Giriş yapmadınız.

1

21.05.2005, 11:55

Nedir bu zerratın tahavvülatındaki şevk ve zevk?

Nedir bu zerratın ve zerrattan kainata mevcudatın tahavvülatındaki şevk ve zevk?

24.Mektub 1. Makam
ıkinci Remiz: Onsekizinci Mektub'un âhirki mes'elesinin âhirinde denildiği gibi, Hâlık-ı Zülcelâl hayret-nüma, dehşet-engiz bir surette bir faaliyet-i Rububiyetiyle, mevcudatı mütemadiyen tebdil ve tecdid ettiğinin bir hikmeti budur: Nasılki mahlukatta faaliyet ve hareket; bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten, bir muhabbetten ileri geliyor. Hattâ denilebilir ki; herbir faaliyette bir lezzet nev'i vardır; belki herbir faaliyet, bir çeşit lezzettir. Ve lezzet dahi, bir kemâle müteveccihtir; belki bir nevi kemâldir. Mâdem faaliyet bir kemâl, bir lezzet, bir cemâle işaret eder. Ve mâdem Kemâl-i Mutlak ve Kâmil-i Zülcelâl olan Vâcib-ül Vücud, zât ve sıfât ve ef'alinde, bütün enva'-ı kemalâta câmi'dir; elbette o Zât-ı Vâcib-ül Vücud'un vücub-u vücuduna ve kudsiyetine lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gına-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına ve tenezzüh-ü zâtîsine münasib bir şekilde; hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve nihayetsiz bir muhabbet-i münezzehesi vardır. Elbette o şefkat-i mukaddeseden ve o muhabbet-i münezzeheden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes vardır. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürur-u mukaddes vardır. Ve o sürur-u mukaddesten gelen, tabiri caiz ise, hadsiz bir lezzet-i mukaddese vardır. Ve elbette o lezzet-i mukaddese ile beraber; hadsiz onun merhameti cihetiyle faaliyet-i kudreti içinde, mahlukatının istidadları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden, o mahlukatın memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen Zât-ı Rahman ve Rahîm'e ait, tabiri caiz ise, hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki; hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor. Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor. Ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi; mevt ve ademi, zeval ve firakı iktiza ediyor.

Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnuatın gayelerine dair gösterdiği faideler nazarımda çok ehemmiyetsiz göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider. Onun için feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalaletine düşer veya Sofestaî olur veya ihtiyar ve ilm-i Sâni'i inkâr eder veya Hâlık'a "mûcib-i bizzât" der.

ışte o zaman rahmet-i ılâhiye, Hakîm ismini imdadıma gönderdi; bana da masnuatın büyük gayelerini gösterdi. Yani herbir masnu' öyle bir mektub-u Rabbanîdir ki, umum zîşuur onu mütalaa eder. şu gaye bir sene bana kâfi geldi. Sonra san'attaki hârikalar inkişaf etti, o gaye kâfi gelmemeye başladı. Daha çok büyük diğer bir gaye gösterildi. Yani: Herbir masnu'un en mühim gayeleri Sâniine bakar; onun kemalât-ı san'atını ve nukuş-u esmâsını ve murassaat-ı hikmetini ve hedaya-yı rahmetini, onun nazarına arzetmek ve cemâl ve kemâline bir âyine olmaktır, bildim. şu gaye hayli zaman bana kâfi geldi. Sonra san'at ve icad-ı eşyadaki hayret-engiz faaliyet içinde, gayet derecede sür'atli tağyir ve tebdildeki mu'cizat-ı kudret ve şuunat-ı Rububiyet göründü. O vakit bu gaye dahi kâfi gelmemeye başladı. Belki şu gaye kadar büyük bir muktazî ve dâî dahi lâzımdır bildim. ışte o vakit, şu ıkinci Remiz'deki muktazîler ve gelecek işaretlerdeki gayeler gösterildi. Ve yakînen bana bildirildi ki: "Kâinattaki kudretin faaliyeti ve seyr ve seyelan-ı eşya o kadar manidardır ki; o faaliyet ile Sâni'-i Hakîm, enva'-ı kâinatı konuşturuyor." Güya göklerin ve zeminin müteharrik mevcudları ve hareketleri, onların o konuşmalarındaki kelimelerdir ve taharrük ise bir tekellümdür. Demek faaliyetten gelen harekât ve zeval, bir tekellümat-ı tesbihiyedir. Ve kâinattaki faaliyet dahi kâinatın ve enva'ının sessizce bir konuşması ve konuşturmasıdır.

18. Mektub
Üçüncü Mesele: Hikmet ve akıl ile halledilmeyen bir mes'ele-i mühimme.


كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِى شَاْنِ

فَعّالٌ لِمَا يُرِيدُ



Sual: Kâinattaki mütemadiyen şu hayret-engiz faaliyetin sırrı ve hikmeti nedir? Neden şu durmayanlar durmuyorlar, daima dönüp tazeleniyorlar?

Elcevap: şu hikmetin izahı bin sahife ister. Öyle ise izahını bırakıp gayet muhtasar bir icmalini iki sahifeye sığıştıracağız.

ışte nasılki bir şahıs, bir vazife-i fıtriyeyi veyahut bir vazife-i içtimaiyeyi yapsa ve o vazife için hararetli bir surette çalışsa; elbette ona dikkat eden anlar ki, o vazifeyi ona gördüren iki şeydir:

Birisi: Vazifeye terettüb eden maslahatlar, semereler, faidelerdir ki; ona "ille-i gaiye" denilir.

ıkincisi: Bir muhabbet, bir iştiyak, bir lezzet vardır ki: Hararetle o vazifeyi yaptırıyor ki, ona "dâî ve muktazî" tabir edilir. Meselâ: Yemek yemek, iştihadan gelen bir lezzet, bir iştiyaktır ki, onu yemeğe sevkeder. Sonra da yemeğin neticesi, vücudu beslemektir; hayatı idâme etmektir. Öyle de: وَلِلّهِ اْلمَثَلُ اْلاَعْلَى şu kâinattaki dehşet-engiz ve hayret-nümâ hadsiz faaliyet, iki kısım esmâ-i ılâhiyeye istinad ederek iki hikmet-i vâsia içindir ki, herbir hikmeti de nihayetsizdir:

Birincisi: Cenâb-ı Hakk'ın esmâ-i hüsnasının hadd ü hesaba gelmez enva'-ı tecelliyatı var. Mahlukatın tenevvüleri, o tecelliyatın tenevvüünden geliyor. O esmâ ise, daimî bir surette tezahür isterler. Yani, nakışlarını göstermek isterler. Yani nakışlarının âyinelerinde cilve-i cemâllerini görmek ve göstermek isterler. Yani, kâinat kitabını ve mevcudat mektubatını ânen fe-ânen tazelendirmek isterler. Yani, yeniden yeniye manidar yazmak ve her bir mektubu, Zât-ı Mukaddes ve Müsemmâ-yı Akdes ile beraber, bütün zîşuurların nazar-ı mütalaasına göstermek ve okutturmak iktiza ederler.

ıkinci sebeb ve hikmet: Nasılki mahlukattaki faaliyet bir iştiha, bir iştiyak, bir lezzetten geliyor. Ve hattâ herbir faaliyette kat'iyen lezzet vardır; belki herbir faaliyet, bir nevi lezzettir. Öyle de Vâcib-ül Vücud'a lâyık bir tarzda ve istiğna-i zâtîsine ve gınâ-i mutlakına muvafık bir surette ve kemâl-i mutlakına münasib bir şekilde hadsiz bir şefkat-i mukaddese ve hadsiz bir muhabbet-i mukaddese var. Ve o şefkat-i mukaddese ve o muhabbet-i mukaddeseden gelen hadsiz bir şevk-i mukaddes var. Ve o şevk-i mukaddesten gelen hadsiz bir sürûr-u mukaddes var. Ve o sürûr-u mukaddesten gelen -tâbir caiz ise- hadsiz bir lezzet-i mukaddese var. Hem o lezzet-i mukaddeseden gelen hadsiz terahhumdan, mahlûkatın faaliyet-i kudret içinde ve istidadları kuvveden fiile çıkmasından ve tekemmül etmesinden neş'et eden memnuniyetlerinden ve kemallerinden gelen ve Zât-ı Rahmân-ı Rahîm'e ait -tabir caiz ise- hadsiz memnuniyet-i mukaddese ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki, hadsiz bir surette, hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor.

ışte şu hikmet-i dakikayı felsefe ve fen ve hikmet bilmediği içindir ki, şuursuz tabiatı ve kör tesadüfü ve câmid esbabı; şu gayet derecede alîmâne, hakîmâne, basîrâne faaliyete karıştırmışlar, dalâlet zulümatına düşüp nûr-u hakikatı bulamamışlar.

*************

Lezzet-i mukaddse, memnuniyet-i mukaddese, iftihar-ı mukaddese, şefkat-ı mukaddese, muhabbet-i münezzehe ifadeleri galiba yukarıda Cenab-ı Hak için kullanılıyor. Yani Allah da -tabiri caizse - , -teşbihte hata olmasın - , lezzet, memnuiyet, iftihar, şefkat, muhabbet duyuyor. şefkat, iftihar, memnuniyet, muhabbet insana garip gelmiyor, ama lezzet bana ilginç ve ma'rifetullaha dair bir sır gibi geliyor.

Kainatın yaratılışı ve işleyişi, sürekli hareketi konusunda Üstad iki şeye dikkat çekmiş, 1- Esma-i Hüsnanın cilveleri ve bunların sürekli tazelenmesi 2- Yukarıdaki mukaddese ve münezzeheler.

Bizim yalvarıp yakarmamızdan, duamızdan ve Allah'ın diğer "vallahu yuhıbbu" (Allah sever ---i / ---inizi/ -ileri ve hakeza) dediği ef'al, elfaz ve şeylerden, tabiri caizse Allah lezzet mi alıyor?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

2

21.05.2005, 15:22

Bizim her fiilimizde Allahın bir ismi tezahür eder. Mahlukat Allahın esmasının ayineleridirler. Mahlukat yediği rızıktan, ta çektiği hastalığa kadar. doğmasından ölümüne kadar her şeyinde Allahın bir ismine ayine olur. dolayısıyle Allahın -tabiri caizse- özellikleri tezahür etmiş olur. Zati kabiliyetler ve özelliklerin tezahürü ise bir lezzettir. fakat insan lezzet denince hemen bazı maddi zevkleri anlayınca, burada bir kavram karışıklığı oluyor. Onun için üstad kullandığı her kelimeni sonuna "mukaddes, münezzeh" gibi tabirler koyarak, Allah hakkında kullandığı kelimeleri bizim bildiğimiz kavramlardan ayırıyor .

üstadın şu mahlukatın hareketindeki hikmetleri sorgulamasında bulduğu en son nokta ise bu lezzet-i kudsiye... meselesidir. Allahın zatı hakkında hiçbir bilgimiz olmadığı için ona mahsus olan bu kavramları kavramamızda imkansız oluyor. fakat kavrayamasakta böyle olması gerektiğini anlayabiliyoruz. Üstad bu meseleyi daha açık ve anlaşılır şekilde 32.sözde izah ediyor.
http://www.risaleinurenstitusu.org/index…Sozler&Page=569

Bu noktadan bakıldığında; @abdulkadir said kardeş sizin sorunuzun cevabı "evet" oluyor

3

21.05.2005, 16:23

Abi linkini verdiğin yerde şöyle bir kısım var:
Merhametine mazhar olanların, hususan Cennet-i bâkiyede nihayetsiz enva-ı rahmet ve şefkatine mazhar olanların derece-i saadetlerine ve tena’umlarına ve ferahlarına göre, o Zât-ı Rahmânirrahîm, Ona lâyık bir tarzda bir muhabbet, bir sevmek gibi, Ona lâyık şuûnâtla tâbir edilen ulvî, kudsî, güzel, münezzeh mânâları vardır. "Lezzet-i kudsiye, aşk-ı mukaddes, ferah-ı münezzeh, mesrûriyet-i kudsiye" tâbir edilen, izn-i şer’î olmadığından yâd edemediğimiz gayet münezzeh, mukaddes şuûnâtı vardır ki, herbiri, kâinatta gördüğümüz ve mevcudât mâbeyninde hissettiğimiz aşk ve ferah ve mesrûriyetten nihayetsiz derecelerde daha yüksek, daha ulvî, daha mukaddes, daha münezzeh olduğunu çok yerlerde ispat etmişiz.

Burada neden izn-i şer'î olmayabilir?
Hayat, kurgudan daha acayiptir.

mihmandar

Orta Düzey

Mesajlar: 260

Konum: ANKARA

Hobiler: Risale-i Nur

  • Özel mesaj gönder

4

21.05.2005, 16:45

şöyle bir şey olabilir: Üstad bahsettiği hakikatlere birer isim vermiş. lezzet-i mukaddes, ferah-ı münezzeh, gibi... Fakat "Allahın Lezzet duyması nasıl bir şeydir?" gibi meselelere girmek , doğrudan doğruya Cenab-ı Hakkın Zatını kavramaya çalışmak gibi yanlış bir hareket olacağından ve bu şekilde Allahı düşünmek te ıslamiyette yasaklandığından dolayı , üstad," bu bahsettiğimiz kavramları yâd etmeğe incelemeye izn-i şeri yoktur" diyor. Allahu alem....

6

16.03.2006, 10:55

Ve hattâ herbir faaliyette kat'iyen lezzet vardır; belki herbir faaliyet, bir nevi lezzettir.

her faaliyette lezzet vardır.bunu her insan anlar değilmi.çünkü çalıştığı zaman çok lezzet alıyor.boş durduğu zaman sıkıntı çekiyor.üstad burdaki lezzetin faaliyetin bir nevi olduğunu söylüyor.faaliyetin bie nevi lezzet ise diğer nevileri nedir.cevap vermiyor.izni şeri olmadığı için.
hem bu lezzetin bizim anlatığımız gibi olmadığını ifade için mukaddes,kudsi gibi kelimeleri kullanıyor.Allaha ait lezzetin ne olduğunu ancak Allah bilir diyor.
aklının ne olduğunu bilmiyen insan kendisinde bir duygu olan lezetinde nasıl bir şey olduğunu bilemediğine göre Allahın lezzet alması hakkında elbette fikir yürütemez.
ikinci olarak insana ene verilmişki vahidi kıyasi vazifesi yapsın.üstad bu kelimeyi bizim anlamamız için kullanmış.kullanmazsa kim ne anlar bu faaliyetten.

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir