Giriş yapmadınız.

vahdet

Acemi

  • Konuyu başlatan "vahdet"

Mesajlar: 3

Hobiler: Risale-i Nur, Risale-i Nur, Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

1

17.03.2007, 22:00

vahidiyet ve ehadiyet

VAHıDıYET

Kardeşlerim, ağabeylerim, nurun tecelli ettiği mübarek aynalar,

Öncelikle Allah’ın selamı ve bereketi üzerinize olsun. Hepimizin kalbini her geçen an daha parlak, daha temiz kılsın ki ayinedarlık etmeye çalıştığımız nur daha iyi tecelli etsin. Amin.

Mecmu-u mahlukatta tecelli eden vahidiyet hususunda Risale-i Nur’un muhtelif kısımlarından edindiğim bazı fikirlerimi, konu ile taalluk etmesi sebebiyle ve sizlerle paylaşmak için bu bölüme ekledim. Ehadiyet konusuna ilişkin yazım henüz bitmediği için onu yarın eklemeyi düşünüyorum.

şiddet-i zuhurundan ve hiçbir isminin, sıfatının şümulünü kayıt altına alacak, sınırlayacak bir zıddın, hiçbir yerde bulunmamasından dolayı göremediğimiz, mahiyetini bilemediğimiz şu alemlerin müdebbiri olan Allah’ın kudsi sıfatlarının ve isimlerinin şualarının yetmiş perde geçtikten sonra ancak gölgelerinin gölgeleri olan tecellilerini müşahade etmekteyiz.
Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nurda vahidiyet ve ehadiyet ile alakalı yerlerde güneş misalini çokça kullanmıştır. Ondördüncü lemanın ikinci makamından alınan aşağıdaki parçada da Üstad vahidiyet ve ehadiyete ilişkin elmastan daha değerli bilgileri bizlere vermiştir. Orada şöyle demiştir:
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyân, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezâhür eden vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak için, dâimâ o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor. Yani, meselâ, nasıl ki güneş, ziyâsıyla hadsiz eşyayı ihâta ediyor. Mecmû-u ziyâsındaki güneşin zâtını mülâhaza etmek için, gayet geniş bir tasavvur ve ihâtalı bir nazar lâzım olduğundan, güneşin zâtını unutturmamak için, herbir parlak şeyde güneşin zâtını, aksi vâsıtasıyla gösteriyor. Ve her parlak şey, kendi kabiliyetince güneşin cilve-i zâtîsiyle beraber ziyâsı, harareti gibi hâssalarını gösteriyor. Ve her parlak şey, güneşi bütün sıfatıyla, kabiliyetine göre gösterdiği gibi; güneşin ziyâ ve hararet ve ziyâdaki elvân-ı seb'a gibi keyfiyâtlarının herbirisi dahi, umum mukabilindeki şeyleri ihâta ediyor.
Öyle de, -4- (temsilde hatâ olmasın) ehadiyet ve samediyet-i ılâhiye, herbir şeyde, hususan zîhayatta, hususan insanın mahiyet-i aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi, mevcudât ile alâkadar her bir ismi, bütün mevcudâtı ihâta ediyor.
ışte vâhidiyet içinde ukûlü boğmamak ve kalpler Zât-ı Akdes’i unutmamak için, dâimâ vâhidiyetteki sikke-i ehadiyeti nazara veriyor ki, o sikkenin üç mühim ukdesini irâe eden "Bismillahirrahmanirrahim" 'dir. (Ondördüncü Lem’a nın ikinci makamından)
Evet Zat’ı Akdes’in esmasının cilveleri, güneşin dünyadaki mevcudatı ihata ettiğinden hadsiz derecede büyük bir kuşatıcılık ile bütün kainatı müştemilâtı ile beraber ihata etmiş durumdadır.
Evet, güneşin cilveleri toprak altındaki karıncada tecelli etmez ama, Zat-ı Akdes’in esmasının cilveleri mahlukatın en küçük zerrelerini dahi kuşatır. Toprağın altıda, üstüde, kainatın öbür ucundaki bir zerrede Esma-i ılahiye’nin cilvelerden nasibini alır.
Cenab-ı Hakk’ın sıfatlarının ve esmasının bütün kainatta birden tecellisine “vahidiyet “ denmektedir.
Bu kainatta müşahade edilen vahidiyet tefekkür edilirken sathi, icmali düşünmemiz gerektiğini Üstad Mesnevi-i Nuriye de şöyle ifade etmiş:
“Lâkin nefsinde, bâtınında, hususî ahvâlinde tefekkür ettiğin zaman, derinden derine tafsilâtla tetkikat yap. Fakat âfakî, haricî, umumî ahvâlâta teemmül ettiğin vakit, sathî, icmâlî düşün, tafsilâta geçme. Çünkü icmalde, fezlekede olan kıymet ve güzellik tafsilâtında yoktur. Hem de âfakî tefekkür, dipsiz denize benziyor, sahili yoktur. ıçine dalma, boğulursun.”
Ve ayrıca yine Ondördüncü Lem’a nın bir yerinde;
“Hadsiz kesret içinde vâhidiyet tecellîsi, hitâb-ı "ıyyake na'büdü" -1- demekle herkese kâfi gelmiyor; fikir dağılıyor. Mecmûundaki vahdet arkasında Zât-ı Ehadiyeti mülâhaza edip, "ıyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn" -2- demeye küre-i arz vüs'atinde bir kalb bulunmak lâzım geliyor. Ve bu sırra binâen, cüz'iyâtta zâhir bir sûrette sikke-i ehadiyeti gösterdiği gibi, herbir nev'de sikke-i ehadiyeti göstermek ve Zât-ı Ehadi mülâhaza ettirmek için, hâtem-i Rahmâniyet içinde bir sikke-i ehadiyeti gösteriyor. Tâ, külfetsiz, herkes her mertebede "ıyyake na'büdü ve iyyake nesteıyn" deyip, doğrudan doğruya Zât-ı Akdese hitâb ederek müteveccih olsun.
ışte Kur'ân-ı Hakîm bu sırr-ı azîmi ifade içindir ki, kâinatın daire-i âzamında, meselâ semâvât ve arzın hilkatinden bahsettiği vakit, birden, en küçük bir daireden ve en dakîk bir cüz'îden bahseder; tâ ki, zâhir bir sûrette hâtem-i ehadiyeti göstersin. Meselâ, hilkat-i semâvât ve arzdan bahsi içinde, hilkat-ı insandan ve insanın sesinden ve sîmâsındaki dekâik-ı nimet ve hikmetten bahis açar; tâ ki fikir dağılmasın, kalb boğulmasın, ruh Ma'budunu doğrudan doğruya bulsun. Meselâ,
-3-

âyeti mezkûr hakikati mu'cizâne bir sûrette gösteriyor.” diyerek kesret-i mahlukat içerisinde vahidiyeti tefekkür etmek için meselelerin çok derinine inilmesinin fikrin boğulmasına sebep olacağını ifade etmiş.

Bunu biraz daha açmaya çalışalım. Örneğin bir adam güneşin cilvesinin arzın tamamında görünen tecellisini müşahade etmek için, güneşin azametini mütalaa için, ya dünyadan uzaklaşıp başka bir gezegene gidip dünyaya oradan bakacaktır, dünyanın içindeki varlıklara olan tecellisine değil dünya yüzeyindeki tecellisine bakacaktır. Yada dünyada iken dünyanın her bir yerini dolaşıp varlıkları tek tek inceleyip varlıklardaki tecellisini görüp her bir varlıktaki tecellisini zihninde tutmalı ki, sonra bütün dünyayı gözünün önüne getirebilsin(!), güneşin azametini anlayabilsin. Varlıkları tek tek incelemenin ne kadar müşkülatlı bir iş olduğu malumdur. Böyle bir işi yaparken temel amacı unutup, teveccühünü varlıklara yöneltebilir.

Aynen bunun gibi, vahidiyeti anlamak isteyen biri, Esma-i ılahiyeyi tefekkür ederken kainatı göz önüne getirmelidir. Fakat kainata sathi, yüzeysel bakmalıdır, tafsilata girmemelidir, derine inmemelidir ki fikirleri karışmasın. Esas gayeyi şaşırıp, yüzünü Allahtan masivaya çevirmesin. Varlık içinde boğulup bedbaht olmasın.



Sual: Kesret-i mahlukata derinlemesine bakıp, tafsilata girenlerin fikirleri neden dağılabilir, kalbleri neden boğulabilir? ıcmali ve sathi nasıl bakılabilir?

Bence bu sorunun cevabı şudur:
Cenab-ı Hakk’ın esmasını bütün kainatta olan tecellisini(vahidiyet) görebilmek için varlıkları ve varlıklar arasındaki münasebetleri iyice anlamak, ve kainatı tek bir varlık gibi görmek, zihnimizde bütünleştirmek gerekiyor. ılk önce kainatı zihnimizde tek bir varlık gibi yapılandırmalıyız. Sonra o tek varlık üzerinde parlayan cilveyi görebilelim. Bunun iki yolu var. Ya bütün yönleriyle, derinlemesine kainatı olduğu gibi göz önüne getirmek, yada yüzeysel bir bakışla, bir nevi kainatın özetini, modelini göz önüne getirmek. Biri uzun, müşkilatlı ve tehlikelidir. Bu yolda hikmetini bilemediğimiz bazı zahiri su-i halleri görmek, örneğin merhamete aykırı gibi görünen fakat ayn-ı adalet olan bir hadise bizi Cenab-ı Hakk’ın merhameti hakkında vehme düşürebilir. Buna binaen ise insan gurura düşer. Enaniyeti büyür. Ve nihayetinde Firavuna inkilab edebilir.
Diğer yol ise selametli ve kısadır. ıcmali ve sathi bakış için mecmu-u kainatın hepsine değil bir özetine, bir modeline nazar-ı dikkat çevrilmelidir.
Bunu şöyle küçük bir hikayecik ile fehme takribine çalışalım.

* * *
“ıki adam yaşadıkları ülkenin padişahını tanımak ve ülkesinde ne ölçüde muktedir olduğunu ve ülkesinin bütününde tecelli eden kudretini, adaletini, merhametini vesaire hasiyetlerini görmek için araştırma yapmaya koyulurlar.Onlardan birisi der ki “Ben padişah hakkında tam bir kanaat sahibi olmak için ülkenin tamamını gezeceğim, tek tek her yeri, herkesi göreceğim, ahvalini soracağım.”
Diğeri der, “Bu senin dediğin hem uzun, hem müşkilatlı hem de tehlikelidir. Ben her yeri karış karış dolaşmayacağım, Her vilayetteki beş farklı yere gidip oralardan birer kişiyi görüp o kişilere soracağım. şüphesiz bu daha kısa ve tehlikesiz bir yoldur.”
Anlaşamayıp ikisi de aklına uyan yöntemi denemek için yola koyulurlar. Bütün ülkeyi dolaşacağım diyen adam daha bir iki vilayeti tamamen gezip durumu öğrenmeden diğeri bütün ülkeyi dolaşıp işini bitirir, amacına ulaşır. Görür ki padişah bütün ülkeyi mükemmel idare ediyor. Padişaha hürmeti artar, intisabı ziyadeleşir. Onun kapıkulu neferi olabilmek için var gücü ile çalışır.
Diğeri ise birkaç vilayet dolaştıktan sonra bir vilayete varır. O vilayetin bulunduğu bölgenin çöl olduğunu görür. Uçsuz bucaksız çölü gezeceğim diye inad eder. Çölde yabani hayvanların bir başka hayvanı parçaladığına şahit olur. Hikmetlerini bilemediği için hadiseye kendi dar görüşü ile bakar. “Hani bu padişahın kudreti burada neden geçmiyor?” der. Sonra git gide bir yere gelir. Burada bir takım insanların zindanda olduklarını ve başlarında ise hükümetin askerleri bulunduğunu görür. “Padişahın merhametine bak! ınsanlara azab ediyor.” der. Bilmez ki o insanlar suç işlemiş, adalet gereği cezalarını çekiyorlar. Ve bunun gibi gittiği bazı yerlerde gördüğü bazı zahiri su-i halleri padişahın iktidarının noksanlığına verir. Padişaha intisabı azalır. Gurura yenik düşer düşer. Enaniyeti kalınlaşır.
Uzun seneler sonra araştırmasını bitirip memleketine dönünce, padişah düşmanı bir anarşiste dönüşmüştür. Padişaha ilişkin söylediği sözler ve düşman faaliyetleri sonucu suçlu durumuna düşer. Padişah adaleti gereği o bedbaht anarşisti zindana attırır.”

* * *

Ehadiyet hususundaki düşüncelerimi ise yarın siz kardeşlerimle paylaşmak isterim. Ayrıca bu konuya değerli fikirlerinizle katılımlarınızı beklerim.

Selametle.

2

15.05.2007, 00:10

cüz ve cüz'i;küll ve külli kavramları da bu konunun anlaşılmasında önemli roloynuyor.Evet,ağacı ''küll''olarakalırsak;dalları,yaprakları,gövdesi,meyveleri onun cüzleri.Bu örnekte ağaç olan bir ''küllü'' tasavvur edebilmek için tüm eczasına ihtiyaç var.Ama ağacı tasavvur etmenin ,teker teker parçaları bir anda düşünmek ve toplamak yerine daha kolay bir yolu var.O ise,çekirdek cüzi'isinin arkasında onu seyretmek.O zaman ağaç kendi parçasının arkasında seyredilebilen bir ''külli ''hükmünde oluyor.ağacın aynı zamanda çekirdeğinin içinde saklı olduğunun hatırlanması gerekiyor mümkün.

evet Cenabı Hakk ,küll olan kainat arkada bırakılarak da seyredilebilir ama bunun için kamer kadar manen yükselip O'nu nazar edebilecek bir makama çıkmak lazım.Ama her mevcudun arkasında herşeyi yaradan ünvanıyla Onu seyr mümkün.Çok uzağa gerek yok....

Alpaslan

Stajyer

  • "Alpaslan" bir erkek

Mesajlar: 84

Konum: Almanya

Meslek: Inşaat sektöründe

Hobiler: Hizmet

  • Özel mesaj gönder

3

24.08.2007, 18:02

her ikinizide
teprik eder devamlarini beklerim
daha yazilacak arastirilacak cok sey var..
sagolun
saygilarimla
alpaslan

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir