Giriş yapmadınız.

1

28.08.2004, 23:42

Rububiyet nedir?

Merhaba arkadaslar,

Risalelerle 1991 yilinda tanistim. Tabiiki halen anlamadigim seyler cok. Bu anlamadigim seylerden birisi "Rububiyet". Bu cok sIk gecen birsey. Lugat anlami terbiye edici diyor, amma bana somut bisey aklima getirmiyor. Cok basit bir turkceyle bunu anlatacak birisi varmi ve neden risalelerde bu kadar cok anlatiyor?

Simdiden cok tesekkurler vereceginiz yanitlardan dolayi.

Selamlar
Kazakx

2

29.08.2004, 05:13

şu iki adresteki yazılar biraz da olsa işinize yarar umarım

http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Sec….2000&TextID=76

http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Sec…2001&TextID=215




Risale-i Nur'dan Bir Kavram

Rububiyet

Rububiyet, sözlük manası olarak, Cenab-ı Hakkın bütün zaman ve mekanlarda her türlü varlığa muhtaç olduğu şeyleri vermesi, tedbir, terbiye, malikiyet ve besleyicilik keyfiyeti olarak tanımlanmaktadır.

Rububiyet hakikati, Cenab-ı Hakkın Rab isminin cilvesinden kaynaklanır.1 Rab ismi ise, her bir parçası ayrı bir alem olan kainatta, bütün varlıkların terbiye edilmesini ve zerrelerden yıldızlara kadar bütün alemlerin mükemmel bir düzenle hareket ettirilmesini sağlar. Cenab-ı Hak, herşeye bir kemal noktası belirlemiş ve o nihai noktaya ulaşmak için o şeye bir meyil vermiştir. Bütün varlıklar da, o kemal noktalarını kazanmak için şevkle hareket etmektedirler. ışte, kainatta zerrelerden galaksilere kadar her varlık taifesinin tek başına ve toplu olarak, hedefleri olan kemal noktaya olan hareketleri esnasında, Cenab-ı Hakkın onlara yardım etmesi ve manileri def etmesi, onun terbiyesinden, Rab isminden kaynaklanmaktadır.2

Risale-i Nur'da rububiyetin geçtiği yerleri incelediğimizde, dikkatimizi çeken şu olacaktır: Rububiyet kelimesi çoğunlukla saltanat kelimesiyle tamlama halinde kullanılmıştır.3 Demek ki, Rububiyetin Kur'an'daki ve Risale-i Nur'daki terimsel anlamını akla yaklaştıran mana saltanatın hakikatında saklıdır. Saltanat ne kadar iyi kavranırsa, Rububiyet gerçeği de bir o kadar iyi anlaşılacaktır.

Kur'an-ı Kerim'de en derin meseleler, ilmi tahsili olmayan basit düşünceli insanlara bile benzetmeler ve örnek olaylar verilerek onların seviyelerine göre anlatıldığı gibi, bu Kur'anî metod Risale-i Nur'da en müşkülatlı meselelerin anlatılmasında kullanılmıştır. Bunlardan biri de Cenab-ı Hakkın Rububiyetinin saltanat örneğiyle ve bir sultanın tahtında oturup hükümetinin işlerini yürütmesi hakikatiyle akla yaklaştırılmasıdır.4 Yani, bir padişah hükümetinin herbir dairesinde, adliye dairesinde hakim-i adil, mülkiye dairesinde sultan, ilmiye dairesinde halife ve askeriye dairesinde kumandan-ı azam gibi birçok farklı isimlere sahiptir. Kendisi tek olduğu halde, saltanatının ve hükümetinin bütün dairelerinde özel telefonuyla ve emirlerinden kaynaklanan kanunlarının uygulanmasıyla perde arkasında tasarruf ve idare eder.5 Eğer bu padişah abdal tabir edilen velilerden olsa, bütün makamlarda şahsıyla bulunabilir ve icraatını bizzat kendisi yapar. Bunun gibi, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbü'l-Alemin, en küçük varlık tabakası olan zerreler aleminden, ta semavatın ve semavatın birinci tabakasından, ta Arş-ı Azama kadar birbiri üstündeki farklı alemlerde tasarruf eder ve geniş bir hakimiyete sahiptir.6

