle der: "Ya Rabbi, yeryüzünde bir tek kafiri bile sağ bırakma..." (Nuh, 26).

Hz. Musa ise, şöyle yalvarır "Ya Rabbi, onların mallarını mahvet, kalblerini sık. Onlar, can yakıcı azabı görmedikçe iman etmeyecekler" (Yunus, 88 ).

Fesübhanallah..

Ahirzaman,

Hz ıbrahim a.s.

Hıllet,

şefkat,

Hz ısa a.s.

Ve tabi ki..

Nur talebeleri..

Acib tevafuklar..


51

11.09.2008, 18:23

Allah razı olsun devamları da olur inşaallah çok güzel aktarım ve açıklamalar.
Allahın selamı rahmeti ve bereketi müminlerin üzerine olsun.

52

11.09.2008, 21:18

Abi buyrunuz, sizin fikrinizden de istifade etmek isteriz..

Zira çok ince noktaları gören bir nazarınız var maşaallah..

53

11.09.2008, 22:25

Allah razı olsun o sizin benim gibi gabi bir insana Risalei Nur kardeşliğindeki ıhlas düsturlarından kaynaklanan üzerinizdeki samimimi uhuvvet ve ihlası gösteren hüsnü zannınız olsa gerek Demekki bazen ihtiyaç oluyorki Allah benim gibi gabi ve ami bir adamlada birşeyleri nazara verdiriyor ve belkide bununla sizler gibi, hakiki müdakkik, muhakkik kardeşlerimin ve abilerimin dikkatini celbettiriyor.Yoksa ben sizin yakaladığınız şu hakikatların kıyısından geçmem mümkün değil. bu bölümde Abdulbaki abimizle birlikte sizleri takip etmek katılmaktan daha çok hoş geliyor bana hoş katılmaya kalksam nerdeee bu sizin yaptığınız tesbitleri yapabileyim.
Allahın selamı rahmeti ve bereketi müminlerin üzerine olsun.

54

13.09.2008, 11:46

Alıntı sahibi ""ruhefza""


Fesübhanallah..

Ahirzaman,

Hz ısa a.s.

Ve tabi ki..

Nur talebeleri..

Acib tevafuklar..


Hz.ısa(as):
"Allah'ın izniyle, anadan doğma körleri ve alaca hastalığına tutulanları iyileştirir ve ölüleri diriltirim." (Âl-i ımrân Sûresi, 3:49.)

Cenâb-ı Hak, şu âyetin lisan-ı işaretiyle, mânen diyor ki: "Ey insan! Benim için dünyayı terk eden bir abdime iki hediye verdim: biri mânevî dertlerin dermanı, biri de maddî dertlerin ilâcı. ışte, ölmüş kalbler nur-u hidayetle diriliyor.( Yirminci Söz)

"O, îmân edenler için bir hidâyet rehberi ve bir şifâdır."( Fussılet Sûresi, 41:44.) dur. şu şifalı âyet çok zamandır benim dertlerimin şifası ve ilâcı olduğu gibi eczahane-i kübrâ-yı ılâhiye olan Kur'ân-ı Hakîmin tiryakî ilâçlarından, Risalei'n-Nur eczalarının kavanozlarından alarak, belki bin mânevî dertlerime bin kudsî şifayı buldum ve Resâili'n-Nur şakirtleri dahi buldular. Ve fenden ve felsefenin bataklığından çıkan ve tedavisi çok müşkül olan ve zındıka hastalığına müptelâ olanlardan çokları onunla şifalarını buldular.

ışte her derde şifa olan Kur'ân'ın ilâçlarının bu zamanda bir kısım kavanozları hükmünde bulunan Resâili'n-Nur dahi bu şifadar âyetin bir medar-ı nazarı olduğuna kuvvetli bir emâre şudur ki: Bu âyetin makam-ı cifrîsi olan 1346 adedi Resâili'n-Nur'un 1346'da şifadarâne etrafa intişarının tarihine ve Mucizat-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm nâmında olan risale-i harikanın zaman-ı telifine tam tamına tevafukudur. şu tevafuk hem münasebet-i mâneviyeyi teyid ve onunla teeyyüd eder, hem remizden işaret derecesine çıkarıyor.( Birinci şua)

"Biz Kur'ân'dan mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şeyi indiriyoruz."( ısrâ Sûresi, 17:82.) şu âyet-i azîme sarîhan Asr-ı Saadette nüzûl-ü Kur'ân'a baktığı gibi sair asırlara dahi mânâ-yı işârîsiyle bakar. Ve Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. ışte, doğrudan doğruya tabib-i kulûb olan Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risaletü'n-Nur, benim çok tecrübelerimle umum mânevî dertlerime şifa olduğu gibi, Resâili'n-Nur şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir mânâ-yı işârîsinde dahildir. Ve bu duhulüne bir emare olarak, “mü'minler için bir şifâ ve rahmet” nin makam-ı cifrisî 1339 ederek, aynı tarihte Kur'ân'dan ilham olunan Resâili'n-Nur bu asrın mânevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasından, bu âyet ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi kanaatimi yazdım; kanaate itiraz edilmez.( Birinci şua)

55

29.09.2008, 09:31

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""



"Biz Kur'ân'dan mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şeyi indiriyoruz."( ısrâ Sûresi, 17:82.) şu âyet-i azîme sarîhan Asr-ı Saadette nüzûl-ü Kur'ân'a baktığı gibi sair asırlara dahi mânâ-yı işârîsiyle bakar. Ve Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. ışte, doğrudan doğruya tabib-i kulûb olan Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risaletü'n-Nur, benim çok tecrübelerimle umum mânevî dertlerime şifa olduğu gibi, Resâili'n-Nur şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir mânâ-yı işârîsinde dahildir. Ve bu duhulüne bir emare olarak, “mü'minler için bir şifâ ve rahmet” nin makam-ı cifrisî 1339 ederek, aynı tarihte Kur'ân'dan ilham olunan Resâili'n-Nur bu asrın mânevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasından, bu âyet ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi kanaatimi yazdım; kanaate itiraz edilmez.( Birinci şua)


acibdir ki burada hususi denmiş yani özellikle risale-i Nur'a ve yine risale-i nur'a has bir remzi var..

bu şekildemi anlamaliyiz burayi ağabey doğrumu anlamışım..
ve üstadımız burada neden kanaate itiraz edilmez demiş neye işaret etmiş olabilir?

Kanaat sözünü nasıl anlamalıyız burada?
YENı ASYA NIN BAHTININ MıFTAHI MEşVERET VE şÛRADIR!

56

03.10.2008, 14:22

Alıntı sahibi ""asel""

Alıntı sahibi ""Abdulbaki""



"Biz Kur'ân'dan mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şeyi indiriyoruz."( ısrâ Sûresi, 17:82.) şu âyet-i azîme sarîhan Asr-ı Saadette nüzûl-ü Kur'ân'a baktığı gibi sair asırlara dahi mânâ-yı işârîsiyle bakar. Ve Kur'ân'ın semasından ilhâmî bir surette gelen şifadar nurlara işaret eder. ışte, doğrudan doğruya tabib-i kulûb olan Kur'ân-ı Hakîmin feyzinden ve ziyasından iktibas olunan Risaletü'n-Nur, benim çok tecrübelerimle umum mânevî dertlerime şifa olduğu gibi, Resâili'n-Nur şakirtleri dahi tecrübeleriyle beni tasdik ediyorlar. Demek Resâili'n-Nur bu âyetin bir mânâ-yı işârîsinde dahildir. Ve bu duhulüne bir emare olarak, “mü'minler için bir şifâ ve rahmet” nin makam-ı cifrisî 1339 ederek, aynı tarihte Kur'ân'dan ilham olunan Resâili'n-Nur bu asrın mânevî ve müthiş hastalıklarına şifa olmakla meydana çıkmaya başlamasından, bu âyet ona hususî remzettiğine bana kanaat veriyor. Ben kendi kanaatimi yazdım; kanaate itiraz edilmez.( Birinci şua)


acibdir ki burada hususi denmiş yani özellikle risale-i Nur'a ve yine risale-i nur'a has bir remzi var..

bu şekildemi anlamaliyiz burayi ağabey doğrumu anlamışım..
ve üstadımız burada neden kanaate itiraz edilmez demiş neye işaret etmiş olabilir?

Kanaat sözünü nasıl anlamalıyız burada?
Evet muhterem kardeşim,Üstadımız burada ayetten iktibas suretiyle kuvvetli bir işaret ve beşaretle Risale-i Nurlara hususi işareti görüyor ve gösteriyor ve bu işaretin Risale-i Nurlara olduğu kanaatini izhar ediyor ve gizlemiyor.Hiç bir zaman da her asra hususiyeti olan bu ayeti inhisar altına alacak şekilde kayıt da koymuyor ve kendi kesin kanaatini izhar ettiğini ve böylece gelecek itirazları da önlemek istiyor olmalıdır.Çünkü mesele ve zaman da hassas.Böyle bir zamanda özellikle ehl-i iman ve hocalardan gelebilecek itirazları önlemenin en müessir yolunun bu olduğunu düşünüyorum.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir