Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar.
Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş'um (UĞURSUZ,KÖTÜ)ve müz'ic(SIKINTI VERİCİ) ve muacciz(USANDIRICI,BIKTIRICI) bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini (HÜZÜN VERİCİ ACILARINI)ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini(KORKUTUCU,DEHŞETLİ HALLERİNİ) senin bu bîçare(ÇARESİZ) başına yükletecek yümünsüz(EMNİYETSİZ) ve muzır(ZARARLI) bir âlet derekesine(AŞAĞI MERTEBEYE) iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'âc (SIKINTI VERMESİNDEN)ve tâcizinden (BIKTIRMASINDAN)kurtulmak için gâliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar.
Eğer Mâlik-i Hakikisine(HAKİKİ MALİKİ OLAN ALLAHA) satılsa ve Onun(ALLAHIN) hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı(SIRLARI AÇAN) bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz (SONSUZ) rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye(İKİ DÜNYA MUTLULUĞUNA) müheyyâ eden(HAZIRLAYAN) bir mürşid-i Rabbânî (TERBİYE EDEN İRŞAD EDİCİ)derecesine çıkar.
Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye(NEFSİ ARZULARA,BEDENİN ARZULARINA) bir kavvat(ARSIZ) derekesinde(AŞAĞI MERTEBESİNDE) bir hizmetkâr olur.
Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine(HERŞEYİ GÖREN SANATKAR OLAN ALLAHA) satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın(BÜYÜK KAİNAT KİTABININ) bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu'cizât-ı san'at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.
Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı (TAT ALMA DUYUSUNU) Fâtır-ı Hakîmine(HERŞEYİ HİKMETLE YARATAN,DİLDEKİ TAT ALMA DUYUSUNUDA BİR HİKMETLE YARATAN ALLAHA) satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder.
Eğer Rezzâk-ı Kerîme(MERHAMETLİ RIZIK VEREN ALLAHA) satsan(ALLAH HESABINA KULLANSAN,NAMIYLA HAREKET ETSEN), o zaman dildeki kuvve-i zâika(TAT ALMA DUYUSU), rahmet-i İlâhiye(ALLAHIN RAHMET) hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri(USTA BAKICISI) ve kudret-i Samedâniye(HİÇBİR ŞEYE MUHTAÇ OLMAYAN ALLAHIN KUDRETİNİN) matbahlarının(MUTFAĞININ) bir müfettiş-i şâkiri (ŞÜKÜR EDEN TEFTİŞÇİSİ)rütbesine çıkar.
İşte ey akıl, dikkat et! Meş'um(UĞURSUZ,KÖTÜ) bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?
Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat(ARSIZ) nerede, kütüphâne-i İlâhînin(İLAHİ KÜTÜPHANE OLAN KAİNAT KİTABININ) mütefennin(FENLERDEN ANLAYAN,BİLİMDEN ANLAYAN) bir nâzırı(BAKICISI) nerede?
Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet(ALLAHIN RAHMETİNİN HUSUSİ HAZİNESİNİN) nâzırı(BAKICISI) nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık(UYGUN) bir mahiyet kesb eder(KAZANIR). Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min, imâniyle Hâlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir(KULLANMASIDIR).
Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre(KÖTÜ NEFSİN,BEDENİN) hesâbına çalıştırmasıdır.
Dördüncü kâr: İnsan zayıftır, belâları çok; fakirdir, ihtiyacı pek ziyâde; âcizdir(GÜÇSÜZDÜR), hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâle(SON CELAL SAHİBİ KUDRETE) dayanıp tevekkül etmezse(KENDİSİNE DÜŞENİ YAPIP,İŞİ ALLAHA VERMEZSE..MESELA ÇİFTÇİ TOPRAĞA TOHUM EKER ,SULAR AMA MAHSULATI VERME İŞİNİ ALALAHA BIRAKIR) ve itimad edip(ONA GÜVENİP) teslim olmazsa, vicdânı dâim azab içinde kalır. Semeresiz(MEYVESİZ) meşakkatler(ZORLUKLAR), elemler(ACILAR), teessüfler(AH, VAH ETMELER,KEŞKE YAPMASAYDIM DEMELER,ÜZÜLMELER) onu boğar; ya sarhoş veya canavar eder.
Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve âletlerin ibâdeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri sûretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif ve ehl-i ihtisas(İŞİN UZMANLARI) ve müşâhede(GÖZÜYLE GÖREN UZMANLARI YANİ PEYGAMBERLER,EVLİYALAR), ittifak etmişler.