Cenab-ı Hakkın rububiyetinin saltanatında yardımcıları yoktur. Bir padişah, aciz olduğu için hükümetinin dairelerinde, mesela askeriye dairesinde paşalardan, binbaşılara, hatta çavuşlara kadar hakimiyetinde yardımcılara muhtaçtır.7 O memurlar, padişahın saltanatına ortak olmasalar da, icraatında bir nevi ortaklardır ve gerektiğinde herkesin padişahın huzuruna çıkmasına engel olurlar ve kendilerine müracaat edilmesini isterler. Fakat, Cenab-ı Hakkın rububiyetinde, icraatında ve varlıkları yaratmasındaki tasarrufunda hiçbir ortağı ve yardımcısı yoktur.8 Bütün varlıklar ve her türlü sebepler, onun saltanatında birer perde mahiyetindeki memurlarıdır. Vazifeleri ise, o rububiyetin saltanat kanunlarına itaat etmek, kendi dilleriyle onun büyüklüğünü kainata ilan etmek ve zahiren çirkin görünen birtakım işlere perde olmaktır.9

Cenab-ı Hakkın hakimiyeti rububiyet-i amme derecesindedir.10 Risalelerde rububiyet teriminin tamlama olarak saltanattan sonra en fazla kullanıldığı kelime hakimiyettir.11 Demek ki, rububiyetin kainatta tasarrufunu anlamaya çalışmak demek, onun saltanatını ve hakimiyetini anlamaktan geçer demektir.

Rububiyetin saltanatı ve hakimiyeti, kainattaki bütün olaylara, yani, Arş-ı Azamın büyük ve geniş dairesinin idaresinden, insanların kalplerinden geçen en gizli arzu, istek ve dualarına kadar herşeyi işitmesi, bilmesi ve idare etmesi kadar çok geniş bir dairede hükümrandır.12 Bütün bu işleri idare ederken, hiçbir iş bir işe, hiç bir fiil diğer bir fiile engel olmaz, şaşırtmaz, yanlış yaptırmaz. Böyle bir rububiyete ise zerre miktar müdahalenin ve ortaklığın karışması mümkün değildir. Çünkü, yardıma muhtaç insanlar bile işlerinin düzen içerisinde yürümesi ve her hangi bir karışıklık çıkmaması için hakimiyetlerinde dışarıdan başka birisinin müdahalesini şiddetle reddederler. Bir mahallede iki muhtarın, bir ilçede iki kaymakamın ve bir ülkede iki başbakanın olmaması, olması durumunda en ufak meselenin bile sorunsuz halledilememesi, bunun en bariz delilleridir.

Allah'ın rububiyetindeki saltanatı ve hakimiyeti o kadar haşmetlidir ki, gökleri ve zemini, emrine itaatkar iki kışla ve iki düzenli ordu vaziyetine getirmiştir.13 Öyle bir ordu ki, rızıkları, silahları, eğitimleri, terhisleri ve ihtiyaç duyduğu cihazları ayrı ayrı olduğu halde unutulmaksızın, en ufak bir karıştırılma olmadan, hatasız olarak verilmektedir.14 Sema kışlasının askerleri olan galaksiler, güneşler, aylar ve yıldızlar, korkunç büyüklükleri ve hayret verici hareketleriyle birlikte bir saniyecik, belki de bir aşire-i dakikalık bir zaman15 kadar bile vazifelerini aksatmıyorlar ve emre itaatsizlik etmiyorlar. Böyle bir tablo Rububiyetteki hakimiyetin ne kadar haşmetli olduğunu kör gözlere bile gösteriyor.16

Semanın dünyamıza en yakın tabakası olan atmosferde, bulutların şekillenmesi ve yağmurun yağdırılmasında da rububiyetin hayret verici saltanatını ve hakimiyetini ap açık bir şekilde görmek mümkün. Emre itaat ve düzenli hareket etme bakımından, yıldızlar ordusundan geri kalmayacak bir tarzda, bulutların gökyüzünde bir anda toplanmaları, istirahat için dağılmış bir ordunun bir boru sesiyle toplanmaları gibi bir vaziyet gösteriyor. Sanki, gök gürültüsünün sesi, "içtima için toplanınız" emrinin bir alemi oluyor.17

ıkinci kışla olan yeryüzünde, özellikle de bahar mevsiminde, bitki ve hayvanların yüz binlerce türlerinde teşkil edilen ordu, rububiyetin saltanatı ve hakimiyetin ayrı bir veçhesini gösteriyor. Kış mevsiminde, bir kısmı istirahata çekilen, bir kısmı da terhis edilen yeryüzü ordusu, baharla birlikte yeniden yanlışsız, karıştırılmaksızın, sanatlı ve düzenli bir şekilde vücuda getiriliyor.18 Bu ordunun haşmeti ve büyüklüğü derecesinde Rububiyetin saltanatı ve hakimiyetinin de ne kadar büyük olduğu, daha rahat bir şekilde anlaşılıyor.

Alemlerin Rabbi olan Cenab-ı Hak, herşeyi emrine ve hükmüne boyun eğdirdiği gibi, bütün varlıkları birbirinin yardımına koşturmasıyla da rububiyetinin merhametini gösteriyor. Elementleri ve madenleri bitkilerin yardımına koşturuyor. Bulutları, havayı ve güneşi dehşetli büyüklükleriyle birlikte tam bir tevazu içerisinde canlılara hizmet ettiriyor. Bitkileri, kendi hayatlarını feda etmek pahasına hayvanların yardımına, hayvanları da insanların yardımına koşturuyor. Hatta, rububiyetin nihayetsiz şefkati, yeni doğmuş bütün bebeklere, ihtiyaçları olan gıdaları ihtiva eden sütü beklenmedik bir tarzda gönderiyor ve onun rahatı için gerekirse, hayatını feda ettirecek bir şefkati annesinin kalbine yerleştiriyor.

Kainatı saray gibi yaratan Cenab-ı Hak, herşeyi insanın yardımına koşturuyor. Öyle ki, güneşi aydınlatıcı bir lamba, yemeklerini pişirici ve evini ısıtıcı bir ocak özelliğinde yaratmış. Yeryüzünü, 23 derece, 27 dakikalık eğimiyle sarkaç gibi hareket ettirip beşik gibi sallayarak mevsimleri yaratmış ve insan için her türlü ihtiyacının içinde bulunduğu konforlu bir ev haline getirmiştir. Dağları her türlü değerli madenlerin içinde bulunduğu mahzenler ve sarsıntılardan koruyucu direkler mahiyetinde yaratmıştır. Bulutlara su arıtma cihazı gibi bir süzgeçlik ve grostonluk yükleri en uzak memleketlere ulaştırma kabiliyetindeki nakliye gemileri gibi özellikler vermiştir.19 Bütün bunların insanın menfaatine bakan tarafıyla zikredilmesi, Cenab-ı Hakkın merhametinin büyüklüğünü hatırlatmak, rahmetinin genişliğini nazara vermek ve insana verilen değerin, kazandığı şerefin farkına varmasını ihtar etmektir.20

Niçin insana bu kadar ehemmiyet veriliyor? ınsana bu kadar ehemmiyet verilmesinin sebebi, rububiyetin saltanatına karşı tesbih, tazim ve şükür vazifesi gibi çok önemli üç vazifeyi yapabilecek, geniş ve sınır konulmayan istidatlara sahip bir muhatap olmasındandır. Yani, rububiyetin kusursuzluğu ve noksansız icraatı, insanın kendi kusurunu görerek bağışlanmasını istemesini ve Rabbinin de bütün kusurlardan yüce, kainatın bütün noksanlıklarından uzak olduğunu "Sübhanellah" kelimesiyle ilan ettirmek ister. Rububiyetin sınırsız kudreti, insanın sınırsız zayıflığını ve acizliğini hissedip, kendisini terbiye ve herşeyi kendisine itaat ettiren Zatın yarattığı eserlere karşı hayret etmesini, şaşkınlık geçirmesini ve "Allahüekber" diyerek Onun büyüklüğünü ilan edip, yalnız Ona iltica ve tevekkül etmesini ister. Rububiyetin tükenmeyen rahmet hazinelerinin varlığı ise, insanın kendi ihtiyacıyla birlikte, bütün canlıları besleyip, büyüten Rabbinin ihsanlarını ve nimetlerini düşünerek "Elhamdülillah" deyip şükür vazifesini yapmasını gerektirir.21

şimdiye kadar geçen hakikatlerden şu anlaşılıyor, birbirine mukabil iki makam var. Birincisi, muhteşem bir saltanatla hükmeden Rububiyet makamının dairesi, diğeri de saltanatın kanunlarına ve amaçlarına uygun hareket etmekle büyük bir şeref kazanan ubudiyet makamının dairesidir. Rububiyetin dairesi, saltanatının en önemli gayeleri ve maksatları olan, kendi gizli güzelliğini ve mükemmelliğini göstermek ve kıymetli sanatlarını sergilemesiyle hünerlerini izhar etmek için kainatı bir fuar merkezi gibi düzenlemiştir. Ona karşılık ubudiyet dairesinde olan şuur ve akıl sahibi varlıklar ise, o gizli güzelliği ve mükemmel sanatı görerek, Sanatkarına sevgi beslemek, nimetlerinden istifade etmekle teşekkür etmek gibi vazifeleri yerine getirmekle, tamamıyla birinci daire olan Rububiyet hesabına çalışmaları gerektiğidir.22

Madem kainatta zerre miktar, Cenab-ı Hakkın saltanat ve hakimiyetinden hariç bir nokta yoktur. ınsan ise, akıl, kalb ve birçok hassas duygularıyla rububiyet dairesinin en önemli muhatabı olma özelliğini kazanmıştır. Öyle ise, bütün varlıkların halleriyle ve dilleriyle istedikleri bütün dualarını kabul etmesiyle ve cevap vermesiyle onların dillerini bildiğini gösteren Cenab-ı Hakkın şuurlu bir kısım varlıklarla konuşması ve onların konuşmalarına müdahale etmesi rububiyetinin gereğidir. Onun en mükemmel bir tarzda konuşması ise, Alemlerin Rabbi olma sıfatıyla hitap ettiği Kur'an-ı Kerim'idir. Kur'an'ın iki temel gayesi vardır. Birincisi, rububiyetin kainattaki işleyişinden ve mükemmelliğinden bahsetmek, ikincisi de insanın kulluk vazifesini nasıl yerine getireceğini tarif etmektir.23

ınsana, bütün kainat hizmet ettirilmesiyle terbiye edildiği gibi, Kur'an vasıtasıyla ona hidayetin verilmesi de rububiyetin neticesidir.24 Hatta, insanın başına gelen hastalıklar ve musibetler, insanın menfi bir şekilde terbiye edilmesi demektir.25 Eğer insan, rububiyetin haşmetli saltanatına karşı iman ve ubudiyetle mukabele etse, daimi olarak, O Sultanın büyüklüğüne layık bir tarzda mükafat alacağını, küfür ile Rabbine isyan etse ve saltanatını tanımazsa ebedi bir cezayı hak edeceğini, O Rabbü'l-Alemin Kelam-ı Ezelisinde tekrar tekrar vadetmiştir.

Dipnotlar:

1. Sözler, s. 63.

2. ışaratü'l-ı'caz, s. 24.

3. Sözler, s. 45, 63, 65, 73, 76, 77, 95, 96,114, 162, 165, 166, 182, 216, 264, 297, 321, 354, 384, 465, 473, 518, 520, 522, 528, 547, 548, 553; Mektubat, s. 15, 196, 231, 380, 391; Lem'alar, s. 60, 95, 188, 191, 311, 317, 355, 362; şualar, s. 14, 25, 34,43, 49, 56, 169, 170, 192, 194, 195, 214, 216, 236, 547; Mesnevi-i Nuriye, s. 12, 24, 36, 38, 40, 41, 174. 187; ışaratü'l-ı'caz, s. 16.

4. Sözler, s. 354.

5. Sözler, s. 300.

6. Sözler, s. 519.

7. Sözler, s. 182.

8. Mektubat, s. 219.

9. Sözler, s. 264.

10. şualar, s. 23.

11. Lem'alar, s. 191, 307, 314, 318, 355; şualar, s. 23, 140, 156, 214; Mesnevi-i Nuriye, s. 36.

12. Lem'alar, s. 361.

13. Mektubat, s. 380.

14. şualar, s. 156.

15. (1/609)=9,9x10-17=0,000000000000000099 sn (virgülden sonra 16 sıfır)

16. Sözler, s. 552.

17. Sözler, s. 388.

18. Lem'alar, s. 255.

19. Mektubat, s. 229.

20. Sözler, s. 341.

21. Sözler, s. 42.

22. Sözler, s. 210.

23. Sözler, s. 240.

24. ışaratü'l-ı'caz, s. 63.

25. Lem'alar, s. 217.



























Mana-i Harfi

Kanun-u Rububiyet...

Yavrusuna konuşmayı öğretebilmek için karşısına alıp, sesli ve ağız hareketleri belirgin şekilde konuşan anne, okulda ders anlatan öğretmen, kışlada askerlere talim veren komutan, şirkette personelini eğiten müdür himayeleri altında bulunanları doğruya, güzele, mükemmele yönlendiriyorlar. Bu fiilleri ile bütün varlık alemini kuşatan kemâle yöneliş, en güzeli arayış ve bu yolda eğitim ve terbiye gerçeğinin, yani rubûbiyetin tecellisine mazhar oluyorlar. Belli eğitim basamaklarından geçiş, terbiye ile mükemmele doğru yolculuk aslında sadece sosyal bir olgu değil, varlıkların ve kainatın bir gerçeği. Toprağa atılan bir tohumun çatlaması ve gelişip büyüyerek bir ağaç haline dönüşmesi ve bir ağaç hakikatinin farklı safhalarından geçişte elementlerin, unsurların terbiyesi, belli görevlerde yer alacak şekilde eğitim ve talimi ve sonuçta meyvenin ortaya çıkışı ve ağaç hakikatinin tek çekirdekte toplandığı kemal noktasına erişim anı da bir rububiyet tecellisidir. Yumurtaya ulaşmak için pek çok engeli aşarak ilerleyen sperm hücreleri, kainat çarkları arasında görev aldığı yere doğru büyük bir gayretle ilerleyen sodyum elementi, imtihana hazırlanan öğrenci, daha bunlar gibi vazifesi doğrultusunda eğitim ve terbiye tezgahından geçen bütün varlıklar kemal noktalarına, sergileyecekleri manaların nihai güzelliklerine ulaşmak için bir gayret içindeler. Genişleyen kainat, siyah delik olma noktasına doğru ilerleyen yıldızlar, hedeflerine ilerleyen galaksiler hep kemal, olgunluk ve ideal arayışında. Sanki Eflatun'un Medine-i Fazıla'sına ve "idea"larına doğru koşuyorlar. Büyüyüp gelişmeler, başkalaşımlar, değişimler bu faaliyetin mülk boyutunda tezahürleri olmalı.

Bir çiçek neden çoğunlukla çürüme değil, büyüyüp gelişme meylindedir? Yumurtalar hangi saik ile çatlar ve canlı mahlukatın gelişimine zemin hazırlar? Arı'ya bal yaptıran güç nedir? Hangi kuvvet dünyayı çevirir? Bir büyük Patlama (Big Bang) olmuşsa ve bu kainatın çekirdeği bir atomsa, atom gibi bir tohumundan kainat ağacını netice veren sır nedir? Daha bunlar gibi pek çok soru varlıkların işleyişindeki intizam ve ölçüyü anlamak, gidişin nereye olduğunu çözebilmek için zihinleri kurcalamaktadır. Bu bakışın sonucu varlıkları anlamlandırmaya çalıştığımızda; her varlığın kısa ve uzun vadeli bir hedefe yöneldiğini en kısa anlarda, küçük zaman dilimlerinde ve nihayet bütün ömrünün semeresi, meyvesi olacak hedeflere yönelik olarak işlediğini gözlüyoruz. Her varlığın kendine uygun bir "nokta-i kemal"i olduğuna dair pek çok emare, mülk aleminde önümüze çıkıyor. Her varlık sanki idealin, mükemmelin ve kendi için belirlenmiş en üst noktaya ulaşmanın gayreti ve arayışı içinde. Bu da varlıklara, elementlere, moleküllere, canlı ve cansız bütün unsurlara yani kainata bir ruh veriyor, canlılık katıyor. Bu canlılıkla güneşin, ayın, yıldızların sırayla gökyüzünü süslediği, arıların vızıldadığı, kuşların cıvıldadığı, yağmurların şıpırdadığı bir alemimiz var. Çiçeklerin rengarenk zemini süslediği, yavruların annelerinin memelerine yapıştığı, kuzuların melediği bir dünyadayız. Yani hayat var, yani tüm varlıklar bir faaliyet, gayret içinde. Bu varlıkları meydana getiren unsurlara, elementlere baktığımızda sürekli değişim, başkalaşım ve bir halden diğerine geçişte, farklı varlık hallerinde ve değişik varlık mertebelerinde bulunduklarını izliyoruz. Sanki kainat, iç içe girmiş büyük bir iple oluşturulmuş yumak ve bu ip bir tarafından girilerek çıkışını bulmaya çalıştığımız bulmacalardaki yol gibi. Sürekli bir hareketlilikle sanki içinde çarklar dönen bir yumak bu. Bir sodyum, potasyum, kalsiyum gibi minerali bu kainat yumağının bir tarafından bıraktığınızda cansız, bitki, hayvan ve şuur sahibi varlıklar gibi pek çok varlık mertebelerinde görev alıyor. Zerreler boyutuna inildiğinde ise her zerre bütün varlık mertebelerinde bulunuyor gibi bir hal var. Mülk boyutunda, varlıklar aleminde zerrelerin o varlığın kemal noktasına yönelik işleyişleri, meyilleri istidat olarak gözleniyor. Her varlık, her anda, bütün ömründe ve küçük zaman dilimlerinde bir "mertebe-i feyz-i vücud" yönünde yükseliyor. Yani vücudunun, varlığının, onda tezahür eden özelliklerinin, esmaya, manalara dönüştüğü hale ve bu dönüşümün en berrak olduğu mertebeye doğru toprak, elmas, altın gibi kıymetli cevherler mertebesine, tohumlar meyvelere, eğitim gören talebeler mezunlara ve dahilere yönelik istidatlar taşıyor ve bu mertebelere yükseliyorlar. Bir başka ifade şekli ile, her varlıkta bir ismin azam mertebede olduğunu ve ömrü boyunca bu ismin onda tecellisi için tayin edilmiş mertebe-i azama doğru bir gelişim seyri içinde olduğunu söyleyebiliriz.

Evet, varlıklar seyir halindeler. En sabit taş ve topraktan en hareketli insana kadar bütün varlıklar bir yöne doğru ilerliyor. En azından bir yerlere gidiyor olduklarının herkes farkında. Bir taraftan doğum, gelişme ve ölüm şeklindeki ömürler, saatin akrep, yelkovan ve saniyesinin dönüşleri, gece gündüz deveranı, aylar, mevsimler, yıllar, asırlar derken zaman sahifesinde döngüler, devirler diğer taraftan durmayan bir gidiş... Bu haliyle helezonik hareketlerin hakim olduğu bir varlıklar dünyası. Deveranlar ve doğrusal hareketler iç içe. Bu tarz hareketleri ile mülk alemi büyük çarkların işlediği bir fabrikayı andırıyor. Esmâ üreten, mahsulatı manalar olan bir fabrika. Bu fabrikanın en küçük vidasından en baştaki müdüre kadar her unsurda bir vazifesini bilmek hali, tam itaat ve mükemmel bir terbiyenin tezahürleri var. Her unsuru teşkil eden zerreler ise bu terbiyeyi, itaati ve talimi çok daha parlak gösteriyorlar. Tüm kainatta ve her varlıkta o varlığın talim ve terbiyesine uygun bir halde bulunuyorlar. Bu halleri ile hareketlerinin, geçişlerinin, titreşimlerinin gerisinde bir maksat, bir gayeye yöneliş, bir terbiye ve eğitimin olduğu gözleniyor. Bu, oturup kalkmasına dikkat eden, uyumlu, nazik ve görevlerini yerine getirmek için büyük bir sorumluluk taşıyan çocuğun iyi bir aile terbiyesi almış olduğunu düşünmek gibi bir haldir. Tavırlar, gerideki failleri nazara verir. Zerrelerin hareketi de onları bu halde tutan bir rububiyetin izlenişini yansıtır. Varlıklardaki terakki ve tekamülde "muazzam bir kanun-u Rubûbiyetin ucu" görünür. Bu kanun bütün varlıklarda, kainatın her yerinde ve geçmiş, gelecek bütün zaman dilimlerinde geçerlidir. Su-i ihtiyar, itaatsizlik ve terbiyesizlik yani kanun-u rububiyetin dışına çıkış, cüz'i ve farazi iradeleri ile kendinde bir şeyler vehmedip, isyan eden insana mahsustur.

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

3

29.08.2004, 23:09

Abdul kadir kardesim
Bunun gibi nefsin kisimlarini anlatan bir yazi soyler isen cok sevinirim. Allah razi olsun.

hurmetler
BArish

not: Ene bahsi gibi mesela....
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

4

30.08.2004, 00:09

Tesekkurler Abdulkadir kardesim. O sitede baska aradigim cok seyi bulabilicegimi de saniyorum.

Vesselam

5

30.08.2004, 05:21

http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Sec…hives=AllTitles
http://www.yeniasya.org.tr/index.asp?Sec…=Mana%2Di+Harfi

şu iki adresten arşivlere de bakabilirsiniz,

barish kardeş;

Tahavvülat-ı zerrat ile ilgili 40 bölüm var,belki hoşuna gider,

barish

Orta Düzey

Mesajlar: 387

Konum: USA

Meslek: PHD ogrencisi

Hobiler: Risale, Pirlanta, Matematik

  • Özel mesaj gönder

6

30.08.2004, 18:51

Allah razi olsun kardes
"Arkadas, gel bana bu Nur'larin elmaslarini kesfetmeye yardimci ol ve ben de sana "Allah razi olsun" diyeyim."

7

30.08.2004, 21:43

cümlemizden razı olsun,

Yer Imleri:

Bu konuyu değerlendir