Giriş yapmadınız.

Sayın ziyaretçi, Muhabbet Fedâileri sitesine hoş geldiniz. Eğer buraya ilk ziyaretiniz ise lütfen yardım bölümünü okuyunuz. Böylece bu sitenin nasıl çalıştığı konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşabilirsiniz. Eğer sitenin tüm olanaklarından faydalanmak istiyorsanız, kayıt yaptırmayı düşünmelisiniz. Bunun için kayıt formunu kullanabilir ya da bu bağlantıya giderek kayıt işlemi hakkında daha fazla bilgi alabilirsiniz. Eğer önceden kayıt yaptırdıysanız buradan giriş yapabilirsiniz.

1

11.11.2005, 22:35

24.Söz 3.Dal

Alıntı

Yirmi Dördüncü Söz
Üçüncü Dal
Kıyâmet alâmetlerinden ve âhir zaman vukuâtından ve bâzı amâlin fazîlet ve sevaplarından bahseden ehâdîs-i şerîfe güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. ımânı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da, inkâra kadar gitmişler. şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız, "On ıki Asıl"ı beyân ederiz.



Bu On iki Asıl, teek tek, örneklerle izah edilecek. derste bu konu bana ihale edildi. acil hazırlanmam lazım. yardım istiyorum arkadaşlar.

ilk açıklama birinci asıl ile olacak.


Alıntı

• Birinci Asıl: Yirminci Sözün âhirindeki suâl ve cevapta izah ettiğimiz meseledir. ıcmâli şudur ki:
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi, ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese göz ile görülecek vukuâtı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhûl kalsın, ne de bedihî olup, herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyârı elinden almayacak. Zîrâ, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i Kıyâmet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidad, elmas gibi bir istidad ile beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zâyi olur.
ışte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıd hükümler olmuş.



akabinde ikinci asıl ... üçüncü ...... onikinci asıl gelecek...

2

12.11.2005, 09:57

Abi 1. asılda kafana takılan bir yer var mı?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

3

12.11.2005, 16:52

konuyu örneklendirmek istersek, başka nasıl örnekler verilebilir.

4

13.11.2005, 11:00

Mehdi-Süfyan ile ilgili başlıklarda bu asılla ilgili çokca örnekler verildi, çokca tartışıldı.

Başlıklardan bir başlık bu.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

5

13.11.2005, 12:13

ders anlatımına bu denli önem vermeniz hoş. tebrikler...

açıklamalar (şerh ve izah meseleleri) gerçekten güzel bir konu. hele asıl mevzu ahirzaman hadisatı olunca!...

yalnız her konunun açıklanmasına gerek olmadığını düşünüyorum. bazen yalnızca okunup geçilmesi, hem cazibesini hem istifadesini artırıyor... cemaatin o mevzuuya heyecanını artırıp o halaveti muhafaza ederek devam etmek en tatlısı heralde... özellikle bu konu ...

misallendirmek, bazen yaşanan tecrübelerle, bazen nurların başka yerleriyle fevkaladedir. bunu meşhur isimler yapınca nasıl heyecan oluşuyor malum... aynısı bizim derslerimizde de oluşabilir bunun şartı da "isthdam" dır... Allahın kelamını ağzımıza koyması ve bizim onun namına konuşmamızdır. bu güzel ikramı kabule uygun hal kesbetmek çok mühimdir.

Hadisat-ı Kıyamet ise misallendirmelerden, insanları bir takım hedeflere yöneltmekden ziyade kendi iç alemini muhasebe etmek için var. yani hazırladığınız her paragraf nurların o naif dokusunu zedelememek için yine enfusi bir muhasebe halini getirmeli.

ah bu yeni kardeşiniz bazen lafı uzun tutuyor... size bol feyizli dersler dilerim...

6

13.11.2005, 22:15

Alıntı

ıkinci Asıl: Mesâil-i ıslâmiyenin tabakàtı vardır; biri bürhan-ı katî istese, diğeri bir zann-ı gàlibî ile iktifâ eder, başkası yalnız bir kabul-ü teslimî ve reddetmemek ister. Öyle ise, esâsât-ı imâniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuât-ı zamâniyenin herbirinde bir iz’ân-ı yakîn ile bir bürhan-ı katî istenilmez. Belki, yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.


Alıntı

Üçüncü Asıl: Zaman-ı Sahabede benî ısrâil ve Nasarâ ulemâlarından çoğu ıslâmiyete girdiler. Eski mâlûmâtları dahi onlarla beraber Müslüman oldu. Bâzı hilâf-ı vâki’ mâlûmât-ı sâbıkaları, ıslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.



özellikle kırmızı renkli yerlerin izaha ihtiyacı var. yorumlarınıza ihtiyacım var.

7

15.11.2005, 22:15

anlaşıldı. bu konuyu cumaya kadar aydınlatamayacağız. bizde lugatten çevrilmiş halini okuyup geçeceğiz. teşekkür ediyorum herkese.

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

8

16.11.2005, 15:11

Değerli @Alperdini.. 24.Sözün 3.dalı cidden çok kıymetli ve üzerinde uzun inceleme yapılması gereken bir risale.. Sizin izah istediğiniz yerler ise araştırma gerektiren meselelerdir. Onun için Cuma gününe kadar bu 12 asılın tamamına ait cevap almanız mümkün görünmüyor.

-ılk önce bu 3.daldaki meselelerin "12 asıl" olarak adlandırılmasına değinmek gerekiyor. "Asıl" kelimesinin çoğulu "usul" dür. "asıllar, esaslar,kökler,temeller" manasına gelmekle birlikte "yöntem. metod" manasına da gelmektedir. iki mana da birbiriyle alakadardır. Bir ilim dalında dikkat edilmesi gereken esasların asılların toplamı -ki "usul" olarak adlandırılır- o ilmin metodu ve yöntemidir. ıslami ilimlerde Usul-ü Hadis, Usul-ü fıkıh, tefsir usülü gibi ilimler vardır. Örneğin Hadis Usulü dendiği zaman "Hadislerin incelenmesi esnasında dikkat edilmesi gereken esaslar,asıl kaideler" anlaşılır. Çünkü bu asıl kaideler hadislerin anlaşılmasının yöntemidir,temelidir. Üstad da bu risalede Bazı hadislerin doğru anlaşılmasında gerekli olan asıl kaideleri anlattığı için bu parçayı "12 asıl" olarak adlandırdığı kanaatindeyim. Yani "Hadis usulünün 12 aslı,12 esas kaidesi" manasında....

-Daha sonra ele alınması gereken bir mesele ise bu "12 aslın" niçin 24. söze yerleştirilmiş olduğu.. Ben bu risaleyi ilk okumalarımda buna mana veremiyordum. Çünkü en baştaki Ayet "En güzel isimler Allahındır" diyor. 1.Dal ve 2.Dal bu ayetle alakalı görünüyor, fakat bu 3. daldaki hadis izahlarının bu ayetle hiçbir alakası yokmuş gibi görünüyor. Fakat daha sonra farkettim ki 1.ve 2. dal penceresinden bakılınca , bu asılların buraya yerleştirilmesi bile mühim bir sırrı izah içindir. Fakat bunun izahı uzun gider. ınşallah daha sonra bunu müzakere ederiz.

-1.Asılda işlenen konu açık olmakla birlikte bir noktaya dikkat etmek gerektir. Üstad Kur'andan külli bir kaideyi çıkarıyor. "Dinin bir imtihan olması. ve herkesin imtihana tabi tutulması" bu herkesin bildiği genel bir kaide.. Peygamber efendimiz Kuranı en iyi bilen biri olarak Kuranda açıklanmış olan bir meseleye muhalefet etmesi mümkün değildir. Örneğin Ahirzamanın iyi ve kötü karakterlerini anlatırken Kuranın bu kaidesine uyarak imtihan sırrını bozmadan beyan etmesi gerekiyor. Herşey aşikare olsa yani artık inkar edilemeyecek seviyede "Bedahet" derecesine çıkacak tarzda o ahirzaman hadiseleri beyan edilse Akıl için kapı kapanmış olur. Akılla düşünmeye gerek kalmaz . Buda imtihana zıttır. Bununla beraber aklı kullanamayacak derecede de kapalı bırakmamak gerekiyor. bu iki tarz da imtihana, denenmeye zıttır.
Bu şuna benzer . bir öğrenciye ne kadar çalıştığını ölçmek için sınav yapılır. ımtihanda asıl gaye talebenin ne kadar çalıştığını ve çözebilirlik kabiliyetini ölçmektir. Halbuki Soruların yanında cevap anahtarları da verilirse, işte bu imtihanı bozar, geçersiz kılar. aynen bunun gibi Çözülemeyecek derecede zor ve kapalı ve talebenin eğitim seviyesini aşan sorular sormak ta yine imtihanın ana gayesine zıttır. Öyleyse Hem talebenin seviyesine uygun çözülebilir soru sorulacak hemde cevap anahtarı yanında verilmeyecek. Üstadın tabiriyle
" Akla kapı açacak , ihtiyarı ellden almayacak" tarzda beyan gerekir.

Ahirzaman hadiseleri külli ve umumi olduğundan o hadiseleri ve kişileri bedahet derecesinde tayin etmek sırr-ı teklife ve imtihana zıttır. Çünkü ihtiyarsız ekseriyet insanlar kabul etmek zorunda kalır. Mesela " Onun alnında Haza kafir yazar " mealindeki hadis bizzat zahir manasına göre kabul edilse , böyle bir zat herkes için bedihi olur. ekseriyet kabul etmek zorunda kalır. sırr-ı teklif bozulur. Böyle bir haberi vermek imtihan sırrını bozacağı için Kuranın emrine zıt olur. Peygamber efendimiz de Kurana zıt düşmeyeceğine göre, bunun müteşabih bir hadis olduğuna hükmetmek gerekir. ve teville bu hadisin sahih manaları aranmalıdır. Demek ki bu tür hadisleri zahir manasına göre düşünmek Kurana zıt bir davranıştır.

Mucizelerde ise her zaman bir perde vardır. Bedahet yoktur. Mesela şakk-ı kamer için kafirler sihir demişlerdi. Ayrıca mucizeler bir grup insana gösterilir. Umum insanlığı değil. onun için de sırr-ı teklife zıt düşmez.

Ahiretten kıyametten aşikar ve bedihi olarak bahsetmekte ise mahzur yoktur. Çünkü kıyamet ile imtihan sona erdiği için ve insanlar denenmiş olduğu için perdenin kaldırılmasında sorun yoktur.

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

9

16.11.2005, 15:32

ıslamiyet temel meseleleri olan tevhid haşir gibi meseleler için tahkiki iman gereklidir. bu da bürhan ile olur. ıslamiyet bu meselelerde taklitte kalmayı istemez. Fakat ferî meselelerde ise böyle bürhan ile itikat etmeye gerek yoktur. zaruri değildir. Mesela ileride gelecek olan hadislerden biri olan "bir yasin on kuran kadardır" hadisi bir feri meseledir. Peygamberimiz söylemiş olduğu için kabul ederiz, doğrudur. Fakat bu meselenin hakikatini delille bürhanla araştırmak zorunda değiliz. ıslamiyet bunu bizden zorunlu olarak istemiyor. Sadece Peygamber efendimiz söylediği için Doğru olduğunu kabul etmek , ve uygulamak gerekir.
Fakat Tevhid haşir nübüvvet gibi temel meselelerde, Peygamber efendimiz söylediği için kabul etmekle beraber bürhan-ı kati ile bu meselelere olan imanımızın tahkiki olmasını islamiyet bizden istiyor. her mümine bu farzdır. Ehl-i tahkik böyle hükmetmişler.

işte bunun için olsa gerektir ki ,üstad bazı hadislere gelen şüphelerin hakikatlerini izah ettikten sonra şöyle der. "şimdi insafın varsa bu «On Usûlü» Kemâl-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadîsin inkârına kalkışma! «Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tâbiri vardır»de, ilişme." Çünkü herkes bu teferruat meselelelerini bilmekle ve tahkikle mükellef değil. ve bilemez.
fakat hakaik-i imaniye için böyle demez. onları bir bir isbat eder. Çünkü bürhan-ı kati gereklidir.herkesin bunları bilmesi istenir.

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

10

16.11.2005, 15:53

Kuranda veya hadiste geçen bazı meseleler muharref ıncil ve Tevratta daha tafsilli olarak bulunabilmektedir. Halbuki o kitaplar tahrif edilmiş oldukları için içindeki kıssaların güvenilirliği yoktur. Mesela Kuranda Yecüc ve Mecüc geçer. eski kitaplarda ise onlara dair çok beyanlar vardır. işte eskiden Hristiyan veya yahudi alimi olan Ka'b-ül Ahbar gibi bazı zatlar bu eski bilgilerinin Kurandaki Yecüc ve Mecücün açıklanması için kullanınca bu izahlar zamanla sanki islamiyetin malı imiş gibi tefsirlere ve kitaplara girmiş. Hadislerde ise örnek olarak Sevr ve Hut meselesini verebiliriz. Peygamber efendimizin söylemiş olduğu bu hadise dair yine eski kitapların tafsilatıla açıklamalar yapılmıştır. ve bunlar islamiyetin malı imiş gibi anlaşılmıştır. "Hususan Benî ısrail âlimlerinin müslüman olanlarından bir kısmı, kütüb-ü sâbıkada "Sevr ve Hût" hakkında gördükleri hikâyeleri, Hadîse tatbik edip, Hadîsin mânâsını acib bir tarza çevirmişler." 14.lema
Eski semavi kitaplardaki tafsilat hakkında bilgim yok. araştırmak gerekiyor.
Değerli @Alperdini fazla vaktim olmadığından bu kadar yazabildim. Size kolay gelsin

11

18.11.2005, 16:13

yani, var olan vaktinizi merak ettim şimdi. sizinle msn den görüşmek isterim. müsait olduğunuzda alperdini@hotmail.com adresini listenize eklerseniz sevineceğim. bu kadarı bile yeterli şimdilik.

12

19.11.2005, 21:55

Alıntı

• Üçüncü Asıl: Zaman-ı Sahabede benî ısrâil ve Nasarâ ulemâlarından çoğu ıslâmiyete girdiler. Eski mâlûmâtları dahi onlarla beraber Müslüman oldu. Bâzı hilâf-ı vâki’ mâlûmât-ı sâbıkaları, ıslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.


renkli yerin izahata ihtiyacı var. ne yaptım ettim çıkamadım.


Bâzı hilâf-ı vâki’ mâlûmât-ı sâbıkaları, ıslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.

lugatlı hali,

Bâzı gerçeğe zıt geçmiş bilgileri, ıslâmiyetin malı olarak zannedildi.


ne denmek istenmiş.

13

20.11.2005, 11:02

ıslam'a giren bu zatlar, ıslam'ı anlatırken, ilim alıp verirken, müzakere ederken, veya vaaz ederken ve hakeza, hadis olsun, diğer şekillerde olsun, kendilerinin kaynağı ıslamiyet olmayan (Nasraniyyat veya ısrailiyyat olan) bilgilerini de kullandılar. Belki kendilerince eski bilgilerinden de faydalanarak iyilik ettiler, ama aslında ıslam'a zarar verecek, hak olduğundan şüphe ettirecek bilgileri de, ıslam'a mal ettiler, sevr ve hut buna misal verilmiş, mesela belki o bilgiler yüzünden, dünya dev bir öküzün boynuzunun üstünde dönüyor telakki edilmiş. Kısaca o zaman için hak zannedilebilecek, iltibasa sebep olacak şeyler, ıslam'a girmiş. Ama zamanla, bunun hakikate zıt olduğu anlaşılmış. Sevr ve hutu onların peygamberleri aleyhimüsselam, belki onlara, farklı amaçla anlattı. Üstad'ın bu konuda izahatları var, yani sevr ve huttan kasıt ne olabilir, madem dev bir balık ile öküz değil? Onlar temsili şeyleri yanlış anladılar, hurafevarî şekle bürüyüp nesilden nesile aktardılar, ıslam'a girdikten sonra da, bu alışkanlıklarından malesef vazgeçmediler. Benim anladığım bu.

Allahu â'lem bissavab.
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir