Giriş yapmadınız.

1

29.01.2010, 11:22

Altıncı Söz-Nefsini Allaha Satmanın Kazancı


ALTINCI SÖZ








-
Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında onlara Cennet vermek sûretiyle satın almıştır. (Tevbe Sûresi: 111.)-

Nefis ve malını Cenâb-ı Hakka satmak ve Ona abd (KUL)olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle:
Bir zaman, bir padişah, raiyyetinden(HALKINDAN) iki adama, herbirisine emâneten birer çiftlik verir ki; içinde fabrika, makine, at, silâh gibi herşey var. Fakat fırtınalı bir muharebe(SAVAŞ,İMTİHAN) zamanı olduğundan, hiçbir şey kararında kalmaz. Ya mahvolur veya tebeddül eder(DEĞİŞİR), gider.
Padişah, o iki nefere, kemâl-i merhametinden bir yâver-i ekremini (MERHAMETLİ MEMURUNU) gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu:
"Elinizde olan emânetimi bana satınız. Tâ sizin için muhâfaza edeyim. Beyhûde (BOŞUBOŞUNA) zâyi (ZARARA UĞRAMASIN) olmasın.

-KARLAR-
1-Hem, muharebe bittikten sonra size daha güzel bir sûrette iâde edeceğim.
2-Hem, güyâ(GERÇİ) o emânet, malınızdır; pek büyük bir fiat size vereceğim.
3- Hem, o makine ve fabrikadaki âletler, benim nâmımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek;
4-hem fiatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim.
5-Hem de, siz âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını(MASRAFLARINI,GELİR-GİDERLERİNİ) tedârik edemezsiniz(KARŞILAYAMAZSINIZ).

Bütün masârifâtı ve levâzımâtı (LAZIM OLAN İHTİYAÇLARI)ben deruhte ederim(ÜSTÜME ALIP HAZIRLARIM). Bütün vâridâtı(KARLARI) ve menfaati size vereceğim. Hem de terhisât(ÇİTLİFTEKİ İŞİNİZİN BİTİMİ,VAZİFEDEN AYRILIŞ,İMTİHANIN SONA ERMESİ) zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte, beş mertebe, kâr içinde kâr.

Eğer bana satmazsanız; zâten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhâfaza edemiyor; herkes gibi elinizden çıkacaktır.
-ZARARLAR-
1-Hem beyhûde (BOŞUBOŞUNA)gidecek,
2-hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız.
3-Hem o nâzik kıymettar âletler, mîzanlar, istimâl edilecek (KULLANILACAK)şâhâne mâdenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler.
4-Hem idare ve muhâfaza zahmeti ve külfeti(SIKINTISI) başınıza kalacak. 5-Hem, emânette hıyânet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret(ZARAR) içinde hasâret(ZARAR).

Hem de bana satmak ise, bana asker olup, benim nâmımla tasarruf etmek demektir.

Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âlî bir padişahın has, serbest bir yâver-i askeri (ASKER MEMURU)olursunuz."

2

29.01.2010, 11:23

Onlar, şu iltifatı(LÜTFU,İLGİYİ) ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi:
"Başüstüne, ben maaliftihar(SEVİNEREK) satarım. Hem, bin teşekkür ederim."
Diğeri mağrur(GURURLU,KİBİRLİ), nefsi firavunlaşmış, hodbîn,(KENDİNİ DÜŞÜNEN) ayyaş(SARHOŞ,DİVANE); güyâ ebedî o çiftlikte kalacak gibi, dünya zelzelelerinden(DEPREMLERİNDEN,FELAKETLERİNDEN,FIR TINALARINDAN), dağdağalarından(GÜRÜLTÜLERİNDEN) haberi yok.
Dedi:
"Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam."

Biraz zaman sonra, birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi(KISKANIRDI,KEŞKE HERKES ONUN GİBİ OLSA). Padişahın lütfuna mazhar olmuş, has sarayında saadetle yaşıyor.

Diğeri öyle bir hale giriftâr olmuş(TUTULMUŞ,YAKALANMIŞ) ki; hem herkes ona acıyor, hem de "Müstehak!"(LAYIKSIN,SEN İSTEDİN ÖYLE OLDU,BUNU SEN İSTEDİN) diyor. Çünkü hatâsının neticesi olarak hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azab çekiyor.

3

29.01.2010, 11:25

dİKKAT EDERSEK;Padişah emanet olarak verdiği çitfliği...

BANA SATINIZ DİYOR..SONRA SİZİN İÇİN MUHAFAZA EDEYİM DİYOR..SİZ ONU KORUYAMAZSINIZ..VAZİFEDEN PAYDOS EDİLDİĞİNİZ ZAMAN TEKRAR SİZE DAHA GÜZEL BİR ŞEKİLDE VERECEĞİM DİYOR....

Bütün bunlar padişahın rahmetini,merhametini,sehavetini yani cömertliği gösteriyor.

Tekrar ediyorum..Padişah verdiği emanet çitfliğini BANA SATINIZ DİYOR..

Kim bir kimseye verdiği emanetini,tekrar bana sat der.

4

29.01.2010, 11:26

Sonra hikayede bakıyoruz birinci adam hemen satıyor ve diyor ki hemde zevk ve lezzet alarak........"Başüstüne, ben maaliftihar(SEVİNEREK) satarım. Hem, bin teşekkür ederim."

niçin böyle dedi.Çünkü bunun aklı başında yani kendisine verilen aklı ,sarfetmesi gereken yerde kullanıyorda ondan.


ama bakıyorsun diğeri satmıyor birde hesap soruyor...padişah kim diye.Nasılda kendisine çiftliği vereni unutup inkar ederek ..bakınız ne diyor...

"Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam."

niçin bu böyle dedi;Bu kibirli,gururlu,enaniyetli,kendini seven ve akılsız birisi olduğu için böyle dedi..

ne ekersen onu biçersin..

Gerçekten de aklını yerinde kullanan başüstüne der.........

Aklını yerinde kullanmayan ise padişah kimdir...der

daha artık ne için biri padişahın mükafatını almış...diğeri ise zindana atılmış..sormaya gerek yoktur sanırım!

5

29.01.2010, 11:28

Sonra verilen 5 mertebe karları düşünerek padişahın sonsuz merhamet,cömert sahibi olduğunu anlıyalım.

5 mertebe zararları da düşünerek,emaneti satmıyanların ne kadar zararda olduğunu anlıyalım..

sonra kendimize dönelim acaba ben emaneti satıyorum mu?diye soralım.







Hikaye burda bitti.Şimdi hakikate geliyoruz;

İşte, ey nefs-i pürheves(NEFSİ HEVES DOLU,ARZU DOLU)! Şu misâlin dürbünü ile hakikatin yüzüne bak:
Ammâ, o padişah ise, ezel ebed sultanı olan Rabbin(SENİ TERBİYE EDEN), Hâlıkındır(SENİ YARATAN ALLAHDIR).

BİZE VERİLEN EMANETLER NEYMİŞ?CEVABI İŞTE BURDA...

Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın(HAYAT DAİREN YANİ BEDENİN) içindeki mâmelekin(SAHİP OLDUĞUN) ve o mâmelekin(SAHİP OLDUKLARIN) içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zâhirî (DIŞ YANİ GÖZ,KULAK,DERİ,DİL,BURUN, GİBİ) ve bâtınî(KALB,SIR,RUH,AKIL,HAYAL GİBİ) hasselerindir.(DUYGULARINDIR)

Ve o yâver-i ekrem (MERHAMETLİ MEMUR) ise, Resûl-i Kerîmdir.(MERHAMETLİ RESUL MUHAMMED AS DIR)
Ve o ferman-ı ahkem(SAĞLAM FERMAN,NUTUK) ise, Kur'ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi (BÜYÜK TİCARETİ) şu âyetle ilân ediyor:


Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Mâdem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye (EBEDE) tebdil edip(DEĞİŞİP), ibkâ etmek(EBEDİLEŞTİRMEK) çaresi yok mu?" deyip düşünürken, birden semâvî sadâ-i Kur'ân işitiliyor.

6

29.01.2010, 11:29

Madem herşey elimizden çıkacak deniliyor..

Elimizde olanlar ne idi.Bize emanet olarak verilenler şeylerdi.

Peki bize emanet olarak verilenler nedir?

işte bize emanet olarak verilip de Allaha satılması gereken şeyler şunlardır;

Ve o çiftlikler, makineler, âletler, mîzanlar ise, senin daire-i hayatın(HAYAT DAİREN YANİ BEDENİN) içindeki mâmelekin(SAHİP OLDUĞUN) ve o mâmelekin(SAHİP OLDUKLARIN) içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zâhirî (DIŞ YANİ GÖZ,KULAK,DERİ,DİL,BURUN, GİBİ) ve bâtınî(KALB,SIR,RUH,AKIL,HAYAL GİBİ) hasselerindir.(DUYGULARINDIR)

Şimdi bunları nasıl satacağız?
Satma işi nasıl olacak?
Yani aklı,ruhu,gözü,kulağı,dili,hayali,bedeni ,mideyi eli,ayağı nasıl satacağız?

Yapacağımız iş,kim bize vermişse emaneti,Onun rızası dairesinde satacağız.

Onun hesabına kullanmalı,Onun namına işlemeli,Onun namına almalı ve başlamalı.

Biz devam edeceğiz..sonra bunlar üzerinde geniş duracağız..risaleden eklemeler yapacağız.




Der: "Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir sûrette güzel ve rahat bir çaresi var."
Suâl: Nedir?

Elcevap: Emâneti sahib-i hakikisine (HAKİKİ SAHİBİ OLAN ALLAHA(C.C) satmak. İşte o satışta, beş derece, kâr içinde kâr var.
Birinci kâr: Fânî mal bekâ bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî (EBEDİ KAYYUM OLAN,EBEDİ OLARAK HERŞEYİ AYAKTA TUTARAK KENDİSİDE KAİM OLAN YANİ UYUKLAMASI MÜMKÜN OLMIYAN) olan Zât-ı Zülcelâle (SONSUZ CELAL SAHİBİ ALLAHA) verilen ve Onun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil,(GEÇİCİ ÖMÜR) bâkîye(EBEDE) inkılâb eder. Bâkî(EBEDİ) meyveler verir. O vakit, ömür dakikaları, âdetâ tohumlar, çekirdekler hükmünde, zâhiren(GÖRÜNÜŞTE) fenâ bulur, çürür. Fakat, âlem-i bekâda(EBEDİ ALEMDE) saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler. Ve âlem-i berzahta(KABİRDE YAŞANILAN ALEMDE) ziyâdar(NURLU), mûnis (SEVİMLİ)birer manzara olurlar.
İkinci kâr: Cennet gibi bir fiat veriliyor.





Birinci Karda anlatılanı elde etmek için,Birinci szöün iyi anlaşılması gerekiyor.Allah namına hareket etmek ne demektir?
Bu nasıl olur?
Ne Yapmalıyız?
Başka kimler diyor bismillah?
Bu soruların cevabı orda yani sözler kitabının 1.söz kısmında..

Ben orda son kısmı ekleyeyim..Bizim yapacağım şey bu olmalı.

Suâl: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba, asıl mal sahibi olan Allah ne fiat istiyor?
Elcevap: Evet, o Mün'im-i Hakikî(NİMETLERİN HAKİKİ,GERÇEK SAHİBİ OLAN ALLAH), bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiat ise, üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir.
Başta "Bismillâh" zikirdir.

Ahirde "Elhamdülillâh" şükürdür.

Ortada, bu kıymettar hârika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in (TEK OLAN ALALHIN)mu'cize-i kudreti (KUDRETİNİN MUCİZESİ) ve hediye-i rahmeti (RAHMETİNİN HEDİYESİ) olduğunu düşünmek ve derk etmek (ANLAMAK)fikirdir.
Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet(AHMAKLIK) ise, öyle de, zâhirî (GÖRÜNÜŞDE GÖRÜNEN))mün'imleri (NİMET VERENLERİ) medih(ÖVÜP) ve muhabbet(SEVİP) edip Mün'im-i Hakikîyi (NİMETLERİN TEK VE GERÇEK SAHİBİNİ)unutmak, ondan bin derece daha belâhettir.(AHMAKLIKTIR,ANLAYIŞ BOZUKLUĞUDUR.ANLAMADIĞINI ANLAMAMAKTIR)
Ey nefis! Böyle ebleh(ANLAYIŞSIZ) olmamak istersen;

Allah nâmına ver,
Allah nâmına al,
Allah nâmına başla,
Allah nâmına işle,
vesselâm.(İŞTE O KADAR,ARTIK BİTTİ VE SONRA SELAM)

7

29.01.2010, 11:30

Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar.

Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um (UĞURSUZ,KÖTÜ)ve müz'ic(SIKINTI VERİCİ) ve muacciz(USANDIRICI,BIKTIRICI) bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini (HÜZÜN VERİCİ ACILARINI)ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini(KORKUTUCU,DEHŞETLİ HALLERİNİ) senin bu bîçare(ÇARESİZ) başına yükletecek yümünsüz(EMNİYETSİZ) ve muzır(ZARARLI) bir âlet derekesine(AŞAĞI MERTEBEYE) iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'âc (SIKINTI VERMESİNDEN)ve tâcizinden (BIKTIRMASINDAN)kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar.

Eğer Mâlik-i Hakikisine(HAKİKİ MALİKİ OLAN ALLAHA) satılsa ve Onun(ALLAHIN) hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı(SIRLARI AÇAN) bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz (SONSUZ) rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye(İKİ DÜNYA MUTLULUĞUNA) müheyyâ eden(HAZIRLAYAN) bir mürşid-i Rabbânî (TERBİYE EDEN İRŞAD EDİCİ)derecesine çıkar.

Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye(NEFSİ ARZULARA,BEDENİN ARZULARINA) bir kavvat(ARSIZ) derekesinde(AŞAĞI MERTEBESİNDE) bir hizmetkâr olur.

Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine(HERŞEYİ GÖREN SANATKAR OLAN ALLAHA) satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın(BÜYÜK KAİNAT KİTABININ) bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.

Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı (TAT ALMA DUYUSUNU) Fâtır-ı Hakîmine(HERŞEYİ HİKMETLE YARATAN,DİLDEKİ TAT ALMA DUYUSUNUDA BİR HİKMETLE YARATAN ALLAHA) satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder.

Eğer Rezzâk-ı Kerîme(MERHAMETLİ RIZIK VEREN ALLAHA) satsan(ALLAH HESABINA KULLANSAN,NAMIYLA HAREKET ETSEN), o zaman dildeki kuvve-i zâika(TAT ALMA DUYUSU), rahmet-i İlâhiye(ALLAHIN RAHMET) hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri(USTA BAKICISI) ve kudret-i Samedâniye(HİÇBİR ŞEYE MUHTAÇ OLMAYAN ALLAHIN KUDRETİNİN) matbahlarının(MUTFAĞININ) bir müfettiş-i şâkiri (ŞÜKÜR EDEN TEFTİŞÇİSİ)rütbesine çıkar.



İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um(UĞURSUZ,KÖTÜ) bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?
Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat(ARSIZ) nerede, kütüphâne-i İlâhînin(İLAHİ KÜTÜPHANE OLAN KAİNAT KİTABININ) mütefennin(FENLERDEN ANLAYAN,BİLİMDEN ANLAYAN) bir nâzırı(BAKICISI) nerede?

Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet(ALLAHIN RAHMETİNİN HUSUSİ HAZİNESİNİN) nâzırı(BAKICISI) nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık(UYGUN) bir mahiyet kesb eder(KAZANIR). Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min, imâniyle Hâlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir(KULLANMASIDIR).

Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre(KÖTÜ NEFSİN,BEDENİN) hesâbına çalıştırmasıdır.





Dördüncü kâr: İnsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâde; âcizdir(GÜÇSÜZDÜR), hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle(SON CELAL SAHİBİ KUDRETE) dayanıp tevekkül etmezse(KENDİSİNE DÜŞENİ YAPIP,İŞİ ALLAHA VERMEZSE..MESELA ÇİFTÇİ TOPRAĞA TOHUM EKER ,SULAR AMA MAHSULATI VERME İŞİNİ ALALAHA BIRAKIR) ve itimad edip(ONA GÜVENİP) teslim olmazsa, vicdânı dâim azab içinde kalır. Semeresiz(MEYVESİZ) meşakkatler(ZORLUKLAR), elemler(ACILAR), teessüfler(AH, VAH ETMELER,KEŞKE YAPMASAYDIM DEMELER,ÜZÜLMELER) onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder.
Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve âletlerin ibâdeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri sûretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas(İŞİN UZMANLARI) ve müşâhede(GÖZÜYLE GÖREN UZMANLARI YANİ PEYGAMBERLER,EVLİYALAR), ittifak etmişler.

8

29.01.2010, 11:31

İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret(ZARAR) içinde hasârete(ZARARA) düşeceksin.
Birinci hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin(SEVDİĞİN) nefis ve hevâ ve meftun(AŞIK) olduğun gençlik ve hayat zâyi olup kaybolacak. Senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini(ACILARINI) sana bırakıp boynuna yükletecekler.
İkinci hasâret: Emânette hıyânet cezasını çekeceksin. Çünkü, en kıymettar âletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin.
Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye(AŞAĞI MERTEBEYE) düşürüp, hikmet-i İlâhiyeye(ALLAHIN YARATMASINDAKİ AMACINA,HİKMETİNE )iftira ve zulmettin.
Dördüncü hasâret: Acz ve fakrın ile beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip, zevâl ve firâk(AYRILIK) sillesi altında dâim(DAİMA) vâveylâ edeceksin(BAĞIRACAKSIN).
Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye(EBEDİ HAYAT) esâsâtını ve saadet-i uhreviye(AHİRETTEKİ MUTLULUĞUN) levâzımâtını(İHTİYAÇLARINI) tedârik etmek(HAZIRLAMAK) için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi (RAHMANIN HEDİYELERİNİ) Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir sûrete çevirmektir.

Şimdi satmaya bakacağız. Acaba, o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar? Yok! Kat'â ve aslâ! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zîrâ,(ÇÜNKÜ) helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir(YETER). Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye(ALLAHIN FAZRLARI,EMİRLERİ) ise hafiftir, azdır. Allah'a abd (KUL)ve asker olmak, öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah nâmına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesâbiyle vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse istiğfar etmeli: "Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek(ALMAK) zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Amin!" demeli ve Ona yalvarmalı.

9

29.01.2010, 11:36

Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur'ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek;

meselâ gözünü nâmahreme(harama) bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır.

Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir.

Mektubat | Yirmi Dokuzuncu Mektup | 391




Salisen: Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telâkki etsin ve öyle de iz'an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telâkki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızâyı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir.
Evet, dünyaya ait işler, kırılmaya mahkûm şişeler hükmündedir. Bâki umur-u uhreviye ise, gayet sağlam elmaslar kıymetindedir. İnsanın fıtratındaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, umur-u uhreviyeyi kazanmak için verilmiştir. O hissiyatı şiddetli bir surette fâni umur-u dünyeviyeye tevcih etmek, fâni ve kırılacak şişelere bâki elmas fiyatlarını vermek demektir. Şu münasebetle bir nokta hatıra gelmiş; söyleyeceğim. Şöyle ki:
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.
İşte, insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok. Hem rızık cihetinde bir taahhüt altında ve kısa olan bir istikbal, o şiddetli endişeye değmiyor. Ondan yüzünü çevirip, kabirden sonra hakikî ve uzun ve gafiller hakkında taahhüt altına alınmamış bir istikbale teveccüh eder.
Hem mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösterir. Bakar ki, muvakkaten onun nezaretine verilmiş o fâni mal ve âfetli şöhret ve tehlikeli ve riyaya medar olan câh, o şiddetli hırsa değmiyor. Ondan, hakikî câh olan merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirete ve hakikî mal olan a'mâl-i salihaya teveccüh eder. Fena haslet olan hırs-ı mecazî ise, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.
Hem meselâ, şiddetli bir inatla, ehemmiyetsiz, zâil, fâni umurlara karşı hissiyatını sarf eder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye bir sene inat ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye inat namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his böyle şeyler için verilmemiş; onu onlara sarf etmek, hikmet ve hakikate münâfidir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umur-u zâileye vermeyip, âli ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarf eder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.
İşte, şu üç misal gibi, insanlar, insana verilen cihazat-ı mâneviyeyi, eğer nefsin ve dünyanın hesabıyla istimal etse ve dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davransa, ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur. Eğer hafiflerini dünya umuruna ve şiddetlilerini vezâif-i uhreviyeye ve mâneviyeye sarf etse, ahlâk-ı hamîdeye menşe, hikmet ve hakikate muvafık olarak saadet-i dâreyne medar olur.

9.mektub-mektubat

10

03.03.2010, 13:19

Dos doğru yol ... (Fatiha Sûresi: 6.) -

Sırat-ı müstakim(DOSDOĞRU YOL); şecaat(HAK YOLUNDA HİÇBİRŞEYDEN KORKMAMAK), iffet, hikmetin mezcinden(KARIŞIMINDAN) ve hülasasından(KARIŞIMDAN ELDE EDİLENDEN) hasıl olan (ORTAYA ÇIKAN) adl ve adalete işarettir.

Şöyle ki:
Tagayyür(DEĞİŞME), inkılap ve felaketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskan edilen(YERLEŞTİRİLEN) ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. (MEYDANA GETİRİLMİŞTİR)

Bu kuvvetlerin,

birincisi, menfaatleri celp(KENDİ TARAFINA ÇEKMEK) ve cezb(ÇEKMEK) için kuvve-i şeheviye-i behimiye,(HAYVANİ ŞEHVET DUYGUSU)

ikincisi, zararlı şeyleri def için(İTMEK İÇİN) kuvve-i sebuiye-i gadabiye,(ZARARLI ŞEYLERİ DEF'E(İTEN) HİS VE DUYGU)

üçüncüsü, nef' (FAYDALIYI) ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz(AYIRMAK) için kuvve-i akliye-i melekiyedir. (AKIL DUYGUSU)


Lakin, insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had(SINIR) ve bir nihayet(SON) tayin edilmişse de, fıtraten(YARATILIŞCA) tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin herbirisi, tefrit(AŞAĞI), vasat(ORTA), ifrat(AŞIRI) namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

Mesela, kuvve-i şeheviyenin;

tefrit(AŞAĞI) mertebesi humuddur ki,( ne helale ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. )

İfrat(AŞIRI) mertebesi fücurdur ki(, namusları ve ırzları payimal etmek (AYAKLAR ALTINA ALMAK) iştihasında olur.)

Vasat(ORTA) mertebesi ise iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur.

İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında(AYRINTILARINDA) da bu üç mertebe mevcuttur. (YANİ YEMEK YEMENİN,İÇMENİN VE KONUŞMANINDA TEFRİT,VASAT,İFRAT MERTEBELERİ VARDIR.çok yemek ifrat,çok az yemek tefrit,sünnete uygun mideyi üçe ayırıp,bir kısmını suya,bir kısmını nefese ve bir kısmınıda yemeğe ayırmak vasattır.diğerleride böyle düşünelim)


Ve keza(yine), kuvve-i gadabiyenin :

tefrit mertebesi, cebanettir ki; korkulmayan şeylerden bile korkar.

İfrat mertebesi tehevvürdür ki,; ne maddi ve ne manevi hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar(baskılar), tahakkümler(zorbalar), zulümler bu mertebenin mahsulüdür.

Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi(DÜNYA VE DİN HAKKINI SAVUNMAKTA KORKMAMAK) için canını feda eder, meşru(HELAL) olmayan şeylere karışmaz.

İhtar: Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında (AYRINTILARINDADA) da şu üç mertebenin yeri vardır.

Ve keza, kuvve-i akliyenin :

tefrit mertebesi gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz.

İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı batıl, batılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur.

Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder(UYAR); batılı batıl bilir, içtinap eder(UZAK DURUR).


-Kime hikmet verilmişse, işte ona pekçok hayır verilmiştir. (Bakar Sûresi: 269.)


İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi, füruatı da o üç mertebeyi havidir.

Mesela, halk-ı ef'al(FİİLLERİN YARATILMASI) meselesinde

Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder.

İtizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir.

Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep, beyne-beynedir ki, o fiillerin bidayetini(BAŞLANGICINI) irade-i cüz'iyeye(İNSANIN İRADESİNE), nihayetini(YARATILMASINI,NETİCESİNİ) irade-i külliyeye (ALLAHIN İRADESİNE)veriyor.

Ve keza, itikadda da tatil(İNKAR) ifrattır, teşbih (BENZETME) tefrittir, tevhid(BİRLEME) vasattır.


Hülasa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir.

İşaratül-İcaz | Besmele ve Fatiha Sûresinin Tefsiri | 29-30

Zehracan

Süper Moderatör

Mesajlar: 8,190

Hobiler: Risale-i Nur, DUA...

  • Özel mesaj gönder

11

04.03.2010, 12:28

Allah razi olsun abi.. Rabbim istifademizi artirsin insaallah..

Not: önemli kisimlari öyle cok fazla büyük yazmamanizi rica ediyorum.. yazilardaki düzen gidiyor..
"İnsan vardır fark edilmez süsünden.
Kimi farksızdırkoyun sürüsünden.
Her gördüğün şekle kapılma,
insan anlaşılmaz görüntüsünden...(!)"

Bu konuyu değerlendir